Home Blog Page 157

Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel Kosova’da

0

Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Kosova’ya ziyarette bulundu. Gabriel Priştine’de Kosova Başbakanı Ramush Haradinaj ile görüştü. Dışişleri Bakanı Gabriel Kosova’nın bağımsızlığının 10. Yılını kutladı.

Almanya ve Kosova’nın arasındaki ilişkilerin olumlu seyrine ve önemine değinen Gabriel, Almanya’nın Kosova’yı ilk tanıyan ülkelerden biri olduğunu hatırlattı ve Kosova’nın her alanda yanında duracağını belirtti. Kosova’nın, Avrupa Birliği’ne üyeliği konusunda da destek verdiklerinin, bu süreçte ortaya çıkan pürüzlerin giderilmesi, Kosova’nın ekonomik ve siyasi olarak gücünün ve istikrarının sağlanmasında çalıştıklarının altını çizdi. Kosova’nın Karadağ ile sınır sorununun çözümü için komisyon oluşturduğu ve ilişkilerinin düzeltildiği bu günlerde Almanya’dan da bu tarz olumlu destekler alması önem arz ediyor. Zaten Gabriel de aynı noktaya değinerek bu anlaşmayı desteklediklerini belirtti: ‘’ Karadağ ile sınırın yeniden belirlenmesi konusunda iradenin bulunmasından dolayı memnunum. Biz bunu da destekliyoruz, çünkü bu kriterin yerine getirilmesiyle gerçekleşecek vize serbestisi, Kosova vatandaşlarının yararınadır’’.

Gabriel yaptığı açıklamada Kosova’yı henüz tanımayan 5 Avrupa Birliği üyesi ülkeyi, Kosova’nın artık Sırbistan’ın bir parçası olmadığına ve AB üyeliğine ikna etmek için çalıştıklarını da söyledi.

Kosova Başbakanı Haradinaj da, bu ziyaretten memnun olduğunu, ‘Kosova’nın başarıları konusunda inançlarını iletmek için’ uygun bir fırsat oluşturduğunu belirtti.

Bağımsızlık yıldönümü nedeniyle bir kez daha alevlenen Kosova-Sırbistan olayında, Kosova’nın AB üyesi bir devlette yakın ilişkileri önem taşıyor. Hem bu konuda hem de ilerleyen süreçlerde Kosova’nın AB üyeliği konusunda önemli bir destek. Kosova’nın AB üyeliğiyle ilgili yakın süreçte ciddi bir atılım olmasa da bu ilişkiler geleceğe yönelik bir yatırım olarak görülebilir.

Nur İNAN
o-Staj 2018 BALKAM Stajyeri

Kaynakça:

Erdoğan – Tillerson Görüşmesi

İçinde bulunduğumuz hafta itibariyle başlayan (11 Şubat ) Orta Doğu ziyaretleri kapsamında ABD Dışişleri Bakanı Rexx Tillerson, Türkiye’yi ziyaret etti. 15 şubat 2018 Perşembe günü Tillerson- Erdoğan ikilisi arasında Beştepe’de gerçekleşen görüşme 3 saati aşkın bir süreyi buldu. Görüşmede Türkiye’nin 20 Ocak tarihinde başlattığı Afrin Operasyonu ve iki ülke arasında yaşanan gerginlik gündemdeydi. Reuters haber ajansı görüşmede Türk tarafının istek ve görüşlerini açık ve net bir şekilde ilettiğini aktardı. Ek olarak Suriye’de, ABD destekli olan ve Türkiye tarafından bir terör örgütü kabul edilen Kürt silahlı gücü YPG’nin Türkiye tarafında uyandırdığı rahatsızlık, bölgedeki gelişmeler, terörle mücadele ve FETÖ liderinin iadesi  de görüşmenin gündemindeydi. Görüşmenin akabinde ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü; ‘’Tillerson ve Erdoğan, ABD-Türkiye ilişkilerini, her iki tarafın da çıkarları doğrultusunda iyileştirmek için açık ve yapıcı bir görüşme yaptı’’ ifadesinde bulundu.

Ziyaretler ve ABD tarafından talep edilen görüşme Türk tarafının Suriye’de başlattığı 20 Ocak tarihli Afrin operasyonu üzerine tertip edildi ve yoğunlukla bu konu görüşüldü. Bu bakımdan görüşmeyi ABD’nin Türkiye ile işbirliği yapma isteği veya operasyondan rahatsızlık duyması olarak yorumlayabiliriz. Ayrıca görüşme Afrin operasyonu açısından büyük önem taşımaktadır. Zira ABD bölgede etkin rol oynayan bir ülkedir. Henüz cumhurbaşkanlığı makamından bir açıklama gelmemesi sebebiyle görüşmenin bölgede barışçıl bir sonuca ulaşmayı hedeflediği düşünülebilir.

