Home Blog Page 147

Vietnam Savaşı Sonrası, İlk Kez ABD’ye Ait Bir Uçak Gemisi Ülkeyi Ziyaret Edecek

ABD Donanmasına ait nükleer yakıtlı uçak gemisi USS Carl Vinson, ABD ile Vietnam arasındaki savaşın sona erdiği 1975’ten beri Vietnam’a giden ilk ABD uçak gemisi olacak. Uçak gemisi, bu ay içinde Danang kenti kıyılarına demir atacak. Geminin 5 Mart’ta Vietnam’a ulaşması ve 4 gün boyunca ülkede kalması bekleniyor.

Bu ay içinde, Vietnam’ın Danang kenti kıyılarına demirlemesi beklenen uçak gemisi, Hint-Pasifik Bölgesi’nde olası felaketlere verilecek yanıtlar için yapılacak çok uluslu tatbikata katılacak.

Bölgede uçak gemisinin varlığı ise, Çin’in Doğu ve Güney Çin Denizi’nde bulunan askeri varlığına karşı bir girişim olarak görülüyor. Çin, Vietnam’ın da arasında olduğu bölge ülkelerinin Güney Çin Denizi’ndeki toprak iddialarına karşı çıkıyor ve neredeyse bölgenin tamamını kontrol altında tutuyor. Çin’in hak iddiaları nedeniyle, Batı Pasifik’teki donanma üstünlüğü de tehdit altında olan Washington, bu nedenle Asyalı müttefikleriyle daha yakın askeri ilişkiler kurmaya çalışıyor.

Savaşın sürdüğü 1960’lı ve 1970’li yıllarda ABD uçak gemileri Vietnam kıyılarında sıklıkla görülüyordu. 1995 yılında ise Vietnam ve ABD arasındaki ilişkiler normalleşmiş ve Washington Vietnam’a silah satışı ambargosunu 2016’da sonlandırmıştı.

Merve CURGA
o-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynakça:

 

Çin, Trump’ın Çelik ve Alüminyuma Ek Gümrük Vergisi Kararına Tepki Gösterdi

ABD Başkanı Donald Trump’ın  perşembe günü yaptığı açıklamada,  gelecek hafta içinde ithal çelik ve alüminyuma sırasıyla, yüzde 25 ve yüzde 10 oranlarında ek gümrük vergileri getireceği bilgisi, Çin ve ABD’yle ticaret yapan diğer ülkelerin tepkisini çekti.

Bu açıklamanın üzerine, Çin Ticaret Bakanlığının Ticari Araştırma ve Çözüm Bürosu Direktörü Wang Hejun, cuma günü yaptığı açıklamada, “Gümrük vergileri, Dünya Ticaret Örgütü tarafından temsil edilen çok taraflı ticaret anlaşmalarına ciddi hasar verecektir ve uluslararası ticaret düzenine de darbesi kesinlikle büyük olacaktır.” dedi. Ayrıca,“Eğer Amerika’nın attığı adımlar Çin’in çıkarlarına zarar verirse, Çin, diğer etkilenen ülkelerle beraber çalışıp, kendi hak ve çıkarlarını korumak için adımlar atacaktır.” diyerek ABD’ye karşı uyarıda bulundu.

Reuters, ABD’nin Çin’den ithal ettiği çeliğin bu alandaki toplam ithalatın sadece yüzde 2’sini oluşturduğunu ancak Çin’in endüstri büyümesinin fiyatların düşmesine neden olan küresel bir çelik bolluğuna yol açtığını kaydetti. Çin Demir Çelik Kurumu Genel Sekreter Yardımcısı Li Şinçuang ise  konu hakkında, “Çin üzerindeki etki büyük değil. Trump hakkında bir şey yapılamaz.” yorumunu yaptı.

Trump’ın  bu açıklaması, Asya piyasalarını olumsuz etkiledi. Japonya’nın Nikkei endeksi güne yaklaşık yüzde 3 düşüşle başladı. Özellikle Asyalı çelik üreticilerinin hisselerinde düşüş yaşandı. Japon otomobil devi Toyota’nın hisselerinde yüzde 2’den fazla, Nippon Steel’in hisselerinde de yüzde 4’ten fayda değer kaybı oldu.

Trump cuma günü  Twitter’dan yaptığı açıklamayla, ek gümrük vergisi kararını savunmaya devam etti. Trump mesajında, “Bir ülke (ABD) başka ülkelerle ticaret yaparken milyarca dolar kaybediyorsa, ticaret savaşları iyidir ve kazanması kolaydır. Örneğin bir ülke yüzünden 100 milyar dolar kaybettiysek ve onlar da şirinlik yapıyorsa, artık ticaret yapmayız ve çok kazanırız. Bu çok kolay.” dedi.

Dünya Ticaret Örgütü Direktörü Roberto Azevedo, Trump’ın bu sözlerine karşılık olarak, “Bir ticaret savaşı kimsenin yararına değildir.” dedi.

Trump’ın gümrük vergisi planı, döviz piyasalarını da etkiledi. ABD doları, pek çok para birimi karşısında düşüşe uğradı. ABD doları, cuma gününü, Japon yeni karşısında son 2 yılın en düşük seviyesinde kapattı. Euro da dolar karşısında yüzde 0,5 değer kazandı.

Trump, gümrük vergilerinin ABD’de ki işleri koruyacağını savunuyor olsa da, birçok ekonomist tüketiciler için otomobil ve petrol endüstrilerinde fiyatların yükseleceğini ve önlemlerin yaratacağı istihdamdan daha fazla iş kaybına yol açacağı uyarısında bulundu.

Merve CURGA
o-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynakça:

Aung San Suu Kyi’ye uyarı: “Ya Şiddete Son Ver Ya Da İstifa Et”

Son zamanlarda sık sık gündeme gelen Arakan Müslümanları sorunu, Myanmar hükümetinin Sınır Muhafızlığı Biriminin, Bangladeş-Myanmar arasında bulunan tarafsız bölgenin sınırına asker konuşlandırması ile uluslararası medyaya tekrardan konu oldu. Bangladeş Sınır Muhafızları, Myanmarlı askerlerin yalnızca bölgede konuşlandırılmakla kalmayıp, aynı zamanda tarafsız bölgede bulunan Arakanlı Müslümanların, Bangladeş sınırına geçmesi için anons yapılmasından şikayetçi oldu.

