Home Blog Page 184

Özbekistan’da İslami Açılım Devam Ediyor

Özbekistan’da kurucu İslam Kerimov devrinde, İslami öğelere karşı olan uzaklık ve yasaklayıcı anlayış kendisini hazırdaki Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev tarafından halkın değerleriyle barışık bir anlayışa bıraktı. İslam Kerimov döneminde yasaklanan kamusal alanda iftar, ibadet, yüksek sesli ezan gibi uygulamalar artık yeni dönemde serbestleştirildi. Özbekistan’da bu İslami açılımın son ayağı ülke genelinde mescitler kurma kararı oldu.

Özbekistan’da halkın ihtiyaçları ölçüsünde küçük mescitler açılması kararı alındı. Uzun yollarda ve ya kırsal bölgelerde açılacak mescitler ile halkın dini ibadet hürriyetinin sağlanması amaçlanıyor. Taşkent’te ki üst düzey imamlardan biri olan Enverkori Tursunov, bu mescitlerin 5 vakit ibadeti kolaylaştıracağı görüşünde bulundu.

Ayrıca 15 Ocak’ta da Turizm Bakanlığı Başmüsteşarı Aziz Abduhalikov, Özbekistan’a gelen turistlerin çoğunlukla Müslüman ülkelerden geldiğini vurgulayarak bu insanların kalacağı otellerde dini gereksinimleri için düzenlemeler yapılacağını belirtti.

Eski Sovyet Cumhuriyetlerinden biri olan Özbekistan’da 1989’dan başlayarak 2016’da ölümüne kadar yöneten İslam Karimov’un görev süresi boyunca, din kökenli faaliyetler çok sınırlıydı. Bu gelişme RFE/RL haber sitesi tarafından Özbekistan’ın yeni Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev’in ülkeyi geçmiş dönemdeki izolasyon politikalarından arındırmak ve sosyo-ekonomik kalkınma hamleleri olarak yorumlandı.

Begmurat ALLABERDİYEV

o-Staj 2018 AVRAM Stajyeri

Kaynak:

Ermenistan Parlamentosu, Ezidilere Karşı İşlenen Suçları ‘Soykırım’ Olarak Tanıdı.

IŞİD’in, Haziran 2014’te Irak’ta başlattığı taarruzla ata topraklarından sürdüğü, işkence ettiği, katlettiği ve esir aldığı Ezidilere karşı işlenen suçları, Ermenistan, ‘soykırım’ olarak tanıdı.

Ermenistan parlamentosunda, ‘IŞİD’in Ezidilere soykırım yaptığına’ dair kabul edilen kararda, Ezidilere karşı işlenen suçlarla ilgili uluslararası soruşturma çağrısı yapıldı. Parlamentonun İnsan Hakları Komisyonunun Ezidi Üyesi Rüstem Mahmudyan: ”Bu kararla soykırımı tanıma ve kınamanın yanısıra uluslararası topluma uluslararası soruşturma açması için çağrı yapıyoruz.” dedi. Ayrıca, iktidar partisinin milletvekillerinden Armen Aşotyan: ”Soykırımı yaşamış bir ulus olarak Ermeniler, Ezidi soykırımını tanımanın önemini anlıyor.” vurgusu yaptı.

Ezidiler, 35 binlik nüfuslarıyla Ermenistan’ın en büyük azınlık grubunu oluşturmaktadırlar. Dünyada toplam nüfusları 1.5 milyon olan Ezidilerin en yoğun bulunduğu ülke, IŞİD ortaya çıkana dek Irak’tı. Irak’ta yaşayan 550 bin Ezidi’nin tamamı, IŞİD’in 2014’teki saldırısında yerinden oldu, binlercesi öldürüldü ve kaçırıldı. IŞİD’in seks kölesi yaptığı kadınların sayısı 5000-7000 arası hesaplanıyor.

Irak’tan kaçan çok sayıda Ezidi ailenin bir kısmı da Ermenistan’a sığındı. 2015’te Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, IŞİD’in Ezidilere planlı şekilde ‘soykırım’ yaptığını rapor etti. 2016’da ABD yönetimi; IŞİD’in, Ezidiler ve diğer azınlıklara yönelik ‘soykırım’ yaptığını tanıdığını açıkladı.

Begmurat ALLABERDİYEV

o-Staj 2018 AVRAM Stajyeri

Kaynak:

 

25 Eylül Irak Referandumu’nda ABD ve Bölge Ülkelerin Tutumu

Ortadoğu yüzyıllardır içerisinde barındırdığı enerji kaynakları, özellikle petrol ve doğalgaz, sebebiyle potansiyel bir çatışma merkezi olmuş ve sürekli batılı emperyalist güçlerin hâkimiyeti altına girmiştir. I. Dünya Savaşı ile İngiltere’nin hakim olduğu bu topraklar, 1947’de Soğuk Savaş’ın ilanını getiren Truman Doktrini ile ABD’ye devredilmiştir. ABD, Ortadoğu bölgesinde yer alan ülkelerle diplomatik ilişkiler kurmuş, ancak 1979 İran İslam Devrimi Ortadoğu’da hem tüm dengeleri değiştirmiş hem de ABD hükümetinde İran Karşıtlığını oluşturmuştur. Aynı zamanda bu durum Irak-ABD ilişkilerinde belirleyici bir rol oynamıştır. İlk olarak 1957 Eisenhower Doktriniyle, Irak-SSCB ilişkilerine karşı Kürtleri destekleyen ABD, bu dönemde Irak’ı İran’a karşı dengeleyici bir güç olarak görmüştür. Ayrıca 1957’den bu yana Iraklı Kürtlerin desteklenme politikası, ABD’nin günümüze dayanan Kürt politikasının da esasını oluşturmaktadır. Ancak 1957’den sonraki süreçte 1980-88 yılları arasında yaşanan İran-Irak Savaşı ve 1991 yılında Saddam’ın Kuveyt’i işgali ikili ilişkilerde bozulmalara sebep olmuştur. İşgalin gerçekleşmesi ile Irak içerisinde yaşayan Kürt halkı büyük bir göç hareketine başlamış, ABD desteğini de alarak ülkeden fiili olarak kopma durumunu gerçekleştirmişlerdir. Fakat Saddam’ın ısrarla işgale devam etmesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Irak’a müdahale etmesine ve Irak’ın kuzeyinde 36. Paralel olarak adlandırılan bölgeyi uçuşa yasak bölge ilan etmesine neden olmuştur. ABD bu şekilde “çekiç güç diplomasi” ile burada Kürt halkının yerleşimini sağlamış ve bu süreçten sonra Kürtlerin devletleşme süreci de başlamıştır. Son olarak 2003 yılında “Teröre Karşı Savaş” söylemi altında “Irak’ta nükleer bulunduğunu ve bunun ABD için bir tehdit olduğunu” iddia eden George Bush, Irak’ı işgal etmiştir. Bu işgal sırasında Kürtler ABD yanında yer almışlar, bu sayede ilerleyen süreçte ABD’nin en sadık müttefiki konumuna ulaşmışlardır. 2005 yılında ise Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IKBY) adı altında birleşen Kürtler, Mesut Barzani’yi devletin başkanı olarak atamışlardır. Yine 2005 yılında Irak Anayasası ile de Irak hükümeti, kendi yasama organı ve askeri güçleriyle, içerisinde peşmerge bulunduran federal bir bölge olan Kürdistan[1] bölgesini tanımıştır.