Hacer AKSU
o-Staj 2018 ORTAM Stajyeri

Kaynakça:

 

 

Lübnan Başbakanı Refik Hariri: ‘Hizbullah ile İttifak Yapmayacağız’

Lübnan’ı 2018 Mayıs ayında bir referandum bekliyor ve bu referandum Lübnan için bir dönüm noktası fırsatı. Başbakan Saad Hariri’ nin babası Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri, 14 Şubat 2005 günü Beyrut’ta düzenlenen bombalı bir suikast sonucu öldürülmesinin 13.yıl anma etkinliklerinde konuşan Saad Hariri önemli açıklamalarda bulundu.

Hariri, “Biz, hiç kimsenin kendisini ırkçı ya da mezhepçi bir kutuya koyup kutuyu kilitlemesini ve sonra da anahtarını atmasını kabul eden bir hareket değiliz.” dedi. Lübnan’ ın bir Arap ülkesi olduğunu ve hiç bir dış gücün boyunduruğu altına girmediğini girmeyeceğini, Hizbullah ile ittifak kurulmayacağını ekleyen Hariri, Lübnan Temsilciler Meclisi (Lübnan Parlamentosu) için de konuştu.

Hariri, Lübnan’ı bölgedeki savaşların etkilerinden korumak, Arap ülkelerinin içişlerine karışmamak, silahın sadece devletin ve meşru kurumlarının elinde olmasını vurgulamak ve ordu ile güvenlik güçlerinin yeteneklerini etkinleştirmekten başka amacı olmadığını ekledi.

Yapılacak olan referandum için ‘bu Refik Hariri’ nin iade-i itibarıdır. Bizler, Gelecek Hareketi (Hariri’ nin Partisi) olarak bunun için çalışmaktayız ve Taif Antlaşması’na  (1989’da iç savaşı sona erdiren anlaşma) sonuna kadar bağlıyız’ ifadelerini kullandı.

Ahmet Mert İZMİR 
o-Staj 2018 ORTAM Stajyeri

Kaynakça:

Özbekistan Ve Türkiye’den Aşırıcılık İle Mücadelede İş Birliği Kararı

0

Özbekistan İçişleri Bakanlığı ve Türk İnterpol Milli Merkez Bürosu arasında Suriye’de ve Irak’ta savaşan Özbek kökenli aşırıcı teröristlerin takip edilmesine dair iş birliği anlaşması imzalandı. 15 Şubat’ta imzalanan anlaşmada kurumlar arasında bölgede bulunan Özbek kökenli teröristlerin takibi ve kimlik bilgilerinin transferinin daha kolaylaştırılması hedefleniyor. Taraflar anlaşmanın önceliğinin teröristlerin bulunup ülkelerine iade edilmesi noktasında anlaştı. Bilgi transferi noktasında iletişimin daha da yükseltileceğine vurgu yapıldı.

Özbekistan kökenli birçok DEAŞ militanı Türkiye, İsveç ve ABD gibi ülkelerde çeşitli terör eylemleri gerçekleştirmişti. Son olarak ABD’de Özbek kökenli terörist Sayfullo Saipov 8 kişinin ölümüne sebebiyet vermişti. Saldırının hemen ardından ise Özbekistan Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev, soruşturma için ABD’li yetkililerle en üst düzeyde iş birliğine açık olduklarını belirtmişti.

Suriye ve Irak’ta yaşanan iç savaş ortamından faydalanan aşırıcı terör örgütleri insan kaynağı olarak Orta Asya ülkelerini de seçmişti. Özellikle geçimini sürdürmek için Rusya’da zor koşullar altında çalışan Orta Asya kökenli birçok kişi radikalize edilerek bu terör örgütlerine katıldı. İslam Kerimov döneminde, Özbekistan’da yaşanan dini baskı yerel Hanefi Sünni inançların zayıflamasına ve insanların Selefi radikalizme kaymasına yol açtı.

  Cumhurbaşkanı Mirziyoyev yönetimi dini özgürlükler alanında birçok adım attı. Kamusal alanlarda yasaklanan iftarı bizzat Cumhurbaşkanı Mirziyoyev geçtiğimiz Ramazan ayında kendisi düzenledi. Hoparlörlerden okunması yasaklanan ezanlar da tekrar Özbekistan’da serbest bırakıldı. Aşırıcılık ile ilişkisi olduğu ileri sürülen ve kara listeye alınan binlerce kişi ise yine Mirziyoyev döneminde rehabilite edilerek topluma geri kazandırılması amaçlanmıştı.

Begmurat ALLABERDİYEV
o-Staj 2018 AVRAM Stajyeri

Kaynakça:

 

Kosova ve Karadağ Arasındaki Sınır Sorunu Çözülüyor

1

Kosova Cumhurbaşkanı Haşim Thaçi ve Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vujanoviç ülkeleri arasındaki anlaşmazlıkları ve sınır sorununu çözüme kavuşturmayı amaçlayan ortak bir bildiri yayınladılar.

   Birkaç yıldır devam eden sınır sorunuyla ilgili taraflar artık bir çözüme ihtiyaç oldukları konusunda zaten mutabıklardı. Yayınlanan bildiriyle iki ülke arasında sınır çizgisinin belirlenmesindeki sorunları gidermek ve diğer alanlarda da iş birliğini sağlamak amacıyla ortak bir komisyonun kurulmasına da karar verildi. Bu komisyon sayesinde karşılıklı iletişim ve çalışmayla sınır sorununun barışçıl ve hızlı bir şekilde çözümü amaçlanıyor. Cumhurbaşkanı Thaçi konuyla ilgili Kosova Başbakanı Ramush Haradinaj’a da bilgi verdiğini ve ortak beklentilere sahip olduklarını şu sözleriyle ortaya koydu: ‘’ Haradinaj ile görüştüm, bildiriyi benim tarafımdan edindi ve bu konuda iyi bir konuşma yaptık. Umuyorum ve inanıyorum ki Başbakan’ın çok açık bir duruşu olacaktır’’.

Anlaşmanın imzalanmasıyla Kosova Meclisi’nde de onaylanmasının önü açılmış oldu. Thaçi, anlaşmazlıklar çözülüp uzlaşma sağlandığında anlaşmanın meclise sevkiyle onaylanması için çalışmaların başlayacağını belirtti.  Aynı zamanda Kosova’nın, Karadağ ile olan sorunları çözüp Avrupa Birliği tarafından vize muafiyetinin verilmesi beklentileri de var.

 Kosova ve Karadağ arasında bu tarz bir Sınır Anlaşması 2015 yılında da imzalanmıştı. Ancak muhalefetin tepkisi nedeniyle onaylanmadı. Muhalefet sınırda bulunan Çakor ve Belluha’nın Kosova’nın bir parçası olduğunu ve başka bir ülkeye bırakılamayacağını öne sürdü. Bu tartışmalar sonucunda Kosova Meclisi’nde de onay yapılamadı ve anlaşma işe yaramadı.

Bu anlaşma Kosova için sınır komşusuyla arasındaki sorunların çözümünden daha çok anlam taşıyor. Bağımsızlığının 10. Yılında olan Kosova bu tarz olumlu etkileşim ve ilişkilerle, bölgede Kosova’nın varlığını kabullenememiş olanların karışında da güçlü bir duruş sergiliyor. Ülke içinde çatışmalara neden olan bu konunun bağımsızlık yıldönümü nedeniyle hassas bir atmosfere sahip bir zamanda ortaya atılması riskli olsa da konunun çözümü karşısında istikralı bir duruş sergilenmesi şüphesiz güçlü bir etki doğuracaktır. Avrupa Birliği’nden vize serbestisi isteyen Kosova bu anlaşmayla bir nevi bu konuda da adım atmış ve görüşmeye istekli olduğunu da ortaya koyuyor.

Nur İNAN
o-Staj 2018 BALKAM Stajyeri

Kaynakça:

Bağımsız Kosova, Sırbistan’dan Ayrılışının 10. Yılını Kutluyor

0

17 Şubat 2008’de Sırbistan’dan ayrılarak tek taraflı bağımsızlığını ilan en eden Kosova 10. yaşını kutluyor. Kosova, Avrupa kıtasının en yeni ülkesi olması açısından ayrı bir yere sahiptir. Sırbistan ile Kosova arasındaki gerginlik, Kosova’daki savaşın yaşandığı dönemden beri aralıklarla devam etti.  Kosova 17 Şubat 2008 tarihinde tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu ülkeyi ilk tanıyan Amerika Birleşik Devletleri ikinci tanıyan Arnavutluk olmuştur. Türkiye, İngiltere ve Afganistan’da Kosova’yı tanıyan ilk ülkelerdendir. Bu bağımsızlığı tanımayacağını ilan eden Sırbistan ve Rusya´ya göre burası halen Sırbistan´a bağlı özerk bir bölgedir.

1990’lı yılların sonunda yaşanan savaşı ve silahlı çatışmaları geride bırakan Kosova, buna rağmen hala birçok sorunla mücadele ediyor. Bağımsızlığını büyük umutlarla elde eden Kosova, yıllar ilerledikçe Birleşmiş Milletler (BM) üyeliği ve Avrupa Birliğine (AB) entegrasyon gibi ülkenin gelişimi için önemli meselelerde sonuç alamamaktan dolayı “hayali kurulan devlet olamama” algısı oluşturuyor. Kosova’yı bugün 113’ü BM üyesi ülkeler olmak üzere toplam 116 ülke tanıyor. Kosova’nın BM’ye üye olabilmesi için 193 üyenin 3’te 2’si tarafından tanınması gerekiyor.

