Home Blog Page 24

Çeviri: Alija Izetbegović’i Zamanla Nasıl Daha İyi Anladım

Bu yazı, Dr. Emir Suljagic’in ‘Anadolu Agency’ için kaleme aldığı “How I came to understand Alija Izetbegović better over time” başlıklı yazısından çevrilmiştir. Yazının aslını aşağıdaki bağlantıdan bulabilirsiniz.

How I came to understand Alija Izetbegović better over time

 

Adamla (Alija Izetbegović) sadece bir kez tanıştım. Sarajevo şehir merkezindeki Dom Armije’nin merdivenlerinden iniyordu. Yaz tatilini bir soykırım konferansında gönüllü olarak geçiren bir öğrenciydim. Birbirimizin yanından geçerken başını salladı, ben de ona karşılık verdim ve onu olabildiğince kibar bir şekilde selamladım. Aslında ona kızgındım.

Izetbegović, insanlık dışılığın hüküm sürdüğü bir meslekte çok fazla insandı

Bağımsız Bosna Hersek’in ilk cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç ile her zaman karmaşık bir ilişkim oldu. Srebrenitsa’dan çıktıktan sonra nasıl bir barış imzaladığı ve nasıl bir devlet kurduğu hakkında sorularla yanıp tutuşuyordum.

Ben bir devletçiydim ve Dayton Barış Anlaşması’ndan çıkarmamız gereken devlet tipinin daha sağlam olması gerektiğine inanıyordum. İkiyüzlü diplomatların savaş suçlularıyla yiyip içtiği bir ortamda, insanlık dışılığın hüküm sürdüğü bir meslekte, Izetbegović’i yumuşak ve fazlasıyla insani buldum.

Birkaç yıl sonra, gazetem Dani için ABD’nin eski Hırvatistan Büyükelçisi Peter Galbraith ile röportaj yaptım. Pek çok yönden ufuk açıcıydı. Bir diplomat için benzersiz bir samimiyet anında, Galbraith, Eylül 1995’te Bosnalı Sırp başkenti Banja Luka’ya girmeden önce ortak saldırılarını durdurmaları için Hırvat ve Bosna hükümetlerine baskı yapılmasında ABD dış politikasının değerlendirmelerini açıkladı.

Çalışmak zorunda olduğu ortam zordu

Dayton’da müzakereleri yürütme ve barışı sağlama konusundaki temel kaygı, Sırbistan’ın Slobodan Milošević rejiminin istikrarını sağlamaktı. ABD, “yer değiştirecek 400.000 kişilik bir mülteci dalgasının (…) ve bunun yol açacağı felaketin sonuçları” olarak Sırbistan’da siyasi istikrarsızlık olabileceğinden endişe duyuyordu.

Srebrenitsa’nın düşmesinden üç ay sonra, ABD hükümetinin bu konuda sahip olması gereken tüm kanıtlara rağmen –neyse ki ABD makamları tarafından eski Yugoslavya Hakkındaki Uluslararası Ceza Mahkemesine (ICTY) önemli deliller ve önemli soruşturma yardımları sunuldu- hala öncelikli olarak Milošević rejimini korumakla ilgileniyordu. ABD’nin tepkisini son derece alaycı buldum. Bu ayrıca, Alija Izetbegović’in faaliyet göstermek zorunda olduğu uluslararası bağlam ve ortam hakkında düşünmeye başlamamı sağladı.

Müslüman olduğu gerçeğini asla aşamadılar

Bugün, Volodymyr Zelenskyy’den çok daha önce Alija Izetbegović’e, uluslararası diplomatlardan ve müzakerecilerden oluşan alaycı bir sınıf tarafından halkının yok edilmesi ile ülkesini parçalamak arasında bir seçim teklif edildiğini anlıyorum. Batılı diplomatik ve siyasi kurumların vefatından sonra üzerine yığdığı tüm güzel sözlere rağmen, meselenin gerçeği şu ki doksanlar boyunca onu dini terimler dışında reddettiler. Evet, o bir Müslümandı ve bu gerçeği asla aşamadılar. Onunla müzakere ederken, halkına karşı soykırımı meşru bir diplomatik araç olarak gördüler.

Izetbegović ile hiç konuşmadım ama sonraki yıllarda ICTY’nin tek Bosnalı muhabiri olarak onun diğer devlet başkanları, başbakanlar, bakanlar ve birçok sözde “özel elçiler” ile yapılan görüşmelerde dış dünya dinlemezken neler söylediğini okuma fırsatı buldum.

Kararlıydı, ülkesi için ayağa kalktı

Dürüst olmak gerekirse, onun hakkında zaten sahip olduğum inançların kanıtını arıyordum ama tamamen farklı bir şey buldum. En zayıf anında bile ülkesini, Bosna Hersek vatandaşlarını ve kendi değerlerini savunabilecek kararlı bir adam buldum. Bosna-Hersek’in, 1990 yazından 1992 baharına kadar olanlar dışında başka hiçbir koşulda bağımsızlığını kazanması imkansız olurdu.

Tarihte uluslararası olarak ender görülen bir andı, ancak bölgesel olarak eşit derecede önemliydi. Alija Izetbegović onun ne olduğunu anladı ve ona göre hareket etti. Bu durumu anlamak ve başarılı bir şekilde Sırbistan’ın Slobodan Milošević’ini ve Hırvatistan’ın Franjo Tuđman’ını birbirlerine karşı oynamak onun yeteneği değil miydi, öyle olmasa Bosna-Hersek muhtemelen bir Sırp eyaleti olarak sona erecekti ya da en iyi ihtimalle Sırbistan ile Hırvatistan arasında bölünecekti. Hem Milošević hem de Tuđman, Bosna’nın bağımsızlığına giden süreçte kararlarından çabucak pişman oldular. Bunu “düzeltmeye” çalıştılar, ancak planları için çok geçti, 1992 yazının sonlarına doğru Bosna halkı önlerine çıktı.

Başkalarının almayacağı kararlar aldı

Izetbegović, o dönemde bazı Bosnalı politikacıların vereceğinden şüpheli olduğum önemli kararlar verdi. Bosna’yı yalnız bırakmayacak ve bir tür Büyük Sırbistan’da Sırbistan’la sıkışıp kalmayacaktı, ancak başka yerlerde bağımsızlık peşinde koşacak çok az müttefiki olduğunu da biliyordu. O, önceki iki yüz yıl boyunca Müslümanların Avrupa’dan çekilmesiyle oluşmuş bir adamdı -tıpkı dedelerimin nesli gibi- ve başlangıçta, diğer birçok Bosnalı ve Müslüman lider gibi, Avrupa ile Avrupa’nın şartlarına göre anlaşmaya çalıştı. Planladı ya da planlamadı, masadaki ilk Boşnak ve Müslüman oldu ve barışın da bizim şartlarımıza uymasını sağladı.

Belki yaşlandım ve yumuşadım, ama Bosna’nın bağımsızlığını kazanmanın ne kadar zor olduğunu ve her birimizden neler aldığını hala anladığımızı sanmıyorum. Alija Izetbegović hakkında hala çok şey söyleyebiliriz ama hepimizle birlikte olmadığını ya da mücadelesinin olmadığını söyleyemeyiz. Bunu Alija Izetbegoviç için inkâr etmek, onun Boşnak ve Müslüman olduğunu inkâr etmek olur. O, Boşnak ve Müslüman olmaktan kıvanç duyardı.

Yazar: Dr. Emir SULJAGIC

Çeviren: Burak YALIM

 

Yazar Emir Suljagic, Srebrenica Memorial Center’ın yöneticisidir. Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS) Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim görevlisi olan Dr. Suljagić, aynı zamanda iki kitabın da yazarıdır: “Ethnic Cleansing: Politics, Policy, Violence – Serb Ethnic Cleansing Campaign in former Yugoslavia” and “Postcards from the Grave”

Nancy Pelosi’nin Tayvan Ziyareti (Prof. Dr. Seriye Sezen)

0

TUİÇ TV’de konuğumuz 2015 yılında Tayvan Ulusal Chengchi Üniversitesi’nde konuk araştırmacı olarak bulunmuş ve 2000’li yıllardan beri bölgeyi yakından takip eden Prof. Dr. Seriye Sezen’di. Çin Halk Cumhuriyeti, Doğu Asya, kalkınma politikaları, kamu yönetimi reformları başlıca ilgi alanları olan Sezen ile ABD Temsilciler Meclisi Nancy Pelosi’nin Tayvan’a gerçekleştirdiği ziyareti ve yansımalarını değerlendirdik. 

Seriye Sezen’in Çin-Tayvan İlişkileri ve ABD’nin Politikaları Hakkında Görüşleri 

Seriye Sezen; Pelosi’nin ziyaretinin bu denli gösterişle yapılması ABD’nin giderek zayıflayan dünya lideri imajı karşısında başka sahalarda da gördüğümüz gibi Çin’i zayıflatma, meşgul etme girişimlerinden biri olarak görüyorum. Bildiğiniz üzere daha önce de Hong Kong konusu ve azınlıklar meselesi üzerinden de ABD gündem oluşturmuştu.

ABD’nin yükselmekte olan Çin’i meşgul etmek, oyalamak istediği gibi bir görüntü var. Dünya Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini konuşurken bu ziyaretin zamanlaması da manidar çünkü ABD’nin Çin’i tahrik ederek Tayvan’a silahlı güç kullanmasını zorladığını görüyoruz. Ancak Çin sabırlı ve Mao döneminden beri Tayvan’a ilişkin anavatana dahil etme politikasını gelecekte bir zamanda gerçekleştireceğine inanıyor. 

Prof. Dr. Seriye Sezen’in yorumlarının devamını linkten dinleyebilirsiniz: Pelosi’nin Tayvan Ziyareti – Prof. Dr. Seriye Sezen 

 

Seçimler, Popülizm ve Politik Psikoloji

2020 yılından beri dünyanın gündemini pandemi belirliyor. Pandemi yönetiminde ise otoriter ve popülist ülkeler acaba daha mı başarılı oldular sorusu kafalarda belirmekte. Pandemi yönetiminde herkesin merak ettiği noktalardan biri şüphesiz ekonomi ise bir diğeri de bu sürecin çeşitli ülkeler için yaklaşan siyasal seçimleri ne şekilde etkileyeceği sorusuydu. Pandemi ile mücadele ederken, Macaristan ve Türkiye gibi bazı ülkeler birbirlerine benzer şekilde kanun hükmünde kararnameler ile süreci yönetmeyi tercih ettiler (Somlyai, 2022; Gözler, 2022). Bu sürecin ülkeler için yaklaşan seçimlerde çıktılarının neler olacağı merak konusuydu. Macaristan için süreç yönetimindeki “aşırılıklar” veya “hukuksuzluklar” hükümetin aleyhine olmadı, ancak bu duruma halkın pandemi yönetiminden memnun olmasından ziyade ülke tam da seçimlere yaklaşırken patlak vermiş olan Rusya-Ukrayna krizinin Macaristan’da yarattığı korku dalgası sebep olmuştur.

Reasons of Political Instability in Italy

In this study, I will try to convey the most prominent factors in the political instability of Italy. I aim to reveal the macro reasons of the recent political instability of Italy, which is in the European Union. Italy faces political turmoil in the 21st century. The government crisis on the one hand, and the short duration of the government’s stay in power, on the other, are the factors that reveal this instability. The long-standing North-South divide and the socioeconomic differences that clarify this distinction lay the groundwork for the relevant developments on the geographical axis. It should also be supported by the existence of independent states over the years and then the establishment of political unity. In the process of ensuring the political unity of Italy, the inability to build the “nation” is another obstacle (Zenginoğlu, 2021: 70).

Biden’ın Suudi Arabistan ve Orta Doğu Ziyareti

ABD’nin Suudi Arabistan ile tarihine bakıldığında ilişkilerin, ABD’nin demokratik değerleri ve stratejik çıkarları arasında bir yerde konumlandığı görülmektedir. ABD’nin 46. Başkanı Joe Biden, başkanlık yarışlarında bu ilişkileri, ABD demokratik değerlerini öne çıkararak sürdüreceğini dile getirmişti. Bu yüzden Biden, 2019 yılında Suudi Arabistan’ı “parya” [uyguladığı politikalar ve benimsediği normlar nedeniyle uluslararası toplumun dışına itilen devlet] ilan etmişti.

Gıda Milliyetçiliği: Dünya Yeni Bir Döneme mi Giriyor?

Covid-19 sürecinin tüm dünyayı etkisi altına alması ve Rusya-Ukrayna savaşının bu sürecin etkilerine eşlik etmesiyle birlikte “gıda milliyetçiliği” kavramı uluslararası ortamda sıkça konuşulan konular arasında yerini aldı. Canlıların en temel ihtiyacı şüphesiz gıdaya erişim ve beslenmedir. Gıdaya erişim ve tüketimde bir sorun çıktığında ise bu durum hızlı bir şekilde hissedilir ve toplumları sıkıntıya sokar.

Güvenlik ve İstihbarat Akademisi

16 Temmuz Cumartesi günü başlayacak ve 2 hafta sürecek olan Güvenlik ve İstihbarat Akademisi, kavramsal çerçeveden başlayarak güncel güvenlik ve istihbarat meselelerine değinecek kapsamlı bir eğitim programıdır. Program içeriğinde; tarihsel anlatımla güvenlik ve istihbarat, siyasi istihbarat, enerji, göç, çevre ve iklim, terörizm ile Doğu Akdeniz meseleleri ele alınacaktır. Alanlarında uzman isimlerin katkılarıyla kavram ve pratiği birlikte sunan bu programın konuyla ilgili herkese yeni bakış açıları kazandırması hedeflenmektedir.

SON BAŞVURU TARİHİ 15.07.2022 CUMA!

 

Programla ilgili detaylar ve başvuru için aşağıdaki linkten O-Eğitim sayfasını tıklayınız.

O-Eğitim Program İçeriği 

 

 

Kadir Şeker İçin Adalet?

Bu yazıda sahte bir kahramanın hikâyesinin nasıl oluşturulduğu, bu hikâyeyle birlikte toplumsal baskı yaratılarak mahkemenin nasıl etki altına alınmaya çalışıldığı ve sonucunda da şimdilik Kadir Şeker’in nasıl serbest kaldığını irdelemek istedim. Yazıyı vücuda getirirken adalet ve nefsi/meşru müdafaa kavramlarının üzerinde özellikle durarak bu iki kavramın dezenformasyonla nasıl harmanlandığını açıklamaya çalıştım. İlk olarak yaşanan olayı kısaca vereceğim. Bunu kavram setini açıklamak izleyecek, en sonda da Kadir Şeker’in “kahramanlık yürüyüşüne” bakacağız.

“Sırf Kravat Taktı Diye”: Türk Ceza Kanununda Takdiri İndirim Nedenleri ve Şeklî Davranış İstisnası

Türk Ceza Kanununun (TCK) 62. maddesinde düzenlenen ve “kravat indirimi” olarak da bilinen takdiri indirim nedenleri, 12 Mayıs 2022’de yürürlüğe giren 7406 sayılı Kanun ile kısıtlandı. Buna göre artık sanığın “duruşmadaki mahkemeyi etkilemeye yönelik şeklî tutum ve davranışları”, takdiri indirim incelemesinde dikkate alınmayacak.

Belirtmek gerekir ki takdiri indirimin yukarıda anılan kötü şöhreti, aslında uygulamadaki problemlerden kaynaklanmaktadır. Zira kanun koyucu, oldukça kazuistik bir perspektif benimseyerek, sanığın cezasına hangi hâllerde takdiri indirim uygulanacağını detaylı bir şekilde ortaya koymuştur. Buna göre sanığın “geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki pişmanlığını gösteren davranışları ve cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri” hâkimin takdiri indirim yoluna başvurup başvurmayacağı açısından belirleyici olacaktır. Hatta Yargıtay da, hâlâ uygulama alanı bulan 7 Haziran 1976 tarihli ve 3-4 sayılı içtihadı birleştirme kararında, bu ölçütlerin sınırlı sayıda (numerus clausus) olmadığına vurgu yaparak hâkime pozitif hukukun ötesine geçen bir takdir yetkisi de tanımıştır. Böylece sanığın yargılama düzenini bozmaması, usul kurallarının eksiksiz uygulanması ve tarafların maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına katkı sunması gibi kazanımların elde edilmesi amaçlanmıştır.

Ne var ki son yıllarda, takdiri indirimin kıyafet, nezaket ve saygı gibi şeklî bazı ölçütlere indirgendiği ve özellikle nitelikli cinsel saldırı ve kasten öldürme suçlarına ilişkin yargılamalara gölge düşürdüğü görülmektedir. Henüz bugün Bursa’da Nuray Erdem’i öldüren sanık Yusuf Akkoyun’un cezasına bu indirim türü uygulanmış, sanık, müebbet hapis yerine 25 yıl hapis ile cezalandırılmıştır (Birgün, 2022). Yine geçtiğimiz hafta, hamile olan Sadife Yüzer’i pompalı tüfek ile öldüren sanık Ali Rıza Yüzer’in cezasına uygulanan takdiri indirim hükmü, istinaf mahkemesi tarafından aynen kabul edilmiştir (Cumhuriyet, 2022). Geçmişteki pek çok örnek de takdiri indirimin kapsamı konusundaki tereddütlerin derinleşmesine neden olmuştur.

7406 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin, takdiri indirimin uygulamadaki karşılığına anlamlı bir katkı sunup sunmayacağı tartışmalıdır. Zira kanun koyucunun maddede yer verdiği ölçütler, temelde her suçun fail yönünden kendine özgü bazı özellikler taşıyacağı, başka bir deyişle her cezanın bireyselleştirilmesi gerektiği fikrine dayanmaktadır (Turhan, 2022). Hâl böyle olunca, hâkimin de takdiri indirime ilişkin değerlendirmesini yaparken bir an için sanığın anonimliğini göz ardı etmesi ve sanığa sosyolojik bir perspektiften bakması gerekecektir. Ne var ki değişiklik, bu açık gerekliliği tekrarlamaktan öteye gitmemektedir. Hâkim zaten takdiri indirim koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini incelerken sanığın duruşmadaki şeklî davranışlarına bakmayacak, sadece üzerine atılı suça ilişkin pişmanlık emaresi taşıyıp taşımadığını tartışmakla yetinecektir. Dolayısıyla takdiri indirimin özünde, bu değişikliğin yasaklamayı vaat ettiği ölçüt bulunmamaktadır.

Peki, bu değişikliğin getirdiği hiçbir yenilik yok mudur? Aslında, yukarıda tartıştığımız ifadeden sonra, maddeye “gerekçeleriyle” sözcüğü de eklenmiş, böylece takdiri indirimin neden yapılıp yapılmadığının gerekçeli kararlarda açıklanması zorunlu hâle getirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ile birlikte tartıştığı gerekçeli karar hakkının maddeye entegre edilmesi sevindirici olup, en azından maddeden kaynaklanan ihlallerin sayısında önemli bir azalma meydana gelmesi beklenebilecektir.

Yine de görünen o ki kanun koyucu, yaptığı değişiklik ile yukarıda sunulan tartışmalı örneklere ilişkin kısıtlayıcı bir kaygı ile hareket etmiş, “kravat indirimine” en azından şeklî bağlamda engel olmayı amaçlamıştır. Fakat zaten takdiri indirim probleminin temelinde, kanunun lafzı değil, bu kanunun uygulaması bulunmaktadır. Kanunlara bu tür palyatif müdahalelerde bulunmak yerine uygulamanın çoğulcu, hak temelli ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir bağlamdan beslenmesinin sağlanması, yargılama kalitesini kendiliğinden arttıracaktır. Zira şunu hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekir: Pozitif hukukun amacı, kamuoyundaki tartışmalarda resesyon yaratmak veya kamu vicdanını rahatlatmak değil, özel ve kamusal yaşam içinde uyulması gereken temel kuralları açık ve tutarlı bir şekilde ortaya koymaktır. Yargılamalar ise bu kuralların yukarıda sözü edilen sosyolojik perspektifin süzgecinden geçmesini ve pozitif hukukun transdisipliner bir alana taşınmasını, böylece temel hak ve özgürlüklerin kuramsal temellerine pratik düzeyde temas edilmesini sağlamalıdır.

Umutcan TARCAN

Kaynakça

Birgün (2022). “Nuray Erdem’i öldüren Yusuf Akkoyun isimli erkeğe ‘iyi hal indirimi’ ve erteleme.” https://www.birgun.net/haber/nuray-erdem-i-olduren-yusuf-akkoyun-isimli-erkege-iyi-hal-indirimi-ve-erteleme-394713 (Erişim Tarihi: 7 Temmuz 2022).

Cumhuriyet (2022). “Mahkemeden skandal karar: 6 aylık hamile eşini öldürdü, ‘İyi hal’ indirimi aldı!” https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/mahkemeden-skandal-karar-6-aylik-hamile-esini-oldurdu-iyi-hal-indirimi-aldi-1945271 (Erişim Tarihi: 7 Temmuz 2022).

Turhan, Engin (2022). ““İyi hal” indirimi tartışmaları üzerine.” T24. https://t24.com.tr/yazarlar/engin-turhan/iyi-hal-indirimi-tartismalari-uzerine,35286 (Erişim Tarihi: 5 Temmuz 2022).