Home Blog Page 23

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi: Kariyer Olanakları ve Tavsiyeler

Bu yazının amacı, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (SBKY) bölümünü okumayı düşünen, okumaya devam eden ve mezunların kariyer planlarına yönelik imkânları ifade etmektir. Yazıda, alanda serüvenine devam eden bir kişi olarak düşüncelerimi paylaşacağım.

Konu bağlamında öncelikle Türkiye’deki üniversitelerin dünyadaki karşılıklarından bahsetmek gerekiyor. Times Higher Education’ın 2022 verilerine göre ilk 500’de Türkiye’den üniversite bulunmuyor. İlk 1000’de yer alan ise 7 üniversitemiz var: Hacettepe Üniversitesi, ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi ve Koç Üniversitesi. Birkaç yıl geriye gittiğimizde, 2015’te ilk 200 içerisinde Türkiye’den 4 üniversitenin yer aldığını görüyoruz (THE, 2022). Bu göstergeler, Türkiye’de nitelikli eğitimin giderek azaldığını ve üniversitelerin küresel ölçekteki yeterli seviyede olmadığını gösteriyor.

Vergine Giurata (2015)

Yapım Adı: Vergine Giurata

Yapım: 2015 / Uluslararası

Yönetmen: Laura Bispuri

Tür: Dram

Yeminli Bakire, Elvira Donas’in Vergine Giurata adlı romanından uyarlanan ve Laura Bispuri yönetmenliğinde çekilen 2015 tarihli dram türünde bir film olarak karşımıza çıkmaktadır. Filmin gösterimi 65. Berlin Uluslararası Film Festivali’nin yarışma bölümünde gerçekleşmiştir.

Film genelinde Arnavutluk’ta yıllardır süregelen yeminli bakire geleneği üzerinden toplumsal cinsiyet konusu ele alınmaktadır. Bu doğrultuda Arnavutluk özelinde ele alınan ataerkil yapı, erkek hegemonyası, kadının eril iktidar tarafından tahakküm altına alınması ve kadın-erkek arasındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliği gözler önüne serilmektedir. Üzerinde durulması ve tartışılması gereken husus, yeminli bakireliğe geçiş ritüelinin temelinde yatan toplumsal ve cinsiyetler arasındaki eşitsizliktir. Filmde Hana’nın üzerinden anlatılmak istenen kadınlıktan erkekliğe geçiş süreci 15. yüzyıldan beri kuzey Arnavutluk’ta yaygın bir şekilde görülmektedir. Bu noktada kadın kimliğinden vazgeçerek erkek kimliği kazanma sürecinde, yani “yeminli bakire” olmanın temelinde kişinin cinsel bir yönelim ya da cinsel kimliğini kendi rızasıyla değiştirmek istemesinden ziyade erkek hegemonyasına karşı bir varoluş savaşı yatmaktadır. Öyle ki, eril egemenliğin olduğu ve kadınların ikincil görüldüğü toplumlarda kadının özgürlüğü erkek iradesine bağımlıdır. Kadının düşünme ve eyleme konusunda yapabilecekleri erkek tarafından belirlenmiştir. Kadına bu noktada söz düşmez; aynı zamanda ondan erkek boyunduruğu altında kısıtlanmış bir yaşam sürdürmesi beklenir. Kadın bedeni, kadının yaşamı tamamen eril iktidar tarafından tahakküm altına alınmıştır. Bu doğrultuda bir bakış açısından hareketle ‘’yeminli bakire’’ olmanın erkek egemenliğini pekiştirici ritüeller bütünü olarak karşımıza çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Erkek egemenliğinin meydana getirmiş olduğu cinsiyetler arası eşitsizlik ve kadınların ikincilleştirilmesi durumu, yine erkek egemenliğince oluşturulan sözde bir çıkış yoluyla yinelenmektedir. Kadının kadın olarak özgürleşmesi ve kendi iradesiyle hareket edebilir duruma gelmesi mümkün değildir, bunlara ulaşmak için kadın kimliğinden ve cinselliğinden vazgeçerek bir yemin sonucunda ‘’erkek’’ olması gerekmektedir. Dolayısıyla bu uygulama kısa sürede bir özgürleşme sağlıyor gibi görünse de aslında kadın bedeninin tamamen erkek iradesi tarafından tahakkümünü ortaya koymaktadır.

Filmin ana karakteri olan Hana’nın Mark olmaya doğru yolculuğu küçük yaşta ailesini kaybedip amcasının ailesiyle yaşamaya başlamasıyla kendini gösterir. Filmde Hana’nın hayatı çift zamanla ele alınmıştır. Hana ve Hana’nın erkek kimliğine büründüğü Mark haliyle. Açıklamaları yaparken yer yer Hana, yer yer de Mark ismini kullanacağım. Hana, yaşadığı kasabadaki kadın erkek eşitsizliğini küçük yaşlarda fark etmeye başlar. Örneğin, ata binmek ister fakat erkek çocuğu olmadığı için binemez. Ava gitmek ve tüfek kullanmak ister fakat erkek olmadığı için bu istekleri hoş karşılanmaz. Kasaba içinde ataerkil bir düzen mevcuttur; eril egemenlik tarafından erkek ve kadın rolleri önceden belirlenmiştir. Ava giden, ata binen ve birçok özgürlüğe sahip olan erkeklerdir. Kadınlar çocuk büyütmek ve yemek yapmak gibi görevlerle sınırlandırılmıştır. Bunun yanında kadınların erkeklere karşı çıkması da süregelen alışılmış kalıplarla ve sözlerle engellenmiştir. Kadınların genelinde de bu eril tahakkümü kabul etme ve kendi çocuklarına aktarma görülmektedir. Fakat Hana ve Lila başkaldıran karakterler olarak karşımıza çıkmaktadır. Lila, kendisine dayatılan normları yıkar. Görücü usulü sevmediği bir erkekle zorla evlenmek yerine, sevdiği erkekle olma cesaretini gösterir. Onunla birlikte kasabayı terk eder. Böylece Arnavut kadınlarına atfedilen ikincilleştirilmiş rollerden ve kısıtlamalardan kaçmayı başarır. Diğer yandan bütün bu kısıtlamaların dışına çıkmak isteyen Hana ise, amcasından tüfek kullanmayı ve avlanmayı öğrenir. Yine de süregelen gelenekleri alt etmek kolay olmayacaktır. Hana, bir av sırasında kasabanın erkekleri tarafından aşağılayıcı ve kadının av yapamayacağına dair birtakım söylemlerle karşılaşır. Dahası Hana’ya tecavüz girişiminde bulunurlar. Amcasının gelmesiyle birlikte olayın üstü kapatılır. Süreç içerisinde kasabadaki bir yeminli bakireyi gören Hana bu gelenek konusunda bilgi edinir ve özgürleşmesi yolundaki çıkış yolunun ‘’erkek’’ olmak olduğunu fark eder. Kasabadaki yeminli bakire erkek gibi giyinmiş, saçları kısa kesilmiş ve erkeklerin yaşam standartlarına ulaşmış bir bireydir. Hana, regl olup kız çocukluğundan kadınlığa eriştikten sonra kasabalılar tarafından gerçekleştirilen yeminli bakirelik ritüeliyle özgürlük sandığı erkekliğe erişir. Bu gelenekte erkekliğin getirilerine ulaşmak için cinsellikten ödün vermek dışında olumsuz bir yön yok gibi görülmektedir, bunun yanında erkek olmanın getirdiği birçok özgürlük erkek gibi olmak ve davranmak şartıyla kişiye sunulmaktadır. Günümüzde dahi Hana gibi onlarca kadın bu geleneği kuzey Arnavutluk’ta devam ettirmektedir. Buradaki temel motivasyon erkek bedenine sahip olmak, kadın gibi hissetmemek ya da erkek olmak istemek değildir, erkeklerin sosyal gücüne ve özgürlüğüne sahip olmak istemektir. Kadınlığın var olunan toplum içerisindeki dezavantajlarından kurtulmak ve erkekliğin avantajlarından yararlanmak istenilmektedir. Kısacası yeminli bakirelik toplum içinde bir varoluş çabasıdır. Burada şöyle bir tartışma konusu belirmektedir. Yeminli bakireleri, bulundukları kasabadan alıp bambaşka bir büyük şehre götürecek olsak bu geleneği sürdürürler mi?