Zehra SİVRİ
o-Staj 2018 BALKAM Stajyeri

Kaynakça:

Lavrov: ABD, Suriye’nin Büyük Bir Kısmını, Ülkenin Geri Kalanından Ayırmak İstiyor

0

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD’nin Suriye’nin büyük bir kısmını ülkenin geri kalanından ayırmak ve burada Kürtlerin desteğiyle özerk bir oluşum kurmak istediğini söyledi.

Euronews’e konuşan Lavrov “ABD’nin silahlı kuvvetleriyle Suriye’de sonsuza kadar kalmak gibi bir stratejisi olduğu anlaşılıyor. Daha önce verilen tüm sözlerin aksine, Irak ve Afganistan’da da aynı şeyi yapmak istiyorlar. Suriye’de kalıcı yerleşmiş olarak, şimdiden ülkenin büyük bir bölümünü geri kalanından ayırmak için çalışmalar gerçekleştiriyorlar. Bunu Suriye’nin toprak bütünlüğünü, egemenliğini bozma pahasına yapıyorlar. Orada devlet benzeri yönetim organları kuruyor, Kürtlere güvenerek orada her türlü yolu kullanarak özerk bir oluşum yaratmaya çalışıyorlar” ifadelerini kullandı.

Lavrov, ABD’nin Suriye’ye Şam’ın izni ve BMGK tarafından verilmiş bir yetki olmadan güçlerini gönderdiğini vurguladı. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü MariyaZaharova da haftalık basın toplantısında, ABD’li birliklerin, IŞİD militanları için güvenlik bölgesi haline gelen Tanf kırsalındaki 55 kilometrelik bölgede işgale devam ettiğini belirtmişti. Zaharova “Fırat’ın doğu kıyısında Kürt müttefiklerine bağlılığını sergileyen ve Kürtlerle birlikte Suriye ordusuna karşı neredeyse açık cepheleşme içinde olan ABD’nin eylemleri endişe verici” ifadelerini kullanmıştı.

Demet DAMYAN
o-Staj 2018 AVRAM Stajyeri

Kaynakça:

İran’da Meydana Gelen Protestolar Bize Ne Anlatır?

Son dönemlerde İran İslam Cumhuriyeti oldukça kritik olaylara ev sahipliği yapıyor. Ekonomik gerekçelerle başlayan protestolar, Amerika-İran arasında kriz haline dönüşen Nükleer Anlaşma, İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği Toplantısı gibi birçok gelişme başta Ortadoğu olmak üzere yabancı medya tarafından ilgiyle takip edilmesi İran’ın bölgede önemli aktörlerden biri olmasından kaynaklanıyor.

1979 devriminin gerçekleşmesinden bu yana ekonomisini sağlam bir zemine oturtamayan İran; yoksulluk, hayat pahalılığı, yolsuzluk gibi nedenlerle ülkede büyük yankı uyandıran protesto gösterilerine maruz kaldı.

28 Aralık 2017 tarihinde başlayan bu protestolar ilk olarak ülkenin ikinci büyük şehri olan Meşhed’de patlak verdi. Olayın kıvılcımını ateşleyen ise temel gıda ve üretim maddelerinin haddinden fazla zamlanması ve  Devrim Muhafızlarına ait bankaların batması nedeniyle birçok İranlının bir günde fakirleşmesi oldu.

Diğer yandan ülke ekonomisinin bu şekilde dalgalanmalara maruz kalmasının nedeni irdelendiğinde, ABD tarafından uygulanan ambargoların bu krizin doğuşuna büyük ölçüde kaynak sağladığı da göz önündedir.

ABD’nin İran’ın Ortadoğu’da sahip olduğu stratejik konumu sebebiyle nükleer silah temin etmesini bir tehdit olarak algılaması ve bunu engellemek üzere ülkeye şiddeti her gün artan çeşitli ambargolar uygulaması devlet ekonomisini günden güne kötü etkilemiştir. İran zamanla bu ambargolara karşı ‘Direniş Ekonomisi’ geliştirse de ekonominin devlet tekelinde bulunması ve düzenli bir gelişim göstermesi durumuna bir de yaptırımlar eklenince İran ekonomik olarak oldukça zor bir döneme girmiştir.[1] Görüldüğü üzere Trump yönetimi altındaki ABD ile İran arasındaki nükleer kriz özellikle İran için ciddi zararlara neden olmaktadır.

Peki, bu nükleer krizin doğmasına kaynaklık eden nedir? Bunu irdeleyebilmek için öncelikle nükleer silahın ne olduğunu ve bu silahın temin edilmesinin ülkelere nasıl fayda ve zarar sağlayacağının iyi anlaşılması gerekmektedir. Bilindiği kadarıyla nükleer enerji temelde madde atomlarının parçalanması ya da iki ayrı atomun birleştirilmesi yollarıyla açığa çıkan enerjiyi belirtmek üzere kullanılır. Bu enerjiyi önemli kılan ise silah olarak kullanıldığında klasik silahlara nispeten bölgede etki alanı kilometrelere ulaşan ağır tahribatlara yol açması ve sahip olduğu radyoaktif maddelerin çevrede hastalık ve ölümlere yol açmasıdır.[2]

Bir kitle imha silahı olarak nükleer silahın neden olduğu birçok ağır tahribat nedeniyle dünya barışını tehdit eden bir unsur olarak algılanmaktadır.  Özellikle Ortadoğu’ da önemli aktör olan İran’ın nükleer silah elde etme çalışmaları uluslararası toplum tarafından endişeyle karşılanmaktadır.

Dünyada hâkim güç olma tekelini elinde bulunduran ABD aynı zamanda tarihte ilk nükleer bombayı üreten ve bu bombayı ilk ve tek kez bir ülke üzerinde kullanan ülkedir. 1945 yılında Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine yaptığı atışlarda binlerce insanın ölümüne neden olmuş ve bununla birlikte bölgenin radyoaktif maddelerden kaynaklanan çeşitli hastalıklarla karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Ancak dönemin ABD kamuoyuna nükleer silahlanmanın yarattığı bu facia hakkındaki kanaatlerine dair kamuoyu araştırması yapıldığında araştırma sonuçları göstermiştir ki sivil halkın büyük bir çoğunluğu -özellikle cumhuriyetçi seçmen- ABD’nin savaşı durdurmak adına bu silahı kullanması yerinde bir harekettir. Ve dolayısıyla ABD’nin nükleer silaha sahip olmasını ve gerektiği yerde bunu kullanması savaşın gerektirdiği bir durumdur.

Zaman içerisinde nükleer silaha sahip olan ülkeler ABD ile sınırlı kalmamıştır. ABD ile başlayan bu yolda sırasıyla Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin de geçmiştir. Nükleer silahın bu denli kullanımı dünya ülkelerinin endişelenmesine neden olduğundan uluslararası bir anlaşmanın yapılmasını da zorunlu hale getirmiştir. 1968 yılında imzalanan bu anlaşma aynı zamanda diğer dünya ülkelerinin de nükleer silaha sahip olmasını engelleyecek düzeydedir.

İran İslam Cumhuriyeti ortaya koyduğu tarihsel sürecin ve psikolojik yapının etkisinin yanında, yer aldığı jeopolitik ve jeostratejik konum sebebiyle kendini güvende hissetmemekte, daha doğrusu ‘kendisini düşman bir çevrede düşmanca ilişkilerin ortasında görmektedir’.[3] Bu gibi durumlar göz önünde bulundurulduğunda İran’ın kendine ait nükleer silah temin etme arayışı haklı sebebe bürünmektedir. Ancak bölgede çıkarları olan hegemonik güçlerinde bu duruma memnun kalmayacağı aşikârdır. Ve bu bağlamda ABD çıkarlarının güvenliğinden endişelenen ülkelerin başında gelmektedir.

ABD’nin İran’ın Ortadoğu’ da sahip olduğu stratejik konum sebebiyle nükleer silah temin etmesini bir tehdit olarak algılaması, İran İslam Devleti’ne şiddeti her gün artan çeşitli ambargolar uygulamanın temel sebebini oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu ambargo uygulamalarına Avrupa da katılmış, bu durum ise İran İslam Cumhuriyeti Devleti’nin ekonomisini günden güne kötü etkilemiştir. Bu durum ise iki ülke arasında Nükleer Anlaşmanın gerçekleşmesini zorunlu kılmıştır. Ancak bu anlaşmanın istikrarlı bir şekilde ilerlediğini söyleyemeyiz.İnişli çıkışlı bir macerası var, son gelişmelere göre İran’ın Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) olarak bilinen nükleer anlaşmaya uyduğunun onaylanmaması Trump Hükümeti ile İran İslam Devleti’nin arasında gerilimin artmasına sebep olmuştur diyebiliriz.

Protestoların doğuşuna kaynaklık eden bu ekonomik sebepler ve ekonomik sebeplerin temelinde yer alan nükleer kriz üstünde düşünülmesi ve tartışılması gereken önemli detaylardan bazılarıdır. Bütün bunlarla birlikte bu protestoların bir süre sonra siyasi bir söyleme dönüşmesi ise üstünde durulması gereken diğer önemli noktadır.

İran toplumunun bazı kesimleri gerçekleşen bu protestoların Ruhani muhalifi Seyyid İbrahim Reisi tarafından başlatılmış olabileceğini düşünüyor. Protestolarda kullanılan “Ruhani’ye Ölüm” şeklindeki sloganlar da bu düşünceyi destekler nitelikte olduğu söylenebilir. Ancak süreç içerisinde sloganların muhatabını değiştirmesi ve Seyyid İbrahim Reisi’nin de müttefiki olan Devrim Lideri Ayetullah Ali Hamaney’e yönelik “Diktatöre Ölüm” şekline evirilmesi,var  olan bu şüpheleri de ortadan kaldırdığı söylenebilir.

Dini Lider Ali Hamaney ise eylemlerin sorumlusunun dış güçler olduğunu düşünüyor. Yine aynı şekilde Devlet Başkanı Hasan Ruhani’nin de Hamaney ile aynı eksende açıklamalar yaptığı söylenebilir. Buna göre silahlı kuvvetler ve hükümet arasındaki güçlü birliğinin olması, İran İslam Devleti’nin dünyadaki başarısı ve siyasi zaferleri, aynı zamanda, ABD’nin nükleer anlaşmayı ortadan kaldırmaya çalışması gibi nedenler dış güçlerin bu protestoları desteklemesi için yeterli sebeplerdir. Bununla alakalı olarak yine ABD’nin İran Devleti’ne karşı mücadele etmek amacıyla yeni yaptırımlar oluşturmaya başlamasına dünyanın karşı çıktığını ve buna mukabil dış güçlerin attığı ilk adımda başarısız olduğunu belirtmiştir.

İran Devrimi’nden bu yana bu tarz protestolar ilk değilse de büyüklüğü bakımından Yeşil Hareket eylemleriyle bir karşılaştırma yapılabilir. Yeşil Hareket’in siyasi nedenlerden doğup ekonomik temele bürünmesi, bugünün eylemlerinin ise tam aksine ekonomik temelli doğup sonradan siyasileşmesi en temel zıtlığı oluşturuyor. Aynı zaman da günümüz eyleminin Meşhed kentinde başlayarak sosyal medya aracılığıyla ülkenin diğer şehirlere hızlıca yayılması da yeni toplumsal hareketlerinin üzerinde durduğu önemli bir konu olarak yer almaktadır.

Diğer yandan Yeşil Hareket eyleminde halk geneli,eyleme yoğun bir talep göstermezken, günümüz protestolarında halkın eyleme ilgi göstererek kısa sürede büyük bir kesime ulaştığını görmek iki dönem arasındaki sosyo-ekonomik faktörlerin ne yönde bir değişkenlik gösterdiğini incelemeyi zorunlu kılmaktadır. Aynı zamanda Devlet başkanı Ruhani’nin yasal çerçevede “her bireyin protesto yapmaya hakkı vardır” şeklide açıklaması bu eylemler için ortaya konması gereken önemli gelişmelerden bazılarıdır.

Yine bununla alakalı olarak ABD ve Avrupa gibi dış güçlerin basın yayın organları İran’daki eylemlerde halkı destekleyen bir tavır takınması ve halk özgürlüğüne dem vurarak siyasi söylemi biraz daha alevlendirmeye çalışan tavrı Devrim Lideri Ali Hamaney ve Devlet Başkanı Hasan Ruhani’nin düşünce ve açıklamalarında haklılık payı aratmaktadır.

Türkiye ve Rusya gibi ülkelerin ise, gerçekleşen protestoları İran içişleri olarak değerlendirmesi ve devletten yana rol oynaması, bu ülkelerin İran İslam Devleti ile iyi ilişkilerini sürdürmeye devam etmek istemesi şeklinde de yorumlanabilir.

Protestolarda dikkat çeken bir diğer nokta ise İran halkının protestolarda kullandığı sloganlardır. ‘Ne Gazze ne Lübnan, Canım feda sana İran’, ‘Suriye’yi değil bizleri düşünün’ gibi siyasi içerikli sloganların protesto içinde yer alması halkın bir kısmının düşüncesini yansıtmasının yanı sıra diğer büyük bir kısmı tarafından da Müslüman Ortadoğu toplumlarını ayrıştırdığı gerekçesiyle eleştirildiği de gözlemlenmiştir.

İran İslam Devleti’nin Ortadoğu’ da aktif rol oynaması ve son zamanlarda İslam toplumlarını birleştirmek üzere yaptığı konuşmalar, özellikle İSİBAP toplantılarında, bu tarz ayrımcı siyasi söylemleri bertaraf etme amacından kaynaklanıyor olabilir.