   2005’ten başlayarak günümüze kadar ulaşan süreçte Irak hükümeti ile IKBY arasında yaşanan fikirsel çatışmalar özellikle Irak hükümetinin mezhepsel, etnik gerginliği arttıracak hareketleri sürekli tekrar etmesi ve IKBY’ye karşı petrolden gelen payı azaltması, Barzani’nin bu durumu Kürt devletinin bağımsızlığı için bir koz olarak kullanmasına sebep olmuştur. Bununla birlikte 2014 yılında ortaya çıkan IŞİD terör örgütünden algıladığı tehdide karşı son dönemde büyük bir güç kaybeden Bağdat merkezli Irak Hükümeti’nin de uluslararası arenada siyasi olarak geri plana itilmesi, Barzani’nin cesaretlenmesini sağlamış ve 25 Eylül referandumuna giden yolu açmıştır.

REFERANDUM SÜRECİ

   Irak referandumu Barzani tarafından 2016 yılında ortaya atılan ve 2017 Eylül’ünde %92,73 oranında Evet, %7,27 oranında Hayır cevabı ile sonuçlanan halk oylamasıdır. Barzani, bağımsızlık vaktinin artık geldiği ve Kürt halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme (self determinasyon) hakkına[2] dayanarak Kürdistan’ı oluşturmaları gerektiğine inanmaktadır. Ancak sonucuna gelindiğinde Barzani’nin kişisel politikalarının bir ürünü olarak ortaya çıkan bu referandum hem Barzani’nin siyasi olarak zayıflamasına hatta istifa etmesine hem ABD’nin Barzani’ye olan desteğini kesmesine hem de IKBY’nin elinde bulunan doğal kaynaklarını kaybetmesine neden olmuştur.

   Öncelikle Barzani’ye göre referandum bir bağımsızlık ilanı değildir. Referandumun asıl amacı halkın isteklerinin ne boyutta olduğunu ölçmek ve emperyalist güçlerin retorikten ibaret söylemlerinin yerini somut gerçeklerin almasını sağlayabilmektir. Ancak Barzani’ye göre “ertelenen bir rüya” olarak dile getirilen Kürt halkının bağımsızlığı, ABD ve diğer komşu ülkeler için ciddi bir güvenlik sorunu olarak algılanmıştır. Güvenlik sorunlarını tetikleyen en temel durum ise; sözde Kürdistan kurma hayali peşinde yürüyen, özellikle IŞİD olmak üzere, terör gruplarının oluşumundan kaynaklanmaktadır.

   Özellikle ABD’nin desteğini alarak kurulan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) üzerinde, ABD tarafından bir yandan İran destekli Kürtlerin, referandum sürecinde belirleyicilik durumunu engelleme politikası izlenirken bir yandan da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bölgede ‘hareket alanını kısıtlama’ politikası izlenmiştir. ABD’nin bu politikası Irak’ta bulunan ve çok sayıda İran milislerini de içinde barındıran Haşdi Şabi Örgütü ile sağlanmaya çalışılmıştır. Haşdi Şabi örgütünün Musul ve Kerkük’ün alınmasında etkili olması örgütün bölgedeki otoritesini özellikle de karizmasını attırmış, ABD ise karar karşısında örgütün bu konumunu fırsata çevirmiştir. Bu süreçten sonra ABD, IKBY’ye YPG ile destek vermeye devam etse de Irak hükümeti ile sıkı bir diplomasi çerçevesinde “İbadi’nin siyasi pozisyonunu Irak’ta güçlendirme, kendi müttefikleri ile İbadi arasında ikili ilişkileri oluşturma” politikası benimsenmiştir. Desteğini IKBY’den (Bağdat), İbadi yönetimindeki Irak Hükümeti’ne (Erbil) çeviren ABD, Bağdat – Erbil arasındaki gerginliğin, Batı yanlısı İbadi’nin yönetimi ile son bulacağını savunmuştur. ABD Hükümeti bu politikada diplomatik araç olarak “baskıyı” kullanmıştır.

   Bahreyn, Suudi Arabistan ve İsrail, ABD’ye destek olmuş, karar karşısında batı yanlısı bir politika izlemişlerdir. Türkiye ve İran da bağımsızlık kararına olumsuz tepki göstermiştir. Ancak sonrasında İsrail, kararından saparak Irak’ın bağımsızlığının gerçekleşmesini onaylayan bir siyaset izlemiştir. Çünkü referandum Arap dünyasının dağılmasını amaçlayan politikalarının hayata geçirilmesini sağlama yolunda İsrail için önemli bir dönemeç olmuştur.

   İbadi yönetimindeki Irak Hükümeti de bu durumu yasadışı, anayasaya aykırı olarak kabul etmiş, kararı “sonuçları bakımından yok hükmünde” saymıştır. Aynı zamanda referandum, IŞİD terör örgütünün ayrılıkçı hareketlerini destekleyen faaliyet olarak nitelendirilmiştir. IKYB bu karardan dönmediği müddetçe, Irak Hükümeti’nin bu duruma karşı silahla karşılık vereceği de önemle vurgulanmıştır.

   Komşu ülkeler olan Türkiye ve İran’da da durum aynı boyutta seyretmiştir. İki ülkede kararın onaylanması durumunda “karşı çıkma politikası” izleyeceklerini belirtmişlerdir. Kendi devletlerinde yaşayan Kürt halklarının ayaklanmasını göz önünde bulunarak, bu durumun iç işlerine zarar verdiğini ve kararın gayri meşru olduğunu savunmuşlardır. Referandumun, Kürt halklarının bir başkaldırısı olabileceğini öne sürmüşler ve bu durumunda devletlerarası krize yol açabileceğini iddia etmişlerdir. Türkiye, Irak’ın petrollerini, kendisi üzerinden dünya pazarlarına ulaştırması durumunu bir koz olarak kullanmıştır. Binali Yıldırım da bir konuşmasında[3], Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile seviyeli bir diplomasi izlendiğini öne sürmüştür. Aynı zamanda devletlerarası bir çatışmanın da olmadığına vurgu yaparak, çeşitli bölgelere düzenlenen faaliyetleri “Noktasal Operasyonlar” olarak tanımlamıştır.  İran ise karşı çıkma politikasını Türkiye’den daha çok benimsemiştir. İki ülkenin ortak endişesi olan Kürt halkı ayaklanmalarının yanı sıra, İran’ın bölgedeki tek müttefiki olan Irak Hükümetinin sınır ve etki alanlarının daralması da İran’ı daha büyük bir endişeye sürüklemiştir.

   Tüm bu muhalif duruma karşı Barzani’nin burada unuttuğu en önemli husus, hükümet içerisindeki parçalı yapı olmuştur. Özellikle partiler arasındaki bölünmüşlükler bu durumu daha çok etkilemiştir. Barzani’nin dikkate almadığı ya da farkına varamadığı bu durum, seçimlerin ertelenmesi ve hükümsüz ilan edilmesinin yanı sıra, Barzani’yi hiç beklemediği bir sonuca sürüklemiştir. Erbil hükümeti karşısında muhalifliğini güçlendirmekten ziyade bu iç bölünmüşlüğü fırsat olarak değerlendiren Bağdat Hükümeti, Barzani’nin güç kaybetmesine sebep olmuştur. Bununla birlikte Barzani’nin istifası da gerçekleşmiştir.

SONUÇ

   25 Eylül referandumu “ABD Merkezli” ilerlemiştir. Referandum sürecine kadar ABD desteği ile hareket eden Erbil merkezli Barzani yönetimi, referandumun gerçekleşmesinden sonra, ABD’nin bu durumu terör faaliyetlerinin ayrılıkçı hareketlerine destek olma varsayımına dayandırması, Barzani’yi daha farklı bir sonuca itmiştir ve bu durum Barzani’nin uluslararası arenada ciddi manada siyasi güç kaybetmesine sebep olmuştur. Bölgedeki Suudi Arabistan, Bahreyn gibi diğer ülkelerin ABD’nin yanında yer alması da Barzani’yi bu süreçte yalnızlaştırmıştır. Bu durumdan faydalanmak isteyen Irak yönetimi de batı yanlısı bir politika izleyerek, ABD’nin kendi safında yer almasını sağlamıştır. Böylece Bağdat ve ABD, Erbil’e karşı bir duruş sergilemişlerdir. Bağdat’ın buradaki amacı Erbil yönetimini, Bağdat yönetimine ekleyerek, ülkede tek bir elden yönetim sağlamak olmuştur.

   Güç dengesinin çok fazla değişkenlik gösterdiği bu dönemde, bölgedeki Rusya-Suriye müttefikliğinin son durumundan faydalanmak isteyen ABD Suriye, İran ve Irak içerisinde yer alan Kürtleri müttefikleri saymakta ve peşmergeleri göz önüne almaksızın oluşacak federal bölgeleri de desteklemektedir. Buradan yola çıkarak ABD’nin referanduma olan tepkisi zamanlamanın yanlış olmasından kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde ABD, farklı bir politikaya yönelmeyi istememektedir. Çünkü ne petrolden vazgeçme şansı olabilir ne de 2018 yılında gerçekleşecek seçimlerde Irak içerisinde Şii mezhepli hükümetin hâkimiyetini kabullenebilirdi. Bölgede ABD açısından en önemli sorun, Bağdat ve Erbil yönetimlerinin farklı politikalarından kaynaklanan sebeplerden dolayı ABD elinin zayıflaması olmuştur. İki ülke arasında süregelen güvenlik sorununun üzerine, Bağdat yönetiminin iptalini istediği referandum sonuçlarının Barzani tarafından kesinlikle iptal edilmeyeceğinin dile getirilmesi iki yönetim arasındaki gerilimi tırmandıran, ABD’yi ikiliğe sürükleyen bir başka durum olmuştur.

   Özellikle referandumun en önemli sonucu olarak gösterilebilecek durum ise; tartışmalı bölgelerde de sandık kurulması olmuştur. Burada “Kerkük” dikkat çekmektedir. ABD, ‘Kerkük’ün tartışmalı bir bölge olduğunu IKBY’ne defalarca önemle vurgulamış ancak IKBY’nin askeri kuvvetlerinin daha baskın olduğu düşüncesiyle burada faaliyete geçmesiyle, ABD tarafından Haşdi Şabi örgütü ile bölgede güç kullanımı gerçekleşmiştir. Bu güç kullanımı sonrasında ABD’nin istekleri doğrultusunda İbadi yönetimi büyük bir siyasi güç elde etmiştir ancak hem IKBY askeri kuvvetlerinin Irak karşısında tahrip edilmiş hem de Haşdi Şabi örgütünün etki alanlarını arttırması ve sınırlarını genişletmesi, örgüt içerisinde yer alan İranlı milislerin karizmasının artmasına etkide bulunmuştur. Bu durum da İran’ın bölgedeki hareket alanının genişlemesine yol açmıştır. Diğer yandan ABD, bölgede Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni denetimi altına almaya çalışırken aynı zamanda Haşdi Şabi örgütünün içinde bulunan İranlı milisleri de örgütten ihraç etmeye yönelik politika izlemiştir.

   Komşu ülkeler Türkiye ve İran’da ise referanduma karşı “itiraz diplomasisi” izlenmiştir. Özellikle sınır değişiminden korkan iki ülke sınır değişikliklerinin “domino etkisi” yaratmasından ve bu etki ile diğer Kürt halklarının da bağımsızlık söylemi altında toprak talep etme durumlarının oluşmasından duydukları endişeden kaynaklanmaktadır. Duydukları endişe doğrultusunda Türkiye ve İran, askeri tatbikatları ön plana çıkartmışlar, sınır kapılarını kapatmışlardır. Bunun yanı sıra IKBY’ye karşı ekonomik yaptırım araçlarını koz olarak kullanabileceklerini de iddia etmişlerdir. Türkiye bu konuda İran’dan daha ayrıcalıklı bir duruma sahiptir. Türkiye, Irak petrollerinin dünyaya pazarlanmasında stratejik bir öneme sahiptir ve petrol ile dünya pazarları arasında köprü görevi görmektedir. İran ise Türkiye’ye nazaran askeri güç kullanmaya daha müsait bir ülkedir. Bu politikasını da Haşdi Şabi örgütü aracılığıyla gerçekleştirmektedir.

   Irak referandumu, ABD ve bölge ülkelerin tutumları bağlamında incelendiğinde olumsuz karşılanan, tepki gösterilen, sonuçları bakımından da IKBY’yi büyük bir zarara uğratan bir olay olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tepkinin nedeni Barzani’nin referandum için doğru zamanı ayarlayamaması ve referandum kararının belli bir plan, program çerçevesinde gerçekleşmemesinden kaynaklanmaktadır. Burada yapılması gereken şey, ABD’nin bölge ülkelerle, bölge ülkelerinin de “Akıllı Güç” stratejisi çerçevesinde birbirleriyle seviyeli bir diplomasi izlemeleri gerektiğidir. Bu diplomasi ile ülkeler arasında oluşacak iş birliği, referandum kararının ertelenmesinden sonra, iptalinin gerçekleşmesini de sağlayabilecek niteliktedir.

[1] RUDAW, “Kurdistan’s independence referendum explained”, 25 Eylül 2017.

[2] BBC, “Iraklı Kürtlerin bağımsızlık referandumu hakkında bilmesi gerekenler”, 25 Eylül 2017.

[3] Demirel Bahar, “Başbakan Yıldırım: Savaşa girmiyoruz, bunlar noktasal operasyonlar”, Hürriyet, 29 Eylül 2017.

Ayşenur SARISÜNBÜL
Araştırma Asistanı

Kaynakça:

  • NIXON,John,(2017), “Başkanı Sorgulamak”, Angın Yayınları, İstanbul
  • ARI,Tayyar,(2014), “Geçmişten Günümüze Ortadoğu; Siyaset, Savaş ve Diplomasi”, Dora Yayınları, Bursa
  • ORAN,Baskın,(2015), “Türk Dış Politikası”, İletişim Yayınları, İstanbul

The Border Issue

Introduction

When we look at the concept of the “border” by definition, we encounter that there are two kinds of the border in the usage of international politics. One of them is called ‘Political Boundaries’ and it means the lines which are conceived by human beings to separate areas according to to be governed by different societies. They may be redrawn on occasions of critical historical events such as war, immigration and agreements. It is also concluded via the quest for regional independence which is essential for citizens under the incumbent government. States or communities that look for sovereignty are able to designate their own territories. The second version of the border is called ‘Physical Boundaries’ and it means indigenous obstacles which are the most striking effects on the division of areas. Unlike deserts, mountains or oceans, we would like to add clean water sources as an item to the conception of barriers. Because people shape the environment where they maintain their lives according to clean water reserves by using this factor in cultivating, feeding their animals, urbanization etc.

In contrast with physical boundaries, political boundaries are more crucial in the international arena. They conflict with each other in practice. People tend to protect their sovereignty with hard power that is based on military assets in the face of political boundaries rather than physical ones.

In the concept of this paper, it was viewed six articles which try to focus on the main points: Rights of both immigrants and states according to Democratic Theory, Characteristics and cultural deterrents which hold people together, Reactions of nation-states against bound set, Having a critical location: Turkey’s migration policies, Relativity of coercion across borders and Identities that are used to make sense of citizens. These are several perspectives which contain many authorized scholars’ preferences. Their concepts were enhanced according to the new widespread individual perception of freedom in the last decades. This circumstance triggers new controversial debates between two types of borders internationally.

When we look at human nature, we see that every person feels obliged to have a designated area on his/her own by indicating this space with numerous means such as borders and stumbling blocks. This instinct leads to make them having unlimited rights. As a result of this situation, a person feels insecure about actions that may come from other people.

In the current international system, we can’t explain either why states/elites hold executive power or why they use this power in a designated area by only mentioning the term democracy. It is commonly estimated that there are elections in every society and people who are elected majoritarian become administrative units to determine rules and laws. But we must realize that democracy only specifies how executive branches are chosen by electoral systems and how they operate the society. The term democracy doesn’t explain why citizens must obey the rules which are regulated by administrators. There is basically a conditional contract that is called the Contract of Administrative Power. As it always has been in every agreement, it has contracting parties which consist of citizens and administrators. This contract comprises that we ought to obey the rules given by administrators who are capable of obtaining authority as long as these administrators in states protect their citizens’ human rights. This serves as a better, well-ordered and more secure territory to live in so that current governments choose regular lines and borders between themselves and other communities.

According to the new movement of thought, people are not born with these borders and they don’t accept these obstacles connately. There have been these borders before and communities where people are born to force them to accept these obstacles. A person can live wherever they would like to at his/her sole discretion. They have this privilege by birth. This new perception was basically invented by J. J. Rousseau and he explained why states or people demark in his book ‘Origin of Inequality’. In his book an example is really didactic about the presence of borders: “The first person has turned around a piece of land and said, ‘This is mine,’ and found such pure others, who believed in this discourse, became the true founder of civilized society. Someone who will cry out to you by dismantling the piles or filling the horns, ‘Stop listening to this crook, you know that the berth belongs to everybody, and you forget that the earth does not belong to anybody’, could have saved the human race from the crimes, the wars, the murders, the miseries and the horrors” (Rousseau, 1755: 63). After this assumption today, people start to interrogate that unless they revoke other people’s rights, they are able to both live wherever they want to and make whatever they want to. Because of the thought ‘homo homini lupus’, states are obliged to draw the boundary. In free environments without boundaries, people are inclined to be more useful and tend to be more tolerant.

States also use the term border to corrupt legitimacy so that they can be flexible to shape inner environments. There is no need to have higher authority in a hierarchical domestic arena or anarchical international society. In this paper articles that were viewed are reconsidered within this scope.

Thesis from different Scholars and Anti-thesis

In the first article that was written by Arash Abizadeh, it is stated that citizens who are regular members of a state can only designate any rules about its borders. According to the democratic theory of popular sovereignty, entry policies ought to be controlled by only a unilaterally democratic state. This discourse is based on the state’s legitimacy that is given by members who admit that citizens of a state reserve the right to both draw and control the boundaries against foreigners. This tendency causes conflict between liberal and democratic points of view. According to the liberal worldview, every person has the right to move freely, on the other hand, the democratic worldview requires the appropriation of designated areas. This thought is the core reason for ‘self-determination right’. Because of the desire to obtain both domestic and popular legitimacy, states restrict the right of foreigners who don’t have to obey any rules or laws of the host country. The author defends the opinion of the necessity of reforming the principles of democratic theory. It includes several items; the right of one-sided control of boundaries is unconformable with either liberal or democratic approaches, regulations about entry policies must be organized in democratic forums where foreigners and citizens are simultaneously attending, control of boundaries must be allocated between citizens and state administrators (Abizadeh, 2008: 54).

Current systems of governing societies are not corresponding with the presence of military powers. Millions of dollars have been spent to preserve the boundaries of states against foreigners until today. It is approved that one of the aims of armies is to maintain its boundaries secured so that executive power does not need any citizens as representatives in National Democratic Forums. Because they have their own deterrent force to use against the citizens who are members of the foreigners and discourses that are called ‘National Security’ to make themselves less accountable. There is also a deadlock in the opinion of gathering citizens and foreigners on the same platform. States don’t have friendly relations but just interests. Foreigners may not be friendly or coherent with the host society. They can also move to new countries because of many reasons such as war, economic problems, having a purpose for acts of terrorism etc.

When we think of these imponderable factors, foreigners who are in the same forum as host citizens tend to protect their own interests rather than the common benefit. The coalition between citizens and state administrators doesn’t come up with a solution to the problem of boundaries because the states’ own citizens are also keen on either moving to new countries or exploring new living quarters that have better conditions in comparison to their current ones. State administrators who are elites of government are also prone to take advantage of ruling capabilities. They would like to acquire profit maximization according to their own interests.

The second article that was owned by Joseph H. Carens states that there is no obligation to force states to admit foreigners even though they are peaceful and needy. The author wants to draw attention to the issue of morality. Although gatekeepers of states’ boundaries would like to prevent armed invaders or criminals from entering their territory that was secured for their own citizens’ rights to live in a peaceful way with their families, all foreigners or immigrants don’t have the same intentions. They may be really innocuous and their goal can be only seeking an opportunity to secure both themselves and their families (Carens, 1987: 251).

Scholar also states that citizens of the host state accept certain rules and obligations. This is because of citizens’ selection to cooperate together in a designated area under the directorship of ruling elites. These rules and obligations are not shared by foreigners who are not members of the host country. From the liberal perspective, foreigners who choose to admit both codified and cultural-based rules of the host country as it means a ‘Social Contract’, ought to be allowed to enter the society and with an effort of host citizens, their process of integration should be promoted. The scholar is also concerned about the number of foreigners who want to move in so that it is easier to be absorbed by society without damaging the cultural identity of society. The author adds that these foreign people just move because they have to. People don’t wish for a situation like immigration etc. and don’t want to leave their native land where they both feel at home and grew up. In liberal societies, there is no concern about the cultural identity of a society. Cultural items can be changed with new members but it can’t leave society without any identity. The new version of culture may be more valuable for both host citizens and new members. Accepting new members to a community also guarantees the future capacity of this society. People can find an opportunity to shape their future according to the demands of the current international arena. It is also compulsory for countries to consider principles of justice among human beings as a tool for suppressing human rights violations (Carens, 1987: 271).

The assertion of the author about enforcement to states via higher authority is not compatible with today’s conditions in the world. Even if all of the non-governmental organizations (NGOs) or international organizations such as the European Union and NATO announce a regulation about the immigration process for developed countries to force them to admit new members who want to settle in their countries’ territory, they don’t want to obey the instructions given by international organizations.

On the other hand, these organizations consist of developed countries so that founders don’t endanger their common interests. Citizens in communities don’t have to follow the old order. They may change contract articles to get their will back then they can make new rules.

In the concept of the third article, the scholar who is Stephen Castles mentions the responses of nation-states to increasing numbers of immigrants. This significant development obliged states to determine new policies such as assimilation or exclusion models. States couldn’t maintain the policy of preventing settlements that is not temporary because of their negative sides. This policy triggers public distrust of governments which assures inserting all citizens and new members into civil society according to the principles of democracy. Although other approaches also have many disadvantages, countries that are exposed to the immigration process manage to integrate new members (Castles, 1995: 293).

When we think of gradual transitions of culture in communities, it would be very slow for states to react against either needs analysis or management of this continuum. Adopting any models may cause discrepancies between governors who occupy the executive branch and host citizens. This situation leads the country to have an internal disturbance. The majorities in societies are not pure enough so multiculturalism is inevitable. We can see this reality from the example of the United States regulations about immigrants in the last four months. When Trump declared that only seven countries are not allowed to enter the United States, most of the members of the population reacted immediately against the administration’s new arrangement. Even though these practices couldn’t be implemented owing to juridical justifications, activists united the society against the Trump regime as it means the ‘New Face of Racism’. Then their movement became famous all around the world and they are supported by other European and Turkish citizens who act responsibly toward this anti-Muslim arrangement.

Assimilation which is thought of as a way of excluding immigrants can be hazardous for host states that use this policy model. Host citizens may experience incomprehensibility in their native languages. Language is a dynamic term so it is changeable unavoidably. There may be a controversy between assimilation and integration. Communities remain in the middle of these two different situations. Host citizens and new members usually stay irresolute between these circumstances. Instability causes damage to both the moral principles of society and common public identity.

It is a common mistake that democratic principles in a government are calculated with only the number of immigrants they accepted. Beyond the numbers, the reasons for the immigration problem lie in the origins of states. In reality, any government doesn’t have democratic intellection which they have promised before they are elected.

After obtaining executive power, governors change their policies according to their own interests unexpectedly. Therefore, there are always immigration problems due largely to their so-called democratic discourses.

According to the fourth article written by Ahmet İçduygu and Damla B. Aksel, it is stated that Turkey passed through many paths full of international and domestic milestones. Turkey has its own double-sided majorities which consist of people from both revisionist perspectives and status-quoist perspectives. But Turkey managed to see the other side of the medallion and selected revisionist international immigration regulations. Especially increasing the number of immigrants, who are from the labour class, was used as a means of reducing the number of unemployed people. Today, Turkey experiences a new kind of immigration process such as asylum seekers and refugees so it gives importance to public diplomacy to influence citizens to tolerate the situation and other countries to gain economic and political opportunities (İçduygu, Aksel, 2013: 186).

It is worth pondering that Turkey has crucial and precious historical ties with other people from the Middle East and North Africa (MENA) Region. This bond has pros and cons. We can give a peaceful environment in harmony while gathering economic returns from your historical partners as an advantageous example and we may give taking full responsibility in any bad situations where your partner countries are a disadvantageous example. As a result of this occasion, Turkey has to suffer the consequences of irregular immigration and downswings.

In the concept of the fifth article that was written by John Torpey, there is a concern about means of identities such as IDs and passports. Every administration of countries produces specific indicating instruments which separate people from others and bring a sense of belonging to their citizens. The author thinks that citizens who have determined identities from their native countries feel obliged to stay in a designated area during their lifetime. This policy which governments use for limiting unrestrained movements across boundaries can also be used by other countries that are neighbours and make citizens feel captive. Scholar gives a specific example of European countries. They have loose boundaries between them as an internal reciprocal agreement. But this selection also causes sharp external border policies because of uneasiness about whether any criminal action may occur or any foreigner can disregard the rule (Torpey, 1997: 256).

Being a citizen of any country doesn’t mean feeling obliged to belong and stay in a designated area. People may adopt different customs, cultures and lifestyles in certain circumstances. For example, any person who is born in İstanbul may continue their life in London etc. This instinct comes from the desire of being happy for a lifetime. People are not happy to be in a designated area, they are happy where they feel satisfied personally.

From the last article’s perspective written by David Miller, he argues with the preferences of Abizadeh and declares that if any government excludes immigrants, it means a coercive action and executive branch members think that this action comes from its own right in democracy (Miller, 2010: 112).

Until today, there is no country which has a fixed boundary. In other words, the boundaries of the countries have changed many times throughout the world. That means there is no pure community in the world. People have affected themselves according to their native cultures, customs or types of religions. The bridges of culture have already been stated before existing political boundaries.

Conclusion

In conclusion, the problem of borders is condemned to continue because of the mindsets of both rulers from the executive branch and citizens. Governments ought to play a mediating role in this problem but they don’t give an inch to solving this issue. Instead of constituting Councils of Immigrants in whole countries, there must be a new association which is developed by the United Nations and European Union. In this structure, all of the countries from the bottom up should have their own representatives to debate these issues in a democratic way. Beyond the issues, this council must provide people with several opportunities; freedom of speech, migration rights which has rigid rules, protection against violence and gradual transition to integration into new societies.

Otherwise, the human being needs a new body which doesn’t bother problems of boundaries. This body has to have strict rules which involve equality of all members of the world and altruism. This structure may be higher authority over states in an anarchical international arena. The regulations about immigration processes ought to be taken in a consensus electoral system. In this stage, the most important role has an activist for countries. They must trigger the population and mobilize citizens through freedom of personal sovereignty. The prosperity of the whole world directly depends on individual movement flexibility and freedom of opinion.

Intrinsically, solid never belong to anybody except the whole population. If anyone objected to the man who first conquered and covered the solid, and said that it belongs to all aborigines then he or she eradicated the fences, we wouldn’t discuss this issue and we would never encounter the wars.

Furkan AYRANCI
Araştırma Asistanı

Bibliography

  • Abizadeh, Arash. 2008. Democratic Theory and Border Coercion. Sage Publications
  • Carens, Joseph H. 1987. Aliens and Citizens: The Case for Open Borders. Cambridge University Press
  • Castles, Stephen. 1995. How Nation-States Respond to Immigration and Ethnic Diversity. Journal of Ethnic and Migration Studies
  • İçduygu, Ahmet. Aksel, Damla B. 2013. Turkish Migration Policies: A Critical Historical Retrospective. Migration Policy Centre
  • Miller, David. 2010. Why Immigration Controls Are Not Coercive: A Reply to Arash Abizadeh. Sage Publications
  • Torpey, John. 1998. Coming and Going: On the State Monopolization of the Legitimate “Means of Movement”. American Sociological Association

Ekvador, İngiltere ile Arasındaki Anlaşmazlığı Çözmek için Arabulucu İstiyor

Ekvador’un Dışişleri Bakanı Maria Fernanda Espinosa, Julian Assange’ın Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nde 5 yıllık konaklamasının dayanılmaz olduğunu belirtti. Ülkesi ve Birleşik Krallık arasında yaşanan bu husumetin çözümü için bir arabulucunun iyi olacağını, üçüncü bir ülke veya kişi arayışında olduklarını belirtti. Bir arabulucu veya üçüncü bir kişi olmadan İngiltere ile yaşadıkları bu sorunu çözmelerinin mümkün görünmediğini söyledi.

Assange’ın bir avukatı Ekvador’un teklifini sıcak karşıladı ve İngiltere’nin insan hak ve özgürlüklerine saygılı olduğunu göstermesi için Assange’ın özgürlüğünü geri vermesi gerektiğini belirtti. Avukatı, herkes gibi Assange’ın da iltica etme hakkı olduğuna parmak bastı ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump yönetimiyle birlikte WikiLeaks davasının kızıştığından ve müvekkilinin Amerika’ya iade edilmesi halinde orada insan haklarının ihlal edilebileceğinden bahsetti.

Tüm bunlara karşılık, Birleşik Krallık hükümet sözcülerinden birinin yaptığı açıklamada, Ekvador’la anlaşmaya yanaşmayacaklarını ifade etti. Hükümet sözcüsünün açıklamasına göre bu konunun çözülmesinin yolu Julian Assange’ın adaletle yüzleşmesinden geçiyor. Bu söylemden anlaşılacağı üzere, Assange sorunu iki ülke arasında sorun olmaya devam edecek.

Hilal SERT
o-Staj 2018 LATAM Stajyeri

Kaynakça:

Papa Francisco Peru’yu Ziyaret Edecek

Papa Francisco 18-21 Ocak tarihleri arasında Peru’yu ziyaret edecek. 15-18 Ocak tarihleri arası Şili’ye gidecek olan Papa, ardından Peru’nun Başkenti Lima’ya geçecek. Papa daha önce Peru halkına video-mesaj göndermiş ve bu mesajda Peru’ya gelmeyi çok istediğini söylemişti.

18 Ocak tarihinde gelecek olan Papa, Lima, Puerto Maldonado ve Trujillo şehirlerini ziyaret edecek. Papa’nın, Puerto Maldonado’ya Amazon halklarının simgesi olduğu için, Trujillo’ya ise deprem ve selde zarar gördüğü için ziyaret edeceği belirtildi.

Peru’daki insan hakları ihlallerinin kurbanlarının akrabaları da Lima’da, Papa ile görüşmek için randevu arıyor ve yapılan adaletsizlikleri Papa’ya iletmek istiyorlar. İnsan hakları ihlallerinden suçlanan eski Cumhurbaşkanı Fujimori, şu anki Cumhurbaşkanı Kuczynski tarafından affedilmiş, bu durum uluslararası insan hakları örgütleri tarafından da eleştirilmişti.

Papa’nın ziyareti dolayısıyla ülkeye yüksek sayıda turist geleceği belirtildi. Ulusal Göç Denetimi Başkanı Eduardo Sevilla, Papa’nın 2017 Kolombiya ziyaretinde 1,2 milyon turist geldiğini, benzer durumun Peru’da da yaşanabileceğini, ancak bu duruma hazırlıklı olduklarını belirtti. Ayrıca Perulu turizmciler de Papa’nın gelişini fırsata çevirmiş durumda.

Peru Rezerv Bankası da Papa’nın gelişinin anısına 37 mm çapında gümüş sikke basacağını açıkladı.

Son olarak Papa Francisco’nun Peru’ya yapacağı ziyarette kullanacağı özel araç “Papamobile” Başkent Lima’da tanıtıldı.

Eralp Cemal PASİN
o-Staj 2018 LATAM Stajyeri

Kaynakça:

Rusya’dan İsrail’e ‘’Yasalara Aykırı’’ Tepkisi

Geçtiğimiz Perşembe günü İsrail yönetimi Batı Şeria’daki Yahudiler için yüzlerce yeni konut inşası tasarısını onayladı. İsrail işgali atındaki Batı Şeria’da  işgal edilen toprakları fiilen Yahudi toprağı haline getirmek amacıyla birçok Yahudi vatandaş bölgeye yerleştirildi.

İsrail Savunma Bakanlığı’na bağlı Filistin Topraklarındaki Hükümet  Aktiviteleri Koordinasyon Birimi (COGAT) bünyesindeki Sivil İdare Kurumu, Batı  Şeria’daki Yahudi yerleşim birimlerini arttırma ve konut inşası kararını onaylamıştı. Son dönemde bu adımlar hızlandırıldı ve işgal altındaki Filistin topraklarında Yahudiler için konut inşaları çoğaltıldı.

Bu durum Rusya’nın tepkisine neden oldu. Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın cumartesi günü yaptığı yazılı açıklamasında İsrail’in bu adımlarının Ortadoğu’da adil ve güvenilir bir barışa ulaşma şansını körelttiğini belirtti. Söz konusu durumun ve Doğu Kudüs dahil Filistin topraklarına İsrail vatandaşlarını yerleştirme politikasının yasalara aykırı olduğunu vurguladı.

Bakanlıktan yapılan açıklamada ‘’İsrail’in yerleşim faaliyetlerini sürdürmesinin Filistin – İsrail sorununa iki devletli çözüm getirme olasılığını baltaladığı,  Ortadoğu’da adil ve güvenilir bir barışa ulaşma şansını azalttığı açıktır’’ ifadelerine yer verildi. Söz konusu durumun Filistin ve İsrail arasında doğrudan müzakereler gerçekleştirilmesi önünde büyük bir engel teşkil ettiği ifade edildi.

İsrail kökenli sivil toplum kuruluşu Peace Now’a göre İsrail yetkilileri 2013’ten bu yana yeni yerleşim birimi inşaatında en büyük sayıyı onayladı.

Hacer AKSU
o-Staj 2018 ORTAM Stajyeri

Kaynakça:

ABD, Beş Meksika Eyaleti İçin ‘Seyahat Etmeyin’ Uyarısını Verdi

0

ABD Dışişleri Bakanlığı, Çarşamba günü Meksika’nın 5 eyaletini Suriye, Somali ve Afganistan gibi ülkelerle aynı kategoriye sokan yeni bir “Seyahat etmeyin” uyarısında bulundu. Bu beş eyalet, ABD sınırındaki Tamaulipas, Pasifik kıyısındaki Sinaloa, Colima, Michoacan ve Guerrero. Tüm bu eyaletler uyuşturucu kartel aktivitesinin sıcak noktalarından biri, insan ticareti rotalarına ve kapsamlı uyuşturucu ekim yetiştiriciliğine ev sahipliği yapıyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı, vatandaşlarına ücretli yollar kullanmaları, barlar, kulüpler ve kumarhaneleri ziyaret ederken dikkatli davranmaları, zenginlik işaretleri göstermemeleri ve bankaları veya ATM’leri ziyaret ederken dikkatli olmaları konusunda uyarıda bulundu. Dışişleri Bakanlığı’na göre, ABD hükümet çalışanları Meksika’nın bazı bölgelerinde seyahat yasakları ile karşı karşıyalar, ancak Ensenada, Rosarito ve Tijuana’nın turistik bölgelerinde herhangi bir hükümet kısıtlaması bulunmuyor.

Ülkenin tamamı, ABD turistleri ya da yolcuların “dikkatli davranması” gerektiği anlamına gelen “2. seviye” derecelendirmesine sahipti. Ülkedeki toplam 31 eyaletten 11 ek eyalet “3. seviye” uyarıya sahip.

Hükümet Meksika Turizm Kurulu,” Meksika’nın en önemli uluslararası turizm merkezleri daha önce açık bir şekilde seyahat kısıtlamaları bulunmadığı için listelendi.” açıklamasında bulundu. Los Cabos Turizm Kurulu Başkanlığı Rodrigo Esponda, “Los Cabos’un güvenli bir yer olarak devam etmesini sağlamak için 2018’de çok çalışmaya devam edeceğiz” dedi.

Sinem DAY
o-Staj 2018 LATAM Stajyeri

Kaynakça:

Paraguay 22 Nisan’da Yapılacak Olan Seçimlere Hazır

0

Paraguay’da yapılan toplantıda senato adayları belli oldu. ANR ve PLRA Partisi’nin adayları zaten belirlenmişti. Buradan gelecek olan resmi açıklama ise 15 Ocak tarihinde yapılacak. Devlet Başkanı Horacio Cartes, Colorado Partisi Senatosu’nun başında. PLRA halen senatoya 13 sandalyeye sahip olarak katılıyor. 15 Ocak’ta ANR’nin Seçim Mahkemesi (el Tribunal Electoral Partidario) 782 adayı ilan edecek. Üst meclise başvuranların listesi, bu yıl 22 Nisan’da yapılacak genel seçimler için hazır. Genel olarak sisteme baktığımızda, Paraguay’da Arjantin Kanunları, Roma Kanunları ve Fransız Kanunları yürürlükte. Paraguay’da devlet başkanlığını 15 Ağustos 2015 tarihinden itibaren Horacio Cartes Jara ve başkan yardımcılığını ise Juan Eudes Afara Maciel yapıyor. Ülkede devlet başkanı aynı zamanda hükümet başkanı ve  meclis üyeleri devlet başkanı tarafından atanıyor. Paraguay’ın önemli siyasi partileri ise Vatansever İttifak (Alianza Patriotica por el Cambio), Cumhuriyetçi Ulusal Birlik (Asociación Nacional Republicana), Etik Vatandaşlar Ulusal Birlik Hareketi (Movimiento Unión Nacional de Ciudadanos Éticos), Vatanseverler Partisi (Patria Querida), Ulusal Mücadele Partisi (Partido Encuentro Nacional), Liberal Radikal Parti (Partido Liberal Radical Auténtico), Ülkeyle Dayanışma Partisi (Partido País Solidario)’dir.

Gamze BOZKURT
o-Staj 2018 LATAM Stajyeri

Kaynakça:

Yunanistan Ve Makedonya Arasında İsim Sorunu

8 Eylül 1991’de yaptığı referandumdan %95,4 civarında ‘evet’ oyu çıkaran Makedonya, tam anlamıyla eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nden ayrılarak 17 Eylül 1991’de Makedonya Cumhuriyeti ismiyle bağımsız oldu. Bağımsız olması ile beraber Yunanistan ile arasında isim sorunu oluştu.

Bugünlerde ekonomik krizin getirdiği olayların yanında, Makedonya Cumhuriyeti ile olan isim anlaşmazlığı da Yunanistan gündeminin sıcak konularından. Çoğu ülke Makedonya Cumhuriyeti’ni tanırken Yunanistan, Makedonya Cumhuriyeti yerine Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya (FYROM) olarak tanımaktadır. Çünkü Makedonya, Yunanistan’a ait bir bölgenin ve hatta tarihi önem taşıyan Grek imparatoru Büyük İskender’in doğduğu yerdir. Yunanistan’ın engelleri ve tehditleri dolayısı ile Makedonya uluslararası örgütlere Yunanistan’ın belirlediği isim ile katılabilmektedir.

Yunanistan ülke içinde ve dışında Makedonya Cumhuriyeti ile olan isim tartışmasına çözümler ararken ve hatta kendini haklı göstermeye çalışırken, Yunanistan muhalefetinde hükümetin yanlış bir yol izlediği söylemleri dolanıyor. Çünkü ülke bir ekonomik kriz içerisinde, protestolar artmakta ve Yunanistan’ın birinci sıraya koyması gereken sorunlar bunlar olarak görülmektedir.

Uluslararası örgütler tarafından Makedonya’ya yeni isim önerileri sunulurken Yunanistan, Makedonya’nın, Makedonya Cumhuriyeti olarak tanınmasını engellemek için elinden geleni yapmaktadır.

Nuray KARAGÖZ
o-Staj 2018 BALKAM Stajyeri

Kaynakça: