Dayton Antlaşması Tarihi ve Günümüze Etkileri
“Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir.” Diyen Boşnak lider Aliya İzzetbegoviç savaşı sonlandırmak için Dayton’a ayaklarını sürüyerek gitmiştir. Peki bunun nedeni nedir, neler olmuştur Dayton’da, neler kazanılıp neler kaybedilmiştir? Şimdi gözlerimizi Dayton’dan öncesine de çevirerek Dayton’da yapılan anlaşmayı ve günümüze etkilerini anlamaya çalışacağız.
Bosna-Hersek, Avrupa’nın Doğusunda Balkanların Batısında yer alan bir ülkedir. Ülkenin yazgısı coğrafyasından ve nüfusundan açığa çıkar. Avrupa’nın Doğusu’ndan Adriyatik’e ve Ege’ye inen hat; tarih boyunca göçlerin, istilaların, büyük devletlerin mücadelesinin, etnik ve dini renkliliğin görülebileceği yerlerdir. Ortaçağda nerdeyse günümüzü andıran, sınırlarında krallığı ve bağımsız Bosna kilisesi ile oluşan Bosna Devleti uzun ömürlü olamamış ve büyük devletlere bağlı olarak 20. yüzyıla kadar gelmiştir. Bu devletler sırasıyla Macar krallığı, Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan’dır. Ulus devletlerin çok büyük bir oranda homojenleştirilmiş olduğu Avrupa, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Balkanlar dörtgeninde Bosna, Katolik, Ortodoks ve Müslüman halkının kısa dönemler hariç yüzyıllardır tanınmış entiteler olarak yaşadığı bir ülkedir. Fakat son yüzyılda Bosna’yı ön plana getiren, kurucu ve yıkıcı iradelere potansiyel haline getiren etnik ve folklorik özelliklerinden ziyade çok çeşitli aktörlerin içinde yer aldığı krizlerin düğüm veya çözülüş odağı olmasıdır.
Avrupa Diplomasisi’nde Doğu Sorunu olarak adlandırılan topraklar Bosna’dan başlıyor kabul edilir. Bosna ve Makedonya krizlerine büyük güçler o denli ilintili olmuşlardır ki I. Dünya Savaşı’nı patlatan bahane de Bosna’nın başkenti Saraybosna’dan çıkmıştır.[1] Bu imparatorluğun I. Dünya Savaşı sonunda yıkılması ile birlikte Sırbistan Krallığı Sırplardan, Hırvatlardan ve Slovenlerden oluşan bir krallık kurmak için eski Avusturya-Macaristan topraklarına katılma kararı almıştır. Bu topraklar üzerinde 1918 yılında kurulan devlete Yugoslavya adı verilmiştir. İkinci Dünya Savaşı öncesi son çok partili seçimler 1938 yılında yapılmıştır. 1939 yılında kabul edilen ortak bir federal anayasa çoğunluğu teşkil eden Sırplar ile Hırvat ve Slovenler arasındaki anlaşmazlığı sona erdirmeye çalışmıştır. İkinci Dünya savaşı esnasında ise Yugoslavya Alman, İtalyan, Macar ve Bulgar orduları tarafından işgal edilmiştir. Savaşın hemen sonrasında komünist partinin savaş dönemindeki partizan lideri Josip Broz Tito yönetimi ele geçirmiştir. 1946 yılında kabul edilen Anayasayla da 6 Cumhuriyetten oluşan Bosna ve Hersek, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ, Sırbistan ve Slovenya’dan oluşan bildiğimiz Yugoslavya kurulmuştur. [2] Her ulusa tek devlet değil, tek devlette tüm halklar parolasıyla federal Yugoslavya’nın çekirdeği işgal altında Orta ve Kuzey Bosna’daki gizli konferanslarda belirlenmiştir.[3] Hükümet Başkanlığı’na Tito getirilmiştir. Tito, devlet yönetiminde komünist rejiminin ideolojisini kabullenmekle birlikte Komünist Sovyet Rusya karşısında bağımsız bir tutum içine girmiş ve yönetimi boyunca Sovyet lider Stalin’den farklı bir sosyalist siyaset takip etmiştir. 1953’te Tito Yugoslavya Devlet Başkanı seçilmiş ve Yugoslavya’yı Sosyalist Federal Cumhuriyet hâline getirmiştir. Tito, 1968’de Rusya’nın Çekoslovakya işgalini kınamış ve bundan dolayı Batılı ülkelerle yakınlaşmış ve ticari münasebetler içine girmiştir. 1972 yılında Hırvatistan Cumhuriyetinde olaylar çıktıysa da kısa sürede bastırılmıştır. Tito, 3-9 Eylül 1979’da Havana’da yapılan “Altıncı Bağlantısızlar Zirve Toplantısı” neticesinde Küba Devlet Başkanı Fidel Castro ile girdiği ve ”Üçüncü Dünya” diye bilinen “Bağlantısızlar Teşkilatı”nı Rusya’nın nüfuzundan kurtarma mücadelesini kazanmıştır.
1974 yılında ömür boyu başkan seçilen Tito, 1980 yılında ölünce Kollektif Başkanlık İdaresi sistemine geçilmiştir. 1989’da görülen ekonomik ve siyasal bunalım, Hırvatistan ve Slovenya Cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin bozulmasına sebep olmuştur. Aynı yıl Doğu Bloğunda görülen yenileşme hareketleri Yugoslavya’ya yansımış ve 1990’da çok partili düzene geçilmiştir. Tito’nun ölümünden sonra bir türlü toparlanamayan ülke, 1991’de başlayan cumhuriyetler arasındaki iç savaş sonucu aynı yılın sonlarında parçalanmıştır. [4]
Doğu Bloğunun dağılması ile beraber Federal Sosyalist Yugoslavya’nın da farklı etnik grupları bir arada tutma ihtimali ortadan kalkmıştır. Federal çatı altındaki cumhuriyetler 25 Haziran 1991’de Slovenya ve Hırvatistan ile Eylül 1991’de ise Makedonya bağımsızlığını ilan etmiştir. 29 Şubat-1 Mart 1992’de ise Bosnalı Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar bir bağımsızlık referandumu düzenlemişler ve %100’e yakın bir oy oranı ile bağımsızlık yönünde karar vermişlerdir. Referandumda çıkan bu kararın ardından 5 Nisan’da Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan etmiştir. 7 Nisan 1992’de Bosna-Hersek Avrupa Topluluğu ve ABD tarafından bağımsız bir devlet olarak tanınmıştır. Sırplar ise tüm güneydeki Slavları, Sırp önderliği altında toplayıp Büyük Sırbistan’ı kurmayı hedeflediği için Slovenler ve Hırvatlar tarafından yürütülen bağımsızlık hareketine şiddetle karşı çıkmışlar ve referandumu boykot etmişlerdir.[5] Bosna-Hersek’in bağımsızlığının tanınması, beklenen barış ortamı ümitlerini yerine getirememiştir. Tam tersine Avrupa’nın 1949’da Yunan iç savaşının sona ermesinden sonra ilk defa yaşadığı ve sonuçları itibariyle hiç öngörülemeyen bir anlaşmazlığa dönüşmüştür.
Eski Yugoslavya federasyonundan ayrılan ve Müslüman Boşnakların %44, Sırpların %33 ve Hırvatların %18 oranında nüfusundan oluşan Bosna-Hersek, etnik bakımından oldukça karışık bir yapı arz etmiştir. Bu üç kitle de Sırp ve Hırvatça konuşmakta olduğundan, kesin bir etnik özelliğe dayalı sınır çizmek mümkün olmamıştır. 1992 yılında savaşın patlak vermesinin hemen öncesinde Bosna üç etnik/milli politik parti etrafında bölünmüştür; Müslüman Demokratik Hareket Partisi (SDA), Sırp Demokratik Partisi (SDS) ve Hırvat Demokratik Birliği (HDZ). Üç parti de Bosna-Hersek’in geleceği ile ilgili farklı vizyonlara sahip olmuştur. Bosnalı Müslümanların (Boşnakların) sayıca göreceli çoğunluğu Bosnalı Sırp ve Hırvat toplumları arasında bunun politik üstünlüğe yol açacağı kaygısını doğurmuştur. Bu yüzden Bosnalı Sırplar, Sırp yoğunluklu yerleşim bölgelerinde kontrolü ele geçirmeyi hedeflemişlerdir. Daha sonra bu hedef ileride Sırbistan’a bağlanabilecek bağımsız bir devlet kurma amacına dönüşmüştür. Bu durum karşısında Bosnalı Hırvatlar da Hırvat bölgelerinin ayrılıp Hırvatistan’la birleşmesini istemişlerdir. Bosna’da silahlı çatışma referandumla aynı gün başlamıştır. Kısa sürede tüm ülkeye şiddetlenerek yayılan savaşta yüz binlerce insan öldürülmüştür. 1992–1995 yılları arasında süren Bosna Savaşı, Bosna’daki tüm toplumlar için trajedi oluştururken, özellikle Boşnaklar açısından ağır sonuçlara neden olmuştur. Bu savaş etnik temizlik ve soykırım kavramlarını üretmiştir.
Ölen yaklaşık 200 bin kişinin 160 bini Boşnaklardan oluşmuştur (Boşnak nüfusun yaklaşık % 10’u). Boşnak nüfusun yaklaşık yarısını oluşturan bir milyon Boşnak evini terk etmek zorunda kalmıştır. Bu savaşta tecavüz, özellikle Sırp milis ve askerleri tarafından, Boşnak kadınlarına karşı kitlesel ve sistematik bir etnik temizlik aracı olarak kullanılmıştır. Tecavüz sadece bireylere karşı değil, grubun tümüne yönelik grup üyelerinde kalıcı ve ciddi bedensel ve ruhsal zararlar yaratacak şekilde işlenmiştir. Bu savaşta Sırbistan’dan gelen yarı askeri gruplar hem önemli rol üstlenmişler hem de Yugoslavya’nın düzenli ordu birliklerinden destek almışlardır. Savaş süresince karşıt taraflar gibi hedefler de değişmişti. Bu yüzden savaş üç döneme ayırılabilmiştir. Birincisi Müslüman-Hırvat Koalisyonu’nun 1992–1993 yılları arasında Sırp güçlerine karşı savaşı, ikinci dönem 1993-1994 yılları arasında Müslüman-Hırvat ve bazı bölgelerdeki Müslüman-Müslüman savaşı, üçüncü ve Bosna’da savaşı sona erdiren dönemse Müslüman-Hırvat saldırılarını takip eden NATO-Müslüman-Hırvat güçlerinin Mart-Ekim 1995 yılındaki Sırplara karşı yapılan savaşıdır.[6] Bu savaşta başta ABD ve AB (Avrupa Birliği) olmak üzere uluslararası toplumun Sırplara karşı etkili ve caydırıcı önlemlere başvurmaktan çekinmeleri Sırpları cesaretlendirmiş ve BM (Birleşmiş Milletler) tarafından güvenli bölge ilan edilen Srebrenitsa’da binlerce masum insanın Barış gücü askerlerinin gözetiminde Sırp milisleri tarafından öldürülmesiyle Boşnaklara karşı yürütülen etnik temizlik zirve noktasına gelmiştir. O dönemde Bosna Hersek’in Sırbıstan’ın soykırım yaptığıyla ilgili başvurusunu değerlendiren Uluslararası Adalet Divanı, verdiği kararla BM Güvenlik Konseyi ve Genel Sekreterliği Bosna’da Sırplar tarafından soykırım amaçlı girişilen faaliyetlerin önlenmesini istemiştir. Ne var ki Divan’ın bu emri Güvenlik Konseyi üzerinde etkili olmamıştır.
Dikkati çeken önemli bir nokta da Konseyin Bosna halkına karşı işlenen insanlık suçlarını “etnik temizlik” olarak nitelemesi olmuştur. Bu durum Konseyi, Soykırım Sözleşmesi uyarınca harekete geçmek zorunda bırakmayan bir tanım olmuştur. “Soykırım” terimi kullanılmış olsaydı Konsey bu sözleşmeye göre tepki göstermek zorunda kalacaktı. Bu olaylar Bosna-Hersek’i Dayton Antlaşması sürecine götürmesinde önemli faktör olmuştur. Savaş suçluları listesinin başında yer alan, Bosna Sırplarının lideri Radovan Karadziç’in hedefi, ülkeyi Bosna Hersek Federasyonu ve Bosna Sırp Cumhuriyeti olmak üzere ikiye bölmektir. Ayrıca bu konuda ABD ile AB arasında tam bir uyuşma olduğu da söylenemez. Özellikle bağımsız olduklarında Hırvatistan ve Bosna-Hersek’e uygulanan ambargo konusunda AB, ABD’yi İran ve diğer Müslüman ülkelerin Bosna-Hersek’e silah yardımı yaparak ambargoyu deldiklerini göz ardı etmekle suçlamıştır. AB, yapılacak bir barış antlaşmasının Sırp isteklerine daha yakın olmasını istemiştir. ABD ise Sırp saldırganlarını Sırp Cumhuriyeti gibi bir entiteyle ödüllendirecek Dayton Antlaşması’nın Bosnalılar aleyhine oldukça dezavantajlar oluşturacağının bilincindedir. Bu dezavantajları telafi edecek bir girişimde bulunmak durumundadır. Aliya İzzetbegoviç, ABD’den Bosna güçlerini silahlandırıp eğitimlerini üstlenmesi konusunda bir söz almadıkça Dayton Antlaşmasını imzalamayacağını bildirmiştir. Bosna Müslümanlarının İran gibi Müslüman devletlerden yardım taleplerinin engellenmesi için ABD’nin bu konuda söz verdiği ve ancak bu şekilde Aliya İzzetbegoviç’in antlaşmayı imzalamasına razı edildiği belirtilmektedir. ABD’nin girişimiyle sonuçlandırılan ve Karadziç’in taleplerini karşılayan Dayton Antlaşması, koşulları ne kadar kötü olsa bile, Sırpların soykırım eylemlerinin engellenmesi ve barışın kurulması için geçici de olsa bir çare olarak değerlendirilmiştir. [7]
Dayton Barış Antlaşması, tarafların Amerika’nın Dayton şehrinde, haksız ve dengesiz bir savaştan kurtulmak amacıyla imzaladıkları ve 1992-1995 arasında süren Bosna Savaşı’nı resmen sonlandıran antlaşmadır. ABD’nin Ohio eyaletindeki Dayton Hava Üssü’nde 1-21 Kasım 1995 tarihlerinde yapılan bir konferansın ardından paraf edilen anlaşma, bölgeyi yeni baştan dizayn eden bir hukuki metin olarak 14 Aralık’ta Fransa’nın başkenti Paris’te imzalanmıştır. Müzakereler, Richard Holbrooke tarafından ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher, eski ABD Başkanı Bill Clinton ve Temas Grubu’nun yüksek temsilcileri nezaretinde tamamlanmıştır. Bosna Hersek Devletinin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı ‘Bilge Kral’ Aliya İzzetbegoviç, Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç ve Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman tarafından imzalanmıştır. Aliya İzzetbegoviç’e, kendisine Dayton Antlaşmasına neden razı olduğu sorulduğunda, “bunun adil bir barış olmadığını fakat zulüm dolu savaşın devam etmesine kıyasla daha adil olacağını ve mevcut şartlarda ve böylesi bir dünyada daha iyi bir barış antlaşması yapma imkanlarının olmadığını” söylemiştir. Aslında onun bu sözleri, dönemin şartlarını özetlemeye yetecek kadar nettir.
Dayton Barış Anlaşması’nın biri kısa, diğeri de uzun vadeli olmak üzere, iki temel amacı vardır. Kısa vadede savaşın durdurulması, ölümlerin ve yıkımların önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Daha uzun vadedeyse, kalıcı barış ve istikrar için gerekli ortamın yaratılması amaçlanmıştır. Dayton Barış Anlaşması’nın Bosna açısından diğer bir önemi de bu anlaşma sayesinde Bosna-Hersek, uluslararası alanda tanınmış sınırları ve toprak bütünlüğü ile bağımsız bir devlet olarak ayakta kalmayı başarmıştır. Diğer taraftan, Tito Yugoslavyası içinde 1969’da “Müslümanlar” adı altında kurucu unsur olarak tanınan Boşnaklar, Dayton Barış Anlaşması’nın eki niteliğinde olan Bosna-Hersek Anayasası’nda gerçek isimleriyle (Boşnaklar) ayrı bir millet olarak sayılmışlardır. Bunların dışında, Dayton Barış Anlaşması Bosna-Hersek devletinin ve toplumunun yeniden bütünleşmesi için gerekli temeli de atmıştır.
Dayton Barış Anlaşması’nın olumlu tarafları yadsınamaz. Ancak bu antlaşma ülkeye bir takım sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Her şeyden evvel, Dayton Bosnası artık normal bir devlet sayılamamaktadır. Nedeni ise, savaş yıllarının geride Boşnakların, Bosnalı Sırpların ve Bosnalı Hırvatların kendi kontrollerinde ve etnik açıdan homojen olan bölgeler bırakmış olmasıydı. Dayton Barış Anlaşması ise böyle bir etnik bölünmüşlüğü yasallaştırdığı için, ülke toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına ciddi ve sürekli bir tehdidi beraberinde getirmiştir. Bosna-Hersek’i oluşturan “Bosna ve Hersek Federasyonu (FBiH)” ile “Sırp Cumhuriyeti (RS)”, kendilerine has siyasi kurumlarıyla, polisleriyle, yargı mekanizmalarıyla, eğitim sistemleriyle, medyalarıyla ve bağımsız devletlere özgü diğer kurumlarıyla, adeta aynı devlet içinde “iki küçük devlet” haline gelmiştir. Diğer taraftan, FBiH on kantona bölünmüş, Hırvatların kontrolündeki kantonlarda ise Hırvatlar neredeyse bağımsız bir yönetim oluşturmuştur. Bütün bunların dışında, bir de özel statüye sahip, yaklaşık 80 bin nüfuslu Brçko Bölgesi bulunmaktadır. Karma nüfusa sahip Brçko, herhangi bir entiteye bağlı değildir ve Mart 2000’den beri özerk hükümete, özerk yürütme ve yargı gibi organlara, ayrıca özerk polis teşkilatına sahiptir. Bosna-Hersek’in bu yöndeki idari yapılanması, bir devlet hakkında alışılmamış rakamların duyulmasına yol açmaktadır. Nitekim, nüfusunun 4 milyon altında olduğu tahmin edilen Bosna-Hersek’te aynı anda 1.200 yargıç ve savcı, 760 milletvekili, 180 bakan, 14 başbakan, 5 cumhurbaşkanı görev yapmaktadır. Böyle bir idari yapı yüzünden ise, Bosna’daki harcamaların yüzde 40’ından fazlası, devlet mekanizmasının finansmanına gitmektedir. Genel olarak Bosna-Hersek’teki entite kurumlarının, devlet düzeyindeki kurumlardan daha güçlü oldukları söylenmektedir. Geçmişte entitelerden devlet düzeyindeki kurumlara daha çok yetkinin devredilmesini, özellikle RS yetkilileri engellemiştir. 1992-1995 yıllarında silah yoluyla Bosna-Hersek’in yıkılması üzerinde çalışan Bosnalı Sırplar, savaş sonrası dönemde devlet düzeyindeki kurumların güçlenmesini ve gerekli kanunların alınmasını engellemekle, savaş dönemine ait hedeflerini bir bakımdan siyasi araçlarla sürdürmüş oldukları söylenebilir. [8]
Dayton Barış Anlaşması’na yönelik çeşitli eleştiriler mevcuttur: “Dayton Barış Anlaşması’ndan sonra Bosna-Hersek devleti hala kendi sınır egemenliğini tümüyle sağlayabilir bir iç bütünlük kazanamamıştır. Bu durumun temel sebebi büyük ölçüde Dayton Anlaşmasının taraflar arasında yol açtığı statü eşitsizliğidir. Etnik temizlik suçlusu işgalci Sırplar, 1992 Nisanı’ndan Dayton Anlaşması’na kadar geçen süreç içinde önce Bosnalı Sırplar olarak meşrulaştırılmışlar, daha sonrada Bosna Sırp Cumhuriyeti tanımlamasıyla devlet kurucu unsuru olarak takdim edilmişlerdir. Bir tarafta Sırp tarafı Cumhuriyet tanımlaması ile konsolide olurken diğer tarafta Müslüman Hırvat tarafı bir federasyon olmanın bütün çelişkilerini barındıran bir nitelik arz etmektedir. Böylece Sırplar kendilerine ait bölgede tam bir otonom statü temin ederken Müslümanların diplomatik ve askeri pozisyonu Hırvat faktörü ile denetim altına alınmıştır. Dayton Anlaşması’nı takip eden aylarda Müslümanlar ile Hırvatlar arasında özellikle Mostar’da yaşanan gerginlik anlaşmanın yumuşak karnını ortaya koymuştur. Savaş öncesinde hemen hemen tamamıyla Müslüman olan ve Birleşmiş Milletler temsilcileri önünde tarihin gördüğü en acımasız etnik kıyımın yapıldığı Srebrenica ve civarındaki bölgede hala tek bir Boşnak’ın bulunmaması Dayton Anlaşması’nın sağladığı statünün meşruiyetini tartışmaya açmaktadır. Bu, Dayton Anlaşması’ndaki etik-reel politik dengesizliğinin tipik bir göstergesidir. Srebrenica ve Zepa gibi Birleşmiş Milletler’in gözetimi altındaki kitlesel katliamların yapıldığı güvenlik bölgelerinin eldeki açık savaş suçu delillerine rağmen Sırplara verilmiş olması hiç bir uluslararası hukuk değeri ile bağdaştırılamaz. Evrensel insanlık ve uluslararası hukuk değerlerinden çok reel politiğin diplomatik izlerini taşıyan Dayton Anlaşması bu yönüyle uluslararası sistemik dengelerin ortaya çıkardığı konjonktürel bir anlaşmadır. Konjonktürel kaygılar anlaşmada herkesi memnun etmeye çalışan muğlak ifadelerin hakim olmasına yol açmış görülmektedir. Bu da tarafların anlaşmayı kesin bir çözüm şekli olmaktan çok nihai hesaplaşmayı erteleyen taktik bir adım olarak değerlendirmeleri sonucunu beraberinde getirmektedir. Uluslararası kamuoyunda etnik kıyım suçunun yükünü taşıyan Sırplar bu anlaşma ile üzerlerindeki psikolojik baskıyı atarken, Hırvatlar Hırvatistan’ın iç konsolidasyonunu sağlayan uygun konjonktörü Bosna’daki Hırvatların eşit statüsü ile daha da güçlendirme imkanı kazanmıştır. Bir varoluş mücadelesini bütün imkansızlıklara rağmen sürdüren Boşnaklar ise Dayton’u etnik kıyımın bütün yükünü taşıyan yorgun halkın kendini toparlamasına imkan tanıyan ve ülkenin uluslarararası hukuk açısından iç bütünlüğünü nominalde olsa tescil eden bir metin olarak kabullenmişlerdir. Bosna-Hersek devletinin kendi iç bütünlüğünü sağlayarak yaşayabilirliğinin jeopolitik şartlarını gerçekleştirmekten uzak görünen Dayton Anlaşması gerek anayasal çerçeve gerekse reel askeri ve stratejik durum açısından ciddi boşluklar barındırmaktadır. Bosna devletinin sınır bütünlüğü zikredilmekte fakat ne bunu koruyacak olan Bosna ordusunun alacağı yapı ortaya konmakta, ne de cumhuriyet statüsü tanınan Sırpların tek taraflı kararının uluslararası müeyyidesi belirtilmektedir. Bu anlaşma ile Sırbistan ve Hırvatistan kendi bölgelerinde üniter konumlarını güçlendirirken, Müslümanların çoğunlukta olduğu Bosna-Hersek Cumhuriyeti eski Yugoslavya’nın bütün iç çelişkilerini barındıran ve yeni bunalımlara açık bir çatışma alanı haline getirilmiş ve geleceği, muhtevası muğlak bir anlaşmanın getireceği barışa bağlanmıştır. Bu durum genelde Balkanlardaki Müslüman topluluklar için özelde Boşnaklar için yeni tehdit unsurları barındırmaktadır.” [9]
Bosna Hersek‘in siyasal düzeni, DBA‘nın 4. Eki ile belirlenmişti. Siyasal güç ise yetki paylaşım sistemi üzerinde kurulmuştur. Dayton Anayasasına göre Bosna Hersek‘in siyasal yapısı yetki paylaşım konsepti üzerine kurulmuştur. Uluslararası toplum, Bosna Hersek‘te yetki paylaşım özelliğini taşıyan kurumları inşa ederek, devlet içindeki toplumun etnik düzeydeki ayrımcılığını aşmaya çalışmıştır. Fakat gerçekte, uzun savaşın sonrasında üç etnik grubu fonksiyonel bir siyasal platformda bir araya getirmek çok zordur. Yugoslavya‘nın dağılmasından sonra milliyetçi siyasal partiler, Yugoslav Komünist Partisi’nin yerini almışlardır. Savaş sürecinde bu milliyetçi partiler şiddet ve kara ekonomi üzerinde tekel kurmuşlardır. Böyle bir ortamda, yetki paylaşım özelliğini taşıyan kurumlar Bosna Hersek‘te inşa edilmişti. Yeni siyasal yapı Bosna Hersek‘te genel olarak iki düzeyden oluşmaktadır, devlet ve devletçik. Bosna Hersek Devleti ile iki devletçik arasındaki ilişkileri Bosna Hersek Anayasası’nın üçüncü maddesinde düzenlenmiştir. Ağırlıklı olarak Boşnak ve Hırvatlardan oluşan devletçik Bosna Hersek Federasyonu adını taşıyor ve ağırlıklı olarak Sırplardan oluşan devletçik Sırp Cumhuriyeti adını taşımaktadır. Bosna Hersek Federasyonu on kantondan oluşmaktadır. Bu kantonlar kendi yasama ve yürütme organlarına sahiptirler. Her iki devletçikte olan en alt birimler belediyelerdir.
Dayton sonrası Bosna Hersek‘in siyasal düzeninde uluslararası aktörler aktif bir rol almışlardır. Uluslararası aktörler Bosna Hersek‘in siyasal hayatında etkisini doğrudan göstermiştir. DBA‘a göre devletin her organında uluslararası toplumun temsilcileri de yer almaktadır. Anayasa, ordu, polis, insan hakları gibi alanlarındaki çalışma biçimi Dayton‘da imzalanan barış antlaşmasına göre belirlenmiştir. Buna göre her alanda uluslararası örgütlere katılım garantilenmiş, AGİT Bosna Hersek‘teki seçimlerden sorumlu olmuş, Bosna Hersek Anayasa Mahkemesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden üç üye bulunması kararlaştırılmış, merkez bankasının başkanı Uluslararası Para Fonu tarafından seçilmiştir. Bütün bu örgütlerin üzerinde de Yüksek Temsilci Ofisi (OHR) bulunmaktadır ve Bosna‘daki uluslararası toplumun faaliyetlerin koordine etmektedir. OHR Bosna Hersek‘in bütün organlarının üstünde yer alır ve karar alma mekanizmasında en yüksek otoriteyi temsil eder. OHR uluslararası örgütlerle milliyetçi olan siyasal liderler üzerine baskı yaparak, onların yerine daha ılımlı siyasetçilerin siyasal arenada başarılı olmalarını sağlamaya çalışmıştır. Böyle bir yaklaşımla uluslararası aktörler Bosna Hersek‘i demokratik bir Avrupa devletine dönüştürmeye çalışmışlardır. Bu anlamda Bosna Hersek‘te en etkili uluslararası aktörler olan Yüksek Temsilci Ofisi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı öne çıkmıştır.
Dayton Anayasası, Bosna Hersek‘te yaşayan üç etnik grup arasındaki birlik ve ayrımcılık politikalarını ortak bir siyasal noktaya getirmek için çaba göstermektedir. Anayasa, iki devletçik olan Bosna Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti anayasaları için bir kaynak özelliğini taşımaktadır. Dayton Anayasası’na göre Bosna Hersek Devleti’nin yetkileri; dış ilişkileri, dış ticaret politikası, vergi politikası, para politikası, göç politikası, göçmen politikası, İnterpol‘le ilişkileri, ulaştırma ilişkileri ve hava kontrolü ile sınırlı kalmıştır. Bu alanlarda karar alabilmek için devlet düzeyinde iki ana kurum sorumludur: Bakanlar Konseyi ve Cumhurbaşkanlığı. Aynı zamanda bu kurumlarda üç etnik grup arasında yetki paylaşım sistemi oluşturulmuştur. Devlet düzeyinde olan bütün organlarda üç etnik grup arasındaki güç dağılım dengeleri Bosna Hersek Anayasası ile garanti altına alınmıştır. Meclis Konseyi, Temsilciler Meclisi ve Milletler Meclisi olarak ikiye ayrılmıştır. Cumhurbaşkanlığı ise üç etnik grubun birer üyesinden oluşmaktadır (Boşnak, Sırp ve Hırvat) ve Bakanlar Konseyi dokuz bakandan oluşmaktadır. Bosna Hersek Anayasası, devlet düzeyindeki organlarda hiçbir etnik grubun bir başka etnik grup üzerinde baskı kurmasını ve üstünlük sağlanmasını engellemiştir.
Bosna Hersek Devleti’nin organları yetki paylaşım sisteminin özelliklerini taşımaktadırlar. Yani, yetki paylaşım sisteminin özellikleri olan yetki paylaşım özelliğini taşıyan hükümet, veto hakkı ve orantılı temsil etme hakkı gibi hususları, uluslararası toplum tarafından Bosna Hersek devlet organlarında oturtulmuştur. Bu sistemle uluslararası toplum Bosna Hersek‘te etnik gerilimleri azaltarak, yetki paylaşım yönetimi ile devlet organlarının yürütülmesini sağlamaya çalışmıştır.[10]
Bosna Savaşı‘nın sona ermesinde uluslararası kuruluşların rolü büyüktür. Dayton sonrası Bosna Hersek‘te düzenin kurulmasında Yüksek Temsilcisi Ofisi ve AGİT önemli yer almaktadır. Bu iki örgütün temel amacı, savaş sonrasındaki Bosna Hersek‘in siyasal arenada milliyetçi ve radikal parti ve siyasetçileri kontrol altına alınması veya dışlanmasıydı. Bu partilerin yerine, Yüksek Temsilci Ofisi ve AGİT daha ılımlı partileri getirmeye çalışmışlardır. AGİT ve OHR demokratik bir siyasal sistemi oturtmak için demokrasiyi tercih etmişlerdir.
Uluslararası örgütler farklı biçim ve formatlarda Bosna Hersek‘in siyasal yaşamında faaliyet göstermektedir. Onların katılımı hem anayasayla hem de sözleşmelerle garanti altına alınmıştır. Yerli siyasal aktörler herhangi bir konuda karar alacakları zaman, uluslararası örgütler revizyon ve karar öncesi kontrol merkezleri olarak işlemektedirler. Uluslararası örgütler, adeta Bosna Hersek‘teki halkların birbirini katletmesini önleme görevini yürütmektelerdir. Uluslararası aktörler doğrudan Bosna Hersek‘in anayasal düzenini etkilemektedirler. Bunu üçlü mekanizma sistemi ile yapmaktadırlar: askeri mekanizma (IFOR/SFOR/EUFOR), sivil mekanizma (PIC, OHR) ve uluslararası insan haklarını koruma mekanizması. Uluslararası toplumun Bosna Hersek‘te vazgeçilmez bir aktör olmasının bir nedeni de, yerli siyasetçilerin ülkedeki sistemin bağımsız bir şekilde işlemeyeceğini düşünmesidir. Anayasal prosedürlerle yapılamayan işler, uluslararası toplumun müdahalesi sonucu yapılmaktadır. Mesela uluslararası toplumun temsilcilerden birisi olan Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Paddy Ashdow, görev yaptığı 2002-2006 yıllarında, Bosna Hersek Anayasası’na göre mümkün olamayan bir şekilde, sadece uluslararası baskıyı temel alarak birçok yerli siyasetçiyi görevden almış ve bu kişilerin Bosna Hersek siyasal arenasında faaliyet göstermelerini yasaklayabilmiştir. Uluslararası toplumun Dayton sonrası Bosna Hersek‘in anayasal düzeninde aktif rol aldığının bir örneği de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı tarafından Bosna Hersek Anayasa Mahkemesi üyelerinin göreve atanmasıdır.
Bosna Hersek‘te uluslararası toplumun etki alanı insani yardımı ve insan haklarının korunması alanlarını da kapsamaktadır. Dayton Anayasası, uluslararası toplumun kurumlarına, Bosna Hersek‘in anayasal sisteminde en kritik yeri vermiştir. Bu sonuçlardan yola çıkarak, Bosna Hersek‘in anayasal sistemini doğrudan dış faktörle ilişkili olduğunu görebiliriz.
Dayton Anayasası‘nın barındırdığı sorunlardan birisi de devletin egemenlik konusudur. Devlet organlarının yetkilerinin ne kadar geniş olduğu doğrudan devletin egemenliği ile ilişkilidir. Bosna Hersek Devleti anayasal düzenine baktığımız zaman, devlet organlarının yetkileri sınırlıdır çünkü yetkilerin çoğu devletçiklere aktarılmıştır. Yüksek Temsilcilik Ofisi hariç, Bosna Hersek‘teki hiçbir devlet organı tam yetkiye ve egemenliğe sahip değildir. Cumhurbaşkanlığı, Parlamenter Meclisi ve Bakanlar Konseyi birbirine bağımlıdırlar ve yetkileri sınırlıdır. Dayton‘un yarattığı egemenlik tartışmasının içerisinde devlet ve devletçikler arasındaki yetki paylaşımına bakarsak; devlet ve devletçik arasında yetki konusunda çatışması olduğunda Dayton Anayasası’nın hiçbir yerinde devletin yetkisinin devletçiklerin (BHF ve Sırp Cumhuriyeti) yetkilerinden daha güçlü olduğu görülmemektedir. Bosna Hersek Anayasa Mahkemesi, devletçiklerin devlet yetkilerine sahip olmadıklarını belirtilerek, Bosna Hersek Anayasası’nın devletçiklerin anayasaları üzerinde olduğunu karara bağlamıştır. Anayasa Mahkemesi’ne göre böyle bir kararın hukuksal açıdan geçerli olabilmesi için, Dayton Anayasası’nda geçerli bir düzenleme olması şarttır, fakat böyle bir düzenleme bulunmamaktadır. Şayet Bosna Hersek Devleti ile devletçikler arasında yetki konusunda anlaşmazlık çıkarsa, böyle bir anlaşmazlığın çözülmesi için Dayton Anayasası’nda cevap bulunmamaktadır. Devlet ve devletçikler arasında yetki paylaşımındaki belirsizlikler Bosna Hersek Devleti’nin egemenliği için sürekli bir tehdit oluşmaktadır çünkü ülkedeki milliyetçi partilerin ayrılıkçı politikaları bu belirsizlikleri kullanarak devletin egemenliğini tehdit etmektedirler.
Dayton Anayasasının yarattığı sorunlardan birisi de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin ihlali ile ilgilidir. Bosna Hersek Anayasası devletçik düzeyinde oy kullanma sistemi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal etmektedir. DBA‘nın sonuçlardan birisi olan Dayton Anayasası, devletçik düzeyinde oy kullanma sistemi ile doğrudan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesini ihlal etmektedir. Dayton Anayasasında düzenlenen seçim sistemi, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 1. maddesinde olan ayrımcılık yasağına da aykırıdır.
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi 2006 yılında Bosna Hersek Hükümeti’nden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal eden anayasal düzenlemelerin değiştirilmesi talebinde bulunmuştur, fakat bu konuda herhangi değişiklik yapılmamıştır. Aynı zamanda, Bosna Hersek yetkililerinden etnik kimlik düzeyinde temsile ilişkin yasalarının değiştirilmesi de talep edilmişti. Fakat 2006 yılında düzenlenen, Üçlü Cumhurbaşkanlığı ve Milletler Meclisi seçimleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olarak yapılmıştır. Böyle bir eylemin sonuçlardan biri de, biri Boşnak, biri Yahudi ve biri de Roman olan Bosna Hersek vatandaşları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde etnik ayrımcılık yapılmasından dolayı Bosna Hersek Devleti’ne karşı dava açmışlardır. Bu davaya ilişkin AİHM kararını açıklarken, Bosna Hersek Devleti açısından negatif bir sonuç çıkmıştır ve etnik ayrımcılığın Bosna Hersek‘in seçim prosedürlerden kaldırılmasını kararlaştırmıştır. Bu dava Sejdiç-Finci adını taşımaktadır ve AİHM‘nin kararının yerine getirmesinin, AB‘ye aday ülke olabilmek için Bosna Hersek‘e şart olarak konulmuştur.[11]
Genel olarak Dayton Anayasası’nı incelediğimiz zaman şu özellikler dikkati çekmektedir; etnik düzeydeki demokrasinin ve etnik determinizm, dış baskı ve devlet egemenliğinin kaybı, insan hakları ihlalleri ve anayasal düzenlemelerde hukuksal antinomilerin (çelişki) yaratılması. Bu hususlara baktığımız zaman Dayton Anayasası hakkında olumsuz sonuçlar çıkarmak mümkündür. Bosna Hersek‘te barışın sağlanması hariç, Dayton Anayasası modern anayasa modeli özelliklerinin çoğundan yoksundur.
Böyle bir anayasa Bosna Hersek‘in egemenliğine zarar verme, devamlı insan haklarının ihlali ve en büyük suçların anayasal düzenlemelerle savunulması gibi negatif sonuçlar yaratmaktadır. Bosna Hersek Anayasası sosyal gelişmeyi engellemektedir. Dayton Anayasası’na göre devlet organlarındaki iş yerlerine kadro alma prosedürlerinde eğitim ve uzmanlık ilk şart olarak konulmamaktadır, ilk ve en önemli şart etnik kimliktir. Anayasal antinomilerin sonucu olarak bazı düzenlemelerin uygulanmasında hem sosyal hem de siyasal karışıklık yaratmaktadır. Bu özellikleri taşıyan Bosna Hersek Anayasası’nda değişiklikler yapılması şarttır. Anayasa reformu öncelikle hukuk devleti ve toplum için acil ve zorunlu bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı karşılarken, devlet organlarının yetkilerinin artması ve egemenliklerinin güçlendirilmesi şarttır. Gerçek bir çözüm için anayasa reformunda kolektif ve bireysel hakları kurumsal ve hukuksal olarak devlet düzeyinde koruma altına alınması zorunludur. Başarılı bir anayasa reformun yapılabilmesi için etnik kimlik bazındaki yönetim biçiminin kaldırılması gereklidir. “Sırp Cumhuriyeti” adının değiştirilmesi gerekmektedir çünkü bu isim sadece bir etnik grubun diğer etnik gruplar üzerindeki üstünlüğünü göstermektedir. Devlet ve devletçikler arasındaki yetki paylaşımının yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Devletin fonksiyonlu olabilmesi için devletçik düzeyinde olan yetkilerin devlet düzeyine aktarılması şarttır. Ancak derin ve temelli bir anayasa reformu ile Bosna Hersek işlevsiz Dayton Anayasası’ndan kurtulabilecek ve geleceğe fonksiyonlu bir anayasa ile adımları atabilecektir.
Bosna Hersek Anayasası, DBA‘nın parçası olarak savaş sonrası dönemde barışı koruyarak, devlet organlarının işler hale gelmelerinin sağlanmasını ve devlet egemenliğinin güçlendirilmesini amaçlamıştır. Böyle bir amaca rağmen, Dayton Anayasası’nın modern bir anayasa modelinden ne kadar uzak olduğu görülmektedir. DBA‘nın imzalamasından sonra ilk yıllarda Dayton Anayasası’nın siyasal süreçlerdeki işlevsizlikten dolayı anayasa reformuna ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Uluslararası toplum, yerel siyasetçilerin anayasa reformu konusunda anlaşmaları gerektiği düşüncesine sahiptir. Yüksek Temsilci ve uluslararası toplumunun diğer temsilcileri Bosna Hersek‘te anayasal reformun yapılması gerektiğini çok açık bir şekilde belirtmişlerdir. Eski Yüksek Temsilcisi olan Paddy Ashdown herhangi bir anayasa değişikliğinin, ancak Bosna Hersek‘te yaşayan üç etnik grubun temsilcilerinin anlaşması sonucu ile mümkün olabileceğini söylemiştir. Dayton Barış Antlaşması’nın babası olarak bilinen ABD diplomatı Richard Holbrooke, Bosna Hersek‘e 2003 yılında yaptığı ziyaretinde şöyle demiştir: “Dayton, savaşı durdurmak için sadece bir araçtı. Mevcut Dayton Anayasası’nı geliştirmek isteyenler bunu deneyebilirler. Ancak üç etnik grubun anlaşması sonucu olarak Dayton Anayasası’ndaki değişiklikler bizim için de uygundur.”
Anayasa reformu konusunda ilk önemli adım 2005 yılında atıldı. Dayton Anayasası’nın değiştirilmesini amaçlayan Nisan 2005 yılında hazırlanan anayasa reform paketi Bosna Hersek Parlamentosunda reddedildi. Bu paket Bosna Hersek Anayasası’nın değiştirilmesi için en önemli çabaydı. 2006 yılında yapılan genel seçimlerden sonra siyasal liderler artık milliyetçi politikayı sürdürmeye başlamışlardı. O dönemde Sırp Cumhuriyetinin Başbakanı olan Milorad Dodik, uluslararası toplumun baskısı altında olan anayasa değişikliklerinin mümkün olmayacağını duyurdu.
Nisan Paketinden sonra, anayasa değişikliği konusunda yapılan en önemli çabalardan birisi de Prud Antlaşması’dır. Prud‘daki anayasa değişikliği müzakereleri Mart 2009‘dan Kasım 2009‘a kadar sürmüştür. Müzakereler, üç siyasi parti tarafından yürütüldü; Boşnak partisi SDA, Hırvat partisi HDZBİH ve Sırp partisi SNSD. SDA Partisinin Başkanı olan Suleyman Tihiç, HDZBİH Partisinin Başkanı Dragan Çoviç ve SNSD Partisinin Başkanı Milorad Dodik, 8 Kasım 2008 tarihinde düzenledikleri basın toplantısında, Prud‘da tarihi bir anlaşmaya imza attıklarını duyurmuşlardır. Duyurdukları anlaşmanın ismi “Prud Antlaşması” olarak meşhur olmuştur. Fakat bu üç siyasi parti arasında önemli bir anlaşma sağlanamamıştır.
Bosna Hersek Anayasasında değişiklikler yapmak için en son deney Ekim 2009‘da Butmir‘de yapılmıştır. Avrupanın lider diplomatları olan Carl Bildt (AB Konseyi Başkanı), Olli Rehn (AB Genişlemeden Sorumlu için Komiseri) ve James Steinberg (ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı), Bosna Hersek‘teki üç etnik grubun lideri olan siyasetçileri Butmir‘de toplanmışlardır ve onlarla beraber anayasa değişikliği müzakerelerini sürdürmüşlerdir. Butmir‘de böyle bir toplantının yapılmasın nedeni de Nisan Paketinden sonra Bosna Hersek siyasetinde tansiyonun yükselmesidir. Bir başka nedeni ise, Sırp Cumhuriyeti Başbakanı olan Milorad Dodik ile Yüksek Temsilci olan Valentin İnzko arasındaki anlaşmazlıktır. Avrupalı ve ABD‘li diplomatlar yerli siyasetçilere yeni bir anayasa değişikliği paketi sunmuşlardır.
Butmir Paketine göre, devlet düzeyine aktarılan (savunma reformu gibi) yetkilerin Bosna Hersek Anayasası’na girmesinin sağlanacak, Milletler Meclisinin üyeleri, devletçik parlamentosundan değil, Temsilciler Meclisinden seçilecektir. Temsilciler Meclisinin üye sayısı 42‘den 87‘ye yükseltilmesi önerilir. Dış politika alanındaki bazı yetkileri Bakanlar Konseyine verilecekti. Butmir Paketine destek veren tek parti Boşnak SDA partisiydi. Diğer partiler, Butmir Paketini hemen reddetmişlerdi. Medyada “Küçük Dayton” olarak da bilinen Butmir Paketi tamamen başarısızlıkla sonuçlandı. Böylece uluslararası toplum Bosna Hersek‘te bir yenilgi daha yaşamıştı. Böyle bir sonuçla uluslararası toplum otoriteyi kaybederken, sonraki dönemlerde milliyetçi Sırp partilerin ufku daha da genişledi.
Bu andan itibaren Sırp Cumhuriyetinin bağımsızlığı hakkındaki söylemleri yoğunlaştı. Butmir Paket‘in başarısızlık nedenlerden biri de, 2006 yılında düzenlenen genel seçimlerden dolayı Nisan Paketi de başarısızlıkla sonuçlanmışken, yenisinde aynı hataya düşülmesi ve 2010 genel seçimlerinden sadece birkaç hafta önce anayasa değişikliği konusunda toplanılmasıydı. Butmir‘deki askeri merkezin toplantı yeri olarak seçilmesi de Sırp siyasetçilerde negatif tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Butmir askeri merkezinde düzenlenen bu toplantı, Wright-Peterson askeri üssünde düzenlenen ve Dayton sonrası Bosna Hersek‘in düzenini belirleyen toplantıya benzemekteydi ve Sırpların tepkisini çekmişti.
Dayton Anayasası konusunda Bosna Hersek‘te yaşayan üç kurucu halk arasında fikir birliği yoktur. Sırplar mevcut anayasal düzenin devam etmesinden yana olurken, diğer tarafta Boşnaklar anayasa değişikliği yapılmasının zorunlu olduğunu düşünmektedirler. Bu kadar farklı görüşlerin olması mevcut durumda, anayasa değişikliği konusunda anlaşma sağlamak çok zordur.
Olağanüstü koşulların ürünü olan Dayton Antlaşması, savaşın engellenmesi ve barışın kurulması açısından başarılı olmuştur. Buna karşın getirdiği karmaşık devlet yapısı, daha fazla uluslararası güce dayanması, etnisiteler arasında entegrasyon sağlayacak mekanizmalarının yetersizliği, antlaşmanın karşı karşıya olduğu önemli sorunlardandır. Antlaşmanın yapılışından uzun bir süre geçmesine rağmen değiştirilmemiş olması, barışın ve istikrarın geleceğiyle ilgili endişeleri haklı kılmaktadır. Ülkede iç barış ve istikrarın oluşturulması için savaş suçlularının yakalanarak yargılanması hayati önem arz etmektedir. Bunların yargılanarak gerekli yaptırımların uygulanmaması halinde Bosnalıların batıya güvensizliklerini artıracağı gibi etnik ayrışmaları da derinleştirecektir. AB ile entegrasyon süreci Bosna Hersek’in istikrarlı ve merkezi bir yapıya kavuşmasına hizmet edecektir. Geç de olsa Radovan Karadziç’in yakalanıp yargıya teslim edilmesi olumlu bir gelişme olmuştur. Sırp Cumhuriyeti entitesinin soykırımdan dolayı özür dilemesi önemli bir gelişme olup bu davranış, toplumların yakınlaşmasına yönelik umutları ve diğer savaş suçluların da yakalanması için gereken hassasiyeti artırmıştır. Esasen antlaşmanın değişimi antlaşmanın kayıtlandırdığı iç koşullardan ziyade antlaşmanın yürütülmesini ve gözetlenmesini üstlenen uluslararası güçlerin konjonktürel koşullardaki değişiklik çerçevesindeki girişimleriyle mümkün olabilmektedir. Bu anlamda BM ve AB gibi uluslararası kuruluşların Bosna Hersek’e olumlu yaklaşımları ve antlaşmanın değiştirilmesi konusunda verecekleri destek, Bosnalıların uluslararası topluma güven duymalarını sağlayacağının yanı sıra toplumlar arasındaki etnik milliyetçiliği ve ayrışmayı da ortadan kaldırmasına yardımcı olacaktır.[12]
Dayton Barışı’nın olduğu gibi yürürlükten kaldırılmasını savunan bazı çevreler bulunsa da, dünya kamuoyu henüz böyle bir gelişme için uygun bir zemine sahip bulunmuyor. Bu görüşü dillendiren çevreler radikal olarak nitelendirilmekte ve alternatif sunamamak eleştirisine maruz kalmaktalar. Ülkede yaşanan siyasi istikrarsızlık orta vadede ancak Dayton Barışı’nın revize edilmesi doğrultusunda dindirilebilecek, revizyonun hemen akabinde ise halkın ekonomik sorunlarına çözmeye yönelik yeni hamlelerin hayata geçirilebileceği evrensel liberalizm temelli bir hoşgörü iklimi oluşturulabilecektir. Özellikle 2000’li yıllar sonrasında Bosna savaş acılarını önemli ölçüde sarmış olsa da, ekonomik, sosyal ve kültürel pek çok alanda adeta derin bir çözümsüzlük içerisinde yer almaktadır. Bu sorunların temelinde ise Dayton Barışı’nın getirmiş olduğu tarafların birbirine güvensizliğini simgeleyen köhne siyasi yapı bulunmaktadır. Ülkede şu an demokrasi teamülleri açısından sıklıkla tartışma konusu olan, kimi çevrelerce barış ve istikrarı korumakla görevli olduğu iddia edilen ve lüzumu görüldüğü takdirde Cumhurbaşkanı’nı bile görevden almak gibi güçlü yetkilerle donatılmış bir “Yüksek Temsilcilik” makamı bulunmaktadır. Ayrıca üç kurucu halk olarak kabul edilen; Boşnak, Hırvat ve Sırpların ortak karar almasını öngören Dayton sisteminin, bu unsurların her birisine ayrı ayrı veto hakkı tanıyan siyasi yapısı da sistemin işlemesinin önündeki ciddi engellerden birisidir. Ülkedeki bu derin siyasi çözümsüzlük durumu ekonomik hayatı da etkilemektedir. Yaşanan tüm bu gelişmeler ışığında Dayton Barışı’nın günün gerekleri doğrultusunda tekrar revize edilmesi ve işleviz kalan yahut sistemi işlevsiz kılan çeşitli maddelerin yeniden değerlendirilmeye tabi tutulmasının dışında başka bir köklü çıkış yolu görünmemektedir.
Balkan Araştırmaları Merkezi Stajyeri
Nimet CEYLAN
[1] Yasin ŞAFAK, Bosna Savaşı ve Yugoslavya’nın Parçalanması Yüksek Lisans Tezi, 2010, İstanbul, s.3-4.
[2] Yrd. Doç. Dr. Hüseyin BAĞCI, Bosna-Hersek-Soğuk Savaş Öncesi Anlaşmazlıklara Giriş, s.257-258.
[3] Yasin ŞAFAK, a.g.e., s.14.
[4] Giray Saynur BOZKURT, Tito Sonrası Dönemde Eski Yugoslavya Bölgesindeki Türkler Ve Müslümanlar, 2010, s.54
[5] Merve İrem YAPICI, Bosna Hersek’te Gerçekleştirilen Askeri Müdahalenin Uluslararası Hukuktaki Yeri, 2007, s.3
[6] Mehmet DALAR, Dayton Barış Antlaşması ve Bosna-Hersek’in Geleceği, Sosyal Bilimler Dergisi, cilt 1, sayı 16, 2008, s.95-96.
[7] Mehmet DALAR, a.g.e., s.98.
[8] Dr. Erhan TÜRBEDAR, Barışının 15. Yıldönümünde Bosna-Hersek: Dayton Barış Anlaşması’nın Neticelerinin Değerlendirmesi, TEPAV, Aralık 2010.
[9] Ahmet DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, 2001.
[10] Amin NUMANOVİÇ, Dayton Sonrası Bosna Hersek ve Avrupa-Atlantik Entegrasyonu, Ankara, 2011, s.7-10
[11] Amin NUMANOVİÇ, a.g.e., s.40-42.
[12] Amin NUMANOVİÇ, a.g.e.
KAYNAKÇA
[1]http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/22/104.pdf
[2]http://www.dunyabulteni.net/haber/238864/srebrenica-soykirimi-ve-sonrasinda-bosna-hersek
[3]http://sites.khas.edu.tr/tez/YasinSafak_izinli.pdf
[4]http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/lVX0gdgQDy56Q9Sf4MlZJsv2ek48RL.pdf
[6]http://tdid.ege.edu.tr/files/giraysaynurbozkurt.pdf file:///C:/Users/asus/Downloads/5000072213-5000096683-1-PB%20(2).pdf
[7]http://www.tepav.org.tr/upload/files/1292831752-6.Barisinin_15._Yildonumunde_Bosna_Hersek.pdf
[8]http://www.dunyabulteni.net/dubam/349503/20-yilinda-dayton-antlasmasina-nasil-bakilmali
[9]http://akademikperspektif.com/2014/07/27/srebrenitsa-katliami-ve-dayton-anlasmasi-analizi/