Hana, Mark olarak yaşamını sürdürmekteyken ve erişkin bir erkek olarak yaşarken göğsünü sardığı bandajlar ona özgürlüğünü sorgulatan prangalara dönüşmüştür. Kuzeninin arkasından İtalya’ya gidişi ve şehir hayatına adapte olma süreci ona bağlı olduğu geleneği sorgulatmıştır. Mark, burada ilk kez cinselliğini fark etmiş ve cinsel bir birliktelik deneyimlemiştir. Erkeklere karşı yöneliminin olduğunu ve kadınlığını keşfetmiştir. Büyük şehir hayatındaki kadınlara sunulan haklar, özgürlükler ve kadının bedenine dair yeni keşifleriyle Mark, içindeki Hana’nın uyanmasına ve kadın kimliğinin varlığına dair yeni yolculuğuna başlamıştır. Alışveriş mağazasında gördüğü kadın iç çamaşırları, kendi giydiği ve ona acı veren bandajlar… Burada var olmak ve özgür olmak için “erkek” olmasına gerek var mıdır? Göğüslerini bandajla sıkıp gizlemesine gerek var mıdır? 

Bütün bu yaşam serüveninin sonunda Mark’ın içindeki Hana’yı uyandırdığını, bandaj kullanmayı bırakıp sütyen giymeye başladığını, küpe takmaya başladığını ve makyaj malzemelerini keşfetmeye başladığını görmekteyiz. Bu doğrultuda bazı geleneklerin içinde bulunulan bağlamla şekillendiğini, bağlam dışında ise devamlılığının değişebildiğini söyleyebiliriz. Hana’nın ve diğer yüzlerce kadının bu gelenekteki mücadelesi bir özgürlük mücadelesiydi, eril egemenliğe karşı kendi içinde bulunduğu bağlamda var olabilme çabasıydı. 

Ece Oral 

Sosyoloji Çalışmaları Stajyeri

Çin’e Karşı Çip Dörtlüsü: Çin-ABD Teknoloji Savaşlarının Yeni Cephesi

Teknolojik rekabet hem geçmişte hem de günümüzde özellikle büyük devletler arasındaki güç mücadelesinin en önemli unsurlarından biri oldu. Teknolojik gelişimdeki üstünlüğün söz konusu devletlere zaman zaman dünya kamuoyunu kendi çıkarlarına uygun olarak yönlendirme şansı tanımasının bu durumun öne çıkan sebeplerinden biri olduğu söylenebilir. Soğuk Savaş dönemindeki iki kutuplu dünya düzeninin en baskın aktörleri olan ABD ve SSCB arasında, uzay hâkimiyet alanlarını genişletme amacıyla gerçekleştirilen teknolojik atılımlar ile birlikte uluslararası aktörlerin üzerindeki etkisini artırma ve rakibi olumsuz hamlelerden caydırma gibi amaçlarla şiddetlenen nükleer silahlanma yarışı, bu duruma verilebilecek önemli bir örnektir.

Halep Kuşatmasında Anne Olmak: ‘Sama İçin’ Belgesel Analizi

Filmin Orijinal Adı: For Sama

Yayın Tarihi: 26 Temmuz 2019, ABD

Yönetmen: Waad Al-Kateab, Edward Watts

Senarist: Waad Al-Kateab, Edward Watts

Film Türü: Belgesel

Oyuncu Kadrosu: Waad Al-Kateab, Hamza Al-Kateab, Sama Al-Kateab

Savaşın yok ettiği Halep’te doğup büyümekte olan bir kız çocuğuna ithaf edilen bu belgesel/filmde; kuşatmalar, hava saldırıları ve kimyasal silahların ortasında hayatlarına devam etmeye çalışan insanların yaşadığı korkunç deneyimler Suriye vatandaşı gazeteci Waad Al Kateab’ın amatör kamerasıyla çektiği görüntülerle belgelenmiştir.

Filmin baş karakteri olan Waad, başına geleceklerden habersiz üniversite eğitimi için Halep’e yerleşen genç bir kadındır. Burada Hamza adlı doktora aşık olur, evlenir ve bir kız çocuk dünyaya getirir. Bombardımanın olmadığı tertemiz bir gökyüzü hayal eden Waad, kızına ‘gökyüzü’ anlamına gelen Sama ismini verir. Sama’ya güvende olabileceği bir hayat verebilmek için savaştan kaçmak ve ülkesinde kalıp özgürlüğü için savaşmak ikilemi arasında kalır. Tek bir cümleyle özetlenebilen aşık olmak, evlenmek ve çocuk dünyaya getirmek sıradan bir ‘hayat hikayesi’ gibi gözükse de Suriye’de yaşanan savaş sebebiyle bir ‘hayat mücadelesi’ne dönüşmüştür. Waad, Sama’nın gelecekte ailesinin ne için savaştığını bilebilmesi için yaşananları bir mektup yazar gibi görüntülemeye karar verir. Bir kadının merceğinden izleyiciye aktarılan bu 4 yıllık sürecin gerçek görüntüleri; kadın, erkek, yaşlı, çocuk ve hatta bitkiler ve hayvanların ölmeye nasıl mecbur bırakıldığını; yaşamla ölümün her an iç içe olduğu bir kaos ortamını en içeriden gözlemlemeye imkan vermektedir. Belgesel boyunca odak nokta Waad ve ailesi olsa da yaşanan insanlık dramının ve direnen Halep halkının mücadelesine dair oldukça çarpıcı sahneler yer almaktadır. Film boyunca her ne kadar bir çocuğa hitap ediliyor olsa da içerdiği şiddet sahneleri sebebiyle çocukların izlemesi için uygun değildir. Üzücü olan esas nokta dünyanın çoğu yerinde çocuklar savaş sahnelerinden dahi korunuyorken başka bir yerinde ise Sama ve Sama gibilerin bu dramı yaşamaya mecbur bırakılıyor olmasıdır.

“Suriyeliler neden ülkelerini terk etti?” sorusuna birinci elden cevap veren belgesel yaşanan vahşeti tüm dünyanın dikkatine sunmaktadır. Pek çok sahnede Suriye rejiminin Rusya ile Suriye’yi hava saldırıları ve kuşatmalarla nasıl kontrol ettiği kanlı bir şekilde gösterilmektedir. Suriye halkı saldırıların ilk döneminde ‘ya özgürlük ya ölüm’, ‘ya onurlu yaşarız ya da ölürüz’ nidalarıyla ayaklanmalar başlatmış ve kendi özgürlükleri için rejime karşı meydan okumuşlardır. Uzun bir süre önemsenen tek şey idealist bir devrim olmuştur. Halep halkı, tüm dünyaya Suriye Ordusu’nun kendi vatandaşına ihanet ettiğini söyleyerek özgürlükleri için savaştıklarını duyurmuştur. Çocuk ya da yaşlı dinlemeden hastaneleri, okulları ve evleri bombalayan mevcut otorite, toplumsal bir harekete dönüşen ayaklanmaları askeri güçle bastırmak istemiş ve çok daha büyük kıyımlar gerçekleştirmiştir. Ayaklanmalardan sonra bir sabah büyük bir katliama uyanan Halep halkı; bunun bir mesaj olduğunu hissetse de ölülerini toplu mezarlara gömerek yaşam mücadelesi vermeye devam etmiştir. Hiç kimsenin bu denli ağır tehditler altında sonsuza kadar yaşayamayacağı açıktır. Şans eseri hayatta kalmayı başaranlar olsa da nerenin ne zaman bombalanacağını bilmemek ve sürekli ölüm tehdidini çok yakında hissetmek psikolojik olarak son derece yıpratıcı olduğu gibi bireylerin temel yaşam haklarını da ellerinden almaktadır. Bu sebeple belgesel, neden sorusunu soranlara kılavuz niteliği taşıyabilecek oldukça güçlü bir araç görevi görmektedir. Buna ek olarak, unutulmamalıdır ki tüm insanlığın yüzleşmesi gereken ‘neden’ sorusunu Suriye halkı da sormaktadır: “Neden dünya tüm bu yaşananlara göz yumuyor?”

Gazeteci ve aktivist Waad Al- Kateab verdiği röportajlarda savaşa maruz kalan her Suriyeli gibi kendisinin de tek amacının hayatta kalmak olduğunu ancak bir noktadan sonra buna imkan kalmadığını belirtmektedir. Tek seçenekleri Halep’ten ayrılmak olan yerli halkın mücadelesi umut dolu başlasa da trajik bir sonla bitmiştir. Belgeselin izleyiciye sunduğu en çarpıcı detaylardan biri ise tam da bu noktada insanların beslediği umuttur. Savaşın ortasında evlenmeye, çocuklarına eğitim vermeye, gökten bombalar düşerken yeni bitkiler ekmeye ve hastaneleri bombardıman sonucu kullanılamaz hale gelse de yeni bir hastane kurmaya devam etmeleri direnişlerinin en büyük örnekleridir. Belgesel boyunca kadınların ve çocukların savaşı nasıl tecrübe ettiğine ayrı bir önem verilmektedir. Anne olmak, bebek bezi ve süt bulamamak, kuşatma ortasında sağlıklı bir çocuk büyütmek için uygun hiçbir yer olmaması yeterince zorken kadınlar çocuklarını korumak için göç etmek ve özgürlük mücadelesine devam etmek ikilemiyle de savaşmaktadır. Öte yandan bir çocuk olarak savaşın içine doğmanın, her gün katliama, yakınlarının ölmesine tanıklık etmenin ve belirsiz bir geleceğe sahip olmanın zorluğuna karşı çocukların mimar olup Halep’i yeniden inşa etmek istemeleri yaşayan bir umut niteliğindedir. Özetle belgeselde savaş sürüyor olsa da hayatın bir şekilde akmaya devam ettiği görülmektedir.

Uluslararası arenada birçok ödül almış olan For Sama, her ne kadar kişisel bir hayat hikayesinden yola çıksa da çok daha geniş bir perspektif sunmaktadır. Siyasetin çok daha üstünde olan belgeselin yalınlığı, yaşananların ajitasyondan kaçınılarak gösterilmesine yardımcı olmuştur. Uluslararası medyada uzaktan ve sınırlı bir biçimde tanıklık edilen, televizyon kapatıldığı ya da kanal değiştirildiğinde unutulan bu dram; savaşın orta yerinde bir kadının gözlerinden izlendiğinde madalyonun arka yüzünü de göstermektedir. Büyük bir çaba sonucu ortaya konan bu belgesel uluslararası bir başarı elde etmiş ve Suriye’nin özgürlük mücadelesine tüm dünyanın tanıklık etmesine büyük katkı sağlamıştır.

Beyza NALBANT

Göç Çalışmaları Staj Programı

IŞİD’in Avrupa Ülkelerine Saldırılarının Ardından İslamofobi Artışı ve Yabancı Savaşçı Devşirimi Üzerindeki Etkisi

Özet

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), 2013’teki resmi kuruluş duyurusundan itibaren Irak ve Suriye topraklarında cihatçı ve selefi anlayışla hareket eden Sünni motivasyonlu bir terör örgütüdür. Sanal dünyayı ve sosyal medyayı son derece aktif bir propaganda aracı olarak kullanan IŞİD gerek uzaktan kontrol ettiği gerekse kendi tahsis ettiği mücahitlerinin, dünyanın birçok yerinde yaptığı saldırılar sebebiyle adından sıkça söz ettirmiş ve kötü bir şöhret sahibi olmuştur. Bu şöhret, yabancı Müslüman savaşçıların da cihat çağrısına uyarak onlara katılmasını sağlamıştır. Özellikle 2015 yılının Ocak ayındaki Charlie Hebdo saldırısından itibaren, bunu takip eden Kopenhag saldırısı, Paris saldırıları, San Bernardino saldırısı, Brüksel saldırıları ve İstanbul saldırısı gibi pek çok terör eylemi gerçekleştirmiştir. Bu çalışmada, gerçekleşen söz konusu eylemlerin Avrupa’daki İslamofobik saldırılara etkisini ve saldırılar sonucu artan İslamofobinin, IŞİD’in yabancı savaşçı kazanımına etkisi çeşitli kurumlar tarafından sağlanan sayısal veriler ve haberler ışığında incelenecektir. 

Anahtar Kelimeler: IŞİD, Terörizm, Yabancı Savaşçılar, Avrupa, İslamofobi.

Abstract

The Islamic State of Iraq and the Levant (ISIL/ISIS) is a Sunni-motivated jihadist and Salafist terrorist organization that has been operating in Iraq and Syria since its official establishment in 2013. Using the virtual world as a highly active propaganda tool, ISIS has gained notoriety due to the attacks carried out by its remotely-controlled and self-appointed mujahideen in several areas in the world. This notoriety has led the foreign Muslim fighters to follow the call of jihad and join them. Especially, since the Charlie Hebdo attack in January 2015, ISIS has carried out many terrorist attacks such as the Copenhagen attack, the Paris attack, the San Bernardino attack, the Brussels attack and the Istanbul attack. This study will examine the impact of these attacks on Islamophobic harassment in Europe and the effect of increased Islamophobia on ISIS’s recruitment of foreign fighters.

Key Words: ISIS, Terrorism, Foreign Fighters, Europe, Islamophobia.

Giriş

Terör, dünyanın yüzyıllardır uğraştığı ve 1979 Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali, ardından da 11 Eylül 2001 saldırıları ile ivme kazanmış ve 21. Yüzyıl devletlerinin en büyük baş ağrılarından biri olmuştur. Terörizm üzerinde herhangi bir ortak tanımda anlaşılamaması, terörle mücadeleyi daha da zorlaştırmaktadır. BM Güvenlik Konseyi, terörizmi genel olarak tanımlayan bir karar kabul etmiştir. Açıkça bir tanım olarak çerçevelenmemiş olmakla birlikte, Ekim 2004 tarihli 1566 sayılı Hizmet Sözleşmesi kararı aşağıdaki eylemlerin asla haklı gösterilemeyeceğini hatırlatır: (…) Sivillere yönelik olanlar da dahil olmak üzere, ölüm ya da ciddi bedensel yaralanmaya neden olmak ya da rehin almak amacıyla işlenen, genel olarak halkta ya da bir grup insanda ya da belirli kişilerde terör durumu yaratmak, bir halkı korkutmak ya da bir hükümeti ya da uluslararası bir örgütü herhangi bir eylemi yapmaya ya da yapmaktan kaçınmaya zorlamak amacıyla işlenen ve terörizme ilişkin uluslararası sözleşmeler ve protokoller kapsamında ve bunlarda tanımlandığı şekilde suç teşkil eden eylemler… (Saul, 2005).

Devletler bu tür eylemleri önlemeye ve ‘vahim nitelikleriyle tutarlı cezalarla’ cezalandırmaya çağrıldı. Kararda ayrıca, 1267 komitesi tarafından belirlenenlerin dışında, terörist faaliyetlere karışan veya bunlarla bağlantılı olan kişi, grup veya kuruluşlara uygulanabilecek tedbirler hakkında rapor vermek üzere bir çalışma grubu oluşturulmuştur. Karar böylece 1267 Komitesi tarafından Taliban ve El-Kaide için geliştirilen yasaklama modelini (paralel bir rejimde) evrenselleştirmeyi amaçlamaktadır. Karar, Rusya’nın Çeçen teröristlerin yasaklanmasına yönelik önerisine dayanıyordu ve bu öneriye Filistinli grupların yasaklanmasına itiraz eden Arap Devletleri karşı çıkmıştı (Saul, 2005).