Bu yıl 13’üncüsü Tahran ‘da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği Konferansı (İSİPAB) 17 ülke meclis başkanı, 14’ü ise meclis başkan yardımcısı olmak üzere 44 ülkenin katılım sağlamasıyla gerçekleştirildi. Konferansta Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi Arap ülkelerinden herhangi bir katılım gerçekleşmemesi toplantıya katılan birçok ülkenin de tepkisine neden olmuştur.

İran İslam Devlet Başkanı Hasan Ruhani’nin konferans açılışında İslam toplumlarını birleştirme ve aynı amaç için bir arada durarak emperyalist güçlere karşı güçlü durma çağrısı üzerine durması gayet akil ve makul bir tutum olarak düşünülebilir. Ruhani düşüncelerini şu şekilde dile getiriyor: “İhtilaflarımızı bir kenara bırakmalıyız, işbirliğiyle insani ve maddi imkânlarımızdan istifade etmeli, yabancılara bağımlılığımızı azaltmalı ve İslam ülkelerinin gelişmesine katkı sunmalıyız.”[4]

Ortadoğu’nun ekonomik ve siyasi sebeplerle gösterdiği istikrarsız tutumunu göz önünde bulundurunca emperyalist güçlerin saldırısından kurtulmanın yolu da bu toplumların bir araya gelip çıkarlarını gözetmekten geçmelidir kanaatine varabiliriz.

İSBAP’ın kuruluş amacı da bu konunun çok da dışında değil. Tanımlandığı gibi,  “İslam medeniyetinin farklı yönlerini vurgulayarak Kutsal İslam ilkelerinin tanıtılması ve yayılması, ortak hedefler oluşturma amacıyla diğer parlamento, hükümet veya sivil toplum örgütleriyle ilişkilerin, iş birliğinin ve koordinasyonunun güçlendirilmesi, adalet temelinde insan hakları ve insani ilkelere saygının artırılması ve savunulması ve bununla birlikte barışın tesisi için dünya halkları arasında koordinasyonun güçlendirilmesi.”  amaçlarını barındırıyor.[5]

Tahran yetkilileri konferans boyunca da ikili ilişkileri güçlendirmek adına Umman, Senegal, Pakistan gibi ülkelerin temsilcileriyle de bir araya gelerek ekonomi, siyaset ortak çıkar adına da fikir alışverişinde bulunma şansı elde ettiler.

Sonuç olarak, İran’ın değişken ekonomik yapısı ve Ortadoğu’da bulunduğu stratejik konumu sebebiyle adından uzun bir zaman söz ettirecekmiş gibi görünüyor.  Ekonomik çöküş ve yoksulluk nedeniyle çıkan protestoları sakin bir şekilde dindirmiş gibi görünüyor. Tabi ki bu durumda Devlet Başkanı Ruhani’nin uzlaşmacı bir tavır takınmasının da büyük faydası var. Ancak oluşacak herhangi bir kıvılcım yeni bir hareketlenmeye neden olabilir. Genelini işçi sınıfı ve fakirlerin oluşturduğu ayaklanmaların yenilenmemesi için İran gerek iç gerekse dış politikada dikkatli adımlar atmalıdır. Aynı şekilde İran’ın İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği Konferansında takındığı birleştirici tavır Ortadoğu toplumları için ihtiyaç duyulan bağı kısmi olarak sağlayacak gibi görünse de ileride atılacak adımlar gidişatı daha belirgin hale getirecektir.

Nesibe Ebrar ÇALIŞKAN
Araştırma Asistanı

Dipnotlar:

[1] Mehmet Koç ve Serhan Afacan, İran’da Değişim Dinamikleri, Ankara, İRAM, 2016, s. 4-5

[2]Nükleer Silah, KGM, http://www.kgm.gov.tr/SiteCollectionDocuments/KGMdocuments/Baskanliklar/BaskanliklarSavunmaUzmanligi/nukleer.pdf, (Erişim Tarihi: 28.01.2018)

[3] Ünal Gündoğan, İran ve Ortadoğu: 1979 İslam Devrimi’nin Ortadoğu Dengelerine Etkisi, Ankara: Adres Yayınları, 2010, ss. 455.

[4] “Ruhani: İslam Ülkeleri ihtilaflarını bir kenara bırakmalılar”, İslam Cumhuriyeti Haber Ajansı (IRNA), 16 Ocak 2018, http://www.irna.ir/tr/News/3573383 ( Erişim tarihi: 28.01.2018).

[5] “Özçelik, İran Yolcusu”, Burdur Haber Sitesi (Bomba 15), 16 Ocak 2018, http://www.bomba15.com/haber/Siyaset/bayram-ozcelik-islam-isbirligi-teskilati-parlamento-birligi-konferansina-katilacak/8382.html (Erişim Tarihi: 28.01.2018).

Kaynakça:

Brexit Müzakerelerinde İrlanda Sınır Sorunu

0

Avrupa Birliği Komisyonu’nun Brexit Başmüzakerecisi Michel Barnier, İngiltere’nin üyelikten ayrılmasının ardından yaklaşık iki yıl olacağı tahmin edilen geçiş sürecine ilişkin taraflar arasında anlaşmazlıklar bulunduğunu, bu nedenle geçiş sürecinin gerçekleşemeyebileceğini bildirdi.

Tarafların hafta boyunca Brüksel’de yürüttükleri müzakerelerin ardından basına açıklamalarda bulunan Barnier, temel gündem maddelerinin İrlanda, ayrılık anlaşmasının yönetimi ve geçiş süreci olduğunu belirtti.

Barnier, “Geçiş sürecine ilişkin önemli anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Dürüst olmak gerekirse, eğer bu anlaşmazlıklar çözülemezse geçiş süreci gerçekleşmeyebilir.” dedi. Barnier, İrlanda’nın da müzakerelerde önemli bir yer tuttuğunu, AB’nin İrlanda ve Kuzey İrlanda arasında “sert bir sınır” oluşmaması için elinden geleceğini yapacağını söyledi. Ayrılık anlaşmasının yönetimine ilişkin Barnier, İngiltere ve AB arasında Avrupa Adalet Divanı’nın yetkisine ilişkin anlaşmazlığını halen sürdüğünü bildirdi.

İngiltere ile AB Komisyonu aralık ayında vatandaş hakları, AB’ye yapılacak ödemeler ve İrlanda adasındaki sınır sorununu kapsayan başlıklardan oluşan müzakerelerin birinci safhasıyla ilgili anlaşmaya varmıştı.

İngiltere ile AB arasında Brexit sonrası ticari ilişkilerin ele alınacağı, müzakerelerin ikinci safhasına ilerleyen aylarda geçilmesi bekleniyor.

2017 yılının haziran ayında başlayan müzakereler için AB Komisyonunun Brexit Baş müzakerecisi Michel Barnier ve İngiltere’nin Brexit Bakanı David Davis başkanlığındaki teknik ekipler görevlendirilmişti.

İngiltere, 2016 yılının haziran ayında yapılan referandumla yüzde 48’e karşı yüzde 52 oyla AB’den ayrılma kararı almış, 29 Mart 2017’de de Lizbon Anlaşması’nın 50. maddesini işleterek ayrılık sürecini resmen başlatmıştı.

Mustafa BİLGİN
o-Staj 2018 AÇAM Stajyeri

 Kaynakça:

Uganda, Mülteci Skandalıyla 4 İlgili Üst Düzey Yetkiliyi Askıya Aldı

0

Uganda, birçoğu Güney Sudan’dan gelen 1,3 milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapıyor. Mültecilerinin çoğunluğu, Güney Sudan’da hükümetle rakip gruplar arasındaki çıkan sivil çatışmadan kaçıyorlar. 2013’ten bu yana, Güney Sudan da bu çatışmalar yüzünden on binlerce kişi öldü.

Ancak son dönemlerde ülkeye gelen mülteci kayıtlarında açıklar olduğu düşünülüyor. Bu nedenle, Uganda’da 4 hükümet yetkilisi, sahtecilik iddiaları ve mültecilere yönelik fonların kötüye kullanımı konusunda askıya alındı.

İçlerinde Uganda’nın Mülteciler Komiseri Apollo Kazungu’nun da olduğu üst düzey dört görevli araştırılıyor.

İlk önce iddiaları bildiren Uganda Daily Monitor, konunun BM Ülke Temsilcisi Rosa Malango tarafından gündeme getirildiğini söyledi. Gazete, “şüpheli” sayıdaki mülteci, kadın ve çocuk kaçakçılığı ve dolandırıcılık gibi üç konuyu gündeme getirdiğini açıkladı.

Birleşmiş Milletler Mülteci Kuruluşu Babar Balouch için bir sözcü, BBC Focus on Africa radyosuna verdiği demeçte, “Alınan raporlara, gıda yardımı ulaştırma ve mültecilere ücretsiz olması gereken hizmetler için rüşvet teklif etmesini talep eden sahte belgeler de dahil edildi.”

Yardım ve afete hazırlık için Devlet Bakanı Musa Ecweru, gelecekte herhangi bir sahtekârlığın önlenmesi için alınacak tedbirlerin ülkeye giren tüm mültecilere biyometrik kayıt yapılması önerisinde bulunduğuna dair güvence verdi.

Suna AĞDUK
o-Staj 2018 AFRAM Stajyeri

Kaynakça: