Home Blog Page 21

TUİÇ Akademi 2023 O-Staj Burs Başvuruları Başladı!

0

2023 yılı sertifikalı O-Staj programlarımız için burs başvuruları başladı! Seçilen 15 kişi 2023 yılı içerisinde bir programa burslu olarak katılabilecek. Başvuru yapmak için lütfen aşağıdaki başvuru formunu doldurunuz. 

NOT: Burslu olarak kabul edilenlerin hakları devredilemez.

SON BAŞVURU: 30 Kasım

SONUÇLARIN DUYURULMASI: 4 Aralık

Başvuru Formu

Çeviri: Neoliberalizmden Sonra

Bu hafta TUİÇ Akademi’de Neoliberalizm Dosyası’nı açıyoruz. Bu dosyada; öncelikle neoliberalizme dair güncel tartışmalara, konuya yön veren yazarların görüş yazılarına ve söyleşilerine yer vermeyi amaçlıyoruz. Haftalık olarak yayınlanacak Neoliberalizm Dosyası, bu tartışmaları toparlayan ve yıkılmakta olan küresel neoliberal düzenin yakın gelecekteki alternatiflerine ışık tutmayı hedefleyen bir görüş yazısıyla sonuçlanacak. İyi okumalar dileriz. 

Bu yazı, Rana Faroohar’ın ‘Foreign Affairs’ için kaleme almış olduğu “After Neoliberalism: All Economics Is Local” başlıklı görüş yazısından çevrilmiştir. Yazının aslına aşağıdaki bağlantıdan erişebilirsiniz.

After Neoliberalism: All Economics Is Local

“Tüm ekonomi yereldir.”

Neredeyse 40 yıldan beri ABD’li politika yapıcılar, dünya sanki düzmüşçesine hareket ettiler. Neoliberal ekonomik düşüncenin başat akımına kapılıp; sermayenin, malların ve insanların herkes için en verimli olacakları yere gideceklerini varsaydılar. Eğer şirketler istihdamı en ucuz olduğu yerlerde yani denizaşırı ülkelerde yaratırlarsa, tüketicinin faydası yurt içindeki istihdam kayıplarına göre daha ağır basacaktı. Ayrıca eğer hükümetler ticaret bariyerlerini azaltır ve sermaye piyasalarını gevşetirlerse para yine en çok ihtiyaç duyulan yere akacaktı. Politika yapıcıların coğrafyayı hesaba katmasına gerek yoktu, zira görünmez el her yerde iş başındaydı. Başka bir deyişle, mekânın bir önemi yoktu.

The Baader Meinhof Complex (2008)

Yapım Adı: The Baader Meinhof Complex (Bir Terör Filmi) 

Yapım Yılı: 2008

Yönetmen: Uli Edel

Tür: Dram/Suç

1955 yılında başlayan Vietnam Savaşı, 1960’lı yıllardan itibaren Marksist-Leninist bir ideoloji tarzını benimseyen sol görüşlü kesimin baskıcı muhafazakâr rejime karşı gelme içgüdüsünü tetikleyen nedenlerden birisi olmuştur. Bu doğrultuda çoğunluğu anti-kapitalist ve anti-emperyalist öğrenci gruplarından oluşan sol ideolojiye sahip insanlar, protestolarını gün geçtikçe arttırmıştır. 2 Haziran 1967 tarihinde İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Batı Almanya’yı ziyaret etmesiyle protestolar düzenlenmiştir. Bu protestoya katılan insanlar, hep bir ağızdan Şah’a katil damgası vuran nitelikte sözlerde bulunmuş ve adaletsiz sistemden rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir. Dönemin baskıcı polis devleti, protestoları çok şiddetli bir şekilde bastırma ve güvenlik güçlerine verdiği emirlerle yoğun bir şiddet politikasını benimseme kararı almıştır. Yaşanan bu kaos ortamı içerisinde protestoculardan biri olan Benno Ohnesorg polis tarafından öldürülmüştür. Batı Almanya basını öğrencinin kendisini vurduğunu iddia ederek protestocuyu polisin öldürmediğini söylemiştir. Bu durum dönemin şartları göz önüne alındığında bizlere hem polis devletin gücünü hem de basın terörünün gerçekleştiğini göstermektedir. İşte bu olaylar silsilesi, Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) kuruluşunun temellerini atan dinamiklerden biridir. Aynı zamanda kapitalist sistemin liderliği yürüten Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) İsrail’e yoğun bir şekilde silah desteğinde bulunması, Vietnam’da binlerce kişinin ölümüne sebep olması ve sosyalizme karşı yürütmüş olduğu politikalar, RAF örgütünün kuruluş sürecini hızlandıran etkenlerdir.

Baskıcı devletin sergilediği tutuma karşı radikal solcu kesimden bir grup, faşizmin yayılmasını önlemek için bir direniş grubu oluşturma kararı alır. Grup, varlığını çarşıda kundaklama ve bazı mağazalara yönelik bombalama eylemleri yaparak devlete hissettirmeye başlar.  Komünist bir partide konuşmacı olan Rudi Dutschke, yaptığı anti-emperyalist ve anti-faşist açıklamalardan sonra silahlı saldırıya uğramıştır. Yaşanan bu olaydan sonra radikal solcu örgütlenmenin liderlerinden biri olan Andreas Baader, bu süreçten sonra bu tarz eylemlere silahla karşılık verileceğini örgüt üyelerine açıklamıştır. Bu açıklamalar, terörizmin Batı Almanya’da ilerleyen dönemlerde büyük bir sorun haline geleceğinin ilk sinyalidir. Batı Almanya’daki adaletsiz ve ahlaksız sistem anlayışının değişmesinin gerekliliğini şiddetli bir şekilde savunan Andreas Baader, devrimsel güç kavramından bahsederek baskıcı devlete karşı gelinmesi gerektiği fikrini ortaya atar. Gudrun Ensslin, Holger Meins ve Ulrike Meinhof gibi gelecekte RAF’ın asıl önder kadrosunu oluşturacak isimler de bu fikre katılmaktadır. Yaklaşık 10-50 üyesi olduğu bilinen örgüt, ayrıştırıcı kimlik siyasetinden ve bürokrasinin radikal şekilde politikleşmesinden dolayı yürüttükleri silahlı ve politik eylemleri arttırma kararı almıştır. Bu doğrultuda aynı anda üç banka soygunu gerçekleştirilmiş ve “halkın düşmanlarını soyun” sloganları kullanılarak medya aracılığıyla hem devlete hem de halka mesaj gönderilmiştir. RAF’ın kurucu üyelerinden olan Andreas, yapılan bir polis kontrolünde yakalanmıştır. Bunun üzerine hapse atılmış ve örgüt üyeleri Andreas için bir kaçış planı hazırlığı yapmıştır. 1970 yılında üç güvenlik görevlisinin öldürülmesi ve ardından Andreas’ın kaçırılmasıyla birlikte RAF, resmi olarak kurulduğunu medya aracılığıyla açıklamıştır. Örgütün üyeleri her ne kadar küçük bir nüfusa sahip olsalar da medya ve propaganda araçlarını etkili bir şekilde kullanarak yaklaşık 10 bine yakın sempatizana ulaşmıştır.

RAF üyeleri kendilerini devrimci gerilla birlikleri olarak görmüş ve yürüttükleri faaliyetleri devlete karşı bir savaş olarak nitelendirmişlerdir. Üçüncü dünya ülkelerinde meydana gelen sorunları çözmeye yönelik taleplerde bulunan ve kendilerini devrimci, özgürlükçü ve direnişçi olarak nitelendiren RAF üyeleri, devlet tarafından ise terörist statüsünde değerlendirilmiştir. Her iki tarafın da örgütü kendi çıkarlarına göre betimlemesi, terörizm kavramının uluslararası literatürde net bir tanımının olmamasından kaynaklanmaktadır. Oluşan bu ikilemi çözümlemek ve analiz etmek için terörizm kavramının arka planına ineceğim. Temelde siyasal hedeflere ulaşabilmek adına sistematik planlamayı ve stratejiyi içinde bulunduran tahrip etme faaliyetleri, bence terörizm olarak nitelendirilebilir. Bunun yanında yürütülen faaliyetlerde hem askeri hedeflerin hem de sivillerin zarar görmesi, yapılan eylemlerin terörizm kapsamında değerlendirilmesine neden olmaktadır. Bu noktada medya ve propaganda araçları kullanılarak Yeni Sol Dalga Terörizminin etkisinin yoğun bir şekilde hissedildiği görülmektedir. RAF’ın radikal bir sol ideolojiyi benimsediği, silahlı örgütlenmeye sahip olduğu, şiddet eylemleriyle korku salma amacı taşıdığı ve propaganda yöntemleri kullandığı görülmüştür. Bu unsurlar göz önüne alındığında Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun aşağıdan terörizme örnek teşkil ettiğini söyleyebiliriz.

1970 yılında RAF üyeleri, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Ürdün’de düzenlemiş olduğu askeri kampa katılmışlardır. Aldıkları birkaç aylık eğitim sürecinden sonra özellikle Amerikan üslerine bombalı saldırılar, rehin alma ve suikast eylemleri hızlı bir şekilde artmıştır. Kara Eylül grubu ve Filistin Kurtuluş Örgütü ile bağları bulunan RAF’ın yalnızca ulusal sınırlar içerisinde faaliyet gösterdiği söylenemez. Stockholm’deki Alman Büyükelçiliği’ne yapılan terör saldırısını üstlenen RAF, örgütün hem devrimci hem de uluslararası terörizme uyan davranışlarda bulunduğunu kanıtlamaktadır.

Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun kuruluşundan yaklaşık üç yıl sonra devlet, terörist örgütle mücadele konusunda ciddi bir ilerleme kaydederek stratejik istihbarat çalışmalarını başarılı bir şekilde yürütmüştür. Örgütün önde gelen isimlerini gören ve onları ihbar eden kişilere çok ciddi miktarda para ödülü vadeden devlet, aynı zamanda yürütmüş olduğu sıkı güvenlik ve kontrol politikaları sayesinde RAF’ın kilit isimlerini yakalamayı başarmıştır. RAF’ın birinci kuşak diyebileceğimiz önder kurucularının ve çok önemli pozisyonlardaki üyelerinin tutuklanması veya öldürülmesi, şüphesiz örgüte yapılmış en önemli darbelerden bir tanesidir. İkinci kuşak RAF üyeleri, tutsakları hapishaneden çıkarmak için rehin alma gibi çeşitli eylemlere başvursa da sonuç alamamışlardır. LH181 uçuş numaralı Lufthansa uçağının hem RAF hem de Filistin Kurtuluş Örgütü üyelerince kaçırılması, hapishanede bulunan RAF üyelerini dışarıya çıkarmaya yetmeyecek başarısız bir eylem olarak kalmıştır. Bu olaydan sonra önde gelen RAF üyelerinin kolektif bir şekilde intihar ettiği kamuoyuna açıklanmıştır. Hapishanede RAF üyelerine yönelik çok sıkı bir tecrit politikasının da uygulandığı gözlemlenmiştir. Örgüt üyelerinden bir tanesi ölmeden önce arkadaşına gönderdiği mektupta kesinlikle intihar etmeyeceğini, olası ölümünden ise devletin sorumlu olacağını belirtmiştir. İlaveten, intihar olgusuna yönelik kanıtların yetersiz kalması, yaşanan ölümlerin belki de intihar olmadığı düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Bu konuya yönelik net bir kanıt bulunmasa da bu durum medyada yoğun tartışmalara sebep olmuştur.

Ulrike Meinhof “Bir taş atılırsa bu cezalandırılması gereken bir davranıştır, bin taş birden atılırsa bu politik bir eylemdir” sözünü dile getirmiştir. Bu sözler kapsamında kuruluşunu tamamlayan RAF, yeni sol dalga terörizminin çok net bir örneği olduğunu bu filmde bizlere göstermektedir. Özellikle 1970 ve 1980’li yıllarda faaliyet gösteren sol radikal görüşe sahip RAF, tarihe adını yazdıran ve tüm dünyaya kendini duyurmaya başarmış bir terör örgütüdür. Her ne kadar sempatizan sayısının on binlere kadar ulaştığı varsayılmış olsa da aktif olduğu bilinen üye sayısı 50’yi geçmemiştir. Peki RAF, devlete ve sisteme karşı bu kadar az kişi ile gerçekleştirdiği başkaldırının başarısını neye borçluydu? Ayrıca RAF bu kadar az üyeye sahipken Batı Almanya’da nasıl bu kadar tanınır olmuştur? RAF’ın bunu ustaca kullanılmış propaganda ve medya tekniklerine borçlu olduğunu düşünüyorum. Küreselleşmenin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra hız kazanması ve kelebek etkisi şeklinde yaşanan olaylar silsilesinin bir diğer ülkeye hızlıca sıçraması, bizlere terörizm faaliyetlerinin uluslararası boyutunu göstermiştir. Kızıl Ordu Fraksiyonu, baskıcı polis devlete karşı istediği başarıları tam anlamıyla elde edememiş olsa da döneminin en etkili sistem ve devlet karşıtı örgütü olmuştur. Üçüncü kuşak RAF üyelerinin eski motivasyonunu kaybetmesi, öldürülmesi ve hapse atılması süreçlerinden sonra RAF, 1998 yılında resmi olarak örgütün feshedildiğini duyurmuştur.

Emircan SARI

Terörizm Araştırmaları Staj Programı

Demokrasinin Ölümü

Demokrasinin beşiği olarak kabul edilen İngiltere’de iki ayda üçüncü bir başbakanın iktidara gelmesi, ülke içinde ve dünya kamuoyunda birçok tartışmaya sebep oldu. İngiltere’nin bu günlerde, “Rishi Sunak’ın 730 milyon sterlinlik serveti onu başbakan olamayacak kadar zengin yapıyor mu?” sorusuna cevap aradığını söyleyebiliriz. Özellikle milyonlarca İngiliz’in yaşam maliyeti kriziyle mücadele ettiği bir dönemde, tarihte ilk kez 10 No’lu Downing Street’in sakinleri Buckingham Sarayı’ndaki hükümdardan daha zengin olması, çoğu kesimi rahatsız etmiş gibi görünmekte (Guardian, 2022). Tartışmaların ekonomik boyutu önem taşımakla birlikte, Sunak’ın seçim olmaksızın iktidara gelmesi ise ayrı bir kriz konusu olarak değerlendirilmektedir. Son birkaç yıla bakıldığında, demokrasinin beşiğinde, başbakanların peşi sıra istifaları ve beraberinde yaşanan siyasi çalkantılar fazlasıyla yer almaktadır. Bu durumun, siyasi açıdan istikrarsızlık yarattığı düşüncesi ise çoğunluğun oyunu almış durumdadır.

2016 yılında Başbakan David Cameron, Brexit referandumunda Avrupa Birliği’nden ayrılma kararının çıkmasının ardından görevinden istifa etmişti. Brexit tartışmaları devam ederken, başbakanlık makamına Theresa May geldi. Ama May hükümetinin ömrü uzun olmadı. May 2019 yılında Kraliçe Elizabeth’e istifasını sundu ve yerine Boris Johnson atandı. Johnson iktidarı süresince çok kez, farklı konularda gündeme geldi. Özellikle COVID-19 kısıtlamaları döneminde Başbakanlık Konutunda verilen partiler sebebiyle yoğun istifa baskısı altında kalmıştı. Öte yandan 2022 yılında İngiltere tarihi bir enflasyon rakamıyla ile karşı karşıya kaldı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında, benzin ve gıda fiyatlarında artışa neden olması gibi faktörlerin çoğu Johnson’ın dışında gerçekleşse de, hükümetin vergi artırma gibi kararları hayata geçirmesi Johnson hükümetinin kararlarını sorgulattı. Johnson istifasının perde arkasını bunlar oluştursa da bardağı taşıran son damla kabinesindeki 5 bakan ve 50’nin üzerindeki bakan yardımcısı ve hükümet görevlisinin istifası oldu. Özellikle Johnson’a yakın Maliye Bakanı Rishi Sunak ve Sağlık Bakanı Sajid Javid’in eş zamanlı istifası, kamuoyunda Johnson’a yönelik, parti kontrolünü kaybettiği gerekçesiyle görevi bırakma çağrısı yapılmasına neden oldu. Boris Johnson parlamentonun güvenini kaybetmesinin üzerine Temmuz ayında görevinden istifa etti (BBC News Türkçe, 2022a).

Johnson’ın Muhafazakar Parti liderliğinden istifası sonrasında, Johnson’ın yerini almak için mücadele eden Liz Truss, 5 Eylül’de rakibi Rishi Sunak karşısında seçimi kazanarak ve parti üyelerinin oylarının çoğunluğuyla, Margaret Thatcher ve Theresa May’den sonra İngiltere’nin 3. kadın başbakanı olarak kayıtlara geçti. Fakat Truss İngiltere tarihinde en kısa süre görev yapan başbakan oldu. Truss’ı istifaya götüren sürece baktığımızda, Johnson’la eşdeğer olarak hayat pahalılığı ve vergi artışı gösterilmektedir. Oysaki Truss, seçim kampanyası sürecinde sıklıkla “vergi indirimleri” vaadini ön plana çıkarmıştı. Truss’ın kamuoyu tarafından, ekonomik ve bütçe düzenleme planlarına yönelik sert eleştirilere maruz kalması, Maliye Bakanlığında görev değişimine gitmesine sebep oldu. Fakat tüm bunlar hükümete olan güvensizliği ve eleştirileri azaltmayınca, Başbakan Truss “Biliyorum ki… Bu durum göz önüne alındığında, Muhafazakar Parti tarafından seçildiğim görevi yerine getiremiyorum” sözleriyle istifasını sundu. BBC’nin Baş Siyasi Muhabiri, Truss’un istifası hakkında, “benzeri görülmemiş bir durum ve Başbakan olarak benzeri görülmemiş bir kısa görev süresi ve İngiliz siyasetinde benzeri görülmemiş bir kriz” olduğunu ifade etti (National Review, 2022).

Truss’ın ardından, daha önceki seçimde Truss ile yarışan ve seçim yarışını kaybeden Rishi Sunak Kral 3. Charles ile bir araya gelerek, Kral’dan hükümeti kurma görevini aldı ve İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’in 8 Eylül’de hayatını kaybetmesinin ardından tahta geçen “Kral 3. Charles’ın hükümeti kurma görevini verdiği ilk başbakan” olarak tarihe geçti (Euronews, 2022). Ancak yeni Başbakan Sunak’ın seçim olmaksızın iktidara gelmesi, siyasi çalkantıları da beraberinde getirdi. Başta İngiltere olmak üzere dünya kamuoyunda Sunak, “seçilmemiş başbakan”, “sana kim oy verdi?”, “demokrasinin ölümü” ve “Kral’dan bile zengin” gibi ifadelerle anıldı. Bir başka açıdan ise, Hint kökenli Sunak’ın İngiltere tarihinin ilk beyaz olmayan başbakanı olması İngiltere’de çok kültürlü demokrasinin gelişimi açısından umut verici olarak değerlendirildi (BBC News Türkçe, 2022b). 

Özellikle Kraliçe Elizabeth’in ölümünden kısa süre sonra, yeni başbakanın hem siyasi hem ekonomik açıdan İngiliz siyasetinin gündemine oturması, kamuoyunda daha önce de yaşanmış başbakanlık atamalarına yönelik yapılan demokrasi tartışmalarını tekrardan alevlendirmiştir. Johnson istifasını henüz atlatamamışken malumun ilanı olarak değerlendirilen Truss istifası sonrasında, seni kim seçti tartışmalarının başrolü olan ve İngiliz halkının yüksek enflasyon sebebiyle gitgide yoksullaştığı bir dönemde Kral Charles’dan bile fazla servete sahip olan Sunak’ı bu açıdan, yoğun bir hesap verme süreci beklemektedir. 

Sonuç olarak, İngiliz siyaseti bugünlerde, demokrasinin temel yapı taşlarından biri olan hesap verilebilirliği odak noktası haline getirmiş durumdadır. Gelecek dönemde İngiliz siyasetinin hangi şekle bürüneceği merak uyandırmakla birlikte, mali açıdan ülkedeki durumun değişip değişmeyeceği veya bu durumun tekrardan bir başbakan istifası ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağı hususu bir endişe kaynağı olarak görülmektedir.

Yonca DEMİR

Kaynakça:

BBC News Türkçe. (2022a, 30 Ekim). Boris Johnson neden istifa etti? Boris Johnson neden istifa etti? – BBC News Türkçe

BBC News Türkçe. (2022b, 30 Ekim). Rishi Sunak’ın başbakan olma süreci İngiltere’de neden ‘demokrasi’ tartışması yarattı?  Rishi Sunak’ın başbakan olma süreci İngiltere’de neden ‘demokrasi’ tartışması yarattı? – BBC News Türkçe

Euronews. (2022, 2 Kasım). İngiltere’nin yeni başbakanı belli oldu: Hink kökenli Rishi Sunak.  İngiltere’nin yeni başbakanı belli oldu: Hink kökenli Rishi Sunak | Euronews

National Review. (2022, 5 Kasım). Liz Truss Resigns as Prime Minister after Shortest Tenure in U.K. History. Liz Truss Resigns as U.K. Prime Minister | National Review

The Guardian. (2022, 6 Kasım). Does Rishi Sunak’s £730m fortune make him too rich to be PM. Does Rishi Sunak’s £730m fortune make him too rich to be PM? | Rishi Sunak | The Guardian

TUİÇ DENEME YARIŞMASI

2

TUİÇ Deneme Yarışması başlıyor! Aşağıda bulunan kurallar çerçevesinde seçeceğiniz 1 konuda deneme yazmanız gerekmektedir. Kazanan ilk üç kişi, TUİÇ Akademi’ de O-Staj programında seçeceği bir alanda online staj yapma fırsatı yakalayacaktır. Ek olarak kazananlar dışında beğenilen üç deneme, TUİÇ internet sitesinde paylaşılacak ve tebrik belgesi gönderilecektir. Denemelerin değerlendirilmesi kurallar çerçevesinde bir puanlama sistemiyle yapılacaktır. Yarışma 7 Kasım tarihinde başlayıp 1 Aralık tarihinde sonlandırılacaktır. Başvuru sonuçları 10 Aralık tarihinde açıklanacaktır. Başvuru için yazdığınız metni PDF olarak, [email protected] mail adresine, TUİÇ Deneme Yarışması başlığıyla göndermeniz gerekmektedir. TUİÇ Deneme Yarışması TUİÇ Deneme Yarışması TUİÇ Deneme Yarışması

KONULAR

  • Türkiye’ de gençlik katılımını artırmaya yönelik STK’ların faaliyetleri
  • Kadın ve çocuk hakları ihlallerine yönelik yapılan/yapılabilecek çalışmalar
  • Yabancı uyruklu bireylerin sosyal uyumunu desteklemek için yapılan/yapılabilecek çalışmalar
  • Engelli bireylerin katılımını artırmaya yönelik yapılan/yapılabilecek çalışmalar
  • Sporun günümüzdeki evrimi ve yaşamımızdaki önemi
  • Türkiye’nin çevre alanında imzaladığı sözleşmeler ve yaptırımlarına yönelik araştırma
  • İnteraktif eğitim metodunun kişinin gelişimi ve öğrenme hızı üzerine etkisi ile ilgili araştırma
  • 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri çerçevesinde Türkiye ve AB’nin işbirliğine yönelik araştırma

KURALLAR

  • Denemeleriniz 1000-1500 kelime aralığında olmalıdır.
  • Deneme “Giriş-Gelişme-Sonuç” bölümlerinden oluşmalıdır.
  • Yazı tipi boyutu “11 Punto” olmalıdır.
  • Yazı tipi olarak “Times New Roman” kullanılmalıdır.
  • Denemede benzerlik oranı en fazla %20 olabilir.
  • Yararlandığınız kaynakları belirtmeniz beklenmektedir.
  • Denemeler Türkçe veya İngilizce dillerinde yazılabilir.

KAZANANLAR

  • TUİÇ O-STAJ programında ücretsiz bir şekilde, 2023 Ocak ayında istedikleri alanda yapmak üzere yararlanacaklardır (Zorunlu okul stajı olarak yapabilirsiniz).
  • Staj belgesi verilecektir.

Suriyeli Göçmen Çocuklar Arasında Okullaşma ve İşçilik

Özet

Suriye iç savaşı ile başlayan kitlesel göç akınıyla pek çok Suriyelinin hayatında köklü    değişimler gerçekleşmiştir. Bu değişimler arasındaki en radikal olanı ise gündelik problemlerin yerini hayatta kalma becerilerine bırakmasıdır. Göç akınıyla Türkiye’ye gelen Suriyeli çocukların eğitim haklarından vazgeçmek zorunda kalıp çalışmaya başlaması bu değişimin önemli bir örneğidir. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz dönemi de bu “uysal” çocuk emeğine talebi arttırmıştır. Bu çalışmanın amacı Türkiye’nin Suriyeli çocuklara yönelik eğitim ve çocuk işçiliği politikalarını, Suriyeli çocuklar arasında okullaşma ve çocuk işçiliğini oranlarını, Suriyeli çocukların eğitim ve çalışma hayatlarındaki şartları ve bunların medyaya yansımalarını incelemektir.

Anahtar Kelimeler: Çocuk İşçilik, Eğitim, Okullaşma, Suriyeli Çocuk İşçiler, Göç.

Abstract

With the mass migration influx that started with the Syrian civil war, radical changes took place in the lives of many Syrians. Among the most important changes is the change in the survival practices of Syrians. After migration, Syrian children without security have had to work in order to survive and have been deprived of their basic right to education. The period of the economic crisis that Turkey is in has also increased the demand for this “docile” child labor. The aim of this study is to examine Turkey’s education and child labor policies for Syrian children, the rates of schooling and child labor among Syrian children, the conditions in the education and working life of Syrian children, and their reflections on the media.

Keywords: Child Labour, Education, Schooling, Syrian Child Workers, Migration.

Giriş

Göç, insanlık tarihi kadar eski bir olgudur ancak yazın alanında “göç” kavramının kullanılması 19. yüzyılda modern ulus devletlerin kurulması ile başlamıştır. 1980’lerden itibaren Türkiye, dünyanın siyasi dönüşümünden dolayı Batı’ya açılan transit göç alanına dönüşmüştür (Wimmer ve Schiller, 2003).

2011’de Orta Doğu’da baskıcı rejimlere karşı meydana gelen hareketlilik olarak ortaya çıkan Arap Baharı, Suriye’de; Tunus, Libya ve Mısır’daki gibi yönetilemediğinden muhalifler ve rejim arasındaki silahlı çatışma önce iç savaşa daha sonra farklı ülkelerin olaya dahil olmasıyla vekalet savaşına dönüşmüş ve pek çok Suriyeli başta Türkiye olmak üzere farklı ülkelere göç etmiştir. Türkiye; Doğu ve Batı arasında bir köprü vazifesi görmesi, açık kapı politikası ve Orta Doğu’daki diğer ülkelere göre daha iyi yaşam standartlarına sahip olması sebebiyle pek çok göçmen tarafından tercih edilmiş, bu da Türkiye’yi dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumuna getirmiştir. İç savaş kaynaklı Suriyeli göçü, başta çocuklar, yaşlılar ve kadınlar gibi dezavantajlı gruplar olmak üzere göçmenleri kötü yönde etkilemiştir (Aytaç ve Kılınç, 2020: 382).

Dezavantajlı göç grupları arasında Suriyeli çocuklar eğitim, sağlık ve barınma gibi temel haklardan mahrum kalmıştır (Lordoğlu ve Aslan, 2018: 727-729). Suriyeli çocukların hassas ve güvencesiz durumları onları kapitalist emek piyasası için biçilmiş kaftan haline getirmiş ve işverenler çocuk göçmenleri sömürerek kendilerine kazanç kapısı aralamaya başlamıştır (Aytaç ve Kılınç, 2020: 398). Göçler ve doğumlarla Türkiye’de giderek artan Suriyeli çocuk nüfusu, Suriyeli çocuklar arasında okullaşma ve çocuk işçiliği meselesini masaya koyma ihtiyacını doğurmuştur.

1. Suriyeli Göçmen Çocuklar ve Okullaşma

Eğitim hakkı; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek Protokol maddesiyle garanti altına alınmıştır.  (OHCHR) Bu sözleşmelere göre; eğitim kapsayıcı, kabul edilebilir, erişilebilir ve uyarlanabilir nitelikte olmalıdır. Türkiye, dünyada 1,6 milyon çocuk ile dünyada en çok mülteci çocuğu ülkesinde barındıran ülkedir (Alış ve Düzel, 2018: 266).

Yaş

Erkek

Kadın

0-4

239.943

221.938

5-9

246.563

231.110

10-14

196.476

181.275

15-18

157.378

128.207

Toplam

840.360

762.530

Tablo 1: Türkiye’deki 0-18 Yaş Arası Kayıtlı Suriyeli Göçmen Çocukların Sayısı

Kaynak: http://www.goc.gov.tr/icerik3/gecici-koruma_363_378_4713 

Millî Eğitim Bakanlığı verilerine göre, Suriyeli çocukların eğitim ihtiyaçları günden güne artmaktadır. Bu sebeple Millî Eğitim Bakanlığı, Suriye’den gelen göçün başından beri farklı eğitim politikaları yürütmektedir. Bu politikaları; belirsizlik dönemi, arayış dönemi ve planlı uyumlaştırma dönemi olarak incelemek mümkündür (Kula ve Şimşek, 2018: 10-16).

Belirsizlik Dönemi: Bu dönemde Türk kamuoyu ve yetkililerinde Suriye’deki halk ayaklanmalarının kısa süreceği ve göçmenlerin yakın zamanda ülkelerine döneceği kanısı hâkim olduğundan Suriyeli çocukların eğitimi göz ardı edilmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı; 2012’de kamplarda Suriyeli çocuklara, kendi ülkelerindeki müfredata göre eğitim imkanları oluşturmaya çalışmıştır ancak 2013’te göçmen sayısının artmasıyla eğitim politikasında değişim çalışmaları başlamıştır.

Arayış Dönemi: 2013’te iç savaşın ülke geneline yayılması ve hızlı göç dalgası sebebiyle Türkiye göçmenlerin eğitiminde sistematik bir yaklaşım gütmüştür. Nisan 2013’te 6458 numaralı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu çıkartılmış ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur. Kanundaki 34. madde ile göçmen çocuklara ikamet izni olmadan ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde eğitim hakkı tanınmış, 59. Maddede ise Millî Eğitim Bakanlığına Suriyeli çocukların eğitim haklarını korumak için gerekli önlemleri alma sorumluluğu verilmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı; eğitim politikasını karşılıklı uyum ve kültürlerarası iletişim, özel durumdaki çocukların eğitime erişimi, ayrımcılık ve çatışma karşıtı ilkeler üzerine kurmuştur. Eylül 2014’te yayımlanan “Yabancılara Yönelik Eğitim Öğretim Hizmetleri” genelgesinde ise mülteci çocukların eğitim hakkı güvence altına alınmış ve eğitimlerine Geçici Eğitim Merkezlerinde devam etme imkânı sunulmuştur.

Planlı Uyumlaştırma Dönemi: 2015’ten sonraki dönemde savaşın daha geniş çaplı bir hale gelmesiyle Suriyeli göçmen sayısı giderek tırmanmıştır. Sığınmacıların sayıca fazla oldukları yerlerdeki nüfus yapısına etki etmesi, yaşadıkları zor koşulların şiddet ve çeteleşme riskini artırması, düşük gelir grubunda yer almaları, yaşadıkları dışlanmışlık ve kimlik bunalımı, sığınmacılar ve halk arasındaki kültürel ve mezhepsel farklar ve Türk kamuoyu ile politika yapıcılarında sığınmacıların kalıcı olacağı kanısı; Suriyeli sığınmacı konusunu toplumsal, politik, ekonomik, emniyet ve adaptasyon meselesi haline getirmiştir. Bu sebeple hükûmet, Suriyelilerin sadece ana gereksinimlerini karşılamaya yönelik politikalarından vazgeçmiş ve entegrasyon amaçlı politikalar gütmüştür. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Çocuk Hakları Komiteleri, Türk ve Suriyeli çocukları bir araya getirerek çocuklar arası toplumsal uyumu sağlamaya yönelik çalışmalar yapmaktadır. Ancak bu çalışmada yer alan çocuk sayısı oldukça azdır. 2019 Stratejik Planı’nda ilk kez göçmen çocukların eğitimine yönelik entegrasyon odaklı projelerden bahsedilmiştir. Uyum sorununun ana kaynağı dil farkı olduğundan problemin giderilmesine yönelik Türkçe dersler zorunlu hale getirilmiştir.

Yıllar

Resmi Okul

Geçici Eğitim Merkezi

Açık Okullar

Kayıtlı Toplam

Çağ Nüfusu

Okullaşma Oranı

2014-2015

40.000

190.000

230.000

756.000

%30

2015-2016

62.357

248.902

311.259

834.842

%37

2016-2017

201.505

291.039

492.544

833.039

%59

2017-2018

372.726

221.586

9.617

603.929

976.200

%62

2018-2019

633.271

25.278

26.179

684.728

1.082.172

%63

Tablo 2: Yıllara Göre Türkiye’de Eğitime Erişen Suriyeli Öğrenci Sayısı (MEB, 2020)

Kaynak: https://hbogm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2020_01/27110237_OCAK_2020internet_BulteniSunu.pdf 

2016 yılında düzenlenen Uluslararası Göç ve Güvenlik Konferansı’nda aktarılan verilere göre Suriye’den göçen 900.000 öğrenciden 509 bini (%57,4) eğitimine devam etmektedir (Aslan ve Lordoğlu, 2018: 724). 2017-2018 eğitim yılında ise 1 milyon Suriyeli çocuktan 400.000’i okula kayıt olmamıştır (Erdoğan, 2017: 8-9). Refakatsiz olarak göç ettiği için istatistiklere dahil olmayan çocuklar da göz önünde bulundurulduğunda okula kayıt olmayan çocuk sayısının 700 ile 800 bin arası olduğu düşünülmektedir (Taştan ve Çelik, 2017).

Suriyeli çocuklar arasında okullaşma oranının az olmasının pek çok sebebi vardır: Eğitim imkanlarına dair bilgisizlik, dil problemi, maddi sorunlar, göç ve iç savaş esnasında oluşan psikolojik travmalar ve buna bağlı uyum sorunları, ailelerin çocuklarının kültürlerini ve dilini unutacağını düşünmesi, nitelikli öğretmen eksikliği, Türk ebeveynlerin göçmenlere olumsuz bakışından kaynaklı dışlanma ve akranlar arası problemler, Suriyeli ebeveynler arası karma eğitim karşıtlığı ve özellikle kız çocuklarının eğitimi konusunda çekingen olmaları ile kız çocuklarını erken yaşta evlendirmeleri bu sebepler arasındadır (Alış ve Düzel, 2018: 266) Dolayısıyla Suriyeli çocukların eğitime katılma fırsatları Türk yaşıtlarına göre çok daha azdır.

UNHCR nin 2015 raporuna göre “eğitimi bırakma ve çocuk işçiliği” Suriyeli çocukları tehdit eden başlıca faktörler arasındadır.

Tablo 3: Suriyeli Çocukların Karşı Karşıya Olduğu Riskler (UNHCR, 2015)

Kaynak: https://www.unhcr.org/56cad5a99.pdf 

Suriyeli çocukların önemli bir kısmı maddi yetersizliklerden ötürü ilkokul eğitimini bile tamamlayamadan ailelerinin yönlendirmesi veya kendi istekleriyle “çocuk işçi” olarak işgücü piyasasına katılmaktadır (Harunoğulları, 2016: 46). ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ve UNICEF’e göre çocuk işçiliği; çocukların ailelerine maddi destekte bulunmak amacıyla eğitim ve sağlık hakkından mahrum kalarak az bir ücret karşılığında çocukluklarını çalan, özsaygıyı azaltan, fiziksel ve zihinsel gelişimlerine zarar veren güvencesiz ve tehlikeli işçiliktir (ILO, t.y.; UNICEF, t.y.).

Türkiye’de çocuklar arasında işgücüne katılanların oranı %55’tir. (TÜİK, 2012) Suriye’den iç savaş sebebiyle göç etmek zorunda kalan çocukların önemli bir kısmı refakatsiz olarak göçmüş, yalnız başına hayatta kalmaya çalışan veya savaş sebebiyle varlıklarını Suriye’de bırakan ve maddi güvencesi olmayan ailelere mensuptur. Bu faktörler Suriyeli çocukların, Türkiye’deki çocuk işçiler arasında büyük bir pay oluşturmasına sebep olmaktadır. İstihdamda yer alan Suriyeli çocukların %61,8’i erkektir, kız çocuklarındaki işçilik ise genelde ev içinde sınırlı kaldığından kız çocuklarının işçiliğine dair sağlıklı veriler yoktur (Amorim vd., 2004).

2. İşler ve Çalışma Şartları

Suriye’den göçen çocuk işçiler genellikle göz önünde olmadıkları, arka plandaki işlerde çalışmaktadır ve emekleri yurdun her yanına dağılmıştır. Şehir içi emekte sömürülen çocuklar; garsonluk, tezgahtarlık gibi işler yerine bulaşıkçılık ve hamallık gibi işler yapıp enformel hizmet piyasasının görünmez kısmını oluşturmaktadır (Akbaş ve Ulutaş, 2018, s. 169). Bu sektörlerin dışında kent yaşamında tekstil atölyelerinde, imalat fabrikalarında, inşaatlarda, otomobil tamircilerinde, demir doğrama ve mobilya atölyelerinde, boya-badana işlerinde; sokaklarda atık toplayıcı, ayakkabı boyacısı, cam silicisi, çöpçü olarak; kırsal kesimde ise tarla ve bahçelerde mevsimlik işçi olarak çalışmaktadırlar. Günde 14 saate kadar çalışabilen bu çocuklar emeklerinin karşılığını alma konusunda güçlük çekmektedir, kimi zaman eksik ücrete razı olmak zorunda kalırken bazı zamanlarda hiç ücret alamamakta ve haklarını arayamamaktadırlar (Kaygısız, 2017: 18). Emekleri, Türkiye’deki çocuk işçi yaşıtlarına göre yarı yarıya ücretlendirilmektedir (Aytaç ve Kılınç, 2020: 386). Güvencesiz iş gücü olarak istihdam edilmeleri, işveren tarafından her anlamda sömürülmelerini kolaylaştırmaktadır. Bu sebepten ötürü bazıları küçük yaşlardan itibaren ağır kimyasallara maruz kalmakta; havasız ortamlarda ve ağır şartlarda çalışmakta dolayısıyla meslek hastalıklarına açık hale gelmektedirler. Kötü çalışma koşullarının yanında işveren ve işçiler tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete (tehdit, aşağılama) maruz kalmaktadırlar.  

Bunun başlıca sebepleri, Suriyeli çocuk işçilerin işverenler tarafından itaatkâr ve ucuz işgücü olarak tercih edilmesi yani Suriyeli çocuk işçilerin emek arzında rekabet oluşturması ve özellikle refakatsiz olan çocukların istismara açık olmasıdır. Tüm bu olumsuz çalışma koşullarına ve ayrımcı davranışlara rağmen çocuk işçiler her şartta çalışmayı kabul etmek zorunda kalmaktadır. 

Eğitime katılmak yerine çalışan Suriyeli çocuklar “eğitimlerini” usta-çırak ilişkisi içinde almaktadırlar. Çocuk işgücüne katılan Suriyeli çocuk yaşı ise altıya kadar düşmüştür. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının hazırladığı 2017-2023 Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı’nda Türk yaşıtlarına göre dezavantajlı durumda bulunan Suriyeli çocukları hedef alan sayılı çalışma vardır. Raporda, saha taramasıyla Suriyeli çocukların ihtiyaçlarını teşhis etmek için illerde komisyon oluşturulduğu, ILO ile hazırlanan “Çocuk Çalıştırma Suça Ortak Olma” sloganının basılı olduğu afişlerin Suriyeli ailelere il müdürlüklerince dağıtıldığı ve ALO 183 danışma hattının Türkçe ve Arapça bilgilendirmeler yaparak halkta farkındalık oluşturmasının amaçlandığı belirtilmiştir (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 2017).

3. Suriyeli Çocuk İşçiliğinin Medyaya Yansıması

Suriyeli çocuk işçilerin medyadaki tasvirinde medya organlarının siyasi duruşuna bağlı iki ayrı kutbu görmek mümkündür. İlk kutup Türkiye’de Suriyeli çocuk işçi çalıştırıldığı tezini kabul ederken ikinci kutup bunu reddetmektedir. İkinci kutbun söylemlerinde çocuk işçiliği iddialarının Türkiye’nin düşmanları tarafından çıkarıldığını, işverenlerin sıkı bir şekilde denetlendiğini ve Türk yasalarında çocuk işçi çalıştırmanın yasak olduğu, çocuk işçiliği haberlerinin “kurmaca haber” olduğu ifadeleri yer almaktadır. Suriyeli çocuk işçilerin varlığını kabul eden haberler ise çoğunlukla dramatize edilmiş ve kişiselleştirilmiş yazıları okuyucuya sunmaktadır. Haber kaynaklarının sendika gibi örgütsel yapıların görüşlerini aktarmadığı ve karşıt görüşlere yer vermediği, kamusal sorumlulukları hatırlatmadığı ve çocuk işçiliğine karşı mücadele yollarına vurgu yapmadığı ayrıca gözlenmiştir. (Çobaner, 2016: 43).

Sonuç

Araştırma sonucunda, Suriyeli çocuklarda okullaşma oranının arttırılması ve çocuk işçiliğin bitirilmesi konusundaki çalışmaların çok değerli olsa da yeterli olmadığı tespit edilmiştir. 

Millî Eğitim Bakanlığının 2019 verilerine göre okul çağındaki Suriyeli çocukların yalnızca %63,23’ü okula devam etmektedir. Suriyeli çocukların okullaşmasını arttırmak üzere tüm eğitim kurumlarında ayrımcılığın ve ön yargının azaltılması amacıyla başta velilere eğitim verilmesi, Suriyeli ailelere yönelik eğitimin önemine dair farkındalık çalışmalarının ve ikna sürecinin başlatılması, Suriyeli çocuklar için burs olanaklarının geliştirilmesi, Suriyeli çocukların Türk eğitim sistemine dahil edilme kararının ani ve geç alınmasından kaynaklı nitelikli öğretmen ve materyal eksikliklerinin giderilmesi ve dil probleminin ortadan kaldırılması, öğretmenler ve velilerin çok kültürlü sınıflar hakkında eğitilmesi, Suriyeli ve Türk ebeveynler ile çocukların okul dışı kültür-sanat etkinlikleriyle bir araya getirilmesi gibi tedbirler Suriyeli çocuklar arasında okullaşmanın arttırılması ve çocuk işçiliğinin önlenmesi hususunda ivedilikle alınması gereken önlemlerdir. 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın özellikle Türkiye’de çocuk işçiliğini önleme çalışmalarının yanında Suriyeli çocuklar daha dezavantajlı bir grup olarak karşımıza çıktığından özellikle Suriyeli çocuk işçiliğini önlemek adına afiş ve poster dağıtımından farklı olarak işveren ve ailelere yönelik denetleyici çalışmalar yapması, Suriyeli çocuk işçiliğinin azaltılmasında önemli bir etken olacaktır. Medyanın ise Suriyeli çocuk işçiliği hususunu politik olarak değil insan hakları meselesi olarak ele alması gereklidir.

Miray AND

Ortadoğu Çalışmaları Staj Programı

Kaynakça:

Akbaş, S., & Ünlütürk Ulutaş, Ç. (2018). Küresel Fabrika Kentinin Görünmeyen İşçileri: Denizli İşgücü Piyasasında Suriyeli Göçmenler. Çalışma ve Toplum, 56(1).

Akpınar, T. (2017). Türkiye’deki Suriyeli Mülteci Çocukların ve Kadınların Sosyal Politika Bağlamında Yaşadıkları Sorunlar. Balkan ve Yakın Doğu Sosyal Bilimler Dergisi, 3(3), 16-29.

Amorim A, Badrinath S, Samouiller S, Murray U. (2004). ILO, International Programme On The Elimination Of Child Labour. Gender Equality And Child Labour: A Participatory Tool For Facilitators.

Ataman, H. (2008). Eğitim Hakkı ve İnsan Hakları Eğitimi. İnsan Hakları Gündemi Derneği.

Aytaç, Ö., & Kılınç, P. (2021). Emek Sömürüsünün Yeni Yüzü: Suriyeli Çocuk İşçiler. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 31(1), 381-404.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. (2017). Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı. Erişim Adresi: Https://Www.Csgb.Gov.Tr/Cgm/Cimup (Erişim Tarihi: 31.08. 2022).

Çobaner, A. A. (2016). Türkiye’de Çocuk İşçiliği Sorunu ve Haberlerde Suriyeli Çocuk İşçilerin İzini Sürmek. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Çalışmaları Dergisi, 5(9), 13-49.

Düzel, B., & Alış, S. (2018). Düzensiz Göçle Gelen Suriyeli Mülteci Çocuklar Bağlamında Türkiye’de Refakatsiz Göçmen Çocukların Durumu ve Başlıca Risklerin Değerlendirilmesi. Asia Minor Studies, 6.

Education Office of the United Nations High Commissioner For Human Rights. Erişim Adresi: http://www2.Ohchr.Org/English/İssues/Education/Rapporteur/İndex.Htm 

Erdoğan M. (2017). Suriyeliler Barometresi: Suriyelilerle Uyum İçerisinde Yaşamanın Çerçevesi, Değerlendirme ve Politika Önerileri, HÜGO.

Göç İdaresi Daire Başkanlığı. (t.y.). Türkiye’deki 0-18 yaş arası kayıtlı Suriyeli göçmen çocukların sayısı. Erişim Adresi: http://www.goc.gov.tr/icerik3/gecici-koruma_363_378_4713 (Erişim Tarihi: 26.02.2018).

Göç İdaresi Daire Başkanlığı. (2022). Geçici Koruma. Erişim Adresi: https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638 (Erişim Tarihi: 31.08.2022). 

Harunoğulları, M. (2016). Suriyeli Sığınmacı Çocuk İşçiler ve Sorunları: Kilis Örneği. Göç Dergisi, 3(1), 29-63.

ILO. (2015). Working Children in The Republic of Tajikistan: The Results of The Child Labour Survey 2013. International Labour Office.

ILO. (2016). The Twin Challenges Of Child Labour And Youth Employment in The Arab States: An Overview. ILO Regional Office For The Arab States; Fundamental Principles And Rights At Work Branch.

Kaya, A., Kıraç, A. (2016) İstanbul’daki Suriyeli Mültecilere İlişkin Zarar Görebilirlik Değerlendirme Raporu. Hayata Destek Derneği. Erişim Adresi: Http://Hayatadestek.Org/Yayinlarimiz/2016_İstanbul_Rapor.Pdf (Erişim Tarihi: 31.08.2022).

Kaygısız, İ. (2017). Suriyeli Mültecilerin Türkiye İşgücü Piyasasına Etkileri. Friedrich Ebert Stiftung.

Lordoglu, K., & Aslan, M. (2018). Görünmeyen Göçmen Çocukların İşçiliği: Türkiye’deki Suriyeli Çocuklar. Çalışma ve Toplum, 57(2).

Lordoğlu, S. C., Kurtulmuş, M. M. (2020). Tekstil Sektöründe Suriyeli Çocuk Emeği: İstanbul Örneği. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 42(1), 124-156. 

MEB. (2020). Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü Göç ve Acil Durum Eğitim Daire Başkanlığı. Erişim Adresi: https://hbogm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2020_01/27110237_OCAK_2020internet_BulteniSunu.pdf (Erişim Tarihi: 10.12.2019).

Santos Pais M. (2011). Global Migration Group Symposium Migration And Youth: Harnessing Opportunities For Development. Erişim Adresi: https://violenceagainstchildren.un.org/migration_and_youth (Erişim Tarihi: 27.07. 2016).

Şahankaya Adar, A. (2018). Türkiye’de Yeni Prekarya Suriyeli İşgücü Mü?. Çalışma ve Toplum, 56(1).

Şimşek, H., Kula, S. S. (2018). Türkiye’nin Göçmen Politikasında İhmal Edilen Boyut: Eğitsel Uyum Programı. Ahi Evran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2(2), 5-21.

Tarlan, K., V. (2016). The Dom Of Syria: The “Other” Refugees. Heinrich Böll Stiftung Derneği. 

Taştan, C., Çelik, Z. (2017). Türkiye’de Suriyelilerin Eğitimi: Güçlükler ve Öneriler. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Hazırladığı 2017-2023 Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı.

Tatlıcıoğlu, O. (2019). Suriyeli Çocukların İyi Olma Hallerinin İncelenmesi: Altındağ Örneği.

Toksöz, G., Erdoğdu, S. Ve Kaşka, S. (2012). Türkiye’ye Düzensiz Emek Göçü ve Göçmenlerin İşgücü Piyasasındaki Durumları. Uluslararası Göç Örgütü (IOM).

Tunga, Y., Engin, G., Çağıltay, K. (2020). Türkiye’deki Suriyeli Çocukların Eğitiminde Karşılaşılan Sorunlar Üzerine Bir Alanyazın Taraması. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 21(1), 317-333.

TÜİK. (2012). Çocuk İşgücü İstatistikleri. Erişim Adresi: Http://Www.Tuik.Gov.Tr/Pretablo.Do?Alt_İd=1007 Erişim Tarihi: 17.08.2017

Uluslararası Çalışma Örgütü. (t.y.). Çocuk İşçiliği. Erişim Adresi: https://www.ilo.org/ankara/areas-of-work/child-labour/lang–tr/index.htm (Erişim Tarihi: 31.08.2022).

UNHCR. (2015). Protecting and Supporting the Displaced in Syria UNHCR Syria End Of Year Report 2015. Erişim Adresi: https://www.unhcr.org/56cad5a99.pdf (Erişim Tarihi: 31.08.2022).

Uzun, E. M., Bütün, E. (2016). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarındaki Suriyeli Sığınmacı Çocukların Karşılaştıkları Sorunlar Hakkında Öğretmen Görüşleri. Uluslararası Erken Çocukluk Eğitimi Çalışmaları Dergisi, 1(1), 72-83.

Wimmer, A., & Schiller, N. G. (2003). Methodological Nationalism, The Social Sciences, and the Study Of Migration: An Essay in Historical Epistemology. International Migration Review, 37(3), 576–610. Https://Doi.Org/10.1111/J.1747-7379.2003.Tb00151.X 

Yanık Özger, B., Akansel, A. (2019). Okul Öncesi Sınıfındaki Suriyeli Çocuklar ve Aileleri Üzerine Bir Etnografik Durum Çalışması: Bu Sınıfta Biz De Varız!. Eğitimde Nitel Araştırmalar Dergisi – Journal Of Qualitative Research in Education, 7(3), 942-966. doi:10.14689/İssn.2148-624.1.7c.3s.3 

Dönüşen Savaşlar Değişen Aktörler: Rusya-Ukrayna Savaşından Örnekler

Devletlerarası ilişkileri ve toplumsal dinamikleri etkileyen, bu bağlamda günümüzde de varlığını devam ettiren savaş olgusu, her çağın koşullarına adapte olmayı başarmıştır. Söz konusu süreç boyunca çeşitli savaş biçimleri oluştuğu gibi, savaşın icrası da eylem ve aktör düzeyinde dönüşümsel bir rota izlemiştir. Lind ve diğerleri (1989) söz konusu dönüşümü dört nesil üzerinden değerlendirmiştir. Buna göre birinci nesil savaşlar Birinci Dünya Savaşı öncesindeki savaşları nitelemek için kullanılmıştır. Bu nesilde düşmanın direkt imhasına odaklanılmış, devlet, piyade birlikleri ile şiddeti tekeline almıştır (Hammes, 2006). İkinci nesil savaşlar, Sanayi Devrimi ile görünürlüğe kavuşmuş, daha uzun menzilli silah sistemleri ve haberleşme teknolojileri kullanılmış, süngü savaşı sembolizasyonu olan göğüs göğse çarpışmalar ön planda yer almıştır (Toptaş, 2015).

Üçüncü nesil savaş, İkinci Dünya Savaşı ile somutlaşmış, manevra yeteneğine sahip yüksek hızlı uçak-tank gibi askeri araçlar ile iletişim teknolojileri eşzamanlı kullanılmıştır. Böylelikle karşı tarafın psikolojik ve fiziksel çöküntüye uğraması amaçlanmıştır. Bu nesilde süngü savaşı (düşmanla doğrudan savaş) değil, zayıf noktalara ani saldırılar öncelenmiştir (Mevlütoğlu, 2015). Dördüncü nesil savaş ise Soğuk Savaş sonrasındaki çatışma ortamını betimlemek için ortaya konulmuştur. Bu ortamda devlet dışı silahlı yapılar (terör örgütleri, gerilla grupları, özel askeri şirketler, paralı askerler) ön planda yer almış, asker ile sivil, savaş ile barış dönemleri birbirinin içine geçmiştir. Söz konusu kavramsallaştırma savaş anlayışındaki en radikal değişime işaret etmiş, savaşlar devlet tekelinden çıkmış ve devlet-dışı yapıların da dâhil olduğu gayrinizamî bir işleyişe bürünmüştür (Gaddis, 2002; Lind, 2004).

Dördüncü nesil savaş anlayışı, yeni nesil savaş tartışmalarını beraberinde getirmiştir (Kaldor, 1999). Yeni nesil savaş ile savaşın dönüşen karakteri ve değişen aktörleri vurgulanmış; cephe, üs, askeri simetri gibi nizami savaş kavramlarının geri planda kaldığına dikkat çekilmiştir (Münkler, 2010). Yeni nesil savaşta; savaş kurallarına uyulması, savaşın ilan edilmesi, sivillere zarar verilmemesi gibi hususlara rastlanmamaktadır. Bu konuda ise yeni nesil savaşın en kapsamlı bileşeni olarak “Hibrit Savaş” olgusu ve onun temel teorisyeni Rusya karşımıza çıkmaktadır.

Hibrit savaş kavramının literatüre dâhil olarak popülerleşmesi, Hizbullah-İsrail çatışmalarını analiz eden Frank G. Hoffman (2007) tarafından gerçekleşmiş, kavramın kurumsallaşması ise Rusya Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov’un (2013) The Value of Science is in Foresight isimli çalışması ile ivme kazanmıştır. Hibrit savaş; nizami ve gayrinizamî aktörleri, simetrik ve asimetrik yapıları, geleneksel ve geleneksel olmayan taktikleri içermektedir. “Gerasimov Doktrini” olarak da ifade edilen hibrit savaş, düzenli ve düzensiz birliklerin harmonisine işaret etmektedir (Karaağaç, 2020). Bu harmoni son derece geniş seviyeli ve çok katmanlıdır. Askeri, siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve siber yöntemler/mekânlar; kara, hava, deniz ve uzay gibi geleneksel fiziki alanlar ile bütünleşmektedir (Toptaş, 2015: 4).

Hibrit savaş genellikle şu şekilde ilerlemektedir: Hedef ülke içinde protesto eylemleri başlatılır ve diplomatik, ekonomik, enformatik ve siyasi baskı uygulanır. Hedef ülke içindeki ayrılıkçı gruplar ile paramiliter yapılar senkronize edilir ve hibrit savaş uygulayan ülkenin konvansiyonel güçlerine müdahale için manevra alanı açılır. Askeri birliklerin ülkeye girişi ile de siber saldırılar ve dezenformasyon faaliyetlerine ağırlık verilir. Bütün bu süreç sorunsuz ilerlerse söz konusu ülke etki altına alınır (Karaağaç, 2020). Bu doğrultuda hibrit savaşın paydaşları; konvansiyonel savaş, propaganda/psikolojik savaş, sabotaj, ekonomik savaş, siber savaş, dezenformasyon faaliyetleri, örtülü operasyonlar ve düşük yoğunluklu çatışmalardır.

Hibrit savaş konseptinin temel uygulayıcılarından biri Rusya’dır. Buna 2008’deki Gürcistan müdahalesinde ve 2014’teki Kırım’ın ilhakı sürecinde şahit olduk. Ayrılıkçı grupların Rusya eliyle desteklenmesi, protesto eylemlerinin teşvik edilmesi, “Küçük Yeşil Adamlar” gibi gizli birliklerle örtülü operasyonlar düzenlenmesi, düşük yoğunluklu çatışmaların siber yöntemlerle eklemlenmesi, Rusya’nın 2008 ve 2014 yıllarındaki sınır ötesi hibrit faaliyetleri olarak dikkat çekmişti. 2014’te Ukrayna’nın güneydoğusundaki Donbass bölgesinde başlayan ancak 24 Şubat 2022’de sıcaklığını artıran Rusya-Ukrayna Savaşı ise hibrit savaş ortamının en güncel versiyonu olarak karşımıza çıkmış, hibrit savaş paydaşlarının tamamı pratiğe dökülmüştür.

21 Şubat 2022’de Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB), Ukrayna’dan ateşlenen silahların Rus sınırındaki FSB tesisini tahrip ettiğini ve Ukraynalı askerlerin sınır ihlali yaptığını açıklamıştır. Ukrayna ise iddiaları reddetmiş ve bunun bir dezenformasyon eylemi olduğunu ifade etmiştir (The Moscow Times, 2022). Buna karşın Rusya aynı gün, Ukrayna’da bulunan ve Rus ayrılıkçıların kendilerince ilan ettiği  Donetsk Halk Cumhuriyeti’ni ve Luhansk Halk Cumhuriyeti’ni bağımsız ülkeler olarak resmen tanıdığını duyurmuş, bölgeye ağır mekanize birlikler gönderilmiştir (BBC News Türkçe, 2022).

Hibrit savaşın önemli paydaşlarından biri olan dezenformasyon ve propaganda/psikolojik savaş faaliyetleri, 24 Şubat’ta başlayacak Ukrayna savaşını meşru gösterebilmek için Rusya tarafından tercih edilmiş, kendi sınırlarındaki FSB binasının Ukrayna tarafından sabote edildiği açıklanmıştır. Ancak söz konusu binanın ormanın içindeki metruk bir ev olduğu fotoğraflanmıştır. Dezenformasyon faaliyeti ile mağdur taraf rolünü üstlenen Rusya, “uğradığı haksızlığı” bertaraf için Donetsk Halk Cumhuriyeti’ni ve Luhansk Halk Cumhuriyeti’ni bağımsız devletler olarak tanımıştır. Böylece hem Ukrayna toplumuna ve uluslararası topluma yönelik psikolojik savaş faaliyeti yürütmüş hem de birkaç güne girişeceği işgal girişimine askeri bir cephe açmıştır.

Şekil 1: Rusya’nın FSB Binası Olduğunu İddia Ettiği Yapı (The Moscow Times, 2022).

24 Şubat 2022’de Rus tanklarının başrolde olduğu Ukrayna işgali başlamış, böylece hibrit savaşın konvansiyonel boyutu da somutlaşmıştır. Önemli bir direnişle karşılaşan Rusya, Şubat-Mayıs arasındaki süreçte 28.850 askerini, 1.278 tankını, 204 uçağını, 169 helikopterini, 13 gemisini ve 462 insansız hava aracını kaybetmiştir (Kachkachishvili, 2022). Yaşanan süreçte siber savaş faaliyetleri de dikkat çekmiştir. Rusya, Ukrayna’nın kritik altyapılarına ve kamu kurumlarının internet ağlarına şiddetli siber saldırılar düzenlemiş, Ukrayna ise Anonymous ve Cyber Partizans gibi hacker grupların desteğiyle Rusya’nın finans sektörüne, devlet televizyonlarına ve Rusya’dan Ukrayna’ya asker taşımak için kullanılan demiryolu ağlarına yönelik siber saldırılar gerçekleştirmiştir (Çelik, 2022).

Savaş ortamı dolayısıyla dünyadaki tahıl ihracatı ve petrol/doğalgaz sevkiyatı sekteye uğramış, tarım arazilerine ve tahıl ambarlarına sabotaj eylemleri de düzenlenmiştir. Rusya savaşın gidişatını kendi lehine çevirmek ve uluslararası kamuoyunu yanına alabilmek için petrol/doğalgaz kozunu ekonomik savaş boyutunda kullanmış, tarım alanlarını tahrip ederek ve limanların işleyişine müdahale ederek, küresel bir gıda ve ekonomik kriz ortamını hazırlamıştır. Dolayısıyla ekonomik savaş faaliyetleri ve sabotaj girişimleri girift bir yapıda ilerlemiştir.

Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba’nın, Rus birliklerine karşı savaşmak isteyen yabancı ülke vatandaşlarının başvurularını kabul edeceklerine yönelik resmî açıklaması (Independent Türkçe, 2022), devlet dışı silahlı yapıların başrolde olduğu düşük yoğunluklu çatışmalara ortam hazırlamıştır. Yaklaşık 20.000 kişi Avrupa ve Amerika’dan çatışma bölgesine gelmiş, savaş ortamındaki Neo-nazi grupların varlığı dikkat çekmiştir. Gerek Ukrayna safında gerekse de Rusya safında savaşan söz konusu gruplar, askeri asimetrinin seviyesini daha da artırarak örtülü operasyonların kapsamını derinleştirmiştir.

Şekil 2 Ukrayna ve Rusya Tarafında Savaşan Neo-Nazi Gruplar

Sonuç olarak 24 Şubat 2022’de sıcak savaşa dönüşen Rusya-Ukrayna sorunu, içinde barındırdığı aktörler, girişilen faaliyetler ve uygulanan savaş taktikleri ile hibrit savaşın en güncel örneği olarak kabul edilmekte, dördüncü nesil savaş anlayışının yeni bir boyuta geçiş yaptığı yönünde tartışılmalar yaşanmaktadır. Konvansiyonel askeri birlikler ile düzensiz yapıların (Neo-nazi gruplar) koordinesi, sabotaj eylemleri ile ekonomik savaş faaliyetlerinin birlikteliği, siber saldırılar ile dezenformasyon girişimlerinin propaganda yöntemlerine eklenmesi, örtülü ve nizami askeri operasyonların gri bölgede kesişmesi, bugünün ve geleceğin savaşlarının boyutunu ve görünümünü yansıtmaktadır.

Dr. Yunus Karaağaç

Kaynakça:

BBC News Türkçe. (2022). Donetsk ve Luhansk Nerede ve Statüsü Ne?. Erişim adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-60477278

Çelik, E. (2022). Rusya-Ukrayna Savaşının ‘Siber’ Boyutu. Anadolu Ajansı. Erişim adresi: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/rusya-ukrayna-savasinin-siber-boyutu/2522079

Gaddis, J. L. (2002). A Grand Strategy of Transformation. Foreign Policy, (133), 50-57.

Gerasimov, V. (2013). The Value of Science is in Foresight. Military-Industrial Kurier (VPK). Erişim adresi: https://www.vpk-news.ru/articles/14632 

Hammes, T. X. (2006). The Sling and the Stone: On War in the 21st Century. US: Zenith Press.

Hoffman, F. G. (2007). Conflict in the 21st Century: The Rise of Hybrid Wars. Virginia: Potomac Institute for Policy Studies.

Independent Türkçe. (2022). Rusya-Ukrayna savaşı, Neo-Nazileri İkiye Böldü. Erişim adresi: https://www.indyturk.com/node/486326/d%C3%BCnya/rusya-ukrayna-sava%C5%9F%C4%B1-neo-nazileri-ikiye-b%C3%B6ld%C3%BC

Kachkachishvili, D. (2022). Ukrayna: Rus Ordusu 28 bin 850 Askeri ve 1278 Tankını Kaybetti. Anadolu Ajansı. Erişim adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ukrayna-rus-ordusu-28-bin-850-askeri-ve-1278-tankini-kaybetti/2593914

Kaldor, M. (1999). New and Old Wars: Organized Violence in a Global Era. Stanford University Press.

Karaağaç, Y. (2020). Hibrit Savaş Anlayışı ve Terörizm. TERAM, Erişim adresi: https://www.teram.org/Icerik/hibrit-savas-anlayisi-ve-terorizm-102  

Lind, W. S., Nightengale, K., Schmitt J. F., Sutton, J. W., Wilson, G. I. (1989). The Changing Face of War: Into the Fourth Generation. Marine Corps Gazette, October, 22-26.

Lind, W. S. (2004). Understanding Fourth Generation War. Military Review. September-October. LXXXIV(5), 12-16.

Mevlütoğlu, M. A. (2015). Geleceğin Savaşları: Yakın Gelecekte Muharebe Alanı Nasıl Şekillenecek?. STM Teknolojik Düşünce Merkezi. 1-12.

Münkler, H. (2010). Old and News Wars. M. D. Cavelty ve V. Maver (Ed). The Routledge Handbook of Security Studies içinde. (pp. 190-199). Routledge.

The Moscow Times. (2022). Russia Says Border Facility Near Ukraine Destroyed in Shell Attack. Erişim adresi: https://www.themoscowtimes.com/2022/02/21/russia-says-border-facility-near-ukraine-destroyed-in-shell-attack-a76487

Toptaş, E. (2015). Harbin Doğası ve Karakteri Bağlamında Hibrid Savaş. Millî Güvenlik ve Askerî Bilimler Akademik Dergisi, 2(8), 1-17.

Diplomaside Cinsiyet Tartışmaları ve Kadının Değişen Rolü

0

Özet 

Diplomasi, devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve bir devletin kendisini tanıtma şeklini ifade eden bir kavramdır. Diplomasi ilk ortaya çıktığı zamandan bugüne kadar büyük değişimlere uğramış ve meslek haline gelmiştir. Diplomasi mesleği, erkeklere özgü bir meslek olarak lanse edilmiş ve kadınların mesleğe katılımları tarih boyunca ya sınırlı olmuş ya da engellenmeye çalışılmıştır. Ancak kadınlar cinsiyet eşitsizliği konusuyla mücadele etmiş ve meslek içinde var olabilmek için gereken çabayı göstermiştir. Bu makale, yayınlanan sayısal verilerden de yararlanarak kadınların diplomasi mesleğinde geçmişten günümüze kadar nasıl bir yer edindiklerini ve mesleğe ne kadar katılım sağladıklarını göstermektedir.

Anahtar Sözcükler: Diplomasi, Cinsiyet, Kadın, Uluslararası İlişkiler, Cinsiyet Tartışması, Kadın Temsilciliği, Politika.

Abstract

Diplomacy is a concept that expresses the relations of states with each other and the way a state introduces itself. Diplomacy has undergone great changes since its first appearance and it has become a profession. This profession of diplomacy was introduced as an area specific to men; therefore, women’s participation in this field was either limited or tried to be prevented. Throughout history, women have struggled with the issue of gender inequality and have made the necessary effort to exist in the profession. This article shows how women have gained a place in diplomacy from the past to the present and how much they participate in the field by making use of published numerical data.

Keywords: Diplomacy, Gender, Women, International Relations, Gender Debate, Women’s Representation, Politics

Giriş

Devletlerin birbirleriyle kurdukları ilişkiler tarihi bir arka plana sahiptir. Devletler günümüze kadar konsolosluk ve elçilik gibi kurumların varlığıyla dış politikada var olmuşlar ve diplomatik ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan diplomasi, uluslararası ilişkileri düzenleyen çalışmaların bütünü olarak tanımlanabilir. Yıllar içinde hem uluslararası sistemde yaşanan hem de toplumsal ve kültürel alanda meydana gelen değişimlerin de etkisiyle diplomasinin tanımı ve işleyişinde farklılıklar oluşmaya başlamıştır. Bu değişimlerin sebep olduğu en önemli tartışmalardan biri de toplumsal cinsiyet konusudur. Toplumsal ve uluslararası alanlarda yapılan cinsiyet tartışmasının amacı, toplumun sahip olduğu ortak değerlerin ve yargıların cinsiyetler üzerinden dayattığı fikirleri çözümlemektir. Devletlerin dış ilişkilerinde yaşadığı cinsiyet eşitsizliği konusundaki meselelerle ilgilenmek ve cinsiyetlere karşı oluşan bariz düşünce farklılığını ortadan kaldırmak da bu tartışmanın inceleme konusudur. Erkek egemen yapıya sahip olan uluslararası sistemin, kadınların dahil olmasıyla birlikte daha çözüm odaklı bir yapıya dönüşmesi beklenmektedir. Bu makale, kadının diplomaside zamanla değişen rolünü incelemeyi amaçlamaktadır.

1. Diplomasinin Meslek Haline Gelişi ve Cinsiyet Konusu

Antik Yunan dünyasında ortaya çıkan diplomasi, 19. yüzyılda bir meslek haline gelmiştir. Diplomasiyi meslek olarak yürüten kişiler de diplomat olarak adlandırılmıştır. Diplomatların görevi kendi ülkelerini askeri, siyasi, ticari ve politik anlamlarda diğer ülkelerde temsil etmektir. Diplomasi meslek olarak icra edilmeye başlandığı zamanlarda kadınların diplomat olarak çalışması ve diplomasiye girmesi yasaklanmıştır çünkü bu tür kurumlar erkek egemen kurumlar olarak kabul edilmiştir. Erkeklerin güç, cesaret, akıl ve bağımsızlık gibi değerlere sahip olduğu ve bu değerler sayesinde diplomaside yer edinebildikleri savunulmuştur. Bunun yanı sıra kadınlar daha çok duygusal yapı ve barış yanlısı olma gibi özelliklere sahip olduğu için diplomasinin fıtratına uygun görülmemişlerdir. Bu gibi durumlar sebep gösterilerek kadınların diplomaside yer edinmesine izin verilmemiştir, hatta diplomat olan kadınların evlenemeyeceğine dair bir uyarı da yapılmıştır. Sosyal ve toplumsal alanda kadın ve erkeklere dayatılan rollerden dolayı cinsiyetler arasında siyasete ve diplomasiye katılım oranı farklılık göstermiştir. Kadınlar gerekli yeterliliklere sahip olmalarına rağmen diplomasiye giriş konusunda çeşitli engellemelerle karşılaşmışlardır. “Cam Tavan Sendromu” adı verilen durum, kadınların sadece kadın oldukları için üst kademelere ve çeşitli kurumların üst pozisyonlarına ulaşamamalarını ifade etmektedir (Derin, 2020). Cam metaforu, kadınların önüne çıkan görünmez engellere dikkat çekmektedir. Günümüze yaklaştıkça uluslararası ilişkilerde cam tavanı kırmak için cinsiyet konusuyla alakalı pek çok adım atılmış ve çalışmalar yapılmıştır fakat bu çalışmaların çok az bir kısmı diplomaside etkili olmuştur.

2. Kadınların Diplomasiye Girişi

Geçmişte nüfus sayımlarına bile dahil edilmeyen kadınlar ilk defa 17. yüzyılda İngiltere’de seslerini yükseltmeye başlamışlardır (Mitchel, 1984: 25-33). Bu dönemde yaşanan Sanayi Devrimi’yle birlikte ülkelerin, toplumların ve bireylerin konumu değişime uğramıştır ve kadınlar seslerini çıkarma ihtiyacı duymuşlardır. İlk önce varlıklarını ve erkeklerle eşit olduklarını kabul ettirmek amacında olan kadınlar, zamanla birçok alanda kendilerini göstermeye başlamışlardır. Diplomasi kurumu da kadınların erkeklerle eşit olduklarını ve bu tür yapıların içinde bulunabileceklerini kanıtlamak istedikleri alanlardan biridir. Kadınların kurduğu diplomatik ilişkiler geçmişten günümüze kadar birçok farklı karaktere bürünerek varlığını göstermiştir. Helen McCarthy, Women of The World: The Rise of The Female Diplomat adlı eserinde 19. yüzyıldan önce kadınların eş, anne veya kız kardeş gibi sıfatlarla diğer saraylarla yazışmalar yaptıklarından, hediyeleşmeler aracılığıyla devletlerarası ittifaklar oluşturduklarından ve böylece birçok olayı etkileyebildiklerinden bahsetmektedir. 19. yüzyılda diplomasinin ve diplomatlığın kurumsal bir karakter kazanmasıyla birlikte, kadınların etkisi sınırlanmıştır. Burada, diplomatlar ve eşleri “diplomatik çift” olarak adlandırılmış ve bir ekip gibi ifade edilmeye başlanmıştır. Bu duruma İngiliz diplomasisi örnek olarak gösterilebilir. O dönemlerde, İngiliz diplomasisinde erkekler diplomasinin siyasi ayağında yer alırken; kadınlar, çay partileri ve çeşitli eğlenceler düzenleyerek işin sosyal tarafını yürütecek etkinlikler yapmışlardır. 19.yüzyılın ilk yarısından sonra artık diplomasi resmi olarak kadınları da bünyesine dahil etmeye başlamıştır. Bu durum her ülkede aynı anda gerçekleşmemiştir. Kadınların diplomasiye katılımına Brezilya ve ABD gibi ülkeler öncülük etmiştir. Brezilya, 1918’de göreve gelen ilk kadın diplomat Maria José de Castro Rebello Mendes ile ilklerden biri olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise görev alan ilk kadın diplomat Lucile Atcherson Curtis’tir. Ne yazık ki, bu iki ülke haricinde kadınların diplomasiye girmesine sıcak bakan başka ülke olamamıştır. İngiltere, bu iki ülkeye kıyasla daha geç bir zamanda, 1947 yılında, ilk kadın diplomatı bünyesine almıştır fakat başka ülkelerde, bu tarihlerde böyle bir gelişme yaşanmamıştır (Süleymanoğlu-Kürüm ve Bahar, 2017). Bunun sebebi bir kadının duygusal olduğunun ve duyguları ile hareket edeceğinin düşünülmesi, erkekler gibi güçlü bağlantılar inşa edemeyeceklerine inanılması ve kadınların bu meslekte erkekler kadar yükselemeyeceklerinin savunulmasıdır. Bu sebeple 1980’li yıllara kadar diplomat olan kadınların evlenmesi de engellenmiştir. İngiltere’de ilk kadın diplomat olan Cicely Elizabeth Ludlam (Lady Mayhew) evlendiği için kariyerini sonlandırmıştır. Kadının ev ve çocuk gibi kendisini bağlayan sebepleri olmamalıdır çünkü kadınlar bu gibi konularda da duygusal davranabilir şeklinde bir düşünce hakimdir. Ayrıca Brezilya diplomasisinde evlenen eşlerin ikisi de diplomatsa, eşlerden birinin kariyerinden vazgeçmesi beklenmiştir ve genellikle mesleğinden vazgeçen kişi kadın olmuştur. 

3. Günümüz Diplomasisinde Kadınların Yeri

20. yüzyıla gelindiğinde kadınlar yavaş yavaş diplomasiye girmeye başlamıştır ve yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu durum artış göstermiştir. Dönemin büyük güçlerinden olan Amerika’da, dışişleri bakanlığında çalışan kadın oranı 1960’lı yıllarda %9 civarında olmuştur. 2016’daki verilere baktığımız zaman bu oranın %36’ya yükseldiği görülmüştür (Yılmaz, 2019: 218). Kadınların asıl 20. yüzyılın ikinci yarısında diplomasi, siyaset ve uluslararası ilişkiler gibi alanlarda daha çok görünür olmasının sebebi Birleşmiş Milletler’in faaliyetleri olmuştur. 1975 yılı BM tarafından “Uluslararası Kadın Yılı” olarak ilan edilmiştir. Yine BM tarafından düzenlenen sayısız konferans sayesinde toplumsal cinsiyet meselesi tartışma konusu olmuştur. Bununla birlikte erkek egemen kurumların ve toplulukların içinde bir dönüşüm süreci yaşanmaya başlamıştır çünkü artık kadınlar da seslerini çıkarmaya ve sorgulamaya başlamışlardır. Günümüze geldiğimizde, cinsiyet konusunda geçmişe göre epey yol kat edilmiş olduğunu görmekteyiz fakat halen kadın ve erkek eşit bir seviyeye ulaşabilmiş durumda değildir. BM Sekreterliği’nin 2021 verilerine göre yalnızca 22 ülkenin yöneticisi kadınlardan oluşmaktadır. Avrupa’da 11, Asya’da 5, Afrika’da 2, Karayipler’de 2 ve son olarak Okyanusya kıtasında 2 ülkenin başkanları kadındır. Bakan kadınların sayısı ise tüm dünyada %20’lik bir orana sahiptir. Ayrıca, günümüzde birçok ülkenin kabinelerinin %50’den fazlası da kadınlardan oluşmaktadır. Bunlar genellikle Norveç, İzlanda, Finlandiya ve Danimarka gibi İskandinav ülkeleridir. Parlamentosundaki kadın oranı en yüksek olan ülke %61 ile Ruanda’dır. Onu %52 ile Küba takip etmektedir. Avrupa’da ise kadın milletvekili oranı %38 olarak açıklanmıştır. Ülkelere göre dağılımı ise şu şekildedir:

Tablo 1 (Bulut, 2022)

2021 AB Kadın Milletvekili Oranları

Ülke

Kadın Milletvekili Oranı 

İsveç

%47,6

Finlandiya

%46,4

Belçika

%42,2

İspanya

%41

Norveç

Avusturya

Fransa

İtalya

Kosova

Almanya

%40

%38,9

%37,1

%35

%32

%31,7

  

Tabloda da görüldüğü üzere, İskandinav ülkeleri cinsiyet konusu ve kadın-erkek eşitliği gibi konularda Avrupa’da öncü konumdadır. Özellikle İsveç’te kadın büyükelçilerin oranı oldukça fazladır. Ayrıca İsveç feminist bir dış politika takip etmektedir ve aynı zamanda feminist bir dış politikanın nasıl uygulanacağı konusunda diğer ülkelere yol göstermek amacıyla bir kılavuz bile hazırlamıştır. 2021 yılında dünya genelinde parlamentolarda yer alan kadınların sayısı 25,5 olarak açıklanmıştır. 2020 yılında bu sayı 24,9 olarak kaydedilmiştir ve bir artış söz konusudur. Genel olarak 2021 yılında kadın diplomat, milletvekili ve bakanların sayısı bugüne kadarki en yüksek seviyesine ulaşmıştır. UN Women İcra Direktörü Phumzile Mlambo-Ngcuka 2021 raporu sonrasında “Kadınların karar alma mekanizmalarına dahiliyeti olmadan hiçbir ülke kalkınamaz. Bu yılın haritası bize gösterdi ki, kadınları karar alma mekanizmalarının merkezine yerleştirmek ve temsiliyetlerini sayıca artırmak için cesur ve kararlı adımlar atmalıyız. Bunu hemen yapmalıyız.” diyerek kadınların temsil birimlerinde yer almasının ne kadar gerekli olduğunu ifade etmiştir (Demirel, 2021). Tüm bunların yanı sıra, bünyesinde kadın milletvekili bulundurmayan veya bu oran çok kısıtlı olan ülkeler de vardır. Örneğin Papua Yeni Gine’de kadın milletvekili sayısı sıfırdır. Lübnan, Tayland, Yemen, Kuveyt ve Umman gibi ülkelerde kadın milletvekili sayısı %5’i bile bulmamaktadır. Türkiye’de ise kadınların diplomasiye katılımı olumlu bir ilerleme kaydetmiştir. Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı’nda kadın büyükelçi sayısı 2012’de 22 olarak kaydedilmiş ve 2019’da bu rakam yaklaşık 3 kat artarak 63’e çıkmıştır (Demirci ve Yüzbaşıoğlu, 2019). Günümüzde yurtdışında görev yapan 37 kadın büyükelçi bulunmaktadır ve bu yurt dışında görev yapan toplam büyükelçilerin %23’ünü oluşturmaktadır.

Sonuç

Bu makale, diplomasinin meslek haline gelişinden günümüze kadar kadınların bu meslek içinde nasıl yer aldıklarını diplomasinin geçirdiği değişimleri ele alarak incelemeyi amaçlamıştır. Diplomasi kadınların da zaman zaman katıldıkları bir alanken 19.yüzyılda kurumsallaşmaya başlamasıyla ve daha çok erkek egemen bir alana dönüşmesiyle kadınların etkileri sınırlandırılmıştır. Bugüne kadar yaşanan tarihsel süreçte, diplomasiyi sadece erkek mesleği olarak benimseyen cinsiyetçi bakış açısı, kadınların bu mesleğe yönelmelerini ve kendilerini ifade edebilmelerini kısıtlamıştır. 20.yüzyıla gelindiğinde ise mesleğe giren kadınlara evlenmeme gibi meslekten uzaklaştırıcı engeller konulmuştur. Kadınlar bütün bunlara rağmen diplomasinin içinde bulunmak istemiş ve cinsiyet konusundaki ayrımcılığa dur demek için gerekli çabayı göstermiştir. Bu sayede, geçmişle kıyaslandığında, kadınlar artık diplomasi, siyaset, uluslararası ilişkiler gibi alanlarda üst düzey konumlara yükselebilmişlerdir. Yine de dünyada halen erkek üstünlüğünü savunan ve üst kademelerde erkeklerin olması gerektiğini düşünen bir kesim de mevcuttur. Kadınların daha yumuşak ve daha duygusal olmalarını ileri sürerek erkekleri yücelten bu bakış açısı, çeşitli bahaneler sunarak kadınların diplomaside yer almasına engel olmuştur. Fakat diplomasi anlaşma ve uzlaşma gerektiren bir kurum olduğundan, kadınların arabuluculuğuna, yumuşak başlılıkla işlerin çözümüne ve anlayışa ihtiyaç duyulmaktadır. Artık dünyanın geldiği konum ve bulunduğumuz yüzyıl itibariyle sadece diplomaside değil, her alanda kadın-erkek arasındaki cinsiyet tartışmalarının ve kadını ötekileştirip erkeği yücelten söylemlerin topluma ve bireylere olumsuz etkisi olduğu açıkça görülmektedir.

Pelin KALELİ

Diplomasi Çalışmaları Staj Programı

Kaynakça:

Aggestam, K., Towns, Ann E. (2018). Gendering Diplomacy and International Negotiations. Palgrave Macmillan.

Bulut, F. (2022). Dünyada Feminist Diplomasi Örnekleri. Independent Türkçe. https://www.indyturk.com/node/457511/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/d%C3%BCnyada-feminist-diplomasi-%C3%B6rnekleri-2 (Erişim Tarihi: 26.08.2022).

Demirci, Z., Yüzbaşıoğlu, N. (2019). Hariciyede Kadın Diplomatların Temsil Oranı Artıyor. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/hariciyede-kadin-diplomatlarin-temsil-orani-artiyor/1411557 (Erişim Tarihi: 26.08.2022)

Demirel, E. (2021). UN Women – IPU “Siyasette Kadın 2021” Haritası. https://turkiye.un.org/tr/115804-un-women-ipu-siyasette-kadin-2021-haritasina-gore-parlamentolarda-bakanliklarda-devlet-ve (Erişim Tarihi: 26.08.2022).

Derin, N. (2020). Dünyadan ve Türkiye’den Örneklerle Cam Tavan Sendromu. Bilim ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi, 10(2), 137-154. DOI: 10.20493/birtop.814149 

McCarthy, H. (2014). The Rise of The Female Diplomat. Bloomsbury.

Mitcehel, J., Oakley, A. (1984). Kadın ve Eşitlik. Pencere Yayınları.

Süleymanoğlu-Kürüm, R., Rumelili, B. (2018). Diplomaside Kadın ve Egemen Maskülenlik: Değişen Normlar ve Pratikler. Uluslararası İlişkiler Akademik Dergisi, 15(57), 3-18.

Trowsdale, A. (2018). Hangi Ülkelerde Kadınlar Siyasette Daha Güçlü? BBC News. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44821229 (Erişim Tarihi: 26.08.2022).

Yılmaz, Z. (2019). Eril Diplomasi Kültürüne Feminist Bir Eleştiri. Kültür ve İletişim, (44), 209-238.

Neden Berjer?

0

Bu yazıda son zamanlarda bana yöneltilen Neden Berjer? sorusuna cevap vermeyi ve Berjer’in anlamını/hikayesini öz şekilde anlatmayı amaçlıyorum. 

Neden Berjer?

Geleneksel medya, etkisini yavaş yavaş yitiriyor. Televizyonlarda benzer yüzlerin, her konu hakkında bilgi ve fikir sahibi olma iddiaları ve ekranlarda entelektüel tartışma imkanının bulunmaması elbette bireyleri alternatiflere yönlendiriyor. Dijital medya bu noktada bir boşluğu dolduruyor ve doldurmaya da devam edecek gibi gözüküyor.

Dijital medyanın erişilebilir olması ve bilgiye hızlı ulaşım imkanı sunması, yeni yöntem ve uygulamalara kapı aralıyor. Bu yeni uygulamalar, yeni yüzleri kamuoyunun karşısına çıkarıyor. Kaliteli içerikler, bilgilendirici yazılar ve bilinçlendirici kampanyalar üreten yeni yüzlerin yanında, oyun videoları çekerek popüler olan ve popülerliğin büyüsüyle siyaset, ekonomi, göç, diplomasi vb. gibi yetkinliğinin olmadığı konularda kendisini otorite ilan edenler de az değil.

Bilindiği üzere Türkiye’de meseleleri makul bir zeminde konuşmak, tartışmak pek kolay olmuyor. Bu noktada “Mekan içerisindeki diğer koltuklara liderliği temsil eden, oturacak yeri geniş tek kişilik koltuk mottosuyla Berjer” rasyonel, uzlaşmacı ve eleştirel bakış açısıyla sosyal meseleleri ele almayı ve bireyleri bilgilendirmeyi hedefliyor.

Berjer’in ortaya çıkış hikayesini anlattığım blog yazımı da ilgililer için eklemek istiyorum:

http://ersinkopuz.blogspot.com/2021/07/berjer-siyaseti.html

Berjer’in tüm bölümlerine Berjer Youtube kanalından ulaşabilirsiniz:

https://www.youtube.com/@berjerizm

Twitter ve İnstagram’da @berjerizm kullanıcı adıyla Berjer’i takip edebilir, yayın ve içerikler bilgi sahibi olabilirsiniz:

https://www.instagram.com/berjerizm/
https://twitter.com/berjerizm

#Berjer, her hafta Salı günü 20.00’de Berjer Youtube kanalında!

Ersin KOPUZ

Genel Direktör Yardımcısı

Çeviri: Orban’ın Cüretkâr Siyasi Yasası Macaristan’ı Uçurumun Kenarına İtiyor

Bu yazı, Zoltan Simon’un ‘Bloomberg’ için kaleme aldığı “Orban’s Political High-Wire Act Pushes Hungary to the Brink” başlıklı görüş yazısından çevrilmiştir. Yazının aslına aşağıdaki bağlantıdan erişebilirsiniz.

Orban’s Political High-Wire Act Pushes Hungary to the Brink

 

Ukrayna’daki savaşı, enerji güvenliğini ve ekonomiyi tartışmak için Avrupa Birliği hükümet başkanları bir araya gelirken; gittikçe çaresizleşen bir lider, kendine yeniden bir gündem belirleyecek.

Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Budapeşte ile Brüksel arasında ülkesini nasıl yönettiği konusunda uzun süredir devam eden gerginliğin son bölümü olan Rusya’ya yönelik yaptırımları sona erdirmeye çalıştıktan sonra bloğun geri kalanıyla açık bir çatışma içindeydi. Geçen ay Avrupa Parlamentosu, Macaristan’ın artık tam bir demokrasi olarak kabul edilemeyeceğini söyledi.

Ancak, düşen para birimi ve kırılgan mali durumla, Orban’ın AB fonlarında milyarlarca avronun kilidini açmak gibi acil bir eylemle Vladimir Putin’le olan ilişkisini yeniden sağlamaya yönelik cüretkâr davranışı fazlasıyla tehlike arz ediyor. Yatırımcılar son haftalarda Brexit sonrası İngiltere’deki kargaşaya odaklanırken, Macaristan’ın durumu siyasal plan ekonomik gerçeklikten koptuğunda ne olacağına dair olağanüstü nitelikte ders verici bir hikâyeye dönüşüyor.

Uluslararası Para Fonu liderliğinde bir kurtarmaya ihtiyaç duyduğunda Macaristan’ın mali krizden çıkma sürecini yöneten eski merkez bankası başkanı Andras Simor konuşmasında, “Macaristan’ın AB fonlarına fena halde ihtiyacı var”; “ancak Macaristan’ın yıpranmış güvenilirliğini desteklemek için paradan bile daha çok AB’nin onay mührüne ihtiyacı var” şeklinde aktardı.

Macaristan AB’nin içinde açık ara en yüksek faiz oranlarına sahip ülke olmasına rağmen, Rusya’nın şubat ayında Ukrayna’yı işgal etmesinden bu yana Macar Forinti, Euro karşısında %12’den fazla değer kaybetti. Gelişmekte olan piyasalarda daha da kötüleşen ülkeler yalnızca Arjantin ve Türkiye para birimleri oldu. Bu da öncelikle Rusya’dan yapılan enerji ithalatının maliyetini artırdı ve enflasyonu %20’nin üzerine çıkardı.

Toplanma Çağrısı

Macaristan para birimi geçen hafta yine art arda rekor düşüşler yaşadı ve Orban’ın siyasi müttefiklerine bir ayar çekme çağrısında bulunmasına neden oldu. Cuma günü yaptığı haftalık radyo konuşmasında, maliye bakanından ve merkez bankası başkanından enflasyonu kontrol altına almalarını istedi. Birkaç saat içinde, politika yapıcılar bir acil durum önlem paketinin parçası olarak efektif taban oranını %13’ten %18’e çıkardılar.

Bu adım Forinti sabitledi – şimdilik. Londra’daki Societe Generale stratejisti Marek Drimal, “Bunu çığır açan bir durum olarak görmüyoruz” dedi. Yatırımcılar bunun yerine çözüm olarak taze AB fonlarına (40 milyar Avrodan [39 milyar dolar] fazla) işaret ediyor. Çok ihtiyaç duyulan bir döviz infüzyonunun yanı sıra, blokla yapılacak bir anlaşma Ukrayna’ya yönelik isteksiz desteğinin, Batı politikasına yönelik sert eleştirilerinin ve Rus enerji devi Gazprom PJSC ile yaptığı yan anlaşmaların ardından Macaristan’ın Batı’daki duruşunu da destekleyecektir.

AB yürütme organı, Orban’ın 12 yıllık yönetimi altındaki yaygın yolsuzlukla ilgili endişeler üzerine para kaynağını etkili bir şekilde engelledi. Bu süre zarfında Orban, medya ve mahkemelerden okullara kadar her şey üzerindeki etkisini genişleterek “liberal olmayan demokrasi” olarak adlandırdığı şeyi bir araya getirdi.

Orban’ı popülistlerin elebaşı ve Donald Trump’ın gözdesi yapan proje, şimdi Macaristan’ın ekonomik genişlemesini ve başbakanının seçim öncesi cömertliğini destekleyen AB parası olmadan dağılma riskiyle karşı karşıya.

Macaristan’da nispeten alışılmadık bir hoşnutsuzluk göstergesi olan öğretmenler için düşük ücretlere karşı bu ay on binlerce kişi protesto gerçekleştirdi. Orban, AB fonları olmadan bu ücretleri yetiştiremeyeceğini söylüyor. On yıldan fazla bir süredir siyasi desteğinin kalesi olan cömert kamu hizmeti sübvansiyonları da kesildi.

Orban’ın Krizi

Geçen ay, Avrupa Komisyonu, bir üye ülkeye karşı aşırı bir adım olarak, yolsuzluk endişeleri nedeniyle Macaristan’ın 7,5 milyar Avroluk AB fonuna erişiminin askıya alınmasını önerdi. Pandemi krizinin yol açtığı sorunları kurtarma fonlarında 5,8 milyar avro daha onay bekliyor.

Macaristan’a, yolsuzlukla mücadele yasasını onaylama ve uygulama taahhütlerini yerine getirmek için 19 Aralık’a kadar fazladan iki ay daha verildi. Orban, mahkemeler üzerindeki etkisini genişlettikten sonra yargı bağımsızlığını da desteklemek zorunda kalabilir.

Budapeşte hükümeti, finansman sağlamak için ne gerekiyorsa yapacağını söylerken, Macaristan’ın ekonomisini etkileyen sorunların suçunu AB’ye atan bir kampanya da başlattı. Bir bombanın üzerine “yaptırımlar” ve “Brüksel yaptırımları bizi mahvediyor!” yazan reklam panoları ile bu durumu perçinliyor.

Budapeşte, Macaristan’da üzerinde “Brüksel yaptırımları tarafından cezalandırılıyoruz” yazan bir bombayı gösteren bir poster. Fotoğrafçı: Ferenc Isza/AFP/Getty Images

Bu Orban’ın en büyük krizi” diyen Budapeşte’deki Policy Solutions’ta siyasi analist olan Gabor Gyori, “insanların, Macaristan’ın ekonomik sıkıntılarından AB’nin sorumlu olduğuna dair yanlış anlatısına daha ne kadar inanacakları belli değil” diye ekledi.

Bu arada Fidesz partisine destek, Orban’ın ardı ardına dördüncü ezici seçim zaferinden sadece aylar sonra düşmeye başladı. Parti, 1956’daki Sovyet karşıtı isyanın yıldönümünde pazar günü Budapeşte’de geleneksel bir sokak mitingi düzenlemeye karar verdi.

Bunun yerine Orban’ın önceliği, AB liderlerinin perşembe günü iki günlük toplantılara başlayacağı Brüksel’de destek toplamak olacak. Ancak, Orban’ın gerçekte hangi tarafta olduğu ve bunun bir gün nereye varabileceği konusunda AB başkentlerinde daha geniş bir soru mevcut.

Rusya Kiev şehir merkezine roket atarken, Macaristan tek başına AB’nin Ukraynalı askerleri eğitme girişimine çekimser yaklaşıyordu. Dışişleri bakanı ayrıca, Ukrayna’ya silah için gelecek ilave AB yardımını engelleyebileceğini söyledi.

Çek Avrupa İşleri Bakanı Mikulas Bek, Macaristan’daki RTL Klub televizyonuna verdiği demeçte, asıl endişenin AB fonları üzerinde anlaşmaya varılamamasının Macaristan’ı potansiyel olarak AB’den çıkmaya “dönüşü olmayan bir noktaya” itmesi olduğunu söyledi. Bu, Macaristan’ın sorumluluktan kurtulmasına izin verileceği anlamına gelmez, dedi.

AB dönem başkanlığını yürüten Bek, “Bu belirleyici bir an” dedi. “Sorunu çözmenin bir yolunu bulamazsak çok olumsuz bir gidişata yol açabilecek bir risk var.

 

Yazar: Zoltan SIMON

Çeviren: Büşra ÖZYÜKSEL