BM örneğinde de görüldüğü üzere, devletler “terör” sözcüğüne çok dikkatli yaklaşmakta ve kendilerince siyasi haklılıkları ile tutarlı bir biçimde bu sözcüğü kullanmaktadır. Nitekim terör ve güvenlik çalışmalarında kullanılan “Birinin teröristi, diğerinin özgürlük savaşçısıdır” (Laqueur, 1987) tabiri de bu örnekte olduğu gibi pek çok yerde karşımıza çıkmaktadır.

Bu çalışmada; başta ABD, Türkiye ve Rusya olmak üzere pek çok devlet tarafından “Terör örgütü” olarak tanınan Irak Şam İslam Devleti’nin kısaca kökenine, Batı ülkelerinde kendi organize ettiği yahut kendisiyle ilişkili şahıslarca yapılan saldırılara, bu saldırılan İslamofobi üzerindeki etkisine ve saldırılar sonucu oluşan İslamofobinin de Müslüman olmayan, Batı ülkelerinden IŞİD’in yabancı savaşçı kazanması arasındaki muhtemel ilişkisi ölçülecektir.

1. IŞİD’in Kökeni ve Oluşumu

Irak Şam İslam Devleti, yani “IŞİD” ya da Arapça adıyla “ed-Devlet’ül İslâmiyye fi’l Irak ve’ş Şam” (DAEŞ), 1979 yılında Afganistan’da kurulan Taliban’ın içinden çıkmış olan El Kaide’nin içinden çıkmış bir örgüttür. Temelleri 1979’da atılan ve 2001’de alevlenen “cihatçı” anlayışın, küreselleşmenin de etkisiyle dünyaya yayılmasıyla gayri coğrafi cihatçıların da bu örgütlere katılmasının ya da bulundukları bölgelerde yeni örgütler kurmalarının yolu açılmıştır. El Kaide’yi takip eden yıllarda Somali’de Eş Şebab, Nijerya’da Boko Haram, Irak’ta Irak El Kaidesi ve daha sonra “Irak İslam Devleti”, Yemen’de Arap Yarımadası El Kaidesi, Suriye’de “El Nusra Cephesi” kurulmuştur. “Nisan 2013’te Irak İslam Devleti’nin lideri Ebu Bekir el-Bağdadi, El Nusra Cephesi ile birleşerek Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)’ni kurduklarını ilan etti” (BBC, 2013).

2. Avrupa Ülkelerindeki Müslüman Nüfus ve İslamofobi

Aşağıdaki grafikte, bazı Avrupa ülkelerinin toplam nüfusları (mavi) ve Müslüman nüfus (turuncu) verilmiştir. IŞİD saldırılarının yoğunluklu olduğu ülkeler, makalenin devamında da göreceğimiz üzere Fransa, Belçika ve Almanya’dır.

(Statisca, 2017; The World Bank, 2022)

“İslam ve Müslümanlar, giderek artan bir şekilde, Batı medeniyetinin değerlerini tehdit etmeye ve yok etmeye çalışan şiddet ve terörü temsil ediyor gibi gösterilmekte ve Müslüman yaşam tarzının Batılı insan hakları ve temel özgürlükler değerleriyle bağdaşmadığı iddia edilmektedir. Müslümanlar için, İslamofobi, İslam’da yer alan barış ve ılımlılık öğretilerini ve ilkelerini çarpıtmaya yönelik kasıtlı bir düzendir. Bu planın bir parçası ve sonucu olarak, Müslümanlar toplumda patlak veren her türlü şiddet olayından dolayı topluca suçlanmakta ve herhangi bir soruşturmadan çok önce potansiyel şüpheli olarak görülmektedir. Bu olumsuz stereotip Müslümanların aşağılanmasına, ırk ayrımcılığına maruz kalmasına ve temel insan haklarından mahrum bırakılmasına neden olmaktadır” (OIC, 2013).

El Kaide ve IŞİD gibi grupların faaliyetlerinin artmasıyla, İslam adıyla işlenen nefret suçları artınca doğal olarak İslam karşıtı nefret söylemleri de artmıştır. Sadece halk tarafından değil, devlet tarafından da Müslüman azınlıkların yoğunluklu bulunduğu ülkelerde karşıt politikalar izlenmiştir. Avrupa Sağ grupları, Hıristiyanlığı teşvik etmek istedikleri için değil, İslam’a ve Müslümanların ana akım topluma entegrasyonuna karşı direnmek istedikleri için kıtada mezhepsel kimliği savunmada çok aktifti- ki bunu ‘Avrupa’nın İslamlaşması’ olarak adlandırıyorlardı. Bu nedenle kamusal alanlar, okullarda başörtüsü ve diğer dini kıyafet işaretlerinin (Fransa ve Hollanda’da) ve sokaklarda tam yüz peçesinin (Fransa ve Belçika’da) yasaklandığı, cami inşaatlarının engellenmeye çalışıldığı (Avrupa’nın dört bir yanındaki ülkelerde), minarelerin yasaklandığı (İsviçre’de) vb. önemli bir savaş alanı haline gelmiştir. Norveç’te sünnetin ve helal gıdanın yasaklanmasına yönelik kampanyalar ile İslam’a karşı bireysel tepkiler de söz konusu olmuştur. Bu önlemlerin liberal laikliği koruma adına savunulması dikkat çekicidir (OIC, 2016).

3. Avrupa’daki Terör Saldırıları

IŞİD saldırılarının Avrupa’daki çoğunluğu Fransa’da yaşanmıştır. Özellikle 2015-2016 yılları yoğun saldırıların yaşandığı, 7 Ocak 2015 tarihli Charlie Hebdo, 13-14 Kasım 2015 tarihli Paris saldırıları, 22 Mart 2016 Brüksel saldırıları ve 14 Temmuz 2016 Nice saldırıları örgütün en organize ve kayıp verdirdiği saldırıları olmuştur. Bu saldırılar dışında, 2014 Mayıs’tan itibaren ufak tefek sayılabilecek, yalnız kurtlar tarafından düzenlenen çokça dağınık saldırılar olmuştur fakat bu saldırılarda saldırganların IŞİD ile organik bir bağı bulunamamış, sadece “ilham” aldıkları, internette örgütle ilgili aramalar yaptıkları belirlenmiştir (BBC, 2016b).

(BBC, 2014a, 2014b; 2015a, 2015b, 2015c, 2015d, 2015e, 2015f; 2016a, 2016b, 2016c, 2016d, 2016e, 2016f; Miller, 2015)

Yalnız kurt saldırılarındaki artış, 2011 yılında Usame bin Ladin’in ölümünden sonra Batı ülkelerindeki Müslümanları yaşadıkları ülkelerde yalnız aktör saldırıları gerçekleştirmeye çağıran El-Kaide’nin taktiklerindeki değişime bağlanabilir. IŞİD’in 2015 başında yaptığı çağrı da aynı talebi yinelemiştir (European Parliament, 2017). Kendi kontrolü altındaki topraklarda Müslümanların örgüte katılmamaları için tek mazeretin ikamet ettikleri yerlerde bir terör saldırısı gerçekleştirmek olduğunda ısrar etmiştir (Europol, 2017).

(European Parliament, 2017)

4. Terör Saldırıları ve İslamofobi Arasındaki İlişki

IŞİD saldırıları, hâlihazırda var olan İslamofobi’yi daha da artırmış, artırmakla da kalmayarak insanları fiziksel saldırıda bulunmaktan çekinmez hâle getirerek görünür kılmıştır. Buna örnek olarak 22 Mart 2016 Brüksel saldırıları gösterilebilir. Brüksel’deki terör saldırılarını takip eden bir ay içinde 36 İslamofobik olay kaydedilmiştir (Bayraklı, 2017).

Bu başlık altında kullanılan İslamofobik suçlar yalnızca fiziksel nefret suçlarını içermekte, internet üzerinden yapılan ya da sözlü tacizi içeren suçlar dahil edilmemektedir. 

(OSCE, 2022; SETA, 2017)

Yukarıdaki grafik için 2017 yılına dair sağlıklı ve net veriler bulunamamıştır. Fakat 2017 yılı boyunca Belçika’da İslamofobi istikrarlı bir şekilde artmaya devam etmiştir. Ülkedeki İslamofobinin durumu ile Avrupa İslamofobi Raporu’nda önceki yıllarda belgelenen durum arasındaki en önemli fark, Müslümanlara, İslami mekanlara veya Müslüman olduğu varsayılan kişilere yönelik şiddet içeren saldırılarda belirgin zirvelerin veya büyük kümelenmelerin olmamasıdır. Ancak bu durum İslamofobinin yokluğuna değil, düşük seviyeli şiddet içeren İslamofobik saldırıların devam ettiğine, İslamofobik nefret söyleminin arttığına ve en önemlisi de 2017 yılı boyunca devlet düzeyinde çok sayıda İslamofobik politika, yasal tedbir ve teklife işaret etmektedir (Bayraklı, 2017).

2015 ve 2016’da saldırı mağduru olan bir diğer ülke Fransa’da da durum benzerdir. Ocak 2015’te iki militanın Fransız gazetesi Charlie Hebdo’nun Paris’teki ofisine zorla girerek aynı binada 11 kişiyi öldürmesi ve 11 kişiyi yaralamasıyla başladı. Ayrıca binanın dışında bir Fransız Ulusal Polis memurunu da öldürdüler ve bunu Ile-de-France bölgesinde 5 kişinin daha öldüğü ve 11 kişinin yaralandığı birkaç bağlantılı saldırı izledi. Bir hafta sonra aynı şehirde bir Yahudi süpermarketi de hedef alınmış, aralarında sivillerin ve polis memurlarının da bulunduğu 17 kişi ölmüş ve 22 kişi yaralanmıştır. Kasım 2015’te, üç intihar bombacısının bir futbol maçı sırasında Stade de France’ın dışına saldırmasıyla Paris’te daha büyük çaplı bir saldırı meydana gelmiş, bunu toplu silahlı saldırılar ve kafe, restoran ve tiyatrolara düzenlenen intihar saldırıları izlemiş, olay yerinde ölen yedi saldırgan hariç 130 kişi ölmüş, 368 kişi yaralanmıştır. Saldırılar, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Fransa’da meydana gelen en ölümcül saldırı ve 2004’teki Madrid tren bombalamasından bu yana Avrupa Birliği’nde meydana gelen en ölümcül saldırı olarak nitelendirilmiştir (OIC, 2016).

Charlie Hebdo, başta Hz. Muhammed’in çizimi ve şahsına hakaret de olmak üzere, İslam’a yönelik saldırgan karikatürler yaparak tepki toplamasıyla meşhur bir hiciv dergisidir (Khazan, 2012). Dergiye yapılan saldırıdan iki saat önce derginin Twitter hesabından Bağdadi’nin bir karikatürü paylaşılmış ve “Herkese sağlık dolu bir yıl diliyorum. En iyi dileklerimizle” sözlerine yer verilmiştir. IŞİD saldırıları ve İslamofobik saldırılar birbirlerine karşı misillemeler olarak ilerliyor gibi görünmektedir (Sözcü, 2015).

(OSCE, 2022)

Fransa’da 2015’te Charlie Hebdo ile sene başında başlayan saldırılar sene sonundaki Paris saldırılarına dek devam etmiştir. İslamofobi de aynı yıl, önceki yıla oranla büyük bir artış göstermeye başlamıştır. 7-9 Ocak’taki Charlie Hebdo saldırısından birkaç gün sonra, Fransız bir adam “Ben senin Tanrı’nım. Ben senin İslam’ınım!” diye bağırarak Faslı bir Müslüman’ı bıçakladı (Middle East Eye, 2015). Bu saldırı da dahil olmak üzere, saldırıyı İslamofobik eylemlerdeki artış takip etti ve hükümet sadece 7-12 Ocak tarihleri arasında Müslümanlara yönelik 50’den fazla saldırı ve tehdidi kayıt altına aldı (Human Rights Watch, 2016).

2017 yılında İslamofobik sivil saldırılar azalmış olsa da devlet politikaları ağırlaşmıştır. 19 Müslüman ibadet yeri hükümet tarafından kapatılmış, 749 kişi ev hapsine alınmış, 4.500’ün üzerinde polis baskını gerçekleştirilmiş ve hükümetin gözetimi altındaki kişilerin listesi 25.000’e ulaşmıştır. 17.393 kişi de Terörizm Önleme Veri Tabanına kaydedilmiştir (Bayraklı, 2017).

2017 yılında, Manchester’daki Ariana Grande konserinde meydana gelen intihar bombacısı saldırısı sonucu Birleşik Krallık’ta 22 kişi ölmüş, 60 kişi de yaralanmıştı (Samuelson & Malsin, 2017).

*2019 verileri, yılın sadece ilk 6 ayına aittir.
(OSCE, 2022)

Avrupa’nın en kanlı saldırılarının gerçekleştiği Kasım 2015, Mart ve Temmuz 2016 tarihlerinden sonraki süreçte Birleşik Krallık’taki Müslüman karşıtı saldırılar gözle görülür biçimde artmıştır. 2016 yılında Tell MAMA’ya 1.223 İslamofobik saldırı vakası bildirilmiştir. Bu vakaların yüzde yirmisi fiziksel saldırılardan oluşmaktadır; mağdurların %56’sı kadın iken faillerin üçte ikisi erkektir. İlginç olan, 2018 yılında bir önceki yıla oranla artmamış olmasıdır. 2017 Mayıs ayında Manchester’da meydana gelen terör saldırısı ardından Manchester bölgesinde İslamofobik nefret suçları beş kat artış göstermiştir. Londra’da Müslümanları hedef alan nefret suçu vakaları tüm 2017 yılı için 1.678’den 1.204’e yükselmiştir. Bu da bir önceki yıla göre %40’lık bir artışa denk gelmektedir. Bu artışın, fiziksel suçlarda değil, genel nefret suçlarının (sözlü taciz, sosyal medya ya da internet üzerinden gerçekleşen, fiziksel) hepsini kapsamaktadır. Yani nefret suçları artsa bile fiziksel olarak zarar verici suçlar azalmış durumdadır. Fakat bununla beraber camilere yönelik saldırılar, 2016 yılındaki 47’den; Mart ve Temmuz arasında 110’a yükselmiştir (Bayraklı, 2017).

Bu saldırılarda medyanın da etkisi vardır çünkü nefret dolu haber başlıkları insanları ayrışmaya yönlendirmektedir. Terörle mücadele alanında çalışmalar yapan Dr. de Roy van Zuijdewijn, medyanın terörizmin belirginliğindeki anahtar kavramlardan biri olduğunu ve özellikle terör saldırıları sonrası medyanın ilgisinin, terörü öne çıkardığını ifade etmektedir. Terörist saldırı haberleri sınırları aşmakta ve bu saldırıların ulusötesi etkisini de göstermektedir (de Roy van Zuijdewijn & Sciarone, 2021).

5. Terör Saldırıları ve Yabancı Savaşçılar Arasındaki İlişki

Suriye’ye gittiği bilinen ya da kendini yabancı savaşçı olarak tanımlayan kişilerin profiline bakıldığında, tipik yaş aralığı 18-29 olmakla birlikte, 15-17 yaşlarında ve 30’lu yaşlarda birçok örnek bulunmaktadır. Bu ortalama yaşı, tipik yabancı gönüllünün 25-35 yaş aralığında olduğu daha önceki Afgan ‘cihat’ından daha genç kılmakta ve 2000’li yılların ortalarından bu yana aşırıcılığa katılanların daha genç olması yönündeki genel eğilimi takip etmektedir. Neredeyse tamamı erkek olmakla birlikte, özellikle Batı ülkelerinden belli sayıda kadının arkadaşlarına katıldığı ya da kocalarıyla birlikte gittiği, hatta Suriye’ye kendi başlarına seyahat ettikleri bildirilmektedir (The Soufan Center, 2014).

Fransız yetkililer de Fransa’dan gelen gönüllüleri hoşnutsuz, amaçsız ve kimlik ya da aidiyet duygusundan yoksun olarak sınıflandırıyor. Bu durum pek çok milletten insan için ortak bir özellik gibi görünmektedir ve muhtemelen hayatlarında daha büyük bir amaç ve anlam arayışında olan yüksek sayıdaki din değiştirenlerle de örtüşmektedir. Ayrıca ‘cihatçı’ motivasyonla bağlantılı olarak, 1990’larda El Kaide’nin ilk günlerinden bu yana İslamcı aşırıcılığın temel anlatısını oluşturan, saldırı altındaki bir Müslüman topluluğa yardım etme bireysel yükümlülüğüdür (The Soufan Center, 2014). İşte bu yükümlülük hissinin, IŞİD’in saldırıları sonrası yükselen İslamofobik saldırılar sebebiyle artabilme ihtimali doğmaktadır.

(McCarthy, 2019)

IŞİD’in yükselişi ile yabancı savaşçı devşiriminin arttığı dönemlerin paralel olmadığı grafiklerde görülmektedir. Buna karşın ulusötesi, bilhassa Avrupa’daki saldırıların arttığı yıllarda katılımın yükseldiği görülmektedir.

(Bąkowski & Puccio, 2015)

Toplam yabancı savaşçı sayısının 20,530 olduğu 2014 yılında, IŞİD’in Avrupalı savaşçı sayısı 3,850’dir. Bu da yüzdeliğe vurulduğunda %19’a tekabül etmektedir.

2015 yılında ise, en az 86 ülkeden gelen yabancı savaşçıların toplamı 27,000-30,000 iken; 13 Avrupa ülkesinden gelen savaşçıların sayısı yaklaşık 5,000 olarak saptanmıştır (Bąkowski & Puccio, 2016). Yazının başında bahsedildiği üzere 5,7 milyon Müslüman azınlığa sahip Fransa’nın; büyük çoğunluğu Müslüman olan Mısır, Cezayir, Libya, Kazakistan ve hatta El-Kaide ve Taliban’a ev sahipliği yapan Afganistan’dan daha fazla yabancı savaşçı göçüne sahip olması, Müslüman azınlıkların olduğu Avrupa’da İslamofobi’nin Avrupa’daki yabancı savaşçıları etkilediğini gösterir niteliktedir.

(Bąkowski & Puccio, 2016)

2016 itibari ile Dünyadaki Müslümanların sadece %4.9’una sahip Avrupa Birliği’nden (Hackett, 2017), IŞİD’in yabancı savaşçılarının %19’unun (Bąkowski & Puccio, 2015) çıkması da yine İslamofobinin, Müslümanların azınlık olarak yaşadıkları Avrupa ülkelerinde IŞİD’in yabancı savaşçı kazanmasına etki ettiği söylenebilmektedir.

(Ragazzi & Walmsley, 2018)

2015’te artmaya devam eden Avrupalı yabancı sayısı, 2016’da 7800 (Europol, 2017) üzeri olarak saptanmıştır fakat buna karşın, 2017 yılında bu sayıların düştüğü görülmektedir.

Sonuç

Grafiklerde de görüldüğü üzere, IŞİD’in saldırılarının arttığı 2016 yılında İslamofobik saldırılar da artmıştır. Charlie Hebdo saldırısı aslında radikal İslami şiddetin, İslamofobi’ye tepki olarak bir seçenek olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. Bu saldırılar sadece İslamofobiyi artırmamakta, insanların içlerindeki İslamofobiyi görünür kılma çekincesini de ortadan kaldırmaktadır. Fransa’da devlet, halkın şiddetini devralmış ve ağır saldırılan yaşandığı diğer Avrupa ülkeleri gibi İslamofobik saldırıların artışı 2015’te şiddetli yükselişe geçse de devlet baskısının Müslümanlar üzerinde arttığı 2017 yılı itibariyle bunun geçerli olmadığı görülmektedir. Müslümanlara yönelik katı hükümet yasakları, kutsal mekân saldırıları, Müslümanların şahıslarına ve inançlarına yönelik vandal saldırılar; bazı Müslüman kesimlerde radikalleşmeye sebep olmuş olabilir. Siyonist Yahudilerin İsrail’i, Avrupa’da yaşadıkları baskılardan kaçıp sığınılacak güvenli bir liman olarak gördüğüne benzer olarak; bazı Radikal yabancı savaşçılar da Avrupa’dan IŞİD’in Müslümanlar için güven vaat eden çatısı altına girmiş olabilir ve hatta ek olarak, tüm bu yaşananlara karşı IŞİD’i ve yaptıklarını bir intikam aracı olarak kullanmış olabilir.

IŞİD’in Batı saldırılarının yabancı savaşçılara iki şekilde yansıması olduğunu söylemek yanlış olmaz: Birincisi, İslamofobi’nin artması sebebiyle Müslümanlara yönelik saldırıların, insanları radikalleştirmesi; ikincisi, IŞİD tarafından yapılan saldırıların propagandasının yapılması, sosyal medya ve haberlerin de etkisiyle radikalleşme ya da radikallerin kötü şöhret sahibi IŞİD’e katılma isteğinin ortaya çıkması. Medyanın duyuracak başlıklara, IŞİD’in ise duyurulmaya ihtiyacı vardır. Dolayısıyla çıkar noktaları ortaktır. Kasıtlı olarak olmasa da, medya haberleri ya da nefret dolu haber başlıkları IŞİD’in bir tür PR’ını yapmaya denk düşmektedir. Çünkü terörist, çok kişinin ölmesine değil; çok kişinin duymasına önem vermektedir. IŞİD’in en yabancı savaşçı devşirdiği dönem yükseldiği dönem değil, kanlı saldırılarla en çok reklamının yapıldığı 2015-2016 dönemidir.

IŞİD’e katılan militanların maceracılık, para, şiddetin çekiciliği yanında İslamofobik saldırganlıktan mağdur olma sebebiyle de IŞİD’e katılmış olma ihtimalleri olmaktadır. IŞİD saldırıları da hem İslamofobi’yi artırmakta hem de örgütün medya vesilesiyle reklamını yaptırmakla militan çekmesine olanak sağlamaktadır.

Dilruba YILDIZ

Terörizm Araştırmaları Staj Programı

Kaynakça

Bayraklı, E. (2017). European Islamophobia Report 2017. Hafez, F. (ed.). Istanbul: SETA.

Bąkowski, P. & Puccio, L. (2015). Foreign Fighters: Member States’ responses and EU action in an international context. European Parliamentary Research Service.

Bąkowski, P. & Puccio, L. (2016). Foreign Fighters: Member State Responses and EU Action. European Parliamentary Research Service

BBC. (2013). Suriye krizi: Silahların ardında kimler var?. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/10/131028_suriye_isyanci_gruplar#:~:text=ABD%20Aral%C4%B1k%202012’de%20El,)’ni%20kurduklar%C4%B1n%C4%B1%20ilan%20etti (Erişim Tarihi: 21.07.2022).

BBC. (2014a). Brussels fatal gun attack at Jewish museum. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-27558918 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2014b). France attack: Van driven into shoppers in Nantes. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-30583390 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2015a). Charlie Hebdo attack: Three days of terror. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-30708237 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2015b). French soldiers wounded in Nice Jewish centre attack. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-31118020 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2015c). Copenhagen shootings: Why Denmark was steeled for terror attack. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-31478148 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2015d). France attack: As it happened. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/live/world-europe-33287095 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2016a). Brussels explosions: What we know about airport and metro attacks. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-35869985 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2016b). French jihadist murders police couple at Magnanville. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-36524094 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2016c). Nice attack: What we know about the Bastille Day killings. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-36801671 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2016d). France church attack: Priest killed by two ‘IS militants’. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-36892785 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2016e). Brussels police stabbed in ‘terror attack’. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-37563836 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2016f). Berlin lorry attack: What we know. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-38377428 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

BBC. (2016g). Germany attacks: What is going on?. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-36882445 (Erişim Tarihi: 21.07.2022).

De Roy van Zuijdewijn, J., & Sciarone, J. (2021). Convergence of the salience of terrorism in the European Union before and after terrorist attacks. Terrorism and political violence33(8), 1713-1732.

European Parliament. (2017). The European Union’s Policies on Counter-Terrorism: Relevance, Coherence and Effectiveness. Brussels.

Europol. (2017). European Union Terrorism Situation and Trend Report 2017.

Hackett, C. (2017). 5 facts about the Muslim population in Europe. Pew Research Center. Erişim Adresi: https://www.pewresearch.org/fact-tank/2017/11/29/5-facts-about-the-muslim-population-in-europe/#:~:text=Muslims%20are%20a%20relatively%20small,of%20the%20population%20is%20higher (Erişim Tarihi: 21.07.2022).

Human Rights Watch. (2016). World Report 2016: Events of 2015. America: Policy Press.

Khazan, O. (2012). Charlie Hebdo Cartoons Spark Debate Over Free Speech and Islamophobia. The Washington Post. Erişim Adresi: https://www.washingtonpost.com/blogs/blogpost/post/charlie-hebdo-cartoons-spark-debate-over-free-speech-and-islamophobia/2012/09/19/4b3ba988-026b-11e2-9b24-ff730c7f6312_blog.html (Erişim Tarihi: 21.07.2022).

McCarthy, N. (2019). The Rise And Fall Of ISIS. Statistica. 

Middle East Eye. (2015). Moroccan Man Murdered in ‘Islamophobic’ Attack in France. Erişim Adresi: https://www.middleeasteye.net/news/moroccan-man-murdered-islamophobic-attack-france (Erişim Tarihi: 21.07.2022).

Miller, B. (2015e). Amsterdam-Paris train shooting: Three injured before suspected terrorist overpowered by American passengers. ABC News. Erişim Adresi: https://www.abc.net.au/news/2015-08-22/armed-man-injures-three-on-amsterdam-paris-train-railway-says/6716732 (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

OIC, Organization of Islamic Cooperation. (2013). Sixth OIC Observatory Report on Islamophobia. Conakry. 

OIC, Organization of Islamic Cooperation. (2016). Ninth OIC Observatory Report on Islamophobia. Tashkent. 

OSCE. (2022). Hate Crime Reporting: Hate crime data. Erişim Adresi: https://hatecrime.osce.org/hate-crime-data (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

Ragazzi, F. & Walmsley J. (2018). The Return Of Foreign Fighters To EU Soil. Scherrer, A. (ed.). Brussels: EPRS.

Samuelson, K. & Malsin, J. (2017). ISIS Claims Responsibility for Manchester Concert Terrorist Attack. TIME. Erişim Adresi: https://time.com/4790201/isis-manchester-concert-terrorist-attack/ (Erişim Tarihi: 21.07.2022).

Saul, B. (2005). Definition of “terrorism” in the UN Security Council: 1985–2004. Chinese Journal of International Law, 4(1), 141-166.

Sözcü. (2015). Fransız Charlie Hebdo’nun Bağdadi’li Son Tweeti. Erişim Adresi: https://www.sozcu.com.tr/2015/dunya/fransiz-charlie-hebdonun-bagdadili-son-tweeti-702525/ (Erişim Tarihi: 21.07.2022).

Statisca. (2017). Estimated Muslim populations in European countries as of 2016. Erişim Adresi: https://www.statista.com/statistics/868409/muslim-populations-in-european-countries/ (Erişim Tarihi: 22.07.2022).

The Soufan Center. (2014). Foreign Fighters in Syria. (n.a.)

The World Bank. (n.a.). All Countries and Economies. Erişim Adresi: https://data.worldbank.org/indicator/SP.POP.TOTL?end=2016&start=2015 (Erişim Tarihi: 22.07.2022)

İŞİD İŞİD İŞİD İŞİD İŞİD İŞİD İŞİD İŞİD İŞİD İŞİD İŞİD 

Ya İtaat Et Ya Da Öl: Terör Örgütü PKK’da İç İnfazlar

21 Ağustos 2022’de Dünya Ezidileri Miri’nin temsilcisi Cewher Ali Beg, “…PKK’dan ayrılan bazı Şengalli gençler Avrupa’da katlediliyor. Bir süre önce Rênas Heyder Qasim isimli bir genç Almanya’da katledildi. 2 gün önce de Naîf Evdel Temo isimli bir genç Hanover kentinde katledildi. Aynı şekilde Zêdan Xelef isimli bir Ezdi gençte Yunanistan’a iltica etmek isterken hayatını kaybetti…” ifadeleriyle, terör örgütü PKK’nın kendisine muhalif olan veya terör örgütünden ayrılan militanlarını katlettiğini açıklamıştır (BasNews, 2022).

Siyasal Bir Kriz, Küresel Bir Tehdit: İklim Değişikliği

Çin’in güçlü muhalefetini ve ciddi temsillerini göz ardı eden ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, 2 Ağustos’ta “Asya Turu” kapsamında Tayvan’ı ziyaret etti. Çin Dışişleri Bakanlığı bu ziyarete tepki olarak 5 Ağustos tarihinde 8 başlık altında toplanmış bir karşı önlem önlem paketi açıkladı (Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 2022). Bahsedilen karşı önlemler kapsamında Çin, ABD ile ortaklığı dahilindeki iklim değişikliği ile mücadele konusundaki görüşmeleri durdurma kararı aldı.

Sığınmacılar ve Düzensiz Göçmenler: DEVA Partisi Eylem Planı

Bugün Türkiye’nin en önemli sorunları nedir?” diye sorduğumuzda sığınmacılar ve düzensiz göç meselesi ilk sıralarda yerini alıyor. Metropoll araştırmanın Ağustos 2021’de yaptığı anket çalışmasına göre sığınmacıların ülkelerine dönmesini isteyenlerin oranı genel olarak %82 dolayındayken, bu oran AK Parti seçmeninde %85 olarak görünüyor. Toplumda sığınmacılara yönelik tepkiler her geçen gün artarken, politika yapıcıların bu meseleye ilişkin kapsamlı bir politika önerisi getirmekten yoksun olduğunu görüyoruz. Otobüslere bindirip geri göndeririz ile gönderemezsiniz arasında süren tartışmalar ve ayağı yere basmayan söylemler ise yaklaşan seçimlere yönelik rol çalma girişimi olarak görünürken, tüm sığınmacıları otobüslere doldurup geri göndermekten bahseden politikacıların toplum nezdinde puan kazandığı da anketlere yansıyor. Hal böyleyken kurulduğu günden bu yana daha çok ekonomik konularda öne çıkan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın geçtiğimiz gün soluna Adalet ve Hukuk Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, sağına da Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Başkanı Abdurrahman Bilgiç’i alarak açıkladığı, Sığınmacı Sorununun Çözümü ve Düzensiz Göçün Önlenmesi başlıklı eylem planı özellikle incelenmeyi hak ediyor.

Hekim Göçü Normal mi?

Bir ülkede sağlık sisteminin düzenli işleyebilmesi için sağlık çalışanlarının yeterli sayıda olmasının yanı sıra coğrafi dağılımının da dengeli olması gerekmekte fakat dünya genelinde sağlık sistemlerinde bozulmalara rastlanmaktadır. Özellikle Covid-19 pandemisinden sonra sağlık çalışanlarının uluslararası göçü giderek ivme kazanmıştır. Sağlık çalışanları neden göç ediyor? Sağlık çalışanlarının göç etmesindeki faktörler nelerdir? Sağlık sistemindeki bozulmaların önüne geçmek için ne gibi revizyonlar gerekli? Sağlık çalışanı ve hasta memnuniyeti arasındaki denge sağlanabilir mi?

Hotel Mumbai (2018)

Hotel Mumbai, yönetmen Anthony Maras’ın ilk uzun metrajlı, 2018 yapımı gerilim filmidir. Filmin genel konusunu 26-29 Kasım 2008’de Mumbai’de koordineli olarak düzenlenen 6 saldırıdan biri olan 105 yıllık Taj Mahal Otel’e yapılan saldırı oluşturmaktadır. 

Film; terörün özünde ne olduğuna ve toplumda neden olduğu ön yargılara, düşmanlığa, siyasi emeller uğruna nasıl zihin yıkadığına güzel bir örnek teşkil etmektedir. Filmde, özellikle 11 Eylül saldırıları ardından artan İslami cihadizmin sonraki 10 yıla yansımaları ve din kılıfına uydurularak nasıl kullanıldığını net bir şekilde görülebilir. 10 kişilik bir ekiple başlayan film, ekibinin yarısının diğer saldırı bölgelerine dağılması ve kalan yarısının da Taj Hotel’e gelmesiyle hareketlenmekte ve asıl olay buradan sonra başlamaktadır. Saldırıyı düzenleyenlerin organize ve planlı hareket ettiğini, örgütsel ve hiyerarşik yapılarının olduğunu, dini motifli terörizmi benimsedikleri gözlenmektedir. 

Örgüt üyeleri telefonda sürekli olarak liderleriyle görüşmektedir. Liderlerinin ise sürekli, önemle tekrar ettiği iki husus öne çıkmaktadır: Birincisi, “Allah için”; ikincisi, “Dünya sizi izliyor”. Burada terörizme kaynaklık eden ana motivasyon ile beraber 1979’da filiz veren “dini dalga” terörizmini ve yöntem olarak seçilen rastgele ateş açarak sivilleri öldürme stratejisi açıklıkla görülmektedir. Filmde, “Boğa” olarak bahsi geçen örgüt liderinin militanlarına sürekli olarak televizyona çıkacaklarını hatırlatıp durduğu ve bunu bir motivasyon kaynağı olarak kullandığı gözlenmektedir. Bu bağlamda, yeni nesil terörizmin “Çok kişi ölsün, daha çok kişi izlesin” düşüncesiyle toplumda korku salma stratejisi de gözler önüne serilmektedir. 

Örgüt lideri Boğa, müritlerini sadece dinsel açıdan değil, ekonomi eşitsizliklere yaptığı vurgu yoluyla da motive etmektedir. Saldırı sonrasında yakalanan teröristlerden biri, ifadesi sırasında liderlerinin onlara söylediği sözleri tekrarlayarak bu gerçeği gözler önüne sermektedir: “Sen Müslümansın. Kafirler seni dolandırıyor. Seni yoksulluk içinde bıraktılar. Seni arkalarında bırakıp onlar devam ettiler. Git ve cihat et.” Bu söylem, ismi devlet terörü ile özdeşleşen Nazi lideri Hitler’in Alman toplumunu Yahudilere karşı dolduruşa getirirken kullandığı yönteme benzemesi bakımından ayrıca önem teşkil etmektedir.

Tüm bunların yanında, Hotel Mumbai filmi, Hindistan’ın, bahsi geçen dönemde terörle mücadele ve güvenlik politikaları konularında ne kadar geri kaldığını yansıtmaktadır. Mumbai kentinde kalifiye güvenlik kurumların ya da özel kuvvetlerin bulunmaması, en yakındaki kuvvetlerin filmde de belirtildiği üzere “1287 kilometre ötedeki Yeni Delhi’de” bulunması ve buradaki güvenlik güçlerinin saatlerce uzaklıktaki Mumbai’ye gelmesinin beklenmesi Hindistan güvenlik politikalarındaki bir açığı işaret etmektedir. Hotel’i çembere alan, zaten üç beş kişi olan polis gücünün yeterli ve kaliteli silah ve mühimmata sahip olmaması da yine bu bağlamda bir zafiyeti temsil etmektedir. Özel kuvvetlerin hotele en erken, saldırılardan 12 saat sonra girebilmiş olması Hindistan toplumu adına son derece üzücüdür. 

Mumbai saldırısında, 11 Eylül olaylarını anımsatan iki benzerlik tespit edilebilir. Bunlardan ilki, El Kaide ABD’deki Dünya Ticaret Merkezi’ni hedef alırken, filmdeki militanların Hindistan’ın “finansal” merkezi Mumbai’yi hedeflemesidir. İkinci bir dikkat çekici benzerlik ise, İkiz Kuleler saldırısının hafızalara kazıdığı üzere, Taj hoteldeki patlamalar ve militanların döküp ateşlediği benzinler sonucu alev alan hotelin camlarından atlayan insanların görüntüleridir. Rus karakter üzerinden Sovyetler Birliği’ne yapılan gönderme ve militanlar Hint asıllı olmalarına rağmen Afganistan’daki insanların “kardeşimiz” olarak bahsedilmesi yine kayda değer niteliktedir.

Filmdeki bir diğer önemli kısmı ise, terörizmin dini inancı nasıl kendi amacı için kullandığı oluşturmuştur. Özellikle iki sahne bu açıdan büyük önem taşır. Bunlardan ilki, militanlardan en genç olanın bir kadını öldürdüğü sahne. Örgüt lideri “Boğa”, militanına bir kadının üstünü aramasını emredince militan bunun dinen uygun olmadığını, kadına dokunmayacağını dile getirir. Bu noktada Boğa’nın oldukça çarpıcı nitelikte bir cevap verir: “O kafir. Günaha girmiş sayılmazsın.” Böylece din, muhatap aldığı kişiye göre ayarlanabilen, değiştirilebilen bir forma büründürülmüş olur. 

Müslüman bir kadın olan Zahra’nın ölmek üzere olduğu sahne de yine dinin araçsal kullanımı açısından çarpıcı bir sahne olarak karşımıza çıkar. Bir önceki sahne de olduğu gibi genç militana sıra sıra insanları öldürmesi emredilmiş, sıra Zahra’ya geldiğinde, kadın dua etmeye ve Kur’an’dan bazı ayetler okumaya başlar. Militan buna şaşırarak ne yapacağını bilemez ve tetiğe basamaz. Boğa ise ona bunu yapması konusunda baskı yapar. Militan, “Kadın Müslüman. Allah’a dua ediyor” der ancak Boğa “Ne olmuş Müslümansa. Sen görevine odaklan” şeklinde tepki gösterir. 

Medya faktörü terörizm çalışırken ele alınması gereken bir başka noktayı oluşturmaktadır. Teröristler giriştikleri büyük çaplı saldırılarla duyulmak ve mesajlarını yaymak gayesi ile hareket ederlerken, medya ise bu saldırıları daha fazla tık ya da reyting alma uğruna pazarlamayı amaçlamaktadır. Saldırıdan 5 saat sonra, hâlâ güvenlik güçleri saldırganları zapt edememişken, televizyon spikerinin şovenist bir şekilde “Mumbai sokaklarındaki terör saldırıları ayrım gözetmeksizin devam ediyor ve bitecek gibi de görünmüyor” demesi bu kapsamda değerlendirilebilir. Güvenlik güçleri saldırı sonrası halkı sakin olmaya çağırırken medya ise işlerin daha kötüye gideceğiyle ilgili insanları korkutarak kendi kârını gözetmektedir. 

Son olarak, filmin gözler önünde serdiği çok vurucu bir noktayı daha hatırlatmakta yarar var: Filmin ana karakterlerini oluşturan İran asıllı bir Müslüman olan Zahra ve Arjun’un saldırı sonrasında yaşadıkları önyargı ve ayrımcılıktır. Bir grup hotel müşterisinin kaçıp gizli bir odaya sığındığı anda, aralarından bir İngiliz’in Zahra’nın Farsça konuşması sebebiyle onu “Sen de onlardansın!” diyerek terörist olmakla suçlaması ve daha sonra aynı tavrı, Sih olduğu için başına sarık dolayan ve sakalları olan Arjun’a da göstermesi terörizme kaynaklık eden toplumsal faktörleri adeta su yüzüne çıkarmaktadır. Daha sonra Arjun’un Sih inancı nedeniyle çocukluğundan beri o sarıkla gezdiğini, aksi hâlde ailesinin ondan utanacağını ve kendisini rahatsız ediyorsa sarığını çıkarabileceğini söylemesi üzerine kadın duygulanarak özet niteliğindeki şu sözleri sarf eder: “Hayır. Sadece korkuyorum.”

Sonuç olarak, korkutanlar, korkanlar ve korkunun mağduru olanlar… Hotel Mumbai terörizmin bu üç figürünü de içinde barındırarak izleyiciye konuya dair geniş bir bakış açısı sunuyor. 

Dilruba YILDIZ

Terörizm Araştırmaları Stajyeri