Bu sorun, aynı zamanda uluslararası platformda da yer alarak, Nobel Barış Ödülü sahibi kadınlar tarafından da kınandı. Arakanlı Müslüman kadınların yaşadıklarına tepki çekmek için tarafsız bölgeyi ziyaret eden, çeşitli siyasetçi ve sanatçılar Aung San Suu Kyi’yi; Rohinyalara yönelik şiddeti derhal durdurmaya, topraklarına dönüşlerine yardım etmeye ve eşit vatandaşlık hakkı tanımaya çağırdılar. Bu talepleri derhal yerine getirmesi gerektiğini, aksi taktirde istifa etmesi gerektiğini eklediler.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi olarak görev yapan Mogherini ise, Bangladeş halkının ve hükümetinin, Arakanlı sığınmacılara verdiği destekten dolayı tebrik etti. Avrupa Birliğinin her zaman desteğinin ve yardımının Bangladeş hükümeti ile olduğunu da belirtti.

Bangladeş’e sığınmadan ve katliamlar olmadan önce alınan verilere göre, 1970’li yıllarda Myanmar’da 2 milyon Müslüman yaşarken, 2017 yılından sonra yaklaşık 688 bin Müslüman Bangladeş’e kaçtı. Günümüze kadar olan sürecin sonunda ise, bu sayı 350 binin altına indi.

Ece KARAKAŞ
o-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynakça:

Lianghui Toplantıları Başlıyor

Çin’de ki üst düzey yasama organı olan Çin Ulusal Halk Kongresi(ÇUHK) ve istişare organı Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı(ÇHSDK) yapılacak. Toplantılarda, Çin’in gelecek 5 yılına şekil verecek yönetim kadroları belirlenecek. Yasa ve reformlar karara bağlanacak.

Başkent Pekin’de ki Tiananmen Meydanı’nda bulunan Büyük Halk Salonu’nda yapılacak toplantılara, Devlet Başkanı Şi Cinping ve Başbakan Li Kıçiang’ın yanı sıra ülkedeki tüm bölge ve etnik unsurları temsil eden 2 bin 980 delege katılacak. ”Lianghui”(çifte toplantılar) olarak adlandırılan toplantılar, bugün ÇHSDK ve 5 Mart’ta ÇUHK toplantılarının açılış oturumları ile başlayacak, eş zamanlı yapılacak toplantılar yaklaşık 2 hafta sürecek.

ÇUHK ve ÇHSDK’nın 13’üncü dönem, 1’inci yıllık genel kurulu olan bu yıl ki toplantılarında, geçen ekimde yapılan, 19’uncu Çin Komünist Partisi Genel Kongresi’nde tekrar liderliğe geçen Şi, İkinci 5 yıllık devlet başkanlığına resmen başlayacak. Toplantılarda, uluslararası kamuoyunun dikkatle takip ettiği ekonomiden ticarette, siyasetten savunmaya, sağlıktan eğitime birçok alanda önemli reformlar görüşülecek ve karara bağlanacak. Hükümete politika üretme noktasında fikir sunma işlevi gören delegelerin, 5 Mart’ta yasama yılı açılışında görüşülecek konulara ilişkin kamuoyuna ipuçları verecek.

Başbakan Li Kıçiang, açılış oturumunda Devlet Konseyinin yıllık çalışma raporunu parlamentoya sunacak ve hükümetin bütçe planı açıklayacak. Ayrıca toplantı içerisinde görüşülecek konular: yönetim kadrolarının belirlenmesi, ana başlık anayasa revizyonu, yıllık ekonomik büyüme hedefi gibi konular olacak.

Zehra KÖSE
o-Staj APAM 2018 Stajyeri

Kaynakça:

Birleşmiş Milletler Raporuna Göre Kuzey Kore, Suriye’ye Kimyasal Silah Göndermiş

Birleşmiş Milletler Uzmanları, Kuzey Kore’nin, Suriye’ye kimyasal silah üretimde kullanılabilecek malzemeleri gönderdiğini ileri sürdü. BM raporunda, Kuzey Kore’nin 2012-2017 yılları arasındaki beş yılda Suriye’ye balistik füze ve kimyasal silah programlarında kullanılan 40’dan fazla ürün gönderdiğini belirtti.

Adsız bir BM üyesi ülkenin, Myanmar’ın, balistik füze sistemlerine ek olarak birden fazla roket atar ve havadan karaya füze dahil olmak üzere, Kuzey Kore’den bir dizi konvansiyonel silah aldığını da gösteren kanıtlar bulunduğunu belirtti. 200 sayfadan fazla uzunluğa sahip olan raporda, Kuzey Kore ve Suriye şirketleri arasındaki sözleşmelerin yanı sıra sevkiyat edilen malzemelerin türlerini belirten konşimentolar da yer alıyor. Pek çok bilgi, isimleri gizlenen Birleşmiş Milletler üye ülkeleri tarafından sağlandı. Rapora göre; birkaç ay önce ve Ağustos 2016’da Kuzey Kore füze teknisyenlerinden oluşan bir heyet Suriye’yi ziyaret etti ve ayrıntılı olarak yazılmaksızın kimyasal silahlarda kullanılan özel direnç valfleri ve termometrelerin aktarımının yapıldığını belirtti. Kimliği belirsiz bir Birleşmiş Milletler üye ülkesi raporun yazarlarına, Kuzey Kore füze teknisyenlerinin Barzeh, Adra ve Hama’daki Suriye kimyasal silahları ve füze tesislerinde çalıştığını söyledi.

Detaylar, Suriye Rejimi’nin, Suriye’nin başkenti Şam’da bir banliyö olan Doğu Ghouta’ya bir klor gazı saldırısı yapmakla suçlanmasından sadece iki gün sonra geldi. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad Rejimi, kimyasal silah kullanmadığını iddia ederek defalarca reddetti.

Çağatay KILIÇ
o-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynakça:

Afganistan:”Bombalı İntihar Aracı Kabil’i Vurdu”

1 Mart 2018 günü, Afganistan’ın Kabil şehrinde yabancı elçiliklerin yakınında gerçekleşen bombalı araç saldırısında hükümet yetkililerine göre, 22 kişi yaralandı ve 1 kişi hayatını kaybetti.

İçişleri Bakanlığı Sözcüsü olarak konuşan Najib Danish, patlamanın ülkenin doğusunda yerel saatle sabah 09.00 sularında yabancı işçilere ait bir araç tarafından gerçekleştiğini belirtti.

Najib Danish’in Yardımcısı Nasrat Rahimi, saldırıda ölen kişinin, 12 yaşında bir çocuk olduğunu duyurdu.

Afganistan İçişleri Bakanlığının yaptığı açıklamaya göre saldırı, yabancı güçlere karşı yapılan intihar saldırılarından biri olduğunu söyledi. El Cezire’nin, Kabil’deki Çalışanı Tony Birtley bu açıklamayı doğruladı. Birtley, bu açıklamayı, “Saldırının, konvoyla beraber hareket eden NATO çalışanlarını hedef aldığı şeklinde anlıyoruz.” dedi.

Saldırının kim tarafından gerçekleştirildiği hususunda henüz bir açıklamada bulunulmazken, saldırının Taliban tarafından gerçekleştirildiği tahmin ediliyor. 2018 Ocak ayında, 130 kişinin hayatını kaybettiği saldırıları Taliban Örgütü üstlenmişti.

Afganistan Devlet Başkanı Ashraf Ghani’nin, Taliban’ı meşru bir siyasî grup olarak tanınmasını teklif etmesinden ve bu teklifin, 16 yılı aşkın süredir devam eden savaşı sona erdirmeyi amaçlayan görüşmelere vesile olabileceğini söylemesinin ardından, iki gün sonra bu patlama gerçekleşti.

Yetkililer, perşembe günü Güney Afganistan’da ki bir kontrol noktasına düzenlenen saldırıda, Taliban kuvvetlerinin en az altı polis memurunu öldürdüklerini açıkladılar.

Enver Alper DEMİRCİ
o-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynakça:

Erdoğan: “Yeni Dünya Düzeni Kurulurken, Biz Afrika ile Birlikte Yürümek İstiyoruz.”

Afrika turunda ikinci durak olarak Moritanya’da bulunan Recep Tayyip Erdoğan, Moritanya’da yaptığı konuşmada “Biz yeni dünya düzeni kurulurken Afrika ile birlikte yürümek istiyoruz.” dedi.

Resmi temaslarda bulunmak üzere geldiği Moritanya’da, mevkidaşı Muhammed Veled Abdulaziz ile ortak basın toplantısı düzenleyen Erdoğan, “Yeni dünya düzeni kurulurken biz Afrika ile yürümek istiyoruz. 15 Temmuz, bize gerçek dostlarımızı gösterdi.” ifadelerini kullandı. Kudüs konusuna da değinen Erdoğan, “Kudüs bizler için olduğu kadar Hristiyan âlemi içinde önemlidir. ABD’nin, Kudüs’ü Başkent olarak ilan etmesi bizi ilgilendirmez.” açıklamasında bulundu.

Cumhurbaşkanı, ABD’nin Kudüs kararını eleştirerek Türkiye’nin durduğu yerden asla taviz vermeyeceğini kaydederek, “Kudüs bizler için çok çok önemli olduğu kadar Hristiyan dünyası içinde önemli bir yerdir. Amerika’nın Kudüs’ü başkent olarak ilan etmesi bizi ilgilendirmez. Bizde bir söz var: ”Kendisi çalar kendisi oynar”. Bunu BM’de gördük. 128 ülke Amerika’nın karşısında dik durdu. Amerika ise kasaba niteliğindeki 8 ülke ile oradan anca çıkabildi. Hiçbir zaman güç haklı değildir. Hak güçlüdür. Orada bunu gördük. Durduğumuz yerden asla taviz vermeyeceğiz. Kudüs Filistin’in Başkentidir, bunu da zaten ilan ettik.” şeklinde konuştu.

Erdoğan ayrıca, “TİKA vasıtası ile de sağlık, tarım, medya ve insani yardım gibi alanlarda Moritanya için önemli olan projeleri hayata geçirmeyi sürdüreceğiz. Bugüne kadar Türkiye bursları ile 135 gencimize ülkemizde üniversite imkanı sunduk. Aynı zamanda vakıflarımız, derneklerimiz ve gönüllü kuruluşlarımız Moritanyalı öğrencilere sahip çıkıyor.” açıklamasında bulundu. Bugün iki ülke arasında turizmden, tarıma, ekonomiden, madenciliğe farklı anlaşma ve protokoller imzalandığını belirten Erdoğan, bu anlaşmaların mevcut ilişkilerimize ayrı bir güç katacağını ve ekonomik ilişkilerimizin geldiği aşamanın diğer bir göstergesinin Türk Hava Yolları’nın Nuakşot seferleri olduğuna da değindi.

İki ülke arasında kurulan güzel ilişkilerin tekrar masaya yatırılıp konuşulması ve Erdoğan’ın açıklamalarından da anlaşılacağı üzere, Türkiye’nin Afrika’ya yönelmesi dış politikada ne kadar doğru adımlar atıldığının bir göstergesidir.

Büşra GÜRSOY
o-Staj 2018 AFRAM Stajyeri

Kaynakça:

Belçika’ya Ruanda Soykırımı Davası

Ruanda soykırımından kurtulanlar, Belçika devletinin soykırımda sorumluluğu olduğu iddiasıyla Brüksel İstinaf Mahkemesi’nde dava açtı.

Davacılar, Belçika devleti tarafından görevlendirilen yetkililerin, 1994 Nisan’da Tutsilerin bulunduğu bir okulu korumasız bırakarak Ruanda’da bulunan Belçikalıların tahliyesine yardıma gittiğini, bu nedenle okulda bulunan yaklaşık 2 bin kişinin Hutular tarafından katledildiğini savundu.

100 bin avro tazminat talep eden davacılar, mahkemenin Belçika devletinin Ruanda soykırımında rol oynadığına yönelik bir hüküm vermesini bekliyor. Daha önce, 2010 yılında benzer bir davaya bakan Brüksel İstinaf Mahkemesi, görevlilerin Belçika devletinin emrinde olduğunu ve devletin verdiği emir üzerine okulu terk ettiğini kabullenmişti.

Birleşmiş Milletler, 1994’de gerçekleşen Ruanda soykırımında, 4 ayda yaklaşık 800 bin kişinin öldüğünü kaydediyor.

Ruanda tarihine  göz gezdirdiğimizde Belçika 1890’dan, 1950’ye  kadar Tutsileri el üstünde  tutmuş  ve Huttuları hayatın  her kesiminde  ezmiştir. 1950’den  itibaren Belçika, Huttuları desteklemeye  başlayınca Huttular, Tutsilerden  öç almak düşüncesine kapılmış, 800 bin kişinin  ölümüyle sonuçlanmıştır. Aslında bakarsak, Huttu-Tutsi diye bir şey yoktur. Sadece, Belçika kendi çıkarları doğrultusunda halkı bir iç çatışmaya sürüklemiş ve yaşanan  bu olay Belçika’nın tarihinde kara leke olarak kalacaktır.

Gürkan ŞENTÜRK
o-Staj 2018 AFRAM Stajyeri

Kaynakça:

Kitap Analizi: Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın Yolu

Giriş

Sovyetler Birliği öncesinde Rusya İmparatorluğu bulunduğu geniş coğrafyası ve kalabalık nüfusu ile birlikte konumu itibariyle uzun yıllar boyunca tarih sahnesinde yerini almıştır. Fakat Sovyetler Birliği’nin geniş bir tarım ülkesinde doğmuş olması ve geri kalmış bir ekonomiye sahip oluşu egemen güçler arasında zayıflıklar yaşamasına neden olmuştur. Bu dönem içerisinde Batı’nın gelişmiş ekonomisi ve kapitalizm karşısında güçsüz konuma getirmekteydi.

Sovyet coğrafyasının devamlı iktisadi gelişme gösterme çabaları çoğu zaman başarısızlıklarla sonuçlanmaktaydı. Sovyetlerin tarım toplumundan gelen bir yapıdan sonra sanayileşme çalışmalarına girmesi radikal bir değişimi göstermekteydi. Sovyetler 1922 yılında kurulmasından 1991’de yıkılmasına kadar geçen süre içerisinde devamlı bir gelişim çabası içindeydi.  Bu süreç içerisinde birçok olumsuzluk ve başarısızlıklar yaşanmasına engel olunamamıştır. Gorbaçov’un reform çabaları Sovyet ekonomisindeki uzun zamandan beri devam eden sorunlara çözümü getirememiştir. 1975 sonrasında Sovyet ekonomisi ciddi anlamda gerilemeye başlaması Sovyetlerin çöküşünü hazırlamakta kaçınılmaz olmuş ve yerine Sovyetlerin varisi olarak görülen Rusya Federasyonu kurulmuştur. Tüm bu süreç içerisinde yaşanan gelişmeleri çalışmamda aktarmaya çalışacağım.

  1. Sovyet Sistemi

Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Birliği, Rusya İmparatorluğu’nun 1917’deki büyük Ekim Devrimi’yle yıkılmasından sonra aynı topraklar üzerinde kurulmuştur. 1991’e kadar varlığını koruyan Sovyetler Birliği ya da SSCB olarak da bilinmektedir. Sovyet sistemini oluşturan en büyük etken Rus Devrimidir. Rusya’da ihtilal yaparak iktidarı ele geçiren Bolşevikler, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırarak, böylece üretim ilişkilerini dönüştürerek sosyalizme geçiş sürecini başlattılar.

Rusya ‘da ki bu “ sosyalist seçim” 70 yıl öncesine kadar dayanmaktaydı. 1848 yılında Karl Marx ve Engels’in  “ Komünist Manifesto” bildirgesi Avrupa üzerinde yayılmaya başlamıştı. Marx ve Engels’in kapitalizm karşıtı fikirleri kapitalizm yerine daha adil bir sistem olan sosyal sistemin alacağını öngörmekteydiler. Marx ve Engels öngörülerinde hiçbir detay vermeksizin kapitalizmi ve yeni toplumu inşa etme sırrının onun gelişiminde saklı olduğunu analiz etmektedir. Fakat sonunda yeni sınıfsız toplumun ortaya çıkacağını belirten Marksist sosyalistler, geleneksel olarak “ sosyalizm” kavramını ilk aşama için kullanmaktaydılar. Son aşama da ise komünizm kavramı yer almaktaydı. Rus Devrimi’nden itibaren sosyalistler yeni toplumun nasıl olması gerektiği üzerine detaylı araştırmalar gerçekleştirmiştir.

Sosyalizme göre ilk olarak üretim araçlarının özel mülkiyet yerine toplumsal mülkiyette olması;  ikinci olarak, üretime piyasa güçleri yerine iktisadi planlamanın yön vermesi; üçüncüsü ise sosyalizm, üretimin kâr amacıyla yapılmasını ortadan kaldıracaktır. Sosyalizmde kâr için üretimin yerini ihtiyaca göre üretim alacaktır.

Yeni Sovyet sisteminde en önemli iktisadi kurum iktisadi araçlarının sahipliğinin devlette olması ve merkezi ekonomik planlamaya dayanmaktaydı. Sistem oldukça yüksek oranda merkezileşmiş ve hiyerarşik yapıya sahipti.

Sovyetler Birliği’nde siyasi güç ise devlet ve Komünist Parti olmak üzere iki paralel bürokrasi üzerinde devam etmekteydi. İktidar parti-devlet bürokrasisinin elindeydi. İktisadi planın oluşturulmasından, bireysel işletmelere kadar, işçiler sistemin nasıl çalışacağı konusunda iktisadi kararlar alma gücünden yoksunlardı.

1929 yılından sonra onlarca yıl süren depresyon dönemine saplanıp kalmasından sonra hızlı bir sanayileşme sürecine girmişlerdir. Fakat tarımdan sanayileşmeye geçilen toplumlarda hızlı gelişim göstermesi bir süre sonra sistemin yavaşlamasına neden olmuştur. Sosyalizm fikrinin bu denli hızlı büyümesi başarısızlıkların yaşanmasına engel olamamıştır.  Bu dönem içerisinde Sovyet sistemi çok büyük zayıflıklar ve iktisadi açıdan sorunlar yaşanmıştır.

  1. Büyüme, Durgunluk ve Perestroykanın Kökenleri

1920’lerin sonuna doğru kurulan Sovyet sistemi çok büyük zayıflıklar ve iktisadi performansında sorunlar yaşamıştır. 1928-1970’li yılları arasında Sovyet iktisadi sistemi kendi koşullarında başarısını sürdürmektedir. Fakat bu başarısı 1975’li yıllardan sonra ekonomide bozulmalar göstermeye başlamıştır. Bu bozulmalar kendini en belirgin olarak iktisadi büyüme oranlarındaki gerilemelerde göstermektedir. Gorbaçov ve yandaşlarının “perestroyka” adı verilen reform programının doğası Sovyet sisteminin uzun zamandan beri devam eden sorunlarını anlamakta ve iktisadi performansta gerilemeye neden olan güçleri analiz etmenin bir sonucu olarak ortaya çıktı. [1] Uzun süreli iktisadi büyüme konusunda en önde gelen uzmanlardan Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanmış Simon Kuznetz şöyle yazıyordu:

Sovyetler Birliği’nde “  (Tarımdan) , sanayiye kayma hızı öbür gelişmiş ülkelerden çok daha büyüktü… 1928’den 1940’a kadar tarımdan dışarı kayan emek gücünün büyümesi 12 yıl alırken, öbür ülkelerde bu 30’dan 50 yıla kadar bir zamanda gerçekleşmişti.[2]

1950’li yıllarda savaşın doğurmuş olduğu büyük yıkım sonrası toparlanmada başlayarak Sovyet ekonomisi hızla büyümesini sürdürdü. Sovyet liderleri iktisadi performanstaki büyümeyi üstünlük olarak görmekteydi. Sovyet liderlere göre sadece hızlı büyüme ile sosyalizmin üstünlüğü ve sınıfsız toplum komünizme ulaşabilirdi.  Hızlı büyüme ile birlikte kapitalist tehdide karşı komünizmin geleceği güvence altına alınmaktaydı.  Fakat hızlı büyümedeki başarısızlıklar zaman zaman tehlikelere de neden olmaktaydı.

Sovyet toplumu, 1920 yılından itibaren radikal anlamda büyük bir değişim içine girmiştir. Öncesinde kırsal bir yapıya sahip olan ülke şehirleşmiştir. Şehirleşme ile birlikte tarım dışı alanlara yönelim artarak eğitim oranı artmıştır. Okuryazar olmayan nüfus iyi eğitimli bir

nüfusa dönüşmüştür. Eğitimin artmasıyla birlikte 1957 yılında uzaya ilk uydu gönderen ülke olmasıyla teknolojik başarıları ile de çok iyi bilinmekteydi.

Bu dönemde Sovyet ekonomisinin durmadan artan sorunları küçük reformlarla çözülmesi hedeflenmiştir. Kruşcev’in planlama sistemini yeniden organize etmeyi denedi ama başarılı olunmadı.

1970’li yıllardan sonra sarsıcı bir şekilde yavaşlama dönemine girilmiş, yapılan planlamada çözüme ulaştırmamıştır. Tarımdan sanayileşmeye geçilen toplumda bir süre sonra hızlı gelişme gösteren sistem yavaşlamaya gitmesi kaçınılmaz olmuştur. 1975-1985 yılları arası “durgunluk dönemi” olarak adlandırılmaktadır. Bu dönem sadece ekonomik kötüleşme değil;  teknolojik, olumsuz nüfus eğilimleri ve kötü hava şartları dolayısıyla 1975 sonrası tarımı da kötü etkilemiştir. Sosyalizm hızlı büyümeyi getirmesi başarısızlıklara neden olmuştur.  1970lerden sonra değişen Sovyet halkında çok daha iyi eğitim alan kültürlü kitleyi işçi sınıfına göre yönetmek başarısızlıklara neden olmuştur.

Gorbaçov’a göre bu krizden kurtulmak isteniyorsa başarılı bir iktisadi reforma ihtiyaç vardır. Stalin’den sonra gelen tüm liderler başarılı bir şekilde gücü elinde tutamamıştır. Gorbaçov durgunluk döneminin atlatılması için küçük reformlarla bu sürecin çözüme ulaşacağını savunmaktadır. Gorbaçov geleneksel Sovyet modelinde iki önemli çatlağın olduğunu vurgulamaktadır. Bu çatlaklardan biri “katı merkeziyetçilik” ; diğeri ise iş disiplininin olmamasıydı. Gorbaçov bu iki çatlağın durgunluğa neden olduğuna inanmaktaydı. Bu sorunların çözümü için ise; Sovyet ekonomi kurumlarını demokratikleştirmek ve piyasa ekonomisi sorununu sisteme katmaktadır.

Demokratikleşme, Gorbaçov’un bütün reform programlarının temel konusunu oluşturmaktadır. İkinci olarak ise Gorbaçov işletmelerin “tam kapasite kâr ve zararlarını hesaplamalı ve kendi finansını kendi yaratmaları” gerektiği fikrindeydi. Gorbaçov demokrasi ve pazarlama güçlerinin Sovyet ekonomisinin yeniden yapılandırmasında etkili olduğunu dile getirmektedir. 1987’de Sovyet sistemi yeniden yapılandırma konuşundaki radikal planlar ile sosyalizmi demokratikleştirmek için çalışmalarını sürdürmüştür kapitalizm için değil.

Gorbaçov başlattığı politikasını “ glasnost” ya da “açıklık politikası” olarak gündeme getirmiştir.  Glasnost, radikal iktisadi reform ve siyasi kurumların demokratikleşmesi “ yeniden yapılandırma” anlamındaki Rusça “ perestroyka” terimi ile ifade edilen politikayı ortaya çıkarmıştır.

Demokratik olmayan bir sistemi demokratikleştirmek kaçınılmaz olarak siyasi bir kavga içine girilmesine neden olmuştur. Perestroyka yıllarında Sovyetlere karşıt olarak Boris Yeltsin’in doğmasına neden olmuştur. Yeltsin’in yönettiği muhalefet hareketinin kesin olarak dayandırdığı bir temel belirlemek zor olsa da demokrasi, bireysel, özgürlük ve iktisadi reformdur. Yeltsin ve onu izleyenler ise,  Gorbaçov’a sonuna kadar muhalif olduğu nokta, sosyalizm yerine kapitalizmi getirmek idi. Yeltsin’in hedefi sosyalizmden arta kalan unsurları hızla ortadan kaldırarak, kapitalist bir sistem temelinde yeni bir sistem oluşturmaktı. Bu yüzden Yeltsin’in önderlik ettiği harekete “ kapitalizm yanlısı koalisyon” denmekteydi.

Gorbaçov idaresi altındaki reform çabalarına karşı Sovyet iktisadi performansı giderek kötüleşmiş ve ekonomi yıkılmıştır. Gorbaçov ve Rusya Cumhuriyeti Yüksek Sovyet Başkanı Yeltsin tarafından 500 Gün Planı oluşturuldu. Bu plan açıkça Batı’da bildiğimiz gibi kapitalist sistem olduğu belliydi. 1990’ların sonunda, Sovyet ekonomisinde içinde ciddi sorunları barındıran bir krize doğru sürüklendi. Doğu Avrupa ülkelerinde meydana gelen devrimler ve Sovyetler Birliği ülkeleri ve bölgeleri arasındaki bağlantının kopması. Sovyet ekonomisi için en yıkıcı olan ise 1990-91 yılları arasında Sovyet cumhuriyetlerinin özerkliklerini kazanmaları ve iktisadi temellerinin ayakta kalması için kapitalizme yönelmeleriydi.  Kapitalizm yanlısı koalisyon ise sosyalist reformcuları bir kenara iterek iktidarı ele geçirecek konuma ulaştılar.

Sovyet liderlerinin büyük çoğunluğunun yaklaşımları ideolojik olmaktan çok çıkarcı ve kariyerlerinde ilerlemek olması onları kapitalizmi destekler yapıya sürüklemişti. Kapitalizm yanlısı koalisyon desteğini temel olarak; aydınlar, iktisatçılar, elit geçmişi olmayan özel sektör insanları ve parti devlet kesimlerinden almaktadır. Parti- devlet elit kesimi üyelerinin devlet sosyalizmini terk etmeleri eski sistemin çöküşü nedeniyle olmamış; Parti-devlet elit kesim onu terk ettiği için sistem çökmüştür.[3]

SSCB lideri Gorbaçov’a karşı 1991 Ağustos ayında düzenlenen darbe girişiminin bastırılmasının liderliğini yaptı ve darbeyi şiddetle protesto etti. darbecilere karşı gösterdiği kararlı tutumuyla büyük bir prestij kazandı. SSCB’nin aynı yıl dağılmasıyla Gorbaçov’un aralık ayında istifasından sonra Rusya’nın tartışmasız lideri Yeltsin oldu. Başarısız darbe girişimi ise Yeltsin ve kapitalizm yanlısı koalisyonu güçlendirdi.

3. Sovyetlerin Çöküşünün Hemen Ardından

31 Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin sona ermesiyle Rusya ona en büyük ve en etkili varis olarak ortaya çıkmaktadır. 1992’den başlayarak kararlı komünistler ve milliyetçiler parlamentoda yer almaktaydı. 1992’nin ortalarından itibaren Rusya giderek artan oranda sert kavgalar yaşanmaya başlandı. Bu kavganın nedeni olarak Yeltsin Hükümeti’nin “şok terapi” ya da “neo-liberalizm” olarak bilinen piyasa ekonomisini oluşturma yönündeki politikalarının sonucu olarak ortaya çıktı. Ekim 1993’te kavganın şiddetli bir hal alması Yeltsin’in parlamentoyu feshetmek için silahlı birlikleri kullanmasına neden olmuştur. Yeltsin’in zorba yönetim sistemi Rusya’daki siyasi kavgaların bir başka kaynağı oldu.

  •  Şok Terapi

Bağımsız Rusya’nın kabul ettiği iktisadi değişimde şok terapi stratejisi üçlü özel iktisat politikası olarak tanımlanabilir: liberalleşme ( fiyatların serbest bırakılması ) , mali ve parasal politikalar yoluyla iktisadi istikrarın sağlanması ve devlet işletmelerinin özelleştirilmesi.[4] Gerçekte tanım daha geniştir. Şok terapinin adı onun en önemli özelliği olan çok hızlı bir şekilde iktisadi değişim isteminden türemektedir.  Devlet sosyalizmi sitemini kapitalist sisteme dönüştürme yetkisini hızlı bir şekilde yerine getirme fikridir. Bu fikre göre devlet kontrolü kaldırılıp, fiyatları arz-talep ilişkisine göre değerlendirilecekti. İkinci olarak enflasyon oranlarının düşürülmesi, üçüncü ise küçük işletmeleri özel sektöre dönüştürme isteğiydi. Dördüncü maddeye göre, piyasa ekonomisinin ekonominin koordinasyonu konusunda tek mekanizma olarak kalması sağlanmalıydı. Son olarak ise eski Sovyetler Birliği’nin devlet kontrolü sistemi yerine serbest ticaret ve sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasının getirilmesi politikası istemiydi. Yabancı yatırımcılar teşvik edilecekti.

Şok terapi perestroykanın iktisadi yaklaşımı karşısında durmaktadır. Perestroyka devleti kullanarak reformları aşamalı bir şekilde hayata geçirmeyi hedefliyordu. Şok terapi ise sosyalist ekonominin yerine kapitalist sistemi getirmeyi hedefiyle devrimci bir stratejiydi.

Şok terapinin uygulanmaya başlanmasıyla birlikte serbest bırakılan fiyatlar IMF uzmanlarının tahminlerinden çok daha yukarıya fırladı. Rusya işletmelerinin yasal yapılanması hızlı bir biçimde devlet mülkiyetinden özel mülkiyete geçmiş oldu. Rusya şok terapi uygulamasının en önemli alanı olan dış ticaret ve yatırım politikasında tam olarak uyguladı. Şok terapi 2 Ocak 1992’den itibaren Rusya ‘da dört yıl boyunca uygulandı. 1991 sonrası ekonomi de zaten bir düşün yaşanmaktaydı, şok terapiyle birlikte bu düşüş daha da artmıştır.

Hükümet desteğinin ortadan kalkması ile sağlık hizmetlerinin niteliği ve ulaşılabilirliği de etkilenmiştir. Halk sağlığı hizmetlerinde ki düşüş ile birlikte geçmişte çok nadir görülen yaygın hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Bunun dışında eski sistemin en etkileyici başarılı alanı olan bilim ise ekonomiye paralel olarak zarar görmektedir. Şok terapinin Rusya’ya etkisi teknolojik olarak ilerici; tüketici merkezli, zengin bir kapitalist ülkeye dönüştürmek yerine anlık etkisi, üretimde birdenbire yaşanan düşüş hızlı enflasyon, çoğunluğun fakirleşmesi eşitsizliğin artması halk hizmetlerinin hızlı düşüşü suç ve yolsuzluğun artması ve nüfustaki çöküştür.

Örnek olarak verilebilecek Çin kendi ekonomisini piyasa sistemine dönüştürmek için şok terapi unsurlarını uygulamıştır. Gerçek anlamda hiçbir özelleştirmenin olmaması, büyük devlet işletmeleri devlet mülkiyetinde ve kontrolünde kalması aniden fiyatları serbest bırakmanın olmaması başarısızlığa neden olmamıştır. Rusya’nın şok terapi yaklaşımının tam tersine, Çin modeli çok hızlı bir gelişmeyi ve toplumun çoğunluğunun yaşam standartlarında önemli ölçüde iyileşme sağlamıştır. 1992-1995 yılları arasında uygulanan şok terapinin maliyetinin büyüklüğü Rusya’da kapitalizme geçiş başarısını sağlayamamıştır.

4. Yeni Rusya

Rusya ‘da Sovyetler Birliği sonrasının sorunlarının geçici olmayıp kalıcı olduğu görülmektedir. Ekonomide ki küçülme, sonunda durma noktasına gelmiş ve 1998’den itibaren artış dönemine girilse de temel iktisadi sorunlar devam etmektedir. Şok terapi kavramı 1990’ların ortalarından sonra daha çok “neo-liberalizm” ya da “ Washington Konsensüsü” yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır.

1980’lerin sonlarında ve 1990’ların ilk dönemlerinde küçük bir işletmeci grubu ticaret ve finans yoluyla büyük servetler edinmeye başlamak üzere “ Oligarklar” ismiyle ortaya çıktılar. Bu grup Sovyetler Birliği’nin son yıllarında ki Rusya’da yaşanan kaostan fırsat bularak hızlı bir şekilde zenginleşmenin yolunu buldular.

Rusya’daki bir kaos ortamı organize suçlardan, yolsuzluk ve adam öldürme oranlarında da artışa neden olmaktaydı. Batı’dan esinlenilen bu sistem suç ve yolsuzluk yerine refah ve özgürlük getirmeliydi. Organize suç kapitalizmi oldukça “hukukun egemen” olmadığı biz düzen olduğu iddia edildi. Sovyetler sonrası ortaya çıkan koşulların en akla yatkın açıklaması ise neo-liberal dönüşüm stratejisinin para kazanmak isteyen herkesi baştan çıkarabilecek koşullara sahip oluşuydu. Faydalı malların üretimine yatırım yapmak basitçe kâr getirmiyor oluşu neoliberal dönüşüm stratejisinin toplum dışı etkinliklere karışmanın önemli oranda kâr getirmesi yönetimi artırmıştır.

17 Ağustos 1998’de Rusya Başbakanı Sergei Kriyenko tarafından yapılan açıklamaya Rusya’nın ödemesi gerekli olan, gerek iç gerekse de dış 200 milyar dolarlık borcunun ödeyecek durumda olmadığını açıklaması üzerine dünya finans sisteminde şok dalgalanmaların yaşanmasına neden olmuştur. Bu dalgalanma ile rublenin değerinde düşüşler yaşanmıştır. 1998’deki Rusya’nın mali krizi kayda değer uzunlukta ve şiddette depresyonun son aşamasıydı. 1992-1995 yıllarında ki olumsuz etkilere rağmen 1990’lardan itibaren sürdürülen politika 1998 yılında mali krizle sonuçlanmıştır.  Rusya’nın mali çöküşü bir süre kendinin bile neo-liberal politikadan uzaklaşılması sonucunu doğurdu. Aynı zamanda dünyanın hemen her yerinde neo-liberal modelin sorgulanmasına neden olmuştur. Bu krizin dünya çapında etkisinin nedeni ise, ABD-IMF grubunun Rus mali krizini kontrol altına alamamalarından kaynaklanmaktaydı.

1999’da Rusya’nın uzun süren iktisadi küçülmesi nihayet sona erdi ve 1999’dan itibaren her yıl ekonomide düzenli büyüme görüldü. Primokov’un iktidarda olduğu kısa bir süre içerisinde uygulamış olduğu yeni iktisadi politikaları Rusya ekonomisinde olumlu etki yaratmıştır. 2000 yılından bu yana Rusya ekonomisindeki büyüme maden ürünleri özellikle dünya petrol pazarındaki büyümenin bir sonucudur.

4.1. Yeltsin’den Putin’e

Çeçenistan olaylarının yaşanması üzerine Putin “ Çeçen teröristleri” ezen güçlü bir lider olarak ortaya çıktığında kamuoyu yaklaşımlarındaki desteği diğer adaylarınki düşerken, hızlı bir şekilde yükselişe geçti.

Duma seçimlerinden on iki gün sonra yılbaşı akşamı Yeltsin’in istifası, Putin’i Rusya’nın vekâleten cumhurbaşkanı yaptı. Putin Rusya’nın eriyen gücünü ve dünya çapındaki prestijini yeniden yaratacak, güçlü, yolsuzluğa bulaşmayacak ödün vermez bir lider imajını güçlendirecek bir dizi eyleme girişti.  Putin’i popüler hale getiren, terörizm korkusu ve Çeçenistan Savaşının ortaya çıkması cumhurbaşkanlığı seçimlerinde etkili olmuştur.

Putin bütün iktidar gücünü Kremlin’de toplayacak hükümet yapılanmasını da gündeme getirmiştir. Kitle iletişim araçlarının kontrolünü de eline geçirmesiyle özgür bir basına yer verilmemekteydi. İktidarın coğrafi olarak bağımsızlaşan medyanın kontrol altına alınması giderek otoriter rejime yönelişi göstermekteydi.

Gorbaçov dönemindeki reformlar, Yeltsin döneminde daralmaya başlarken, Putin döneminde tamamen ortadan kaldırılmıştır. Devlet artık daha merkeziyetçi otoriter daha iyi örgütlenmiş ve enerji sektörü gibi önemli sektörlerde kontrolü elinde tutmaktaydı.

5. Sovyet Sistemi ve Sosyalizmin Geleceği

Sosyalizm 18. Yüzyılın ilk dönemlerinde Avrupalı aydınlar ve işçi sınıfı eylemcileri arasında ortaya çıkmış ve dünya çapında yayılmıştır. Dayandığı kaynak olarak ise kapitalizmin bir eleştirisi olarak eşitsizliği güvensizliği ve sömürüyü ortadan kaldırma sözü vermektedir.

1975-1989 yılları arasında Sovyet ekonomisi çok iyi gelişme gösteremese de üretimde düşüş görülmemiştir. İlk kez 1990-1991 yıllarında merkezi planlamanın ortadan kaldırılması devlet varlıklarının özelleştirileceğinin açıklanması üzerine küçülme ortaya çıktı. Yeni Sovyet ekonomisi çökmedi siyasi yöntemlerle işlevsiz hale getirildi. Sovyet devlet sosyalizmi 1920’lerden 1970’lere kadar neredeyse 50 yıl boyunca bazı çatlaklara rağmen hızlı bir iktisadi büyüme sağlamıştır. Dünya tarihinde en hızlı sanayileşme sürecini sağlamıştır.

Sovyet sisteminin sona ermesi ekonominin çalışmamasından dolayı değil, onun yerine kapitalizmi getirmekte kararlı olan bir koalisyonun ortaya çıkması sonucunda gerçekleşmiştir. Sovyet sisteminin üç özelliği – ayrıcalıklı azınlık tarafından yönetilmek, otoriter devlet, merkezileşme ve sistemin hiyerarşik yapılanması- kapitalizm yanlısı koalisyonun ortaya çıkmasını ve başarı kazanmasının nedenidir. [5] Sovyet sistemi, kapitalizm karşısında eşitlikçi ve dayanışmacı yapısıyla ilk girişimiydi. Olumsuz şartlarda inşa edilmiş olan sosyalizm bazı başarılara sahip olmuş olsa da kendi çöküşünü kendi hazırlamıştır diyebiliriz.

SONUÇ

1917’li yıllardan beri verilen Sovyetler Birliği’nin iktisadi gelişim mücadelesi kapitalizm karşısında başarı sağlaması pek mümkün olmamıştır. Tarım toplumundan gelen Sovyetlerin hızlı sanayileşme fikri ve demokratik olmayan bir sistemi demokratikleştirme çabaları sonuçsuz kalmıştır. Gorbaçov ve çevresindekiler anti-demokratik, yüksek oranda merkezileşmiş devlet sosyalizmi sistemini, yeni demokratik sosyalizme dönüştürme yollarını aradılar.

1950’li yıllarda savaşın doğurmuş olduğu büyük yıkım sonrası toparlanma yaşandı ve Sovyet ekonomisi hızla büyümesini sürdürdü.  Glasnost planının halkı ayağı kaldıracağı ve onları Sovyet sistemini yeniden yapılandırmayı destekleme noktasına getireceği umutları bulunmaktaydı. Fakat büyüme 1975’li yıllarda durgunluk dönemine girilmesiyle Sosyalizmin hızlı büyüme getirmesi ekonomik olumsuzlukları da ardından getirmiştir. Gorbaçov dönemindeki reformlar, Yeltsin döneminde daralmaya başlamış ve son olarak Putin dönemine gelindiğinde tamamen daralma göstermektedir. 1999’a kadar Rusya’nın uzun süren iktisadi küçülmesi nihayet sona ermiş ve her yıl ekonomide düzenli büyüme görülmüştür. 2000 yılından bu yana Rusya ekonomisinde ki büyüme maden ve hammadde kaynakları var olduğu sürece istikrarlı bir yapıda kalabilir ve halkın ayaklanmasının önüne geçilebilir.

Dipnotlar:

[1] Kotz D.M. Weir F. , (2012), Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın yolu, İstanbul,  Kalkedon Yayınları

[2] Kotz D.M. Weir F. , (2012), Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın yolu, İstanbul,  Kalkedon Yayınları

[3] Kotz D.M. Weir F. , (2012), Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın yolu, İstanbul,  Kalkedon Yayınları

[4] Kotz D.M. Weir F. , (2012), Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın yolu, İstanbul,  Kalkedon Yayınları

[5]  Kotz D.M. Weir F. , (2012), Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın yolu, İstanbul,  Kalkedon Yayınları

Kitabın Adı: Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın Yolu

Yazarı: David M. Kotz, Fred Weir

Yayınevi: Kalkedon Yayınları

Basım Tarihi ve Yeri: 2012, İstanbul

Sayfa Sayısı: 464

Hazırlayan: Demet DAMYAN – o-Staj 2018 AVRAM Stajyeri

Türkiye Diyanet Vakfı’ndan Afrika’ya 48 Su Kuyusu Hizmeti

Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) tarafından başlatılan “Bir Damla Hayat” projesi kapsamında, 8 Afrika ülkesinde toplam 48 yeni su kuyusu daha hizmete sunuldu.

Dünyada 800 milyondan fazla insanın temiz suya erişim sorunu yaşadığını belirten TDV, yaptığı açıklamada özellikle kuraklığın büyük sorun oluşturduğu Afrika ülkelerinde açtığı su kuyularıyla bu coğrafyalardaki insanların yardımına koştuğunu ifade etti.

“Bir Damla Hayat” projesi kapsamında hizmete giren su kuyularına ilişkin bilgi verilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

“TDV, bu ay içerisinde Afrika’da kuraklığın yaşandığı ve temiz suya erişimin zor olduğu Burkina Faso, Çad, Kenya, Nijer, Sudan, Togo, Uganda ve Zimbabve’de insanların uzun yıllar temiz su ihtiyacını karşılayacak uzun ömürlü 48 yeni su kuyusunu bölge halkının hizmetine sundu. Suya ulaşmada problem yaşayan Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu Asya ve Afrika kıtalarındaki ülkelerde su kuyusu çalışmalarını yoğunlaştıran Türkiye Diyanet Vakfı, bugüne kadar 15 ülkede açtığı su kuyuları ile susuzluk sorunuyla karşı karşıya olan yüz binlerce insana umut oldu.”

Ayrıca TDV’nin yaptığı açıklamada, su kuyularının elektrik ve güneş enerjisiyle çalıştığı, elektrikli su pompaları ile çeşmelerin halkın kullanımına açıldığı belirtilerek, yaklaşık 120 metre derinlikten çıkartılan ana damar artezyen suyla, bölgelerin ortalama 20-30 yıllık temiz içme suyu ihtiyacının karşılanabileceği vurgulandı.

TDV’nin öncülüğünde gerçekleşen bu duyarlı çalışma, Afrika ülkeleri tarafından Türkiye’nin bölgeye ne kadar ilgili olduğunu gösterir. Bu sebeple ileriki dönemlerde bölge halkının Türkiye’ye sempatisinin artması ve ilişkilerin daha da gelişmesi görülebilir.

Büşra GÜRSOY
o-Staj 2018 AFRAM Stajyeri

Kaynakça: