Home Blog Page 281

Kamuoyu

Latince’de ‘kanaat’ anlamına gelen kamuoyu, geniş anlamıyla halkın çıkarlarını ilgilendiren bir karar hakkında görüş ve düşünceleri anlamına gelmektedir. Yanlış  kullanımların aksine; kamuoyu bir kitle, topluluk veya bir kişiliği temsil eden bir kavram değil, toplumun genelinin görüşüdür.

Ortak Güvenlikk

Genel anlamda ortak güvenlik ya da kolektif güvenlik kavramı, dünyadaki barış ve güvenliğin ülkelerin ortaklaşa katkıları ile sağlanmasına yönelik önlemler olarak tanımlanabilir. Kolektif güvenlik anlayışı çok eski tarihlerde Yunan şehir devletlerinin askeri ittifaklar oluşturarak dıştan gelen saldırılara karşı koyma çabaları ile ortaya çıkmıştır. Günümüzde ise bir saldırı anında özel olarak bir araya gelen ve güvenliklerini sağlayan devletlerin yanında, henüz bir saldırı olmadığı halde bir saldırı tehdidine karşı kolektif güvenlik önlemleri alındığı da görülmektedir.

Susan Strange

9 Haziran 1923’te Dorset’te doğan ve 25 Ekim 1998’de Aylesbury’de hayata gözlerin yuman Susan Strange, döneminin önde gelen uluslararası ilişkiler uzmanlarından biridir.

Henry Kissenger

II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Amerikan dış politikasının en etkili figürlerinden Henry Kissenger, ulusal güvenlik danışmanlığı yaptığı dönemde Vietnam sorununu çözüme götürmede oynadığı rollerle Nobel Barış Ödülü’nü almış bir diplomat ve siyaset bilimci olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sırbistan Parlamento Seçimleri’nin Ardından

Sırbistan Parlamento Seçimleri

İzleyeceği dış politika ve alacağı kararlar ile Balkanlar’ın siyasal geleceğini etkileyebilecek en önemli ülke Sırbistan’dır. 16 Mart 2014 Pazar günü Sırbistan parlamento seçimleri gerçekleştirilmiştir.

Sırp milliyetçiliğini koordine edebilecek Sırbistan’ın çok yakından izlenmesi gerekmektedir. Kimliğe dayalı güvenlikleştirme girişimleri, irredentist ve hatta revizyonist yaklaşımları gündeme getirmektedir. Sırbistan’ın atacağı adımlar ve alacağı kararlar Kosova ve Bosna-Hersek’in geleceğini çok yakından ilgilendirmektedir. Rusya’nın Kırım’ı ilhakıyla siyasal sınırların her an değişebileceği mesajının tüm dünyaya ilan edildiği bir dönemde, Kosova’nın bağımsızlığını kabul etmemiştir. Bunun kabulünü bir “ön koşul” haline getirmiştir. AB’ye de üye olmayı hedefleyen Sırbistan’ın ne tür bir dış politika izleyeceği merak konusudur. Bu politikanın öngörülebilmesi için de Sırbistan parlamento seçimlerinin analiz edilmesi gerekmektedir.

Seçimlerinin ardından, 2008 yılında mevcut devlet başkanı Tomislav Nikolic’in kurduğu Sırp İlerici Partisi (SNS) tek başına iktidar olabilmektdir. Sağ-muhafazakâr bir parti olduğunu söyleyebileceğimiz Sırp İlerici Partisi, Sırp milliyetçiliğini AB taraftarlığı ile birleştiren bir anlayışa yaslanmaktadır. Ancak bu durum, bu partinin Sırbistan’ın geleneksel müttefiki olan Rusya’yı dışladığı anlamına gelmemektedir. Önce Tomislav Nikolic, şimdi de partinin mevcut lideri olan Aleksandar Vucic bu konuda açıklama yapmıştır. Sırbistan AB’ye üye olsa dahi, Rusya ile tarihe, Slav kardeşliğine ve Ortodoks Hıristiyanlığa yaslanan özel ilişkilerinin devam ettirileceğini ifade etmiştir.

Vucic’in önderliğindeki Sırp İlerici Partisi, Sırp milliyetçiliğine de yaslanan popülist bir söylemi benimsemişmiştir. Sırbistan’ın AB’ye üye olabilmesi için bir ön koşul olarak görülen Kosova’nın bağımsızlığının tanınması konusunda herhangi bir adım atmaya yanaşmamaktadır. AB üyeliğine odaklanmış olan bir siyasal hareket, Kosova’ya “devlet olma” hakkını tanımamıştır. Ayrıca Mitrovica’nın kuzeyinde Sırpların yaşadığı Kosova topraklarının Sırbistan’a bağlanması hususunda nabız yoklamıştır. Bu siyasal anlamda ciddi bir paradoks olarak görülmelidir.

Sırp İlerici Partisi, yapılan seçimler sonucu %48,3 oy alarak 250 sandalyeli meclise 158 temsilcisini sokmaya hak kazanmıştır. Böylece Sırp İlerici Partisi, tek başına iktidar olma hakkını da kazanmıştır. Parti, bu başarısıyla Sırbistan’da Slobodan Milosevic’in ardından en yüksek oy oranına ulaşan siyasal aktör haline gelmiştir. Zaten Aleksandar Vucic de seçim sonuçlarını Sırbistan siyasal tarihinin en büyük başarısı olarak betimlemiştir. Vucic, partisinin tek başına iktidar olma hakkını kazanmıştır. Eğer anlaşabilirlerse başta mevcut iktidar ortağı Sosyalist Parti olmak üzere, diğer partileri de geniş bir koalisyon çerçevesinde görmek istediğini belirtmiştir.

Mevcut başbakan Ivica Dacic’in önderliğinde seçimlere giren ve Slobodan Milosevic’in partisi olarak bilinen Sosyalist Parti (SPS) ise oyların ancak %13,5’ini alabilmiştir. Parlamentoya 44 temsilcisini sokabilmiştir. Sırp milliyetçiliği ile sol söylemi kendi bünyesinde eritmeye çalışan ve aynı şekilde liberal ekonomi anlayışı ile sosyalizmi belli oranlarda birleştirerek karma bir ekonomi politikası izlenmesini savunan Sosyalist Parti, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından eski Doğu Bloku ülkelerinde görülen ve “geçiş sürecini” koordine eden partilere benzemektedir. Milosevic’in miras bıraktığı “kanlı mirasın” üzerine oturduğu için AB tarafından da şüpheyle yaklaşılan Sosyalist Parti, Kosova’nın statüsüne ilişkin olarak oldukça katı bir tutum sergilemekte ve Sırp milliyetçileri ile aynı söylemde birleşmektedir.

Dacic, başbakan olarak geçtiğimiz yıl imzalanan Brüksel Antlaşması’na imza atmış olmasına karşın, Kosova’nın bağımsızlığını tanımaya sonuna kadar karşı çıkacağını seçim kampanyası esnasında sürekli olarak vurgulamıştır. Hatta Kuzey Kosova’nın, Kosova’dan ayrılması ve Sırbistan’a bağlanması tezine de Kosova meselesine çözüm anlamında sıcak yaklaşmaktadır. Benzer bir şekilde, Sosyalist Parti’nin, Bosna-Hersek’teki federe Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska)’nın statüsünün Kosova’nın durumuna bağlı olarak yeniden ele alınması gerekebileceğini belirttiğini biliyoruz.

Seçimler sonrası parlamentoya girmeye hak kazanan diğer partiler ise Demokrat Parti ve Yeni Demokrasi Koalisyonu’dur. Demokrat Parti, %6,04 oy alarak 19 temsilcisini parlamentoya göndermiştir. Kendisini merkez solda konumlandıran ve sosyal demokrat bir söyleme sahip olan bu parti, AB yanlılığı ile bilinen ve ekonomik anlamda da serbest pazar ekonomisini sosyal programlar ile yoğurarak Sırbistan özelinde yeniden kurgulamayı hedeflemektedir. Parti, Sosyalist Enternasyonal ve Avrupalı Sosyalistler Partisi’nin de bir parçasıdır.

Belgrad Belediye Başkanı Dragan Djilas’ın liderliğinde seçimlere giren ve özellikle eski devlet başkanı Boris Tadic’in partiden ayrılması sonrası zor bir süreçten geçen parti, oy tabanının bir bölümünü Tadic’in Yeni Demokrasi Koalisyonu’na kaybetmiştir. Eski devlet başkanı ve Demokrat Parti liderlerinden olan Boris Tadic’in öncülüğünde seçimlere giren Yeni Demokrasi Koalisyonu ise %5,7 oy oranı ile 18 temsilcisini Sırbistan Meclisi’ne sokmuştur. Bu koalisyonun lideri Tadic olmasına karşın, koalisyon içerisinde Ivan Karic’in başkanlığını yaptığı Yeni Demokrat Parti-Yeşiller (NDS-Z), Nenad Canak’ın öncülüğündeki Voyvodina Sosyal Demokratlar Ligi ve yine Demokrat Parti’den koparak kurulmuş olan Sırbistan İçin Hep Birlikte ve yine bölgesel bir parti olan Voyvodina Macarları Kardeşliği gibi siyasal hareketler yer almaktadır. Bu koalisyon, AB yanlılığı, çoğulcu demokrasi ve liberalizm gibi hususlar ekseninde bir araya gelmiştir.

Seçim sonucunda Voyvodina Macar Birliği, Arnavutlara hitap eden ve Presovo Vadisi’nde oldukça güçlü olan Demokratik Hareket Partisi ve Süleyman Uglyanin’in liderliğini yürüttüğü Sancak Demokratik Eylem Partisi (Boşnaklara hitap ediyor) gibi etnik kimlik temelinde işleyen bölgesel siyasal partiler ise kendilerine tanınan kotalar ekseninde parlamentoya temsilcilerini göndermiştir. Sırp Radikal Partisi, Sırbistan Demokrat Partisi, Liberal Demokrat Parti ve Sırbistan Birleşik Bölgeler Partisi gibi geleneği olan partiler ise, ülke genelinde %5 olarak uygulanan seçim barajını aşamayarak parlamentoya girememiştir. Seçimlere katılım ise oldukça düşük bir düzeyde kalmış ve oran olarak %53,1’i ancak bulabilmiştir. Bu durum, Sırbistan halkının önemli bir bölümünün, mevcut siyasal partileri karşı karşıya kaldıkları ekonomik problemler (durgunluk ve %20’lerin üzerinde seyreden işsizlik, vb.) ile siyasal meseleler (Kosova, AB üyelik süreci, Rusya ile ilişkiler, vb.) noktasında bir çözüm bulmaktan uzak gördüklerini kanıtlamaktadır.

Seçim sonucunda Sırp İlerici Partisi’nin sandıktan tek başına iktidar olabilecek çoğunlukla çıkması, Kosova konusunda milliyetçi tezlere yaslanan ve özellikle Kuzey Kosova’nın Sırbistan’a bağlanmasını, hatta Bosna Sırp Cumhuriyeti ile dahi siyasal bir ortaklık kurulmasını arzulayan bu hareketin ne tür bir politika izleyeceği hususunda kafaların karışmasına neden olmuştur. Bu tarz bir dış politika söylemine sahip olan Vucic’in partisinin AB ile nasıl anlaşabileceği ise belirsizdir. Paradoksal söylemleri sandıkta oya tahvil eden bu hareketin, reel anlamda nasıl hareket edeceği Balkanlar’ın geleceğini yakından ilgilendiren bir soru işaretidir.

Rusya’nın Ukrayna’ya müdahale edip Kırım’ı ilhak ettiği bir dönemde, Kuzey Kosova ve Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin Sırbistan’a bağlanmasını savunan ciddi bir tabana da yaslanmakta olan bu partinin ortaya koyacağı söylem ve izleyeceği politika çok önemlidir. Önümüzdeki süreçte Sırbistan-AB İlişkileri’nin kazanacağı ivme, bu ülkenin Kosova ve Bosna özelinde daha tedbirli ve yatıştırıcı bir strateji benimsemesini sağlayabilecekken, AB ile ilişkilerin bozulması, Sırbistan’ı Rusya’ya yakınlaştırıp, onun Kırım özelinde izlediği politikayı benimsemesine neden olabilir.Bu bağlamda, Balkanlar’da barış için AB’nin Sırbistan’a ihtiyacı olduğu açıktır. Ne var ki, Sırbistan da ekonomik refah ve siyasal geleceği için AB üyeliğine ciddi anlamda ihtiyaç duymaktadır. Bu karşılıklı bağımlılığın ilişkileri nasıl etkileyeceği ise önümüzdeki süreçte Balkanlar’ın geleceği bağlamında takip edilmesi gereken en önemli husustur.

Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Cumhurbaşkanlığı Seçimi Öncesi Afganistan’da Son Gelişmeler

Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi, Afganistan tarihinde ilk defa seçilmiş bir başkanın yerine yine seçilmiş bir başkanın gelecek olması açısından oldukça önemli.

Modernleşme Kuramı

Batılı sosyal bilimciler tarafından, gelişmekte olan bütün toplumların, batı toplumlarına benzer aşamalardan geçecekleri anlayışından hareketle oluşturulmuş bir kavram olan modernleşme, en yalın tanımıyla, modernliğe doğru yaşanan süreci niteler. Modernlik ise, 17. ve 18. yüzyıllarda Batı Avrupa’da başlayan, ancak esas görünümlerine Kuzey Amerika’da rastlanılan ve o zamandan bu yana Batı dışı dünyaya yayılan ya da dayatılan bir toplum biçimine karşılık gelmektedir.

Önleyici Diplomasi

Önleyici diplomasi, Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyi tarafından “önleyici diplomasi” yoluyla barış ve güvenliği sağlamak ve Birleşmiş Milletler ile daha çok işbirliği halinde çalışmak amacıyla nükleer silahlarını hemen hemen yarıya indirmek konusunda anlaşan ABD ve Rusya’ya ve başka ülkelere yönelik olarak 31 Ocak 1992de ortaya atılan bir gündem düsturudur.

Küresel Sivil Toplum

Sivil toplum, devletin dışında, gönüllü oluşumlar aracılığıyla politikaların, normların, sosyal yapıların ve kolektif çabaların etkilenmesi ve şekillendirilmesi faaliyetidir. Sivil toplum kuruluşları devlet aygıtının bir parçası değillerdir ve kar amacı gütmezler. Formel ya da informel olarak örgütlenebilirler. Kendilerini yalnızca bir amaçla ya da bir sorunla sınırlarlar. Siyasal partilerin aksine, sorunlar karşısında daha radikal, açık, net ve cesur tavır takınırlar. Sivil toplum kuruluşları devletin ortadan kalkmasını değil, müdahale alanlarının sınırlanmasını savunurlar  ve “gönüllülük” esasına dayalı hareket ederler.

Vestfalya Antlaşması

Çağdaş uluslararası ilişkilerin temeli, 1648 yılında imzalanan Vestfalya Barış Antlaşması ile atılmıştır. Vestfalya Barış Antlaşması, ‘ulusal devlet egemenliği’ ilkesini temel hak olarak tanımıştır. Bu dönemden itibaren uluslararası ilişkilerde devletler temel oyuncu rolüne bürünmüştür. I. Dünya Savaşı’nın sonucunu belirleyen Versaille-Washington sisteminin yanı sıra, 2000’li yıllarda bilgi teknolojilerindeki dönüşümler, bu ilkeye birçok yenilik getirmiştir. Bununla birlikte günümüzde de temel ilke, her devletin kendi topraklarında egemenlik hakkı olması ve uluslararası toplumun bu devletle ilişkilerini bu prensip üzerinden kurmasıdır.

1648’de imzalanan Westphalia Antlaşması, Avrupa tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır ve Kutsal Roma İmparatorluğu’ndaki Otuz Yıl Savaşları ile İspanya ve Hollanda Cumhuriyeti arasındaki Seksen Yıl Savaşları’nın sonunu işaret eder. Westphalia Barışı’nı oluşturan antlaşmalar (Münster ve Osnabrück Antlaşmaları) Avrupa’nın siyasi manzarasını şekillendiren uzun vadeli sonuçlara sahiptir. İşte Westphalia Barışı’nın bazı önemli yönleri ve sonuçları:

  1. Devletlerin Egemenliği: Belki de en derin sonucu, devlet egemenliği kavramıdır. Westphalia Barışı, modern devlet sisteminin başlangıcı olarak sıklıkla anılır; burada devletlerin kendi toprakları ve iç işleri üzerinde dış müdahalelerden bağımsız olarak egemenlik hakları tanınmıştır. Bu ilke, modern uluslararası hukuk sisteminin gelişmesi için temel oluşturmuştur.

  2. Güç Dengesi: Antlaşmalar, Avrupa’da güç dengesini kurmuş, bu da Avrupa uluslararası ilişkilerinde bir rehber ilke haline gelmiştir. Fikir, tek bir devletin aşırı güçlü hale gelmesini önlemekti ve bu kavram yüzyıllar boyunca Avrupa politikasını etkilemiştir.

  3. Dini Özgürlük: Westphalia Barışı ayrıca, özellikle Kutsal Roma İmparatorluğu’ndaki Katolik ve Protestan devletler arasındaki dini çatışmaları ele almıştır. 1555’te imzalanan Augsburg Barışı’nı tekrar onaylayarak, “cuius regio, eius religio” (kimin bölgesi, onun dini) ilkesine izin vermiş, bir devletin yöneticisinin resmi dini belirleme hakkını tanımıştır. Bu, dini hoşgörüye doğru önemli bir adımdır.

  4. Kutsal Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü ve Ulus-Devletlerin Yükselişi: Kutsal Roma İmparatoru’nun gücü önemli ölçüde kısıtlanmış, ulus-devletlerin yükselişine yol açmıştır. Bu değişiklik, tek bir hükümdar altında birleşik bir Hristiyanlık konseptini zayıflatmış ve modern ulusal kimliklerin ve ulus-devletin gelişmesine zemin hazırlamıştır.

  5. Toprak Düzenlemeleri: Westphalia Barışı, Avrupa haritasını yeniden çizmiş, Hollanda Cumhuriyeti ve İsviçre gibi bazı devletlerin bağımsızlığını tanıyan toprak ayarlamaları yapmıştır.

  6. Avrupa Dışı Dünyaya Etkileri: Avrupa işleri üzerine odaklanma ve egemenlik vurgusu, Avrupa dışı dünya için önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu, Avrupa devletlerinin diğer Avrupa güçlerinin müdahalesi olmaksızın sömürgecilik emellerini sürdürmelerini sağlamış, sömürgecilik çağını hızlandırmıştır.

  7. Eleştiriler ve Güncel Relevansı: Bazı tarihçiler ve siyaset bilimciler, Westphalia Barışı’nı Avrupamerkezci olmakla ve devlet merkezli politikaları teşvik etmekle eleştirirler; bu politikalar bireylerin ve devlet dışı aktörlerin haklarını göz ardı edebilir. Ancak, özellikle devlet egemenliği ve müdahaleye karşı olma ilkesi, uluslararası ilişkileri ve küresel politikaları etkilemeye devam etmektedir.

Westphalia Barışı, modern uluslararası sistemin gelişmesinde temel bir anı temsil eder. Devlet egemenliği, güç dengesi ve toprak bütünlüğüne vurgu yapan kavramları, uluslararası hukuk ve diplomasiyi hâlâ temel alır.