Home Blog Page 14

Arnavutluk’tan AB Ülkelerine Beyin Göçü

Beste Topuk
Göç Çalışmaları Stajyeri
Editör: Bervan Kaya

Özet

Nitelikli iş gücüne ve yüksek öğretime sahip bireylerin az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru göç etmesine beyin göçü denir. Küreselleşmenin etkisiyle birlikte gerek hedef ülkeleri gerekse menşe ülkeleri sosyoekonomik sebeplerle etkilediği için beyin göçü önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir. Günümüzde teknolojinin gelişmesi bireylerin yaşadığı ülkelerinden daha gelişmiş ülkeler hakkında bilgi sahibi olması ve ulaşımın gelişmesi beyin göçünü artıran önemli etmenler arasındadır. Beyin göçünü artıran başka bir etken ise gelişmiş ülkelerin nitelikli iş gücüne sahip bireyleri ülkesine çekmek için yaptıkları uluslararası göç stratejileri ve politikalarıdır. Arnavutluk, Avrupa Birliği (AB) ülkelerine beyin göçü veren önemli bir ülkedir. AB ülkeleri nitelikli iş gücünü kendi ülkelerine çekmek için uluslararası göç stratejileri uygulamaktadır. AB ülkelerinin uyguladığı göç politikaları Arnavutluk’taki nitelikli genç nüfusun ilgisini çekmektedir. Bu araştırmada öncelikle, Arnavutluk’un AB ülkelerine verdiği beyin göçü Arnavutluk’un genç nüfusu üzerinden incelenecek, ardından Arnavutluk Uluslararası Çalışma Enstitüsü’nün Arnavutluk’tan giden beyin göçünü geri çekebilmek için tasarladığı proje değerlendirilecektir.   

Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği Ülkeleri, Beyin Göçü, Arnavutluk, Göç Stratejileri

Abstract

The migration of individuals with a qualified workforce and higher education from underdeveloped or developing countries to developed countries is called brain drain. With the impact of globalization, brain drain has become an important topic of discussion, as it affects both the target countries and the countries of origin for socioeconomic reasons. Today, the development of technology, the fact that individuals have information about more developed countries than their countries of residence, and the development of transportation are among the important factors that increase brain drain. Another factor that increases brain drain is the international migration strategies and policies that developed countries have made to attract individuals with a skilled labour to their country. Albania is an important country that causes brain drain to European Union (EU) countries. EU countries are implementing international migration strategies to attract skilled labour to their own countries. The migration policies implemented by EU countries attract the attention of the skilled young population in Albania. In this research, first of all Albania’s brain drain to EU countries will be examined through Albania’s young population, and then the project designed by the Albanian Institute for International Studies to reverse the brain drain from Albania will be evaluated.

Keywords: European Union Countries, Brain Drain, Albania, Migration Strategies

Giriş

Balkan ülkeleri arasında yer alan Arnavutluk 1990 yılında göç yasağının kalkmasıyla birlikte AB ülkelerine göç vermeye başlamıştır. 1990 yılından itibaren Arnavutluk üç büyük göç dalgası geçirmiştir. 

Arnavutluk’un göç vermeye başlamasının ilk on yılında, ülkenin merkez ekonomiden serbest ekonomiye geçmesi ve 45 yıllık göç yasağının kalkması, Arnavutluk’ta yaşayan genç nüfusun komşu ülkelerine göç etmesine neden olmuştur. Aynı zamanda yükseköğretime ve nitelikli işgücüne sahip bireyler ise Arnavutluk’un ekonomik sorunlarından dolayı, AB ülkelerine, yasa dışı yollarla göç etmiştir. Arnavutluk’tan verilen göçün ikinci on yılında Arnavut göçmenlerinin adaptasyonun sağlanması amacıyla ev sahibi ülkeler bazı sosyoekonomik durumları yasallaştırmıştır. Yasallaştırma süreci sonucunda AB ülkelerine göç eden göçmenler kendi ülkelerinde yaşadığı sosyoekonomik sorunlar ev sahibi ülkelerinde çözüme ulaşmıştır. Yasallaştırma süreci, göç eden Arnavutluk’taki genç nüfusun büyük bir kısmının göç ettikleri AB ülkelerinde kalarak ülkelerine dönmemesinde etkili olmuştur. Arnavutluk’tan verilen göçün üçüncü on yılında ise AB ülkelerine göç eden Arnavut göçmenlerinin ailelerin genişlemesi ve doğum oranlarının artması AB ülkelerindeki Arnavut göçmen nüfusunun artmasında etkili olmuştur (Gedeshi, 2018, s.10-11). AB ülkelerine göç eden Arnavutluk’taki gençler ev sahibi ülkelerin vatandaşlarıyla aile kurması, ev sahibi ülkelerine karşı adaptasyon sürecinin hızlanmasını sağlamıştır. Günümüzde Arnavut halkının büyük çoğunluğu AB ülkelerinde çalışmaya ve yaşamaya devam etmektedir. Dünya Bankası’nın 2013 yılı verilerine göre en göç veren ülkeler arasında Arnavutluk ilk 20 ülke içerisine girerek 17. sırada yer almıştır (World Bank, 2016). 

Şekil 1. En çok göç veren ülkeler (Nüfusun %’si) 2013

Kaynak: World Bank (2016) Migration and Remittances Factbook 2016. Washington DC: World Bank.

 

Arnavut Gençleri Neden Arnavutluk’tan AB Ülkelerine Göç Ediyor?

Arnavutluk’un benimsediği komünizm döneminin son 45 yılında göçün yasaklanması, Arnavutluk’ta yaşayan gençlerin göç etmesindeki etkenlerden birisidir. Komünizm dönemi sonrası merkezi ekonomiden serbest ekonomiye geçişte sorun yaşayan Arnavutluk kendi ülkesindeki vatandaşlarını hızlı bir şekilde kaybetmeye başlamıştır (Gedeshi, 2020, s.8). Arnavutluk, ülkesinde yaşanan ekonomik sorunlarını çözmek için belirli çalışmalarda aktif olmasına rağmen AB ülkelerine verdiği göçün önüne geçememiştir. Yükseköğretime sahip Arnavutluk’taki gençlerinin, ülkelerinde nitelikli iş bulunamamasından dolayı kendi ülkelerinden daha iyi çalışma ve yaşam koşullarına sahip AB ülkelerine göç etmesi Arnavutluk’u birçok yönden etkilemiştir. AB ülkelerinin nitelikli iş gücünü kendi ülkelerine çekmek için sundukları politikalar Arnavutluk’ta yaşayan gençlerin ilgisini çekmiştir. 

Arnavutluk’un, nitelikli işgücüne sahip gençlerine nitelikli iş bulma konusunda zorlanması Arnavutluk’taki gençlerin küresel alanda aktif olmasına olanak tanımıştır. Özellikle teknolojinin gelişmesiyle birlikte çevre ülkelerin eğitim ve çalışma fırsatlarından haberdar olan Arnavutluk’taki gençler beyin göçünü gerçekleştirmektedir. Arnavutluk’ta lisans eğitimini tamamlamış gençler lisansüstü ve doktora eğitimlerini, eğitim fırsatları gelişmiş olan AB ülkelerinde tamamlamayı tercih etmektedir. Bu tercihin arkasında gençlerin eğitimlerini tamamladıktan sonra gittikleri AB ülkelerinde mesleklerini icra etmek istemeleri bulunmaktadır. 

Arnavutluk’ta işgücü piyasasının eğitim kurumlarıyla ilişkisinin zayıf olması ve meritokrasi isteğinin karşılanmaması, Arnavutluk’taki gençlerin AB ülkelerine göç etmesine neden olmaktadır (Tataj, Akbaş, 2021, s.377). AB ülkelerinin nitelikli iş gücünü kendi ülkelerine çekmek için eğitim kurumlarında yabancı ülkelerden gelen öğrenciler için fırsatlar bulundurması Arnavutluk’taki gençlerin kendi ülkelerinden daha gelişmiş eğitim fırsatına sahip olan ülkelere göç etmesini sağlamaktadır. AB ülkelerine gelen nitelikli işgücü için imtiyaz sağlaması ve göç eden nüfusun ihtiyaçlarının karşılaması nitelikli işgücünün dikkatini çekmekte ve beyin göçünü gerçekleştirmektedir. 2020 UNESCO verilerine göre Arnavutluk dışında üçüncü seviye öğrenim alan Arnavut öğrenci nüfusu 11.675’tir. İlk üç sırada sırayla Almanya, İtalya ve Yunanistan bulunmaktadır (UNESCO, 2020). 

Şekil 2. Üçüncü seviye Arnavut öğrencilerinin öğrenim gördüğü ilk 10 ülke
Kaynak: UNESCO (2020) Global Flow of Tertiary-Level Students. 

 

Arnavutluk Beyin Göçünden Nasıl Etkilenmiştir?

Arnavutluk, çalışma ve yaşam koşullarının elverişsiz olmasından dolayı Arnavutluk’ta yaşayan yükseköğretime sahip gençlerini kaybetmektedir. Arnavutluk’taki gençlerin çoğu AB ülkelerine göç ettikten sonra Arnavutluk’a geri dönmemektedir. Arnavutluk verdiği beyin göçü Arnavutluk’u sosyoekonomik ve demografik olarak etkilemektedir. Arnavutluk’ta yaşayan yükseköğretime sahip gençlerin AB ülkelerine göç etmesi Arnavutluk’ta niteliksiz işgücünün nitelikli işgücünün önüne geçmesinde önemli bir etken olmaktadır. Arnavutluk beyin göçü vermeye devam ettikçe ülkesinde nitelikli iş gücünün azalması, Arnavutluk’u nitelikli işgücü veren ülkeye dönüştürmektedir (Tataj, Akbaş, 2021, s.373).

Arnavutluk’tan verilen göçün sosyoekonomik ve demografik etkisi incelendiğinde göç eden nüfusun genç olması doğurganlık oranlarının azalmasına sebep olmaktadır. Doğurganlık oranlarının azalması nüfusun azalmasında önemli bir etkendir. Arnavutluk’ta nüfusun azalması iş sektöründe çalıştırmak için işçi bulamama sorunu ortaya çıkarmaktadır (Tataj, Akbaş, 2021, s.381). Arnavutluk tarım ülkesidir ve nüfusun yarısından fazlası tarım sektöründe istihdam edilmektedir. Arnavutluk’ta nitelikli işgücüne sahip bireylerin, nitelikli alanlarda kısıtlı istihdam bulması sonucunda niteliksiz işlerde çalışması Arnavutluk’un iş piyasasında dengeleri bozmuştur. Arnavutluk tarım sektöründe çalıştıracak işçi bulmakta zorlanmıştır.    

Arnavutluk’un beyin göçü vermesi sonucunda nitelikli işgücü sıkıntısı niteliksiz iş gücü ile tamamlanmaya çalışılmıştır. Niteliksiz işgücünün nitelikli işleri yerine getirememesi üniversitede okuyan Arnavut gençlerini AB ülkelerine itmiştir ve itmeye devam etmektedir. Arnavutluk’un beyin göçü verdikten sonra akademik öğretim kadrosunun azalması ülkede yetersiz eğitim olanaklarını gündeme taşımıştır. 

Almanya’nın sağlık sektörü için nitelikli iş gücünü çekmek için uyguladığı politikalar 2015 yılından itibaren Arnavut gençlerinin Almanya’ya göç etmesinde etkili olmuştur (Tataj, Akbaş, 2021, s.373). Nitelikli sağlık iş gücünün Almanya’ya kayması Arnavutluk’un sağlık sektöründe tehdit oluşturmuştur.  

Arnavutluk En Çok Hangi Ülkelere Göç Veriyor?

Arnavutluk AB ülkelerine beyin göç veren önemli bir Balkan ülkesidir. Arnavutluk’un AB ülkelerine verdiği beyin göçü nüfusu her yıl artmaya devam etmektedir. Arnavutluk’a gelen göçmen nüfusuyla Arnavutluk’tan giden göçmen nüfusu arasında oldukça fark bulunmaktadır. Arnavutluk’tan giden göçmen nüfusunun çoğunluğu yükseköğretime sahip nitelikli genç nüfusundan oluşmaktadır. Bu durumda Arnavutluk’un her yıl verdiği göç Arnavutluk’u demografik olarak etkilemektedir. 

Tablo 1. Arnavutluk Göç Tablosu

YIL

GELEN GÖÇMEN SAYISI

GİDEN GÖÇMEN SAYISI

NET GÖÇMEN

2018

23.673

38.703

-15.030

2019

20.753

43.835

-23.082

2020

7.170

23.854

-16.684

2021

9.195

42.048

-32.853

2022

13.963

46.460

-32.497

Kaynak: INSTAT. (2023) https://www.instat.gov.al/en/ 

 

INSTAT ve Uluslararası Göç Örgütü’nün gerçekleştirdiği hanehalkı göç anketine göre yükseköğretime sahip kişilerin %47’si Arnavutluk’tan göç ediyor (Halili, 2021). Yükseköğretime sahip nitelikli işgücü nüfusunun neredeyse yarısının AB ülkelerine beyin göçü gerçekleştirmesi aynı zamanda toplumdaki hizmet uygulamalarında niteliksiz iş gücünün varlığını ortaya çıkarıyor. Sağlık ve eğitim hizmetlerinde nitelikli iş gücünün eksikliği Arnavutluk’ta yaşayan gençlerin eğitim ve sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamadığını göstermektedir. Hizmetlerden yararlanamayan Arnavutluk’ta yaşayan gençler yaşam koşulları gelişmiş olan AB ülkelere yönelerek göç ettikleri ülkelerdeki hizmetlerden yararlanmaktadır. 

Dünya Bankasının 2013 verilerine göre Arnavutluk’un en çok göç ettiği ülkeler arasında Yunanistan, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, Karadağ, Birleşik Krallık, Kanada, Fransa ve Belçika yer almaktadır (World Bank, 2016). Arnavutluk’tan göç eden bireylerin çoğu AB ülkelerine göç etmeyi tercih etmiştir ve tercih ettikleri ülkeler arasında ilk tercihleri komşu ülkeleri olmuştur. AB ülkelerinin beyin göçünü kendi ülkesine çekmek için uyguladığı stratejilerden biri olan Mavi Kart uygulamasının ön koşullarının kolaylaştırılması ve AB ülkelerine nitelikli işgücü çağrısı Arnavutluk’ta yaşayan gençlerin AB ülkelerine beyin göçünün sağlanmasında etkilidir (Ortahamamcılar, 2021). 2024 yılında Almanya’da nitelikli iş gücünü kendi ülkesine çekmek için Fırsat Kartı vizesinin yürürlüğe girecek olması ve  Almanya’nın sağlık sektöründe çalıştırılmak üzere nitelikli işgücü çağrısı gelecekte yalnızca Arnavutluk’ta yaşayan gençleri değil az gelişmiş ülkelerde yaşayan genç nüfusun da ilgisini çekecektir (Euronews, 2023).

Arnavutluk Uluslararası Çalışma Enstitüsü (AIIS) ve Beyin Göçü

AIIS Arnavutluk’tan giden beyin göçünü kendi ülkesine geri çekebilmek için bir proje tasarlayarak yurtdışında eğitim alan ve yurt dışında eğitim aldıktan sonra Arnavutluk’a geri dönen öğrencilerle anket çalışması gerçekleştirmiştir. Anket çalışması sonucunda ortaya çıkan verilerle Arnavutluk’un beyin göçünü önlemesi için spesifik önerilerde bulunmuştur (AIIS, 2005, s.6).

AIIS’ın bu projeyi tasarlamasının amacı Arnavutluk’tan giden beyin göçünün ekonomik büyümeyi engellediğini düşünmesidir. Arnavutluk’taki göç hareketlerinin medyaya yansıması ve göç stratejilerinin uygulanmaya başlaması AIIS’ın proje tasarlamasındaki önemli etkenler arasındadır (AIIS, 2005, s.5). 

AIIS anket çalışması sonucunda genç nüfusun verilerinden yararlanarak genç nüfusun yurt dışında eğitim alma ve çalışma isteklerinin neler olduğuna ulaşmayı amaçlamıştır. AIIS’ın verdiği spesifik öneriler gençlerin eğitim süreçlerini ve iş hayatlarını kapsamaktadır. Arnavutluk’ta bulunan eğitim ve kamu kurumları için verilen önerilerin yerine getirilmesi Arnavutluk’ta yaşayan gençlerin AB ülkelerine yaptığı beyin göçünü tersine çevireceği düşünülmektedir.

AIIS proje tasarısında bulunan spesifik önerilerinden dört maddesi (Proje tasarısında bulunan maddelerin hepsi alınmamıştır.) aşağıda verilmiştir:

  • “Arnavutluk’un iş dünyasındaki yeteneklere evde yüksek eğitim sağlayan yükseköğretim kurumları kurması gerekiyor (AIIS, 2005, s.10).’’ 
  • “Arnavutluk üniversitelerinde var olan hiyerarşik, hareketsiz, hermetik ve gerontokratik yükseköğretim sistemini yıkın (AIIS, 2005, s.10).’’ 
  • “Devlet kurumları tarafından eğitim, konferans vb. için yurt dışına gönderilen memurlar, araştırmacılar, profesörler ve diğer kamu hizmetinde yüksek vasıflı kişilerle sözleşmeli sistemin uygulanması (AIIS, 2005, s.11).’’ 
  • “Kamu hizmetinin siyasallaşmasını azaltmak (AIIS, 2005, s.11).’’  

AIIS’ın önerileri arasında bulunan bu araştırmanın ele aldığı dört maddenin ilk maddesi incelenecek olursa; Arnavutluk’ta yükseköğretim kurumlarının eksikliğinden bahsedilmiştir. AB ülkelerinde bulunan eğitim fırsatları AB ülkelerine beyin göçünü sağlamaktadır. Arnavutluk’un gençlerini iş dünyasına hazırlayacak yükseköğretim kurumlarına sahip olması gençlerin eğitimini Arnavutluk’ta tamamlamasında etkili olacaktır. 

AIIS’ın önerilerinde bulunan ve bu araştırmanın ele aldığı ikinci madde incelenecek olursa; Arnavutluk’ta gerontokrasi hakimdir. Gerontokrasi, yaşlılar tarafından yönetilme anlamına gelmektedir (Önder, 2013 s. 272). Yükseköğretim kurumlarında bulunan hiyerarşik yapı ve gerontokratik sistem Arnavutluk’ta yaşayan gençlerin yükseköğretimlerini tamamlamalarında engel olarak görülmektedir. AB ülkelerinde bulunan yeniliklere açık ve demokratik yükseköğretim kurumları Arnavutluk’taki gençlerin ilgilerini çekmektedir. Arnavutluk’taki yükseköğretim sisteminin gençlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde değiştirilmelidir. 

AIIS’ın proje tasarında bulunan ve bu araştırmanın ele aldığı üçüncü madde incelenecek olursa; Arnavutluk’un beyin göçündeki en büyük sorun kaybettiği beyin göçünü kendi ülkesine geri döndürememesidir. Arnavutluk’taki gençler beyin göçü yaparak gittikleri AB ülkelerinde nitelikli iş gücünü geliştirerek göç ettikleri ülkede sosyoekonomik olarak olumlu katkı sağlamaktadır. Arnavutluk ise nitelikli iş gücünü kaybettiği için sosyoekonomik sorunlar yaşamaktadır. Arnavutluk’ta devlet kurumlarının yurt dışına gönderdiği nitelikli iş gücünü ülkesine geri döndürebilmesi için nitelikli işgücüne Arnavutluk’a geri döndükleri takdirde çalışma imkânı vermesi beyin göçünün tersine çevrilmesinde etkili olacağı düşünülmektedir (AIIS, 2005, s.11).  

AIIS’ın proje tasarında bulunan ve bu araştırmanın ele aldığı son madde incelenecek olursa; Arnavutluk’ta kamu hizmetinin siyasetten uzaklaştırılması istenmektedir. Kamu hizmetinin uygulanmasında siyasetin aktif olması kayırmacılığı da beraberinde getirmektedir. Beyin göçü yapan Arnavutluk’taki gençler kamu hizmetlerinde kayırmacılığa maruz kalmamak için kamu hizmetlerinin ve kuruluşlarının siyasetten uzaklaştırılması gerekmektedir. 

Sonuç

Arnavutluk’ta yaşayan gençler çalışma ve yaşam koşullarının elverişsizliğinden dolayı AB ülkelerine beyin göçü gerçekleştirmektedir. Arnavutluk’un verdiği beyin göçü sosyoekonomik ve demografik olarak Arnavutluk’u olumsuz etkilenmektedir. Arnavutluk’un nitelikli iş gücünü kaybetmesi ülkesindeki ekonomik sorunların büyümesine etken olmuştur. Nitelikli işgücünün yerini niteliksiz işgücünü alması gelecekte niteliksiz işgücünün artmasına neden olacaktır. Arnavutluk verdiği beyin göçünün ulusal bir sorun haline gelmesi beyin göçü veren az gelişmiş ülkeleri de ilgilendirmektedir. AB ülkelerinin politikaları, az gelişmiş ülkelerdeki gençleri kendi ülkelerine çekerek çalışan nüfusun dinamikliğini ayakta tutmakta ve ekonomik gelişmelerini hızla sürdürmektedir. Az gelişmiş ülkeler ise verdiği nitelikli işgücü sonucunda ekonomik olarak sorun yaşamaya devam etmektedir. Beyin göçü gelişmiş ülkeler ve az gelişmiş ülkelerin gelişmiş seviyesini iki kutba ayırmaya devam etmektedir. Gelişmiş ülkelerin gelişmişlik seviyesi artarken az gelişmiş ülkelerin gelişmişlik seviyesi gerilemektedir. 

Arnavutluk beyin göçünü yönetmek ve ülkesinden göç eden nitelikli iş gücünü çekebilmek için çift yönlü uluslararası göç stratejisi uygulamaktadır. Arnavutluk’un göç stratejilerinin bir kutbunda  AB ülkelerinde eğitimini tamamlamış nitelikli işgücüne sahip gençleri kendi ülkesine doğru çekmesi bulunurken diğer kutbunda ülkesinde bulunan potansiyel nitelikli iş gücünü AB ülkelerinin ekonomik piyasasına entegre etmek istemesi bulunmaktadır. Arnavutluk’un uygulamak istediği çift yönlü strateji hem kendi ülkesi için hem de ev sahibi ülkeler için avantajlı gözükse de Arnavutluk kaybettiği beyin göçünden sosyoekonomik ve demografik olarak etkilenmekte ve verdiği beyin göçünü ülkesine geri kazandırmakta zorlanmaktadır (Tataj, Akbaş, 2021, s.377).

 

Kaynakça

Albanıan Instıtute for Internatıonal Studıes. (2005). Albanian Brain Drain: Turning the Tide. Tirana.  

Gedeshi, I. ve R, King. (2018). Research Study into Brain Drain with the Albanian Scientific Diaspora. UNDP. Tirana. 

Gedeshi, I. ve R, King. (2020). The actual and potential migration of students from Albania: aputative Brain Drain. Friedric Ebert Stiftung. Tirana.

Halili, E. (2021) Albania with Concerning Figures of Brain Drain. Albanian Daily News. https://albaniandailynews.com/news/albania-with-concerning-figures-of-brain-drain (erişim 27.06.2023).

INSTAT (2023) https://www.instat.gov.al/en/ 

Ortahamamcılar, B. (2021) AB, Birlik Dışından Alınacak Nitelikli Yabancı İşçiler İçin Çalışma İzni Şartlarını Kolaylaştırıyor. Euronews.  https://tr.euronews.com/2021/05/18/ab-birlik-d-s-ndan-al-nacak-nitelikli-yabanc-isciler-icin-cal-sma-izni-sartlar-n-kolaylast  (erişim 27.06.2023) 

Tataj, Xhentila. Akbaş, Emrah. ‘’Brain Drain Toward EU And Its Impact On Labor Market: Albanian Case’’, Journal of Anatolia and Balkan Studies, 4/8 (2021): 371-384 https://dergipark.org.tr/en/pub/abad/issue/65594/916062  (erişim 25.06.2023). 

UNESCO (2020) Global Flow of Tertiary-Level Students. https://uis.unesco.org/en/uis-student-flow 

World Bank (2016) Migration and Remittances Factbook 2016. Washington DC: World Bank.

 

VII. Uluslararası Afro-Avrasya Araştırmaları Kongresi Bildiri Çağrısı

0

Bu yıl 7. kez düzenlenecek olan Uluslararası Afro-Avrasya Araştırmaları Kongresi’ne başvurunuzu bekliyoruz. Kongre, 17-18 Kasım 2023 tarihlerinde Arnavutluk’un Tiran şehrinde gerçekleşecektir. Bu yıl kongrenin teması 100. Yılında Türkiye-Arnavutluk ilişkilerini dil, hukuk, uluslararası ilişkiler, tarih, sosyoloji ve ekonomi başta olmak üzere sosyal bilimlerin her alanında inceleyecektir. Bununla beraber, başta Balkanlar ve bölge çalışmaları olmak üzere sosyal bilimlerin her alanındaki çalışmalar değerlendirmeye alınacaktır.  Lütfen formu doldururken detayları eksiksiz ve doğru girin. Başvurular bilimsel komitemiz tarafından değerlendirilecektir. Başvurunuz için teşekkür ederiz! 

Lütfen kongre katılım ücretinin 30 Euro olduğunu unutmayın. Bu ücret, kaliteli bir kongre deneyimi sağlamakla ilgili organizasyon maliyetlerini karşılamaktadır. Anlayışınız için teşekkür ederiz.

BAŞVURMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Not: Bildiri özetlerini Türkçe ve İngilizce dillerinde gönderebilirsiniz.

ENGLISH

We eagerly await your application to the International Afro-Eurasian Congress, which will be held for the 7th time this year. The Congress will take place on 17-18 November 2023 in Tirana, Albania. The theme of this year’s congress will examine Turkey-Albania relations including all fields of social sciences, preferably language, law, international relations, history, sociology, and economy. In addition, studies in all fields of social sciences, initially Balkan and regional studies, will be evaluated. Please ensure you enter all details accurately and completely in the application form. Our scientific committee will review all applications. Thank you for your application!

CLICK TO APPLY

Please note that there is a participation fee of 30 Euros to cover the organizational costs associated with ensuring a high-quality conference experience. Thank you for your understanding.

Note: Abstracts can be sent in Turkish and English.

BOARDS OF THE CONGRESS

COORDINATOR OF THE CONGRESS

International Relations Studies Association – TUIC

ORGANIZATION COMMITTEE

Prof. Dr. Esmeralda KROMİDHA University of Tirana Albania

Assoc. Prof.Dr. Adriatik DERJAJ University of Tirana Albania

Assoc. Prof.Dr. Alnida KOROSHİ University of Tirana Albania

Assoc. Prof.Dr. Anila MULLAHİ University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Eda SHEHU University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Raqi BELLO University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Sofia DELİJORGJİ University of Tirana Albania

Assoc. Prof.Dr. Ogerta KORUTİ STROKA University of Tirana Albania

Assoc. Prof.Dr. Spartak KADİU University of Tirana Albania

Assoc. Prof.Dr. Xhemile ABDİU University of Tirana Albania

Dr. Alban FOÇİ University of Tirana Albania

Dr. Drita RİRA University of Tirana Albania

Dr. Isıda Metaj FOÇİ University of Tirana Albania

Ardita PODA University of Tirana Albania

Sema HYSA University of Tirana Albania

SCIENTIFIC and REFEREE COMMITTEE

Prof. Dr. Akmatali ALIMBEKOV Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA Marmara University Türkiye

Prof. Dr. Ali ARI Marmara University Türkiye

Prof. Dr. Anarkül URDALETOVA Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Prof. Dr. Andela Jaksic STOJANOVIC University of Donja Gorica Montenegro

Prof. Dr. Arzu ARIDEMİR İstanbul University Türkiye

Prof.Dr. Atdhe Hykolli – University of Prishtina Kosovo

Prof. Dr. Bayan ZHUBATOVA Al-Farabi Kazakh National University Kazakhstan

Prof. Dr. Boraş Smailoviçti MIRZALIEV Akhmet Yassawi University Kazakhstan

Prof. Dr. Dr. h. c. mult. Carlos Flores JUBERÍAS – Universidad de Valencia Spain

Prof. Dr. Celaleddin SERİNKAN Pamukkale University Türkiye

Prof. Dr. Esmeralda KROMİDHA University of Tirana Albania

Prof. Dr. Eriona Katro University of Tirana Albania

Prof. Dr. Fadil HOCA International Vision University Macedonia

Prof. Dr. Fahri UNAN Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Prof. Dr.  Galiimaa NYAMAA Mongolian University of Science& Technology Mongolia

Prof. Dr. Gulnar NADIROVA Al-Farabi Kazakh National University Kazakhstan

Prof. Dr. Gulnara NYUSSUPOVA Al-Farabi Kazakh National University Kazakhstan

Prof. Dr. Gülizar KURT GÜMÜŞ Dokuz Eylül University Türkiye

Prof. Dr. Gülsen Serap ÇEKEROL   Eskisehir Technical  University Türkiye

Prof. Dr. H. Mustafa PAKSOY Gaziantep University Türkiye

Prof. Dr. Hakan ÇETİNTAŞ  Balıkesir University Türkiye

Prof. Dr. Hakan TAŞ  Marmara University Türkiye

Prof. Dr. József KÁPOSZTA Szent István University Hungary

Prof. Dr. Kubatbek TABALDIYEV Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Prof. Dr. M. Başaran ÖZTÜRK Niğde University Türkiye

Prof. Dr. Mehmet YÜCE Uludağ University Türkiye

Prof. Dr. Mesut İDRİZ Sharjah University United Arab Emirates

Prof. Dr. Mohamed BELKHIRA-Hassiba Benbouali University of Chlef  Algeria

Prof. Dr. Musa MUSAI International Vision University Macedonia

Prof. Dr. Nagy HENRIETTA Szent István University Hungary

Prof. Dr. Nevzat ŞİMŞEK Dokuz Eylul University Türkiye

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN Ankara University Türkiye

Prof. Dr. Niyazi KURNAZ Kütahya Dumlupınar Üniversitesi

Prof. Dr. Ömer Göksel İŞYAR Uludag University Türkiye

Prof. Dr. Özcan SEZER Bülent Ecevit University Türkiye

Prof. Dr. Ramazan ERDAĞ Osman Gazi University Türkiye

Prof. Dr. Sadettin PAKSOY Kilis 7 Aralık University Türkiye

Prof. Dr. Sanem AKSOY DURSUN Istanbul University Türkiye

Prof. Dr. Saverina PASHO University of Tirana Albania

Prof. Dr. Sheripzhan NADYROV Al-Farabi Kazakh National University Kazakhstan

Prof. Dr. Sokol AXHEMİ University of Tirana Albania

Prof. Dr. Süleyman UYAR Akdeniz University Türkiye

Prof. Dr. Şakir SAKARYA Balıkesir University Türkiye

Prof. Dr. Victor SHAW California State University USA

Prof. Dr. Yusuf GÜMÜŞ Dokuz Eylül University Türkiye

Prof. Dr. Yücel OĞURLU Balikesir University Türkiye

Prof. Dr. Zoran FILIPOVSKI International Vision University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Abdülmecit NUREDIN International Vision University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Adnan VRAYNKO International Vision University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Adriatik DERJAJ University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Alma PİNARİ University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Anila MULLAHİ University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Arzu AL Marmara University Türkiye

Assoc. Prof. Dr. Besire AZİZALİYEVA Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Azerbaycan

Assoc. Prof. Dr. Ceenbek ALIMBAYEV Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Assoc. Prof. Dr. Cengiz BUYAR Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Assoc. Prof. Dr. Çlirim DURO University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Ebrar IBRAIMI International Vision University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Flavia KABA University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Eda SHEHU University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Elena MIHAJLOVA Ss. Cyril and Methodius University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Elmira ADİLBEKOVA Akhmet Yassawi University Kazakhstan

Assoc. Prof. Dr. Ersida Teliti – University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Evalda Paci – Scientific Academy of Albania

Assoc. Prof. Dr. Feruza DJUMANİYAZOVA Academy of Sciences of Uzbekistan Uzbekistan

Assoc. Prof. Dr. Garip KARTAL International Vision University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Hakan ARIDEMİR Kutahya Dumlupinar University Türkiye

Assoc. Prof. Dr. József KÁPOSZTA Szent István University Hungary

Assoc. Prof. Dr. Kalina SOTIROSKA International Vision University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Mehmet ARSLAN Al-Farabi Kazakh National University Kazakhstan

Assoc. Prof. Dr. Mensur NUREDIN International Vision University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Meral BALCI Marmara University Türkiye

Assoc. Prof. Dr. Mevludin IBİSH International Balkan University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Mimoza Hasani Pllana University of Prishtina Kosovo

Assoc. Prof. Dr. Muhittin DEMİRAY Gaziosmanpaşa University Türkiye

Assoc. Prof. Dr. Murat Yorulmaz Kocaeli University Türkiye

Assoc. Prof. Dr. Nagy HENRIETTA Szent István University Hungary

Assoc. Prof. Dr. Nelya POTAPOVA University of World Economy and Diplomacy Uzbekistan

Assoc. Prof. Dr. Nurgül BEKAR  TOBB ETU Uzbekistan

Assoc. Prof. Dr. Nursaule AYTBAYEVA Akhmet Yassawi University Kazakhstan

Assoc. Prof. Dr. Osman EMIN International Vision University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Pınar CANKARA   Bilecik Şeyh Edebali University Türkiye

Assoc. Prof. Dr. Raqi BELLO University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Sofia DELİJORGJİ University of Tirana Albania

Assoc. Prof. Dr. Ulugbek KHASANOV University of World Economics & Diplomacy Uzbekistan

Assoc. Prof. Dr. Yavuz CANKARA  Bilecik Şeyh Edebali University Türkiye

Assoc. Prof. Irina Chudoska BLAZHEVSKA Fon University Macedonia

Assoc. Prof. Dr. Xhemile ABDİU University of Tirana Albania

Assoc. Prof.Dr. Ogerta KORUTİ STROKA University of Tirana Albania

Assoc. Prof.Dr. Alnida KOROSHİ University of Tirana Albania

Asst. Prof. Dr. Azamat MAKSÜDÜNOV Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Asst. Prof. Dr. Eftal Şükrü BATMAZ Akhmet Yassawi University Kazakhstan

Asst. Prof. Dr. Hary FEBRIANSYAH – School of Business and Management, ITB Indonesia

Asst. Prof. Dr. Hasan DEMİR Sakarya University Türkiye

Asst. Prof. Dr  Indira PHUTKARADZE Nişantaşı University Türkiye

Asst. Prof. Dr. Itır Aladağ GÖRENTAŞ Kocaeli University Türkiye

Asst. Prof. Dr. Kürşad YAĞCI İstanbul University Türkiye

Asst. Prof. Dr. Mahmut ERDOĞAN Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Asst. Prof. Dr. Mariya S. BAGASHEVA-KOLEVA South-West University of Neofit Rilski Bulgaria

Asst. Prof. Dr. Nurdin USEEV Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Asst. Prof. Dr. Raziya ABDIYEVA Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Asst. Prof. Dr. Roza ABDIKULOVA Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Asst. Prof. Dr. M. Sadık AKYAR Girne American University TRNC

Asst. Prof. Dr. Seyil NAJIMUDINOVA Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Asst. Prof. Dr. Zuhra ALTIMIŞOVA Kyrgyz-Turkish Manas University Kyrgyzstan

Dr. Drita RİRA University of Tirana Albania

Dr. Muhammed ADIL TASEN / TASCA Tunusia

Dr. Nazim CAFEROV Azerbaijan State University of Economics  Azerbaijan

Dr. Olena ZOTO University of Tirana Albania

Dr. Isıda METAJ FOÇİ University of Tirana Albania

Dr. Eni MATAJ University of Tirana Albania

Dr. Edlira JORGAQİ University of Tirana Albania

Dr. Eni MATAJ University of Tirana Albania

MSc. Elvira BALLA XHAMANİ University of Tirana Albania

Alisher PULATOV Westminster International University  Uzbekistan

Dildora KARİMOVA Westminster International University Uzbekistan

SECRETARIAT

Res.Asst. Burak ŞENER

Çin’in Yeni Dış İlişkiler Yasası Üzerine Bir Analiz

Çin, ekonominin güvenliğine yönelik potansiyel tehditler karşısında hükümetin yasal dayanağını güçlendiren ve Batı yaptırımlarına karşı Rusya’da yaşanan sorunları ele almak üzere tasarlanmış yeni dış ilişkiler yasasını Ulusal Halk Kongresi 28 Haziran Çarşamba günü onayladı ve yasa 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi.

İlk kez 2007 yılında Komünist Parti’nin kongresinde bahsedilen ve mevcut Batı kökenli uluslararası ilişkiler teorileriyle yorumlaması zor olan Li ve Tianxia kavramlarına referans gösterilen “Çin’in yumuşak gücü ve yükselişi” bugün Kuşak ve Yol girişimi ile devam etmektedir. Li kavramı özellikle postyapısalcı bir okumayla tanımlanabilecek ve Batı dillerinde tam çevirisi olmamakla birlikte Çin ve Doğu Asya’ya hakim olan baskın kültüre uyum-ahenk anlamına gelmektedir (Holcombe, 2021). Tianxia ise Çince’de cennetin altındaki boşluk anlamına gelip, Qin’e (2018) göre bu kavram Çin’de bulunan “bütüncül” bir uluslararası ilişkiler kavramına denk geliyordu. Tianxia felsefesinin en büyük ideali ise Datong (büyük uyum) fikridir. Tianxia aynı zamanda Çin’in tarihsel olarak komşu ülkelerle kurduğu ilişkileri ifade eder. Çin, kendisini merkez uygarlık olarak görerek diğer toplumları -çevreyi- birlik ve düzen içinde tutmayı amaçlamıştır (Holcombe, 2021). Bu bağlamda, Tianxia, Çin’in egemenlik ve etki alanının sınırlarını tanımlayan bir kavramdır. Günümüzde, Tianxia kavramı, Çin dış politikası ve küresel ilişkiler tartışmalarında da kullanılmaktadır. Çin medeniyetinin kökeni ve İpek Yolu’nun 4000 yıllık geçmişi düşünüldüğünde Kuşak ve Yol girişimi insanlık tarihinin en eski ve en değerli ulaşım ve ticaret yolunu kapsamaktadır (Tutar ve Koçer, 2019). Çin’in dış politikada oynadığı proaktif rol kapsamında bölgesel ve küresel bir güç olma yolundaki adımları oldukça önemlidir, bu hususta 1 Temmuz 2023 tarihinde kabul edilen dış ilişkiler yasasında birkaç önemli noktaya değinilmiştir (National People’s Congress of the People’s Republic of China, http://en.npc.gov.cn.cdurl.cn/2023-06/28/ c_898457.htm, erişim tarihi 5 Temmuz 2023). The Law on Foreign Relations of the People’s Republic of China başlıklı yeni dış ilişkiler yasası altı bölüm içermektedir.

  • Birinci bölümde yeni yasanın dayandığı temel, esas olarak Marksist- Leninist-Çin siyasi yapılarını özetlemektedir. Fakat hegemonya ve mevcut güç siyasetine karşı atıfların bulunması potansiyel olarak, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ile anlaşmazlıklar yaşanacağının göstergesi olarak yorumlanabilmektedir. Bununla birlikte, birinci bölümde Birleşmiş Milletler’in Çin’in gözünde Washington’a bağlı olmadığı ve başlıca küresel otorite olarak tanımasının gerekliliğinin altı çizilmektedir. Çin Birleşmiş Milletler şartlarının ilkelerine ve amaçlarına bağlı olduğunu da teyit etmektedir (China’s New Foreign Relations Law: Clarifications & Analysis, https://www.china-briefing.com/news/chinas-new-foreign-relations- law-clarifications-analysis, erişim tarihi 5 Temmuz 2023).
  • İkinci bölümde, Çin Komünist Partisi Daimi Komitesi’nin (yedi kişi) Çin’in dış ilişkileriyle ilgili birinci sınıf otorite olduğunun altı çizilmektedir. Mevcut Amerika Birleşik Devletleri başkanı Joe Biden’ın otoriter Çin rejimi söylemlerinin aksine, Xi Jinping Çin’in dolukça demokratik ve kolektif bir biçimde karar aldığını belirtmektedir. Bunu doğrulayan yeni yasaya göre, Çin’in dış ilişkilerinin genel sorumluluğunun Devlet Konseyi’ne ait olduğu ve anlaşmaların imzalanmasından sorumlu olduğu ayrıca Çin dış politikasının yürütme işlerinin Dışişleri Bakanlığı’na bağlılığı belirtirilmektedir. Ayrıca ticari bağların güçlenmesi açısından yerel yönetimlerin yetkilerine ve işlevlerine göre dış ilişkiler kurabileceğini belirtilen ikinci bölümde; Laos, Moğolistan, Myanmar, Nepal, Kuzey Kore, Pakistan, Rusya, Tacikistan ve Vietnam gibi ticari ilişkilerin gelişmiş olduğu ülkelerde ticaretle ilgili yetkilerin genişletileceği ancak ticari amaçların dışına çıkılmayacağı vurgulanmaktadır.
  • Üçüncü bölümde, Çin’in küresel kalkınma, küresel güvenlik ve küresel medeniyet olma girişimleri detaylı bir biçimde doğrulanmaktadır. Bunlar genel olarak Kuşak ve Yol Girişimi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi etkisi ve Küresel Medeniyet Girişimi’ne atıf olarak görülmektedir. Fakat yasanın bu bölümünde tek kutupluya karşı çok kutuplu sisteme dönüş için atıflar bulunmaktadır. Çünkü Çin’in yeni dış ilişkiler politikasının G7 tarzı bölgesel bir yönetişimden ziyade küresel yolu izlemektedir. Çin’i sıklıkla dile getirdiği Kuşak ve Yol projesi dahilinde, küresel ekonomiyi ve serbest ticareti destekleyerek ulusal ekonomilerin dışa açılması stratejisi Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş sonrasında kullandığı Bretton Woods sistemine benzetilmekte ve eleştirilmektedir. Bu durumda Çin’in küresel bir dış politika izlemesi Amerika Birleşik Devletleri’nin paralel ilerleyen kürsel hakimiyet arzusuyla çatışmaktadır. Islam’a (2022) göre Çin’in yeni bir küresel güç olma aruzusu bulunmamaktadır, Çin tüm ülkelere maddi yardımda ziyade bugün Güney Kore’nin yaptığı gibi “serbest piyasa girişiminin bir eğiticisi” rolüyle yaklaşmaktadır. Ayrıca Çin, Soğuk Savaş’tan sonra Batı medyası tarafından bozulan imajını düzeltmek amacıyla diplomasideki yumuşak güç hedeflerini değerlendirmektedir. Ayrıca Çin’in küresel çevre ve iklim yönetişimine aktif olarak katılma, iklim değişikliği ve sanayileşme konusunda uluslararası işbirliğini desteklemekle ilgili atıfları yasada yer almaktadır. Üçünü bölüm, dış yardım ve hibelerin ele alınmasına atıfta bulunmaktadır, dış yardımın (Kuşak ve Yol girişimine ait olan hibeler dahil olmak üzere) diğer ülkelerin egemenliğine saygı duyma, diğer ülkelerin içişlerine karışmama temeline dayanacağını belirtmektedir.
  • Dördüncü bölümde Çin’in hukukun üstünlüğü ilkesini ilerleteceği vurgulanmaktadır. 32. Madde’ye göre, “Uluslararası hukukun temel ilkelerine ve uluslararası ilişkilerin temel normlarına uyma temelinde ilerleyecek, Çin yabancılarla ilgili alanlarda yasa ve yönetmeliklerin uygulanmasını güçlendirecektir”. 33. Madde’de ise önemli bir çelişki mevcuttur. Bu maddeye göre “Çin, uluslararası hukuku ve uluslararası ilişkilerin temel normlarını ihlal eden Çin’in egemenliğini, güvenliğini ve kalkınma çıkarlarını tehlikeye atan eylemlere karşı kısıtlatıcı önlemler alma hakkına sahiptir”.
  • Beşinci bölümde temel olarak, Çin’in dış ilişkilerine olan mali taahhüdünü ve ulusal çıkarları korurken dış ilişkileri geliştirme becerisini güçlendirmesi teyit edilmektedir.
  • Altıncı ve son bölüm ise Madde 45 kapsamında yasanın 1 Temmuz 2023 tarihinde yürürlüğe gireceğini belirtmektedir.
 
Çin’in güncel dış politika vizyonu, uzun vadeli hedefleri ve çeşitli politika öncelikleri temelinde şekillenmektedir 1 Temmuz 2023 tarihinde geçen bu yasa ile Çin’in dış politikadaki amaçları uluslararası ilişkiler ve Çin’in çıkarları perspektifinde pekiştirilmiştir. Şu anda, Çin mevcut dış politikasında bölgesel ilişkilerin güçlendirilmesini amaçlamaktadır. Çin, Asya-Pasifik bölgesinde liderlik rolünü güçlendirmek için çaba sarf etmektedir. Bu hususta, Kuşak ve Yol gibi projelerle ekonomik işbirliğini artırmak ve bölgesel entegrasyonu teşvik etmek hedeflenmektedir. Yasanın üçüncü bölümünde belirtildiği üzere ekonomik güç ve küresel ticaret kapsamında Çin, ekonomik açıdan güçlü bir ulus olarak küresel ticarette etkin bir rol oynamak istemektedir. Bu bağlamda, Çin, serbest ticaret anlaşmaları yoluyla ticaret engellerini azaltmayı ve ekonomik entegrasyonu teşvik etmeyi amaç haline getirmiştir. çevre ve iklim değişikliğinde Çin’in söylemleri adımları bulunmaktadır. Son yıllarda, Çin iklim değişikliği ile mücadelede daha fazla sorumluluk almayı hedeflemektedir. Paris Anlaşması’na bağlılığını sürdürmek ve düşük karbonlu bir ekonomiye geçişi desteklemek için çeşitli politikalar geliştirmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı yükselen güç olma statüsünün tanınması adına Çin, küresel siyasette daha büyük bir rol oynamayı hedeflemektedir. Uluslararası kurumlarda daha fazla temsil edilmek, küresel kuralların oluşturulmasında etkili olmak ve kendi çıkarlarını savunmak için daha fazla diplomatik çaba sarf etmektedir. Sonuç olarak, Çin’in güncel dış politika vizyonu, bölgesel liderlik rolünü güçlendirmek, ekonomik gücünü artırmak, çevre sorunlarına odaklanmak ve küresel siyasette daha etkili bir aktör olmak üzerine odaklanmaktadır. Bu vizyon, Çin’in ulusal çıkarlarını korumak ve uluslararası platformlarda daha fazla ağırlık kazanmak için stratejik adımlar atmaya devam etmesini sağlamaktadır. Ancak, Çin’in dış politikası, karmaşık bir dizi faktörden etkilenmekte olup, uluslararası ilişkilerdeki değişen dinamikler ve diğer ülkelerle ilişkilerindeki gelişmelerle şekillenecektir.

Zeynep Çağla ERİN

 

Kaynakça

The Law on Foreign Relations of the People’s Republic of China. http://en.npc.gov.cn.cdurl.cn/ 2023-06/28/c_898457.htm.

Ellis-Devonshire, C. (2023). China’s New Foreign Relations Law: Clarifications & Analysis. Https://www.China-Briefing.Com/News/Chinas-New-Foreign-Relations-Law-Clarifications- Analysis/.

F. Kutluay Tutar, & F. Ş. Koçer. (2019). Çin’in Yeni İpek Yolu Projesi: Bir Kuşak Bir Yol. JOURNAL OF SOCIAL, HUMANITIES AND ADMINISTRATIVE SCIENCES, 5(17), 618–626. https://doi.org/10.31589/joshas.144

Holcombe, C. (2021). Doğu Asya Tarihi Çin Japonya Kore Medeniyetin Köklerinden 21. Yüzyıla Kadar (3rd ed.). Dergah Yayınları.

Islam, N. (2022). Çin ve 21. Yüzyıl Yeni Dünya Düzeninin Alternatif Tılsımları: Çin, Batı Kökenli Olmayan Yumuşak Güç Modelini Nasıl Yeniden Şekillendiriyor? In Citation: Ulisa: Journal of International Studies (Vol. 6, Issue 1). https://aybu.edu.tr/yulisa

A. Acharya & B. Buzan (Eds.). Batı Kökenli Olmayan Uluslararası İlişkiler Teorisi (pp. 51–84). Sakarya Üniversitesi Kültür Yayınları.

Çin Dış İlişkiler Yasası Çin Dış İlişkiler Yasası Çin Dış İlişkiler Yasası Çin Dış İlişkiler Yasası Çin Dış İlişkiler Yasası Çin Dış İlişkiler Yasası

 

The Cybersecurity Threat and European Union’s Policies

Beyzanur Ünal
Avrupa Çalışmaları Stajyeri
Editör: Eda Kurt

 

Özet

Sosyal medyanın yükselişi ve kullanıcı bilgilerinin bir ürün haline gelmesiyle siber güvenlik küresel gündemde yerini almaya başladı. Bazı ülkeler bazı uygulama ve siteleri yasaklarken, bazı ülkeler daha liberal politikalar benimsedi. Özellikle kamu ve özel sektörün dijitalleşmesi ile konu büyük önem kazandı. Bu çalışmada siber güvenlik nedir ve siber güvenlik alanındaki tehlikeler nelerdir, Avrupa Birliği’nin siber güvenlik alanında aldığı önlemler, bahsettiği politikalar ve genel stratejisi ele alınacaktır. Eylemlerin ve kararların etkinliği sorgulanacaktır. Bu amaçla bu konuda yapılan araştırma ve literatür çalışmaları incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Siber Güvenlik, Politika, Strateji, Avrupa Birliği, Dijitalizm

Abstract

With the rise of social media and user information becoming a product, cyber security began to take its place on the global agenda. While some countries have banned some apps and sites, some countries have adopted more liberal policies. Especially with the digitalization of the public and private sectors, the issue gained great importance. In this study, what is cybersecurity and what are the dangers in the field of cybersecurity, the measures taken by the European Union in the field of cybersecurity, the policies it talks about, and its general strategy will be discussed. The effectiveness of actions and decisions will be questioned. For this purpose, research and literature studies on this subject will be examined.

Keywords: Cybersecurity, Policy, Strategy, European Union, Digitalism


Introduction

The lockdown of everyone with the COVID-19 Pandemic has had many consequences in our society. One of them was the acceleration of digitalization. Many attempts have been made to enable people who cannot go out from home to do their work. Examples are grocery couriers, internet banking, online shopping, online meetings, online business and more. When the information of everyone and everything quickly moved into the cyberspace, some malicious people took advantage of this and started to look for the vulnerabilities of the systems. Cybercrime has increased and the importance of cybersecurity has become clear. Of course, it was not only the information of individuals and businesses that has been moved online, but infrastructure also moved to cyberspace slowly. Transportation systems, telecommunications, water systems, food, energy, health care, power grids, financial services and more are at risk of cyber threats. In this study, first of all, cybersecurity and cyberthreat, what is cyber-attack will be explained, then the institutions and organizations, policies, strategies and legislations established by the European Union (EU) for cybersecurity will be researched from the official pages of the EU, and then the studies on the EU and its cybersecurity will be examined.

What is Cybersecurity?

According to the Cambridge Dictionary, cybersecurity is defined as “things that are done to protect a person, organization, or country and their computer information against crime or attacks carried out using the internet” (Cambridge University Press, n.d.). United Kingdom’s National Cyber Security Centre says that cybersecurity’s essential task is protecting the devices people use, and the services people access from theft or damage, also preventing personal data breaches (National Cyber Security Centre, n.d.). The virtual environment, which has grown with digitalization, has become a place open to dangers just like every other environment. Illegal sales, data security, theft, fake accounts, scams, and more have all been common in the online world. These kinds of cyber threats are also called cyberattacks. Cyber criminals can harm or disrupt computer systems and devices. They can trick people into sharing sensitive information such as passwords and bank details. Or they can just steal passwords with their programs. There is also this thing called a denial-of-service (DoS) attack, which is making a website, network unable to users. And lastly, information that should be confidential can be spread by an insider leaking information. These are all very serious crimes and are a risk to everyone in the online world. The age of digitalization has brought cybersecurity along with these crimes. To protect people’s virtual safety, companies were founded, programs were developed. Developing regulations is one way to ensure cyberspace is a safe place. Digitalization is still ongoing, and with new technological developments, new cyber threats are coming. 

Works on EU’s Cybersecurity Policies

There are a lot of cybersecurity policies of EU. Many scholars have studied on the EU’s work in cybersecurity, and on the EU’s perspective on cybersecurity. For example, G. G. Fuster and L. Jasmontaite (2020) in their work, mention two ransomware attacks that happened in 2017, Fuster and Jasmontaite say these attacks embody certain characteristics of cybersecurity as a policy area. It is suggested three characteristics: First, cyber-attacks are the new reality, and they can have devastating consequences that are hard to foresee. Second, it requires cooperation between public and private entities to deal with cyber-attacks. Third, useless cybersecurity policies can harm the digital single market, individuals, businesses, and the public sector (Fuster & Jasmontaite, 2020, p. 99-100). Many policies were addressing the point made by the second characteristic. Aims of many of them were always cooperation between public and private entities. Later, writers also touch upon the Network and Information Security (NIS) Directive, which will be talked about in the later chapter. They say, most legal measures being in directives can be seen as a weakness, since it means the member states are free to implement the requirements as they wish, however when introducing such a complex legislative change, this can be the best option (Fuster & Jasmontaite, 2020). This harmonization of legislation issue has always been a problem in the EU. Starting small and adding more layers to it as the time goes can be an effective way to harmonize cybersecurity regulations among the member states. But if it stays shallow, minimal, and overall un-harmonized, it can create a bigger problem in the EU. 

In another work for cybersecurity, it is written “most European standards do not apply directly to all member states, but rather must be transposed into national legislation, creating further fragmentation and difference” (Krüger & Brauchle, 2021). Cyberspace does not know borders, and mostly when a business opens in a member state, it operates in other member states as well. Having different standards or legislation can make things complicated, since cybersecurity is not like other areas, it does not have borders. 

Some works also comment on the EU’s place in cybersecurity as a whole, for example “While not wielding coercive cyber power, the EU has, developed into an institutional cyber power, with a wide range of instruments, platforms and voluntary as well as mandatory requirements at its disposal” (Dunn Cavelty, 2018, as cited in Backman, 2023). Backman (2023) also says that some studies show that the EU is a securitizing actor in the cybersecurity area. The EU has always been a fan of soft power in politics. Rather than coercive power, institutional power is the EU’s specialty. This characteristic can be seen in the cybersecurity field as well. With many platforms and assistance and incentive, the EU can be seen as a securitizing power. In becoming that securitizing power, they would need help. The EU has always been cooperating with other states besides its member states. Anagnostakis (2021) in his work mentions that the EU’s cybersecurity strategy is establishing an international cyberspace policy and cooperating internationally. It is said that one of those cooperators is the United States (US) (Anagnostakis, 2021). The US is a big actor in cyberspace. Most technology companies are based in the US, so cooperation with them might be vital. China is big in cyberspace too, but the EU’s cooperation with them is not frequently heard. Anagnostakis (2021) also mentions some common principles of the EU and the US, and one of them is that fundamental rights and freedoms should be superior to cybersecurity measures and violation of human rights in cyberspace like online censorship is not tolerable. This might be a reason for unheard China-EU cooperation. In cooperation, there should be similar values and principles between the parties. Anagnostakis wrote, “The EU and the US converge on the norm that internet governance should be regulated through a mixture of state and industry and private sector involvement rather than through direct and heavy-handed governmental control as Russia and China suggest.” (p.249). The EU is not in favor of heavy state control in the name of security. It can be said that the EU is in favor of soft power in cybersecurity issues too. All the works and policies support this claim.

The European Union’s Cybersecurity Policies

The EU has many common policies and legislations. The Cybersecurity Policies from the EU takes precautions and plans in many areas. They are trying to make both the Union’s psychical and the virtual zone safe. For this, they have taken several initiatives. One of those initiatives is the European Union Agency for Cybersecurity (ENISA). In their website it is written as, “The European Union Agency for Cybersecurity, ENISA, is the Union’s agency dedicated to achieving a high common level of cybersecurity across Europe” (The European Union Agency for Cybersecurity, n.d.). This agency was established in 2004, it contributes to EU cyber policy, improves the credibility of Information and Communication Technology (ICT) products and cooperates with member states and EU bodies (The European Union Agency for Cybersecurity, n.d.). One of its key roles is said to be “setting up and maintaining the European cybersecurity certification framework by preparing the technical ground for specific certification schemes” (European Commission, 2023a, April 18). There is also the EU Cybersecurity Act, which strengthens ENISA and presents a cybersecurity certification framework, it is said to help companies certify their ICT products (European Commission, 2023a, April 18). Another important Act of the EU is Cyber Resilience Act. According to the European Commission’s Digital Strategy webpage, on Cyber Resilience Act (2023, January 30), it says that currently most of the hardware and software products’ cybersecurity are not covered by any EU legislation, so the Cyber Resilience Act proposes for a regulation, supporting rules that promotes more secure hardware and software products. 

There are also centres and organizations for the EU’s Cybersecurity policies. One of them is the European Cybersecurity Organization (ECSO). Established in 2016, ECSO is a cross-sectoral and independent membership organization that serves as the contractual counterpart to the European Commission tasked with the implementation of Europe’s distinctive Public-Private Partnership in the field of cybersecurity (European Cyber Security Organization, n.d.). Another Centre from the EU is the European Cybersecurity Competence Centre (ECCC). ECCC is established in June 2021, and their mission is written in the webpage as “The Centre and the Network will make strategic investment decisions and pool resources from the EU, its Member States and, indirectly, the industry to improve and strengthen technology and industrial cybersecurity capacities, enhancing the EU’s open strategic autonomy” (The European Cybersecurity Competence Centre, n.d). One of the other centres is the European Cybercrime Centre (EC3) which is set up by the Europol in 2013, with the aim of strengthening the law enforcement capabilities in addressing cybercrime in the EU, EC3 say they offer “operational, strategic, analytical and forensic support to Member States’ investigations” (Europol, n.d). 

According to the press release by the European Commission on 10 November 2022, the Commission and the High Representative came up with Joint Communication on an EU Cyber Defence policy, and an Action Plan on Military Mobility 2.0 in November 2022. The biggest factor in doing this was the deteriorating security environment due to Russia’s aggression towards Ukraine and to make the EU’s ability to protect itself better. They explain the aim of this policy as to make the EU’s cyber Defence ability stronger, to ensure coordination between the military and civilian cyber communities, to strengthen the European Defence Technological Industrial Base (EDTIB) while reducing the EU’s dependence on cyber technologies (European Commission, 2022, November 10).

Now to move on to the legal framework for the cybersecurity, as a legislation, there was the Directive on Security of Network and Information Systems, NIS Directive, which all countries said to be implemented. This legal framework is said to be made to have strong government bodies overseeing cybersecurity while working with their counterparts in member states by sharing information. But it was then reviewed, so the Directive on measures for a high common level of cybersecurity across the Union (NIS2 Directive) entered into force on 16 January 2023, although the member states still have time to implement the new Directive (European Commission, 2023b, April 18). The NIS2 Directive ensures that the member states are fully equipped and prepared, it ensures that they set up a Cooperation Group so that the information floods smoothly, and it promotes an environment centered on security for crucial sectors that rely on ICTs (European Commission, 2023, January 16). This NIS Directive sets some requirements for member states. Computer Security Incident Response Teams (CSIRTs) or Computer Emergency Response Teams (CERTs), which under the NIS Directive, EU Member States are required to have them. According to the European Commission (2023b, April 18), they are teams that deal with cybersecurity incidents, cooperate with each other, and work with the private sector.

Other than these, the Cybersecurity Strategy is presented by the European Commission and the High Representative of the Union for Foreign Affairs and Security Policy at the end of 2020 (European Commission, 2023b, April 18). This strategy, which aims to respond to major cyberattacks with collective capabilities, is for the security of energy grids, hospitals, railways, and other essential services, as well as for the connected objects in offices and houses (European Commission, 2022, June 7). The strategy is described as “how the EU can harness and strengthen all its tools and resources to be technologically sovereign” and how the EU can cooperate with its partners around the world better (European Commission, 2022, June 7). The European Commission says this strategy guides how a Joint Cyber Unit can respond to cyber threats most effectively. The Joint Cyber Unit is described as a platform that can protect the EU from cybersecurity attacks, especially from the cross-border ones (European Commission, 2021, November 18).

Conclusion

The digital world, which has affected every aspect of our lives, is full of dangers including theft, data breaches, frauds, and cyberattacks. Governments and companies all across the globe have realized the significance of cybersecurity in protecting people, businesses, and vital infrastructures from these attacks. This realization has been stronger after the COVID-19 Pandemic. One of the actors who understand the importance of cybersecurity has been the EU. The EU was also carrying out studies in the field of cybersecurity before COVID-19, but these studies seem to accelerate in 2020 and beyond. ENISA, the EU Cybersecurity Act, Cyber Resilience Act, ECSO, ECCC, EC3 by Europol, Joint Communication on an EU Cyber Defence policy, Action Plan on Military Mobility 2.0, the NIS2 Directive, CSIRTs or CERTs, the Cybersecurity Strategy, and the Joint Cyber Unit; these are all things the EU does in the name of cybersecurity. Voluntary to mandatory, non-governmental to intergovernmental, what the EU does in this field varies. They put big importance on cross-sectoral cooperation, as well as cooperation between the member states, and non-member states. They aim for private and public sector cooperation too. While there is some criticism of the minimal harmonization between the member states, there is also some recognition of the institutionalized cybersecurity power. The EU is choosing cooperation as its cybersecurity policy, rather than state control. They can also educate people on how to stay safe online. These types of education can reduce the number of people who fall for phishing and protect them from many more cyberattack types. Overall, the governments should allocate time and budget for cybersecurity. They should do research, stay alert for the upcoming threats, and develop solutions for the new ones.  Overall, the EU is currently trying hard to make the internet safe for both the individuals, businesses, and the institutions. It is not in its final form, neither in the perfect shape, but in the future, it can be expected.

 

References

Cambridge University Press. (n.d.). Cybersecurity. In Cambridge dictionary. Retrieved May 8, 2023 from https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/cybersecurity 

Dimitrios Anagnostakis (2021) The European Union-United States cybersecurity relationship: a transatlantic functional cooperation, Journal of Cyber Policy, 6:2, 243-261, DOI: 10.1080/23738871.2021.1916975 

European Commission. (2021, November 18). EU Cybersecurity Strategy for the Digital Decade: Questions and Answers. Retrieved from https://digital-strategy.ec.europa.eu/en/faqs/eu-cybersecurity-strategy-digital-decade-questions-and-answers 

European Commission. (2022, June 7). Cybersecurity Strategy. Retrieved from https://digital-strategy.ec.europa.eu/en/policies/cybersecurity-strategy 

European Commission. (2022, November 10). Press release: Commission proposes measures to strengthen EU’s cybersecurity capabilities. Retrieved from https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/ip_22_6642 

European Commission. (2023, January 16). NIS 2 Directive. Retrieved from https://digital-strategy.ec.europa.eu/en/policies/nis2-directive 

European Commission. (2023, January 30). Cyber Resilience Act. Retrieved from https://digital-strategy.ec.europa.eu/en/library/cyber-resilience-act 

European Commission. (2023a, April 18). Cybersecurity Act. Retrieved from https://digital-strategy.ec.europa.eu/en/policies/cybersecurity-act

 European Commission. (2023b, April 18). Cybersecurity Policies. Retrieved from https://digital-strategy.ec.europa.eu/en/policies/cybersecurity-policies 

European Cyber Security Organization. (n.d.). Who We Are. Retrieved from https://ecs-org.eu/who-we-are/ 

European Union Agency for Cybersecurity. (n.d.). About ENISA. ENISA. https://www.enisa.europa.eu/about-enisa 

European Union Agency for Cybersecurity. (n.d.). About Us. Retrieved from https://cybersecurity-centre.europa.eu/about-us_en 

Europol. (n.d.). European Cybercrime Centre (EC3). Retrieved from https://www.europol.europa.eu/about-europol/european-cybercrime-centre-ec3 

Fuster, G.G., & Jasmontaite, L. (2020). Cybersecurity Regulation in the European Union: The Digital, the Critical and Fundamental Rights. In M. Christen, B. Gordijn, & M. Loi (Eds.), The Ethics of Cybersecurity (pp. 97-115). The International Library of Ethics, Law and Technology, Volume 21. Springer. https://doi.org/10.1007/978-3-030-29053-5_5 

Krüger, P. S., & Brauchle, J. P. (2021). The European Union, cybersecurity, and the financial sector: A primer. Carnegie Endowment for International Peace. Retrieved from https://carnegieendowment.org/files/Krueger_Brauchle_Cybersecurity_legislation.pdf

National Cyber Security Centre. (n.d.). What is cyber security? National Cyber Security Centre. Retrieved May 21, 2023, from https://www.ncsc.gov.uk/section/about-ncsc/what-is-cyber-security 

Sarah Backman (2023) Risk vs. threat-based cybersecurity: the case of the EU, European Security, 32:1, 85-103, DOI: 10.1080/09662839.2022.2069464

Türkiye’de Cinsiyet ve Cinsel Yönelim Üzerinden Ayrımcılık

 

Sena Kul
Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Stajyeri
Editör: Eda Kurt

Özet

Türkiye’de gün geçtikçe artan ve her alanda yayılmaya başlayan ayrımcılık, artık toplumun görmezden gelemeyeceği bir seviyeye ulaşmıştır. Yapılan ayrımcılıklara gerek iş hayatında gerekse sosyal ve kültürel hayatlarda maruz kalınmaktadır. Ayrımcılık tarihsel süreç içerisinde incelendiğinde, ilk zamanlar cinsiyet üzerinden yapılan ayrımcılık zamanla LGBTİ+ bireyleri de kapsar hale gelmiştir. Kapitalist düzene geçiş ile beraber üretim ve iş kolları farklılaşmış, kadın ve erkek artık aynı fabrikada ya da işyerinde çalışmaya başlamıştır. Kadını sadece “ev hanımı” ya da “anne” olarak nitelendiren erkek işverenler, işyerinde otoritelerini kadın üzerinden kurmak istemişlerdir. Cinsiyet temelli ayrımcılıklardan sonra özellikle iş alanında gerçekleşen ve LGBTİ+ bireylerin maruz kaldığı mobbing, cinsel yönelim yüzünden dışlanma ve işten çıkarılma, aşağılanma gibi tutum ve davranışlar giderek artmıştır. Son yıllarda bu artışlara “Dur!” demek adına LGBTİ+ bireyler haklarını arar hale gelse de Türkiye’ de kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Bu bağlamda çalışma, bireylerin cinsiyet ve cinsel yönelimlerine göre yaşadıkları ayrımcılıkları ele alarak, Türkiye’de hangi alanlarda ve durumlarda ayrımcılığın belirginleştiği ve buna yönelik yapılan hak arayışlarına dikkat çekmek amaçlanmıştır.

Anahtar kelimeler: Ayrımcılık, Cinsiyet ve Cinsel Yönelim, LGBTİ+

Abstract

Discrimination, which is increasing day by day and spreading to all areas in Turkey, has reached a level that society cannot ignore. LGBTI+ individuals are exposed to discriminations both in their social and business lives. When discrimination is examined in the historical process, the discrimination based on gender in the first times has become to include LGBTI+ individuals over time. By the transition to the capitalist order, production and business lines have differentiated, and women and men have now started to work in the same factory or workplace. Male employers, who describe women only as “housewife” or “mother”, wanted to establish their authority over women in the workplace. After gender-based discrimination, attitudes and behaviors such as mobbing, exclusion and dismissal due to sexual orientation, humiliation, which occur especially in the workplace and which LGBTI+ individuals are exposed, have gradually increased. In recent years, although LGBTI+ individuals have started to seek their rights in order to stop these increases, a definite result has not been reached in Turkey. In this context, the study aims to draw attention to the areas and situations in which discrimination is evident in Turkey and the search for rights in this regard, by addressing the discrimination that individuals experience according to their gender and sexual orientation.

Keywords: Discrimination, Gender and Sexual Orientation, LGBTI+

Giriş

Günümüz Türkiye’sinde artan işsizlik oranları ve bunun farklı nedenleri, toplumun sıkça sorguladığı bir sorun haline gelmiştir. İş hayatında yaşanan eşitsizlikler, mobbing ya da kişilere henüz işe girmemişken sergilenen önyargı; bireylerin iş bulmalarında onlara dezavantajlı bir duvar örmüş, bu durum zamanla kaygıya dönüşmeye başlamıştır. Bireylerin iş ararken önlerine en çok çıkan sorun olan toplumsal eşitsizlikler, farklı nedenlerden dolayı gerçekleşmiştir. Bu eşitsizlikler; bireylerin cinsiyetleri, etnik kimlikleri, ırkları ve dinleri gibi farklı bireysel özelliklerdir. Bu bağlamda Türkiye’de iş hayatına atılmaya çalışan LGBTİ+ bireyleri dezavantajlı konumda görmek oldukça mümkündür. LGBTİ+ bireylerin dış görünüşleri ve davranışları, işverenler tarafından çoğunlukla olumlu karşılanmamaktadır. Gerek kamusal alanda gerekse özel alanda LGBTİ+ bireyler işverenler tarafından farklı bir konuma yerleştirilmiş, genelde ya işe alınmamışlardır ya da cinsiyetleri ve cinsel yönelimleri öğrenilen LGBTİ+ bireyler işten çıkarılmıştır.

1. Toplumun Gözünden LGBTİ+ Birey

LGBTİ+ bireylerin haklarını, yaşamlarını ve toplumun gözünden LGBTİ+ bireyleri incelemeden önce karşımıza bazı terimler çıkmaktadır. Bunlar; cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim kavramlarıdır. Bu terimlerin kavranması, LGBTİ+ bireylerin yaşadığı eşitsizlikleri anlamak için önemli bir yer edinmektedir.

İlk olarak cinsiyet tanımı incelendiğinde; kişinin doğduğu anda üreme organına bakılarak verilen kadın veya erkek kimliğidir. Cinsiyet, kadın ve erkek bireylerin biyolojik ve fizyolojik özelliklerine bakılarak belirlenmektedir. Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkeğin sergilediği her türlü davranış, rol ve sorumlulukların genelini kapsamaktadır. Bireylerin toplumsal cinsiyetleri yaşadıkları coğrafyaya göre, sahip oldukları ekonomik düzey ve aile yapılarına göre farklılık göstermektedir. Bu durumda kadın ve erkeğin toplumsal cinsiyeti, onların statülerini ve farklı sosyo-demografik özellikleri yansıtma özelliğine sahiptir. Cinsiyet kimliği, bireyin daha içgüdüsel ilerleyerek kendisini hangi bedende daha iyi hissettiği, hangi cinsiyet üzerinden tanımladığı ve benimsediği ile ilgilidir. Burada özellikle günümüz toplumunun hala alışamadığı “trans” kavramı öne çıkmaktadır. Bireyin kendini ait hissettiği cinsiyet kimliği ile bedensel kimliğinin denk düşmediği kişiler “trans birey” olarak adlandırılmaktadır. Son olarak cinsel yönelim kavramı, bireyin hangi cinsiyete ilgi duyduğu ile ilgili olarak, bir cinsiyete duyulan arzu ve duygusal durumu ifade etmektedir (Altunpolat, 2017). Bu kavramlar çerçevesinde ve özellikle bireyin cinsel yönelim tercihlerinin farklılaşması toplum tarafından normalleştirilmeyen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. LGBTİ+ (lezbiyen, gey, biseksüel, transgender ve intersex) bireyler cinsel yönelim ve kimlik tercihleri sonucunda özel ve günlük hayatlarında sıkça etiketlenmeye ve eşitsizliğe maruz kalmaktadır. Yılmaz ve Göçmen (2015) LGBTİ+ bireyler ile birlikte yaptıkları çalışmada, LGBTİ+ bireylerin hayatlarını sürdürmek için sahip olacakları haklarda bile çok ciddi ayrımcılıklar ile karşı karşıya kaldıklarını belirtmektedir. Bu ayrımcılıklara bir çözüm yolu aramak için hukuksal haklarını dahi kullanamadıklarını, bunun nedeni olarak hukuka olan güvensizliklerini dile getirmektedirler. LGBTİ+ bireylere uygulanan ötekileştirme, toplumda kadın ve erkek dışında başka bir cinsel yönelim ve kimlik çeşidinin olamayacağı kabulsüzlüğünden doğmaktadır. Bu kabulsüzlük sonucu LGBTİ+ bireyler, “sapkın” veya “sapık” olarak nitelenmekte ve dışlanmaya maruz bırakılmaktadır (Alp, 2015).

Toplumsal yaşamın farklı alanlarında her türlü eşitsizlik ile karşı karşıya kalma ihtimalleri olan LGBTİ+ bireyler; sosyal, kültürel ve eğitim hayatlarının yanı sıra iş yaşamında da oldukça zorlanmaktadırlar. Bu çalışmada gerek kamusal gerekse özel alanda LGBTİ+ bireylerin yaşadıkları mobbing ve ön yargı gibi maruz kaldıkları eşitsizlikler incelenmiştir. 

2. Yaşamda Cinsiyet ve Cinsel Yönelime Bağlı Ayrımcılıklar

Günümüz çalışma hayatında ayrımcılığa maruz kalmanın farklı nedenleri vardır. Bunlardan bazıları; aile yapısı, sahip olduğumuz kültür, cinsiyet ve cinsel yönelim olarak sıralanmaktadır. Bu nedenlerden cinsiyet ve cinsel yönelim üzerinden ilerlendiğinde tarihte geriye dönük bir yolculuk yapmak gerekmektedir.

Cinsiyet temelli iş ayrımcılığı oluşmadan önce yani kapitalist hayata henüz geçmemişken, çalışma ve üretimde kadın ve erkek ilişkisinin eşitliğinden söz edilmektedir. Fakat kapitalizme geçişle birlikte üretim fabrikaya taşınmış, kadın artık evde çalışmayı bırakarak işverenine bağlı kalmaya başlamıştır. Bu sırada kadının çalıştığı alanda erkek, güç ve otoritesini devam ettirerek, iş yükü ve ücret konularında ayrımcılık yaratmaya başlamıştır (Hartmann, 1976). Kadının gerek iş hayatında gerekse çalışma hayatında rollerini etkileyen farklı unsurlar vardır. Bunlardan en önemlisi anneliktir (Onay, 2009).

Cinsiyet ayrımının ardından cinsel yönelime dayalı ayrımcılıklara da günümüzde sıkça rastlanmaktadır. “Cinsel yönelimleri sonucu LGBTİ+ bireylere uygulanan olumsuz tutum ve davranışlar” cinsel yönelim ayrımcılığı olarak tanımlanmaktadır (Bilir, 2016). Günlük hayatta çoğu zaman kendilerini gösterebilen LGBTİ+ bireyler, günümüzde işyerlerinde, sosyal yaşamlarında ve eğitim kurumlarında ayrımcılık, mobbing ve farklı şiddet tarzlarına maruz kalmaktadırlar (Özgünlü, 2019). 

Özellikle çalışma hayatında öne çıkan ve LGBTİ+ bireylere uygulanan; mobbing, işe alım ve çıkarım süreçlerinde karşılaşılan tutumlar, maaş ödemeleri, diğer çalışanlar ve yöneticiler tarafından dezavantajlı duruma itilme gibi ayrımcılıklara sıkça rastlanılmaktadır (Güdül & Çolak, 2017). LGBTİ+ bireylerin iş yaşamlarında cinsel yönelimleri nedeniyle hakarete maruz kalmaları ve değer görmemeleri sonucu, istifaya ve işten çıkarılmaya zorlandıkları görülmektedir (Demizdizen vd. 2012; Doğan, 2012). 

2.1. Cinsel Yönelime Dayalı Ayrımcılıklar: Türkiye Örnekleri

Türkiye’de LGBTİ+ bireylerin çalışma hayatında uğradığı ayrımcılığa dair birçok araştırma bulunmaktadır. Kara (2022), yaptığı çalışmada şöyle bir sonuç elde etmiştir:”Birçok katılımcı, işe başlamadan ayrımcılığın başladığını, işe alımda ilk görüşmede kendilerinin süzüldüğünü, özel yaşama dair soruların sorulduğunu aktarmışlardır. Çalışma ortamında bulunan ve ayrımcılığa maruz bırakılan katılımcılar, insanların onlar hakkında dedikodu yaptıklarını, düşük ücretli işlerde kayıtsız ve güvencesiz olarak çalıştırıldıklarını paylaşmışlardır” (Kara, 2022, s. 407).  Göregenli (2017)’nin yaptığı çalışmada ise LGBTİ+ bireylerin iş ortamında yaşadığı ayrımcılık deneyimlerine; cinsel yönelim, cinsel kimlik ve interseks durumlarının değerlendirmelerine, iş başvuruları süreçlerine, cinsel kimliğin açık olma durumlarına ve bireylere karşı konulan engellere yer vermiş ve ayrımcılığa karşı çözüm önerileri getirmiştir. Bu çözüm önerileri arasında yasal önlemler, kurum içi eğitimler, toplumsal farkındalık kampanyaları bulunmaktadır. Hacettepe Üniversitesi’nde yapılan “LGBTİ+ Bireylerin İş Bulma Kaygısı” adlı nicel araştırma sonuçlarına göre; “Bireylerin LGBTİ+ birey olması durumu iş bulma kaygılarını arttırıcı bir etken midir?” sorusuna verilen yanıtlar şu şekildedir: 

 

Tablo 1

Sayı

Yüzde

Geçerli Yüzde

 

Bireylerin LGBTİ+ olması iş bulmalarını etkiler

110

55,0

55,3

Bireylerin LGBTİ+ olması iş bulmalarını kısmen etkiler

70

35,0

35,2

Bireylerin LGBTİ+ olması iş bulmalarını etkilemez

19

9,5

9,5

Toplam

199

99,5

100

Kayıp

 

1

,5

 

Toplam

200

100

 

LGBTİ+ bireylerin iş yaşamında ayrımcılığa maruz kalmalarını ölçen başka bir sorunun cevabı ise şu şekilde olmuştur:

Tablo 2 

Sayı

Yüzde

 

Evet

171

85,5

Hayır

29

14,5

Toplam

200

100

İş yaşamında bireyin LGBTİ+ olması durumu ile mobbing arasındaki bağlantıyı ölçen soruya, 200 örnekleme sahip bir ankette 171 kişi evet cevabını vererek, bireyin LGBTİ+ olması ile mobbing arasında bir ilişkinin olduğunu savunmaktadır.

Orta ve Camgöz (2018)’ün “Türkiye’de Homofobi Çalışmalarına Genel Bir Bakış”adlı makalede farklı değişkenler üzerinden, eşcinsellere yönelik tutum ve davranışlar ölçülmüştür. Örneğin, kendini biseksüel ya da eşcinsel olarak tanımlayan bireylerin, aile fertleri ile arasındaki bağın daha kopuk olduğu, özellikle çoğu zaman babaları tarafından dışlandığı gözlemlenmiştir. Yapılan başka bir araştırmaya göre ise, içlerinde 95 LGBTİ+ bireyin olduğu bir çalışma ortamında LGBTİ+ bireyler, kendilerini diğer bireylerden bedensel ve sosyal olarak farklı gördüklerini bu nedenle de rahat hissetmediklerini açıklamışlardır. 

Çalışma yaşamında LGBTİ+ bireylerin karşılaştığı ayrımcılık türü genellikle informel ayrımcılık olmaktadır (Erdur ve Özgünlü, 2019). İnformel ayrımcılık; mobbing, aşağılama, etiketleme, sözlü ve sözsüz tacizleri içeren resmi olmayan davranışları kapsamaktadır (Karakaş, 2018). İnformel ayrımcılığın yanı sıra homofobik tavır ve tutumlar çalışma hayatında LGBTİ+ bireyleri rahatsız etmektedir. Homofobik söylemler sonucu kendilerini rahat hissetmeyen LGBTİ+ bireyler, psikolojik olarak da kötü hissederek iş performanslarında düşüş görülmeye başlamaktadır. İşe girmeden önce kendilerine uygulanacak olan davranışları önceden tahmin ederek, cinsel yönelim ve kimliklerini gizleme yoluna girmektedirler (Erdur ve Özgünlü, 2019).

Bu bağlamda çalışmada incelenen araştırmalara göre, LGBTİ+ bireylere uygulanan ayrımcılığın Türkiye’ de neredeyse her alanda olduğu görülmektedir. Her şeye rağmen, LGBTİ+ bireylerin maruz kaldığı ayrımcılık sonrası mücadeleleri ve hak arayışları mevcuttur. Türkiye’de hak arayışlarının bazı örnekleri aşağıda verilmektedir.

Türkiye’de 1990’lı yılların başında gerçekleşen 1 Mayıs eylemlerine, İstanbul Lambda ve Ankara KAOS- GL gökkuşağı bayrakları ile katılmışlardır. Daha sonra LGBTİ Onur Yürüyüşü olarak adlandırılan ve 2003 yılında İstanbul’ da gerçekleştirilen yürüyüş, önemli bir siyasi eylem olarak tarihe yazılmıştır. İlerleyen yıllarda Homofobi ve Transfobi karşıtı yürüyüşlerin gerçekleşmesiyle Ankara’ da LGBTİ+ bireyler seslerini daha çok duyurmaya başlamışlardır (Yılmaz, 2014). Ayrımcılığın ortadan kalkması için süren hukuk mücadelesinde ise yapılan bazı antlaşmalar ve anayasa eklenen kurallar mevcuttur. Fakat hukuk kurallarının amacı her ne kadar toplumda ideal düzeni sağlamak olsa da cinsiyetçi tutum ve davranışların hukukta bir yaptırımı olmamaktadır. 1945 yılında imzalanan ve TBMM tarafından onaylanan Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 1. Maddesinde “(…) ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygının geliştirilip güçlendirilmesinde uluslararası işbirliğini sağlamak” yer alır (Mahmutoğlu, 2017).  Ayrımcılığın hukuksal çerçevesinin en başında gelen Birleşmiş Milletler Antlaşmasından sonra, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi gibi onaylanan ve yürürlükte olan sözleşmeler ile ayrımcılık engellenmeye çalışılmaktadır.

Sonuç

Ayrımcılığa toplumsal cinsiyet perspektifinden bakıldığında, Türkiye’nin bu konudaki önderliği gözle görülmektedir. Geçmişten günümüze üretim şekilleri, aile yapısı ve sosyo kültürel yapımız değişime uğrasa da ayrımcılığın bir sonu gelmemiştir. Çalışmada ele alındığı üzere ilk zamanlar sadece cinsiyet üzerinden yapılan ayrımcılık daha sonra farklı alanlarda kendini göstermeye başlamıştır. Kadına tanınan egemenliğin sadece ev içi olmasından sonra erkeğin kamusal ve özel alanda ilerlemesi çalışma hayatında yaşanan ikilikleri arttırmıştır. Cinsiyet ayrımcılığından sonra, günümüz Türkiye’sinin kabullenmekte zorlandığı cinsel yönelim farklılıkları toplumun her alanında baş göstermeye devam etmektedir. LGBTİ+ bireylerin yaşadığı bu ayrımcılıklar literatürde de önemli bir teşkil etmektedir. Tüm bu cinsiyet ve cinsel yönelim ayrımcılığına maruz kalan bireyler gerek çalışma hayatında gerekse sosyal hayatta haklarını aramak istemiş fakat kesin bir sonuca ulaşamamışlardır.

 

Kaynakça

Alp, A. (2015). Türkiye’de dezavantajlı grupların meslek hayatına katılımı: İstanbul’ da LGBTİ bireyler. (Yüksek Lisans Tezi), Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Altunpolat, R. (2017).  LGBTİ’ lere yönelik ayrımcılığı tarihsel ve politik temelde kavramak.  TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 17 (64), 2-14.

Bilir, Z. E. (2016). Beyaz Yakalı Eşcinseller İşyerinde Cinsel Yönelim Ayrımcılığı ve Mücadele Stratejileri. Masculinities: A Journal of Identity and Culture, (6), 139-146.

Demirdizen, D. ,  Çınar, S. ve Kesici, M. R. (2012). İşyerinde cinsel yönelim ayrımcılığı: LGB bireylere yönelik bir alan çalışması. IV. Sosyal Haklar Sempozyumu, 311-330.

Erdur, D. A. ve Ozgunlu, F. ( 2019). Çalışma yaşamında ayrımcılık: LGBTİ+ bireylere yönelik nitel bir araştırma. Busıness and economıcs research journal, 11(2), 479-494.

Göregenli, M. (2017). Türkiye’de özel sektör çalışanı lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve intersekslerin durumu 2017 yılı araştırması. Ankara: Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel  Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (Kaos GL). 

Güdül, Ö ve Çolak, Ö. (2017). İşyerinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği bağlamında mobbingin ruh sağlığına etkisi. Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 17(65), 29.

Hartmann, H. (1976). The historical roots of occupational segregation capitalism patriarchy and job segregation by sex. 

Kara, Y. (2022). Nitel bir araştırmanın gösterdikleri: Türkiye’de LGBT olmak, Pamukkale Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,52, 399-415.

Karakaş, A. G. ( 2018). Cinsel yönelim ayrımcılığının işe alım niyeti üzerinde etkisi: deneysel bir çalışma. (Yüksek Lisans Tezi). Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Kaya, A. (Ed.).  (2014). Farklılıkların birlikteliği: Türkiye ve Avrupa birarada yaşama tartışmaları. İstanbul: Hiperlink. 

Mahmutoğlu, T. (2017). İş hayatında cinsel ayrımcılık ve örgütsel vatandaşlık davranışı üzerine etkileri. (Yüksek Lisans Tezi), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Ankara.

Onay, M. (2009). Algılanan Cinsiyet Ayrımcılığının Sonuçları ve Konuyla İlgili Ampirik Bir Çalışma. Ege Akademik Bakış, 9(4), 1101- 1125. 

Orta, İ. M. ve Camgöz, S. M. (2018). Türkiye’de yapılan homofobi çalışmalarına genel bir bakış. DTCF Dergisi 58(1), 409-439. DOI: 10.33171/dtcf journal.

Özgünlü, F. (2019). Çalışma yaşamında ayrımcılık: LGBT’ lere yönelik bir araştırma. (Yüksek Lisans Tezi), Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. 

Yılmaz, V. ve Göçmen, İ.( Haziran, 2015). Türkiye’de lezbiyen, gey, biseksüel ve trans bireylerin sosyal ve ekonomik sorunları araştırmasının özet sonuçları. Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi, 4 (6), 94-101.

Türkiye’de Göçün Değişen Boyutları: Mülteciler ve Sığınmacılar İçin Sağlık Hakkı, Yasal Düzenlemeler ve Eşitsizlikler

Hüseyin Şanlıses
Göç Çalışmaları Stajyeri
Editör: Gizem Güven

Özet

Son yıllarda dünyada ve Türkiye’de artan uluslararası göç, mülteci ve sığınmacı hareketlerini gündemimize taşımış ve insani koşullarda yaşayabilmeleri için uluslararası ve ulusal düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle savaş veya iç karışıklık nedeniyle göç edenlerin sağlıklı bir yaşam sürebilmeleri için sağlık hizmetlerine erişimleri önemli bir konu haline gelmiştir. Bu çalışmada, Türkiye’deki Iraklı sığınmacıların sağlık hizmetlerinde yaşadıkları sorunlar incelenmiştir. Makale, mülteci ve sığınmacıların Türkiye’de sağlık hizmetlerine erişimini inceleyerek uluslararası ve ulusal hukuki düzenlemeleri ele almaktadır. Amacı, Iraklı sığınmacıların sağlık hakkının korunması ve sağlık hizmetlerine erişimlerinin iyileştirilmesine katkıda bulunmaktadır. Bu çalışma, Türkiye’nin mülteci ve sığınmacıların sağlık hizmetlerine yönelik yasal düzenlemelerini anlamak ve bu alanda daha fazla farkındalık yaratmak isteyenler için önemli bir kaynak olacaktır.

Anahtar Kelimeler: Uluslararası Göç, Mülteci ve Sığınmacı, Sağlık Hakkı, Sağlık Hizmetleri, 5510 Sayılı Kanun, Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme, 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu.

Abstract

International and national legislation have been developed to ensure that refugees and asylum seekers can live humanely due to rising international migration in the globe and Turkey in recent years. Especially for those who migrate due to war or civil unrest, access to health services has become important for them to live a healthy life. This study analyses the problems experienced by Iraqi asylum seekers in Turkey in health services. This article also analyzes the access of refugees and asylum seekers to health services in Turkey and discusses international and national legal regulations. Its aim is to contribute to protecting Iraqi asylum seekers’ right to health and improving their access to health services. This study will be an important resource for those who want to understand Turkey’s legal regulations on health services for refugees and asylum seekers and raise more awareness in this field.

Key Words: International Migration, Refugee and Asylum Seekers, Health Right, Health Services, Law No 5510, The Foreigners and International Protection Code 6458

Giriş

Tarih boyunca göç, insan hayatını etkileyen temel bir olgudur. İnsanlar, yüzlerce yıldır farklı sebeplerle göç etmiş ve bu göçler dünyamızın dönüşümünde büyük bir rol oynamıştır. Göç, bir bakıma tarihin bir göç tarihi olarak nitelendirilebileceği bir süreci ifade eder. Göçün nedenleri oldukça çeşitlidir. Savaşlar, doğal afetler, ekonomik zorluklar, politik baskılar veya daha iyi yaşam koşulları arayışı gibi etkenler, insanları yer değiştirmeye ve yeni yerlerde hayat kurmaya yönlendirmiştir. Göçlerin etkisi, sadece geçmişte değil günümüzde de devam etmektedir. Savaşlar, siyasi çatışmalar, iklim değişikliği ve ekonomik eşitsizlikler, hala insanları kendi ülkelerinden uzaklaşmaya zorlamaktadır. Bu durum, dünya genelinde mülteci ve sığınmacı hareketlerinin artmasına yol açmaktadır. Orta Doğu, Orta Asya ve Doğu Afrika ülkeleri başta olmak üzere dünyadaki silahlı çatışmalar, doğal afetler ve siyasi nedenler milyonlarca insanı vatanını terk etmeye zorlamıştır (Orsam, 2012:4).

1970’lerin ortasından itibaren Türkiye’de göçmen tartışmalarıyla ilgili önemli değişimler meydana gelmiştir. Bu dönemde, Orta Doğu ve Yakın Doğu’daki siyasi çalkantılar ve yakın bölgelerdeki siyasi istikrarsızlık, Türkiye’nin göç konusunda yeni bir gerçeklikle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Özellikle İran-Irak Savaşı ve Afganistan İşgali gibi olaylar, yakın bölgelerdeki siyasi istikrarsızlığı artırmıştır. Bu dönemde, Türkiye, komşu ülkelerdeki siyasi ve ekonomik krizlerin etkilerini hissetmiş ve buna bağlı olarak göçmen akımlarıyla karşı karşıya kalmıştır. İnsanlar, güvenlik endişeleri, ekonomik sıkıntılar ve yaşam koşullarının kötüleşmesi gibi sebeplerle Türkiye’ye yönelmiştir. Türkiye, göçmenlerin gelmesiyle baş etmek için çeşitli politikalar ve düzenlemeler geliştirmiştir. Göçmenlerin sosyal entegrasyonu, barınma, sağlık hizmetleri ve eğitim gibi alanlarda önemli adımlar atılmıştır. Bu süreçte, Türkiye hem göçmenlerin haklarını korumak hem de toplumun uyum sürecini desteklemek için çalışmalar yürütmüştür. Göçmen akımlarının artmasıyla birlikte, Türkiye’nin göç politikaları ve yaklaşımı önemli bir dönüşüm geçirmiştir. Önceleri transit ülke olarak görülen Türkiye, zamanla hem transit hem de hedef ülke konumuna gelmiştir. Bu durum, Türkiye’nin göç ve mülteci sorunlarıyla daha etkin bir şekilde başa çıkma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Türkiye’deki göçmen tartışmaları ve bu alandaki ilerlemeler, bölgedeki siyasi ve ekonomik dinamiklerle sıkı bir şekilde ilişkilidir. Türkiye, göçmenlere yönelik politikalarını sürekli olarak güncellemekte ve değişen koşullara uyum sağlamaktadır. Bu süreçte, Türkiye’nin göçmenlerin haklarını koruma, toplumun uyumunu teşvik etme ve göç yönetimi alanında daha etkin bir rol oynama çabaları ön plana çıkmaktadır.

Türkiye, göçmenlere yönelik politikalarını güncellemekte ve bu kapsamda sağlık hizmetleri alanında önemli adımlar atmaktadır. Göçmenlerin sağlık ihtiyaçlarının karşılanması ve sağlıklı bir şekilde yaşamlarını sürdürebilmeleri için çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Türkiye, göçmenlerin sağlık hizmetlerinden adil ve eşit bir şekilde yararlanabilmelerini sağlamak için çeşitli mevzuatlar oluşturmuştur. 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ve Geçici Koruma Yönetmeliği gibi düzenlemeler, göçmenlere sağlık hizmetlerine erişimde önemli bir dayanak oluşturmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye’de yaşayan göçmenlerin genel sağlık sigortası kapsamına alınması ve acil sağlık hizmetlerine erişimlerinin sağlanması hedeflenmektedir. Ayrıca, göçmenlere yönelik sağlık merkezleri ve poliklinikler kurulmuş, mobil sağlık hizmetleri ve çevirmenlik hizmetleri gibi destek mekanizmaları oluşturulmuştur.

Türkiye, göçmenlerin sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak için yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası paydaşlarla işbirliği yapmaktadır. Bu işbirlikleri sayesinde göçmenlerin sağlık ihtiyaçlarına daha etkin bir şekilde yanıt verilebilmekte ve onların topluma entegrasyonu desteklenmektedir. Sağlık politikalarının güncellenmesi ve göçmenlere yönelik sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi, Türkiye’nin insan haklarına saygılı ve kapsayıcı bir göç yönetimi anlayışının bir parçasıdır. Bu politikalar, göçmenlerin sağlıklı bir yaşama sahip olmalarını ve toplumun genel sağlık seviyesinin yükselmesini hedeflemektedir. Türkiye’nin göçmenlere yönelik sağlık politikalarının güncellenmesi, insan odaklı bir yaklaşımı yansıtmakta ve göçmenlerin sağlık hizmetlerine erişiminde adalet ve eşitlik ilkesini vurgulamaktadır. Bu sayede, göçmenlerin sağlık ihtiyaçlarının karşılanması ve topluma uyum süreçlerinin desteklenmesi sağlanmaktadır.

Son yapılan genel sağlık sigortası düzenlemesiyle birlikte Türkiye’de bulunan vatansızlar ve sığınmacılar da kapsam altına alınmıştır. Bu düzenleme, özellikle uluslararası göç edenler arasında yer alan bu gruplara sağlık hizmetlerine erişim imkanı sağlamayı hedeflemektedir. Bu adım, vatansızlar ve sığınmacıların sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasında daha adil ve kapsayıcı bir yaklaşım benimsemeyi amaçlamaktadır. Önceden, bu gruplar sağlık hizmetleri konusunda bazı zorluklarla karşılaşabiliyordu. Ancak yeni düzenleme ile birlikte, genel sağlık sigortası kapsamında yer alarak temel sağlık hizmetlerine erişebileceklerdir. Bu gelişme, vatansızlar ve sığınmacıların sağlık haklarına daha fazla önem verildiğini ve toplumun sağlık eşitliğini sağlamak için adımlar atıldığını göstermektedir.Genel sağlık sigortası kapsamında sunulan sağlık hizmetlerinden yararlanmanın temel şartı prim ödeme yükümlülüğüdür. Ancak, bu çalışmada, uluslararası göç eden gruplar için prim koşulları ve sisteme dahil olmanın dışında sağlamaları gereken diğer şartlar araştırılmıştır. Mülteci ve sığınmacıların genel sağlık haklarına değinmeden önce, sağlık hakkı ve uluslararası göç olgusu, Türkiye’ye yönelik uluslararası göç hareketleri ve Türkiye’deki sağlık uygulamaları ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.

Sağlığın Tanımı ve Yasal Dayanaklar

Sağlık hakkı, kişinin sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için sahip olması gereken bir haktır. Sağlık veya esenlik tıbbi olarak olumsuz bir şekilde hastalık olmaması olarak tanımlanabilir (Bury, 2005: 2). Olumlu anlamda sağlık, mutlu olabilme, güçlü bir sosyal destek bağıyla yaşayabilme ya da strese dayanabilme yeteneği olarak da ifade edilebilir (Çelik, 2011: 25). Sağlığın tanımı, farklı ifadelerle açıklansa da günümüzde en yaygın kullanılan tanım, 1947’de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Anayasası’nda yer alan tanımdır. Tanıma göre ”sağlık, yalnızca hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, aynı zamanda bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir” (Hayran, Sur, 1998, 3). Sağlığın tanımı dışında, DSÖ Anayasası sağlık hakkını tanıyan ilk uluslararası belgedir (Yenimahalleli Yaşar, 2007: 20). 1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin (İHEB) DSÖ hariç 25. maddesinde sağlık hakkı yer almakta ve şu şekilde ifade edilmektedir:

  1. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlığını ve esenliğini sağlamak için beslenme, giyinme, barınma ve tıbbi tedavi hakkı vardır. Herkes, elinde olmayan nedenlerle mecbur kaldığı işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve nafaka hallerinde teminat alma hakkına sahiptir.

  2. Anneler ve çocuklar özel bakım ve yardım alma hakkına sahiptir. Evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olmalarına bakılmaksızın tüm çocuklar aynı sosyal güvenceye sahiptir.

Kültürel Haklar sözleşmesinin 12. maddesinde, sağlık hakkına atıfta bulunulmuş ve taraf devletlere her bireyin en yüksek düzeyde fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma hakkını tanıma yükümlülüğü getirilmiştir. Ayrıca, taraf devletlerin bu hakkın gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri alması gerektiği belirtilmiştir Söz konusu önlemler: a) doğum oranının ve çocuk ölümlerinin azaltılması ve çocukların sağlıklı gelişimini teşvik eden önlemlerin uygulanması; (b) çevre sağlığı ve endüstriyel temizliğin tüm yönlerinin iyileştirilmesi; c) salgınları, yerel hastalıkları, meslek hastalıklarını ve diğer hastalıkları önlemek, tedavi etmek ve bunlarla mücadele etmek için önlemlerin uygulanması; d) Hastalık halinde her türlü sağlık hizmeti ve tedavisinin sağlanması için gerekli şartların oluşturulması olarak sıralanmıştır (Sönmez, 2011: 18).

1952 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından kabul edilen ve Türkiye’nin 1971 yılında onayladığı 102 sayılı Sosyal Güvenliğin Asgari Normlarına ilişkin Sözleşmenin 7. maddesine göre; bu bölümü tasdik eden her üye ülke, korunan bireylere sağlık yardımlarının koruyucu ve tedavi edici nitelikte, aşağıdaki maddelere uygun olarak sağlanmasını garanti altına alır. Ülkemizde, sağlık hakkı 1961 ve 1982 Anayasalarında garanti altına alınmıştır. Bu iki anayasa, bireylerin sağlıklı bir yaşama hakkına sahip olduğunu vurgulamaktadır. 1961 Anayasası’nın 14. maddesinde, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkına ve özgürlüğüne sahip olduğu açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca, maddi varlığının tehdit unsuru olan hastalıklara karşı korunma hakkı vurgulanarak, maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkına da değinilmiştir. 1961 Anayasasının 49. maddesinde ise “Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini sağlamakla yükümlüdür” ifadesi yer almaktadır ve bu ifadeyle devletin sağlık hakkını sağlama görevi vurgulanmaktadır.

1982 Anayasasının 17. maddesinde “Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” ifadesiyle yaşam hakkına yer verilmektedir. 1982 Anayasası’nın 56. maddesinde ise sağlık hakkı özetçe ‘’ Herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı vardır. Çevreyi iyileştirmek, çevre sağlığını korumak ve kirliliği önlemek devletin ve vatandaşların görevidir.Devlet, herkesin sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için sağlık kuruluşlarını tek bir otorite tarafından planlanarak hizmet sunulmasını sağlar. Bu sayede her bireyin beden ve ruh sağlığıyla uyumlu bir şekilde hayatını sürdürebilmesi amaçlanır. Bu görevi yerine getirirken kamu ve özel sektördeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanır ve onları denetler. Kanunla genel sağlık sigortası kurulması, sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde sunulmasını sağlar‘’ şekilde yer almaktadır.

Bireylere sağlık hakkının sağlanması, sağlık hizmetleri aracılığıyla gerçekleştirilmektedir ve sağlık hakkı üç temel hakkı içermektedir. İlk olarak, önleyici ve koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı vardır. Bu hakkın uygulanmasıyla sağlığı tehdit eden dış faktörlerin ortadan kaldırılması için gerekli önlemler alınır. Bu, uygun barınma koşullarının sağlanması, yeterli beslenme ve temiz suya erişimi içerir. İkinci temel sağlık hakkı, tıbbi kaynaklara erişim hakkı olarak bilinir. Bu kapsamda acil durumlarda altyapı hazırlığı, salgın hastalıklar ve halk sağlığı sorunları için ilaç temini, herkesin ihtiyaçlarını karşılayan sağlık tesislerinin oluşturulması ve sağlık hizmetlerine erişilebilirlik sağlanması haklarını içerir. Sağlık hakkı adı altındaki üçüncü temel haklar ise tıbbi kayıtların gizliliği, doktor seçme ve tedaviyi reddetme gibi sağlık hizmeti sağlayıcılarına yönelik talepleri içerir. Sağlık hizmetlerinin sunumu, bireyleri hastalıklardan korumak için koruyucu sağlık hizmetleri, hastalananların tedavi edilmesi için tedavi edici sağlık hizmetleri ve tedavi sonrası rehabilitasyon hizmetleriyle gerçekleşir. Sağlık hakkının uluslararası ve ulusal mevzuattaki temel dayanaklarını incelediğimizde, bu hakkın tüm insanlar için, ulusal vatandaşlar olsun veya uluslararası göç nedeniyle farklı ülkelere gelen kişiler de dahil olmak üzere en temel insan hakkı olduğu vurgulanır ve devletlerin bunu sağlama yükümlülüğü vurgulanır. Bir sonraki bölümde, göç olgusu ele alınacak ve ardından göçmenlerin sağlık sorunları üzerinde durulacaktır.

Türkiye’deki Yabancıların Karşılaştığı Sağlık Sorunları

Türkiye, geçmişi boyunca yoğun göç hareketlerine şahitlik etmiş ve kuruluşundan itibaren birçok göçmen nüfusu ağırlamıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, Türkiye yasa dışı göç olarak nitelendirilen bir göç akışına maruz kalmış ve bunun sonucunda ülkede büyük karışıklıklar yaşanmıştır. Ayrıca, Türkiye çevresindeki yakın bölgelerde yoksulluk ve şiddet mağduru olan ve sayıları artan kaçak göçmenlere ve mültecilere barınma imkanı sağlamaktadır (Orsam:2012:7).

Göçmenler, mülteciler ve sığınmacılar, ailelerinden ayrılma, yoksunluk ve şiddet gibi nedenlerle hem fiziksel hem de ruhsal travmalara maruz kalmaktadırlar.Özellikle sığınmacı ve mülteciler, zorlu yaşam koşullarıyla karşı karşıya kalarak barınma, beslenme ve diğer temel ihtiyaçlarda sorunlar yaşamaktadır. Sağlık hizmetlerine ve sosyal hizmetlere erişim konusunda da güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Bu nedenle, sağlık açısından en savunmasız gruplar arasında yer almaktadırlar. Uluslararası raporlarda ve kaynaklarda sığınmacı ve mültecilerin sağlık sorunları hakkında bazı önemli konular vurgulanmaktadır. Bu konular aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  • Beslenme bozuklukları
  • Çocuklarda büyüme ve gelişme gerilikleri
  • Anemi (kansızlık)
  • İshal, kızamık, sıtma, solunum yolu enfeksiyonları gibi bulaşıcı hastalıklar
  • Fiziksel şiddet ve yaralanmalar
  • Cinsel istismar
  • Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar (CYBE), bunlar arasında HIV/AIDS de bulunmaktadır
  • İstenmeyen gebelikler ve riskli gebelikler
  • Düşükler ve doğum komplikasyonları
  • Kronik hastalıklar ve bunların komplikasyonları
  • Ruhsal sorunlar, depresyon, kaygı bozuklukları, uyku bozuklukları ve post-travmatik stres bozukluğu gibi
  • Diş sağlığı sorunları

Bu sağlık sorunları, sığınmacı ve mültecilerin karşılaştığı zorlu yaşam koşulları ve erişim sınırlılıkları nedeniyle daha sık görülmektedir. Göç edenler arasında ruhsal rahatsızlık örüntüsünü açıklarken, stres faktörünün önemli olduğu unutulmamalıdır. Stres, ani yaşam olayları ve değişikliklere karşı vücudun verdiği tepki olup, büyük bir davranışsal düzenleme gerektirir. Göçmenler ise sürekli bir stres yaşarlar ve bu durum kronik stres olarak adlandırılır. Kronik stres, kişinin güçsüzleşmesine yol açan bir durumdur. Sürekli stres altında olmak sağlığı olumsuz etkileyen bir faktördür, özellikle dezavantajlı kişiler kronik stresin sağlığı bozma etkilerine daha duyarlıdır. Bu kişiler, benzer kronik stresle karşı karşıya kalmalarına rağmen, diğer insanlara göre maddi, kişisel ve sosyal haklarının sınırlı olması nedeniyle sağlıksız bir durumda olabilirler.

Türkiye’deki Yabancı, Mülteci ve Sığınmacıların Genel Sağlık Hakları

Türkiye’de yabancıların sağlık hizmetleri farklı gruplar bazında ele alınmaktadır. İlk grup, oturma veya çalışma iznine sahip olan yabancılardır. Bu izinlere sahip olanlar, sağlık hizmetlerinden yararlanabilirler. İkinci grup, sadece vize alarak Türkiye’ye giriş yapan ve yasadışı yollarla çalışan ve oturan yabancılardır. Bu kişiler, sağlık hizmetlerine kendi imkanlarıyla erişebilirler. Son olarak, Türkiye’de sığınmacı ve vatansız olarak kabul edilen yabancılar da sağlık hizmetlerinden faydalanabilirler.

Öncelikle, yasal olarak oturma veya çalışma izni ile ülkeye giriş yapan yabancı, kendi ülkesinde sigortalı değilse ve Türkiye’de yasal kalış süresi bir yılı aşarsa, bu tarihten itibaren Genel Sağlık Sigortasına (GSS) sahip kabul edilir. . Sağlık hizmetlerini kullanmaya başlayın (Lordoğlu, 2015: 41). İkinci olarak, oturma ve çalışma izni almadan Türkiye’ye giren, kalan veya çalışan kişiler cepten sağlık hizmeti alabilirler. H. sağlık hizmetini kendileri ödüyorsa (Etiler-Lordoğlu, 2010: 98).

Sığınmacılar ve mültecilerin sağlık haklarıyla ilgili düzenlemeler, Türkiye’de 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinde yer alan Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamına dahil olan kişileri ele almaktadır. Bu kapsamda uluslararası koruma başvurusu yapmış veya statü sahibi olan ve vatansız kişiler yer almaktadır. 2008 yılında yürürlüğe giren 5510 sayılı kanunla, sığınmacılar ve mülteciler sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. Uluslararası koruma konularında, mülteci, şartlı mülteci veya ikincil koruma yararlanıcısına 6458 sayılı Kanun uygulanır. 6458 sayılı Kanunun 89. maddesine göre, sağlık güvencesi olmayan ve ödeme gücü bulunmayan kişiler, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümlerine tabi olarak genel sağlık sigortasından yararlanacaklardır. Bu kişilerin primlerinin ödenmesi için Genel Müdürlük bütçesine ödenek ayrılacaktır. İlgili idare tarafından aidatı ödenen kişilerden, mali durumlarına göre aidatın tamamını veya bir yüzdesini ödemeleri istenebilir. Dolayısıyla, mülteciler sağlık güvencesine sahip değillerse genel sağlık sigortasından faydalanabilecekler ve primlerinin tahsili Genel Müdürlük tarafından ödeme güçlerine göre yapılacaktır.

Geçici Koruma statüsü verilen sığınmacılar için sağlık hizmetlerine ilişkin düzenlemeler Geçici Koruma Yönetmeliğinin 27. maddesinde yer almaktadır. Bu maddeye göre, sağlık hizmetleri Sağlık Bakanlığının kontrolü ve sorumluluğunda geçici barınma merkezlerinde ve dışında sunulur. Sürekli faaliyet gösteren sağlık merkezleri oluşturulacak, yeterli sayıda ambulans ve sağlık personeli bulundurulacaktır. Temel ve acil sağlık hizmetlerinden hasta katılım payı alınmayacaktır. İkinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinde yararlanma bedelleri Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından belirlenen sağlık uygulama tebliğinde belirlenen miktarı geçmeyecektir. Sağlık hizmeti bedeli ise AFAD tarafından ödenecektir. Geçici koruma sağlanan kişiler, acil ve zorunlu haller dışında doğrudan özel sağlık kuruluşlarından hizmet talep edemeyeceklerdir.

Türkiye’ye uluslararası göç edenler arasında özellikle Iraklılar için sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanma konusu geçici koruma statüsüne bağlıdır. Ancak 20.02.2015 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ve 26/1/2015 tarihli kararnameyle düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelere göre, 01.05.2014 tarihinden sonra ülkemize giren Irak uyruklu yabancılara geçici hukuki koruma statüsü verilmeden ücretsiz sağlık hizmeti sunulacak ve bu hizmet Vakıflar Genel Müdürlüğüne fatura edilmeyecektir. Ancak Irak uyruklu olmayan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerinde yer alan diğer ülkelerin yoksul ve garip vatandaşlarına sunulan sağlık hizmetleri Vakıflar Genel Müdürlüğüne fatura edilecektir.

Suriyelilerin Türkiye’de ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanması konusunda üç önemli aşama bulunmaktadır. İlk aşamada, sadece kamplarda yaşayan Suriyelilerin ücretsiz tıbbi tedaviye erişimi mümkündü. Daha sonra, kamp içinde ve kamp dışında yaşayan tüm Suriyeliler için kapsam genişletildi. Ancak sağlık hizmetlerindeki düzenlemeler sınırlıydı. Kamp dışında yaşayan Suriyelilerin sayısı arttıkça ve sağlık hizmetine erişim güçleri azaldıkça, AFAD 18 Ocak 2013 tarihli genelgesiyle Suriyeli mültecilerin hastane veya sağlık merkezlerine ücretsiz olarak başvurabilmelerini ve burada önleyici veya temel sağlık hizmetlerini ücretsiz almalarını sağladı. Bu tıbbi tedavi masrafları AFAD tarafından karşılanmaktadır. Ancak, Suriyeli mülteciler başlangıçta sadece kampların bulunduğu şehirlerdeki sağlık merkezlerine ve hastanelere başvurabiliyorlardı. Ancak Eylül 2013 tarihli ve 2013/8 sayılı yeni bir genelge ile kapsam, hizmet sunumu ve coğrafi alan açısından genişletildi. Genelgenin 2. maddesinde, “herhangi bir kampa kaydedilmemiş, kendi imkanlarıyla konaklama sağlayan hastalar ile acil durumda sınırı geçen hastaların ülke genelinde herhangi bir sağlık merkezine başvurusu veya nakli durumunda, sağlık merkezinde kayıt işlemi yapılırken, aynı anda ilin Valiliği tarafından görevlendirilen İl Emniyet Müdürlüğü personeli ve İl Emniyet Müdürlüğü tarafından belirlenen…” şeklinde bir düzenleme yer almaktadır (Erdoğan, 2015: 92).

Sonuç

Göç tarihi insanlık tarihi kadar eski bir olgudur ve başlangıçta iç göç olarak gerçekleşmiştir. Ancak 20. yüzyıldan itibaren uluslararası göç olarak nitelendirilen göç hareketleri artmıştır. Ekonomik nedenler, yaşam standartlarını iyileştirme ve daha iyi iş koşullarına erişme isteği, uluslararası göçün temel nedenleri olarak gösterilirken, son dönemde savaş, iş karışıklıkları ve doğal afetler gibi faktörlerin de göç kararlarını etkilediği gözlemlenmektedir.

Uluslararası göçün nedenleri çeşitlendikçe, göç edenlerin statüleri de değişmektedir. Yasadışı yollarla veya vize süresi dolması nedeniyle hukuki statüden yoksun olanlar düzensiz göçmen veya kayıt dışı göçmen statüsüne düşerken, yasal kurallara uygun şekilde gerçekleştirilen göçlerde düzenli göçmen statüsü verilmektedir. Ekonomik amaçlarla kendi ülkelerinden ayrılanlar ekonomik göçmen olarak adlandırılırken, zulüm korkusu nedeniyle ülkelerinin dışında bulunanlar mülteci statüsündedir. Mülteci statüsünü bekleyen ve mültecilik statüsünü elde etmek isteyen kişiler ise sığınmacı olarak kabul edilmektedir. Mülteci statüsünü belirlemede Birleşmiş Milletlerin Mülteci Hukuku Sözleşmesi temel bir dayanaktır.

Türkiye, mülteci statüsündeki kişilere yönelik sağlık hizmetleri sunarken, farklı yasal düzenlemeler ve statü belirleme zorlukları nedeniyle eşitsizliklerin olduğu görülmektedir. Türkiye’de genel sağlık sigortası kapsamına giren kişiler, genel sağlık sigortası primi ödeme, katılım payı ve ilave ücretlerin ödemesi gibi koşulları yerine getirmelidir. Ancak mülteciler için genel sağlık sigortası uygulaması farklılık göstermekte olup, ödeme gücü bulunmayan ve sağlık güvencesi olmayan kişiler genel sağlık sigortasından yararlanmaktadır. Geçici koruma statüsü verilen sığınmacılar için ise acil sağlık hizmetlerinde hasta katılım payı alınmamaktadır.

Sonuç olarak, Türkiye’de uluslararası göç edenlerin sağlık sigortası hakları konusunda mevcut düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Eşitsizlikleri gidermek ve ortak bir mevzuat oluşturmak için çalışmalar yapılmalıdır. Uluslararası göç edenlerin sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak, insan haklarına saygılı bir yaklaşımı yansıtacak ve toplumsal uyumu destekleyecektir. Bu bağlamda, Türkiye’nin uluslararası göç ve mülteci durumundaki bireylerin sağlık sigortası haklarına yönelik düzenlemelerde iyileştirmeler yapması önemlidir.

 

Kaynakça

Çelik, Y. (2011). Sağlık Ekonomisi, Siyasal Bilgiler Kitabevi, Ankara.

Erdoğan ,M. M. (2015). Türkiye’deki Suriyeliler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.

Etiler , N ve Lordoğlu, K.(2010). Göçmenlerin Sağlık Sorunları Ev Hizmetlerinde Alan Araştırması, Sosyal Haklar Ulusal Sempozyumu Bildiri Kitabı, s.93-118.

Hayran, O., ve Sur, H. (1998). Sağlık Hizmetleri El Kitabı. Yüce Yayıncılık, İstanbul Lordoğlu, K. (2015). Türkiye’ye Yönelen Düzensiz Göç ve İşgücü Piyasalarına Bazı Yansımalar. Çalışma ve Toplum, 29-44. ORSAM (2012). 

Küresel Göç ve Avrupa Birliği ile Türkiye’nin Göç Politikalarının Gelişimi. Rapor No:22, Haziran 2012.

Sönmez, M. (2011). Paran Kadar Sağlık, Yordam Basın ve Yayıncılık, İstanbul.

Yenimahalleli Yaşar, G. (2007). Sağlığın Finansmanı ve Türkiye İçin Sağlık Finansman Modeli Önerisi, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

https://tusap.org/wp-content/uploads/2019/04/2019_9.TOPLANTI_webformat-1.pdf

1989 Bulgaristan Göçmenleri ve 2011 Sonrası Suriye Sığınmacılarının Türkiye’deki Statüleri ve Vatandaşlık Problemi

0

Esra Vatansever
Göç Çalışmaları Stajyeri
Editör: Bervan Kaya

 

Özet

Göç kavramı insanlık tarihi kadar eski olmak ile beraber, sadece göç edilen toplumu ve kişileri değil, göç edilen yerin toplum yapısını, ekonomisini, kültürünü de etkilemektedir. Göç hem bir şeyler alır, hem bir şeyler verir. Göçlerin bazıları gönüllü olarak yapılırken günümüzde zorunlu göçler savaş, insan hakları ihlalleri, istilalar dolayısı ile çok artmış ve iklim krizi sebebiyle de artacak gibi görünmektedir. 20.yy’ın en büyük Avrupa göçü olan 1989 Bulgaristan zorunlu göçü yoğunluk olarak Türkiye’ye yapılmış ve birçok acı olayla karşılaşılmıştır. Aynı şekilde 2011’ den beri iç karışıklıkları devam eden Suriye’nin vatandaşları başta Türkiye’ye olmak üzere göç etmek zorunda kalmışlardır. Hem Bulgaristan göçmenleri hem Suriye göçmenleri için dönemin kanun ve yönetmelikleri farklı olmakla beraber, geldikleri coğrafyalar dolayısı ile de farklı statülere sahip olmuşlardır. 1989 Bulgaristan Türkleri Türkmen olmaları sebebi ile vatandaşlık alabilirken, Suriyeliler geçici koruma statüsüne sahip olmuş ve ancak diğer yabancılar gibi mülk edinerek bu hakka sahip olmuştur.

Anahtar Kelimeler: 1989 Göçü, Suriye, Bulgaristan, Statü, Vatandaşlık

Abstract

Although the concept of migration is as old as the history of humanity, it affects not only the migrated society and people but also the social structure, economy and culture of the place of migration. Migration both takes something and gives something. While some of the migrations were made voluntarily, today’s forced migrations have increased due to war, human rights violations, invasions and it seems to increase due to the climate crisis. The 1989 Bulgarian forced migration, which is the biggest European migration of the 20th century, was intensely made to Turkey and many painful events were encountered. Likewise, the citizens of Syria, whose internal turmoil has continued since 2011, had to immigrate, primarily to Turkey. Although the laws and regulations of the period were different for both Bulgarian immigrants and Syrian immigrants, they had different statuses due to the geographies they came from. While Bulgarian Turks in 1989 were able to obtain citizenship due to being Turkmen, Syrians had temporary protection status and had this right only by acquiring property like other foreigners.

Keywords: Bulgarian Migration of 1989, Syria, Bulgaria, Status, Citizenship

 

Giriş

Göç bireylerin veya kitlelerin ülke içi veya uluslararası olarak zorunlu veya gönüllü yer değiştirmesidir. Göç kavramına zamanla yeni tanımlar eklenmiş, sebepleri ve etkileri değişen çağa göre farklılık göstermiştir. İlk zamanlarda genelde insanlar tarım, hayvancılık,  savaşlar  dolayısı ile göç ederken günümüzde buna insan hakları kavramının oluşması ve gelişmesi ile beraber birçok sebep eklenmiş ve doğanın tahrip olması ile beraber iklim krizi problemleri ile göçler de başlamıştır. İnsan hakları kavramının gelişmesinden dolayı insanların göç ettiği yerlerde statü problemleri oluşmuştur.

Dünya tarihine bakıldığında siyasi sebeplerle meydana gelen kümülatif göç dalgaları yüzyıllardır oluşmaktadır. Bunlardan biri olan 1989 Bulgaristan Göçüne bakıldığında beş asırdan fazla süredir Bulgaristan’da yaşayan Türkler üzerinde Bulgaristan’ın Osmanlı toprağı olmasından çıktıktan sonra uğradığı hak ihlalleri, asimilasyon ve kimliksizleştirme politikası etkili olmuştur. Jivkov’un Hristiyanlaştırma ve Bulgarlaştırma politikalarına direnen Türklere para cezaları verilmiş, hapse atılmış, tacize uğramış ve hatta öldürülmüşlerdir. Tüm bunlardan kurtulmak isteyen Türkler 1989 yılındaki Bulgaristan politikası ile ülkeden zorunlu olarak göç etmek durumunda kalmıştır. Yüksek oranda Türkiye’ye gelen Türkler vatandaşlık alarak hayatlarını sıfırdan kurma çabasına girmiştir.

2011 yılında etkilerini gösteren ve 2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı hak ve demokrasi talepleri ile başlamış olmasına karşın Orta Doğu bölgesini savaş, baskı, terör içinde bırakmıştır. Arap Baharı’ndan etkilenen ve demokrasi arayışına girip zulümle bastırılan halklardan birisi de Suriye halkıdır. Esad rejiminin başlangıçta var olan demokratik ve eşitlikçi tavrı zamanla katılaşmış ve diktatörlük halini almıştır. Direnişte bulunan kişiler ise sert bir şekilde bastırılmış, öldürülmüştür. Ülkenin büyük kısmının Sunni olmasına karşın Şii olan Esad’ın mezhep ayrılığı içeren politikaları da halkın iyice karışmasına sebep olmuştur. ABD, Rusya, Türkiye gibi ülkeler demokrasi getirmek bahanesi ile iç karışıklığa dahil olmuştur ancak hala bir çözüm getirilememiştir. Bunun sonucu olarak vatandaşlar kendi kültür ve coğrafyalarına en yakın ülkelerden biri olan Türkiye’ye göç etmiştir ve geçici koruma statüsü altında Türkiye’de bulunmaktadır. 

Zorunlu göç, insanları doğup büyüdüğü, alışık olduğu kültürden, geçmişinden ayırıp trajik bir şekilde farklı ülkelere gitmesi ile sonuçlanır. Dünya Savaşlarının ardından çok fazla yaşanan bu olay günümüzde ülkeler arası aktif çok fazla savaş olmaması ile beraber, farklı sebeplerle devam etmektedir. Farklı coğrafyalardan ülkemize göç etmek durumunda kalan Bulgaristan ve Suriye göçmenleri Türkiye’de farklı statülere sahip olmuşlardır. Toplumda yerleşmiş olan Türkiye’nin bütün zorunlu ve gönüllü göçmenlere aynı statüyü verdiği algısı doğru değildir. Bu algıyı kırmak ve kanunen kimlere hangi anlaşmalar gereği hangi statülerin verileceğini anlatmak amacıyla bu araştırma yazısı yazılmaktadır. 

 

1. Göç Nedir?

Tam bir tanımı olmamak ile beraber  göç olgusu, insanlığın en eski dönemlerinden beri gerçekleşen ve tarih boyunca da devam edecek olan tarihsel ve sosyolojik bir olgudur. (İnan, 2016). İktisadi, ekolojik, siyasi ve bireysel nedenlerle yaşanılan yerleşim biriminden başka bir yerleşim yerine yapılan ve kısa, orta, uzun süreli geriye dönüş veya sürekli yerleşim hedefi amaçlayan coğrafik, kültürel, toplumsal bir yer değiştirme hareketi olarak betimlenir (Yalçın,2004). Yapılan göçler bireysel veya toplu olmakla beraber, göç yapılan yere göre ve sebeplerine göre göçmenlerin hukuki statüleri değişebilmektedir. Bu statüler bazında sahip olduğu haklar ve koruma şekilleri uygulamada fark göstermektedir. 

1.1  Göç Türleri

Göç insanlık kadar eski olmakla birlikte aynı zamanda çok geniş bir kavramdır. Kendi içerisinde sınıflandırılır ve bu sınıflandırmanın sonucunda göçmenlerin hukuksal statüleri fark gösterir. Gerçekleşme nedenine göre göçlere bakıldığında zorunlu ve gönüllü olmak üzere ikiye ayrılır .Zorunlu göç, kişilerin veya grupların iradesi dışında ortaya çıkan sebepler ile olmaktadır ve savaş, istila, afet gibi sebeplerle olabilir. Gönüllü göç ise kişinin iradesine bağlı olarak zor kullanmadan gerçekleşir. Göç edilen yere bakıldığında ise ülke içinde veya ülke dışına gerçekleşebilir. Yasal durumuna göre incelendiğinde gidilen ülkenin hukuki prosedürüne uygun olarak yapılan göç düzenli göç iken, yasadışı yapılan göç düzensiz göç olarak adlandırılır. Göç eden kişinin hacmine göre ise bireysel veya toplu göç olarak ikiye ayrılır. Göçün süresine göre ise kısa süreli göç veya uzun süreli olmak üzere incelenir.

 

2. Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç

2.1. Bulgaristan’ın Türklere Karşı Tarihsel Politikaları

1396 Yılında Osmanlı İmparatorluğunun Niğbolu Savaşı zaferi sonrası Bulgaristan Osmanlı hakimiyetine girdi ve Osmanlı politikaları ile Türkleştirme- iskan- politikaları başladı. 1908 yılında tam bağımsızlığını kazanan Bulgaristan, Osmanlı Devletiyle arasında 19 Nisan 1909da bir protokol imzalandı, bunun yanında ek sözleşme yapıldı, sözleşmede Bulgaristandaki Türk-İslam cemaatinin hakları ve vakıf malları protokolün bölünmez parçası oldu. Protokolün ikinci maddesi ise Türk- Müslüman azınlığa din ve mezhep özgürlüğü eşitliği tanınmasıdır (Eren,2019).  Takip edilen yıllarda Balkan savaşları meydana geldi. Bu savaş esnasında Bulgaristan, ülkesinde azınlık statüsünde bulunan Türklerin mallarına el koymaya, cami ve vakıfları yıkmaya, Müslümanları zorla Hıristiyanlaştırmaya başladı (Demirhan, 2017). Aleksandır Stamboliyski 1914 yılında Çiftçi Partisi başkanlığında yönetime geldi ve 1923’te  darbeyle indirilip kurşuna dizilinceye kadar olan süre boyunca Türklere karşı yaşam standartlarını iyileştirecek politikalar izledi. Buna rağmen 1923 sonrasında kurulan Rodna Zaşita (Anavatanın Korunması) ve Trakya Komiteleri adlı milliyetçi Bulgar çeteleri Bulgaristan Bulgarlarındır, Bulgaristanda başka ırklara hayat hakkı yoktur” sloganlarıyla Türklere baskılara devam ettiler (Demirhan, 2017). 1923-1944 yılları ise yüksek faşist düşünce ve siyasi odağa sahip milliyetçi iktidarlar ile devam etti. Türklere karşı eğitim anlamında geriye sürükleyecek politikalar, yasaklar uygulandı ve Türk eğitim sistemi ile bağlantılar koparılmaya çalışıldı. Basın ve haberleşmede ise Türkçe basılan gazeteler yasaklandı ve kapatıldı. 

1944 yılında iktidarda olan Vatan Cephesi (Otechestven Front) Nazi görüşüne sahip olan eski hükümetin tam tersi görüşlere, komünist düşüncelere sahipti. Azınlık haklarını koruyacağını söyleyerek iktidara gelen Vatan Cephesi, Türklere karşı da haklarını geri verecek ılımlı politikalar izledi. Azınlık haklarını kısıtlayan kanunlar yürürlükten kaldırıldı, kapatılmış olan Türk okulları yeniden açıldı ve yeni Türk okullarının inşasına başlandı (Demirhan, 2019). 

1989 Göçünün mimarı olan Todor Jivkov’un partisi 1954 yılında hükümete geldi.  Yeniden Doğuş ya da Soya Dönüş Süreci olarak adlandırılan politikalar başladı. Bulgaristan’da Türk olarak yaşayan kişilerin aslında Bulgar olduklarını ve özlerine dönmeleri gerektiğini savunuyordu. Bu sebeple Türklere karşı asimilasyon politikaları izlendi. Asimilasyon politikaları kapsamında Türk isimleri Hristiyanlaştırılmış, okullarda Türkçe eğitim verilmesi yasaklanmış, İslami tatiller kaldırılmış, İslami gelenekler yasaklanmış, anadilde konuşmak dahi yasaklanmış, ibadethaneler kapatılmış ve dini vecibelerin yerine getirilmesi kısıtlamalara uğramıştır. Ayrıca bu dönemde 1984e kadar devlet tarafından desteklenen Türkçe yayın yapan gazete, dergi ve radyo istasyonları da yasaklanmıştır (Ural ,2021). Bulgaristan’daki Türklerin kendi isimlerini kullanması yasaklandı ve 310.000 kişi Bulgar isimleri almak zorunda bırakıldı. Buna direnenler ise hapse atıldı. Hapislerin dolmasının ardından politikalara karşı çıkan kişiler “Belene Kampı” olarak adlandırılan yere götürüldü ve binlerce Türk orada can verdi. Jivkov’un başlattığı zorunlu politika ile Türkler ellerine verilen sınır dışı kağıtları sebebi ile bazen 3 bazen 24 saat içinde ülkeyi terk etmek zorunda bırakılmıştır. Haziran 1989 – Temmuz 1990 arasında göç eden Türklerin sayısı neredeyse 350 bin kişiyi bulmuştur (CNN Türk, 2014).

2.2. 1989 Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç

Bulgaristan’ın Türklere uyguladığı tarihsel politikalarda bahsedildiği gibi en güçlü ve sert asimilasyon ve kimliksizleştirme politikaları Jivkov döneminde 1984-89 arasında yaşanmıştır. SSCB’nin komünizmden etkilenen Bulgaristan bunu kendi milliyetçilik anlayışı ile harmanlamıştır. Çünkü Marx’ın Komünist Manifestosuna göre milliyetçilik ve bir ırkın diğerine karşı üstünlüğü Kapitalizmin bir başka formudur (Neuberger, 2004). Dolayısıyla komünist yönetime sahip ülkelerden milliyetçi bir tutum sergilemesi beklenmez (Duygu,2021). Jivkov’un Türkiyeye kapıları açmasını söylemesinin ardından dönemin başbakanı Turgut Özal Bizim kapılarımız herkese açık’’ açık diyerek Türklerin göçünü kolaylaştırmıştır. İlk göç hareketi vizesiz gerçekleşmiştir. Genel itibariyle resmi kayıtlara göre Haziran 1989 ile Mayıs 1990 arası Türkiye’ye toplam 345.960 kişi göç etmiştir (Alişoğlu, Kayıran,2021). Daha sonrasında vize politikası uygulanmaya başlamıştır. Yıl sonuna kadar bu sayı 360.000’i bulmuştur. Bu göç 20. yy’ın Avrupa’da ki en büyük göç olarak kayıtlara geçmiştir. Yapılan göçlere insan hakları ihlali olarak görülmemesi amacı ile turistik göç imajı verilmiştir. Göçmenler mal varlıklarını, geçmişlerini ve her aile üyesine vize çıkmaması dolayısı ile  ailelerinin bir kısmını Bulgaristan’da bırakmak zorunda kalmıştır. Daha sonra aile birleştirme politikası aile ailelerin kalan kısımları da Türkiye’ye göçmüştür. Türkiye’ye gelen göçmenler ise daha önce Bulgaristan’dan gelen tanıdıklarının yanına yerleşmeye çalışmıştır. Başlıca Trakya bölgesi olmak üzere İstanbul, Bursa, İzmir gibi göç mesafesinin nispeten kısa olduğu illere yerleşmişlerdir. Türklerin ülkeyi terk etmesinin ardından ise Bulgaristan’da büyük bir işçi açığı oluşmuştur ve 1989 yılında gerçekleşen zorunlu göçün Komünist rejim açısından en büyük sonucu ise Jivkov hükümetinin son bulması olmuştur (Çeçen,2016).

2.3. Bulgaristan Göçmenlerinin Türkiye’deki Statüleri

1989 göçmenlerinin yaşadığı göç Türkiye’deki vatandaşlık ve statü sorularını da beraberinde getirmiştir. 1934 tarihli İskan Kanununun ilgili maddesi gereğince, 1989 yılında ve öncesinde Türkiyeye göç eden Bulgaristan Türkleri, Türkiye devleti tarafından kolaylıkla göçmen olarak kabul edilmiş ve Türk vatandaşlığı almıştır (Çeçen,2016). Ancak bunların nüfus kayıtlarına içişleri Bakanlığının talimatı gereğince çifte vatandaşlık kaydı konulmamıştır. Zira uygulamada Türkiye’ye göçmen olarak gelerek Türk vatandaşlığına alınan soydaşlara, daha önce vatandaşlığına sahip oldukları ülke ile her türlü ilişkilerinin kesilmiş olduğu görüşünden hareketle, çifte vatandaşlık statüsü tanınması hukuken mümkün görülmemektedir  (TBMM,1994). Akraba ziyaretine gelen Bulgaristan Türkleri ise yabancı statüsünde kalmaya devam etmiştir. 1989 zorunlu göç ile vize alarak Türkiye’ye gelenler dışında 1990 sonrası gelenlere geldikleri gibi vatandaşlık verilmemiştir. Bunun sebebi ise yasadışı göçü önlemek ve Türkler dışında Bulgaristan’dan gelen Pomak,Çingene,Bulgar akımını durdurmaktır. 01.01.1993 tarihinden önce göçmen vizesi dışındaki vizelerle Türkiye’ye gelip geri dönmeyen soydaşların güvenlik bakımından bir sakınca bulunmaması ve müracaat etmeleri kaydıyla, ikamet durumlarının yasallaştırılması suretiyle önce bir yıl ikametlerine izin verilmesi ve bu süre içinde Türk vatandaşlığına geçmek üzere başvuran soydaşlara, insanî mülahazalarla 403 sayılı Kanuna göre Türk vatandaşlığına alınmaları imkânı sağlanmıştır (TBMM,1994). Türkiye’nin 2001 yılında uygulamaya başladığı esnek vize rejimi ile Bulgaristan- Türkiye arasında mekik göç hız kazanmıştır. 1997-2001 yıllarında Türkiye’de kaçak olan birçok Bulgaristan göçmeni, 2001 yılından sonra yürürlüğe giren üç ayda bir vizesiz giriş-çıkış uygulamasıyla yasal statüye geçmiştir (Çeçen,2016). 1999 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden göçmenlerin sayısı 140.000 iken 2001 yılındaki vize değişikliğinden dolayı 2003 yılına gelindiğinde bu rakam bir milyonu geçmiştir (Parla ve Danış, 2007-2008). 2007 yılında Bulgaristan’ın AB’ye girmesi ve çifte vatandaş politikaları ile Türk-Bulgar vatandaşı olan kişiler kolaylık ile AB içinde çalışma ve oturma hakkına sahip olmuştur. 

 

3. Suriye’den Türkiye’ye Göç

3.1. Suriye’deki Göçe Sebep Olan Faktörler: İç karışıklık

Coğrafi konum olarak Orta Doğu’da bulunan Suriye, diğer Orta Doğu ülkelerinin kaderine savaş ve insan hakları ihlalleri ile eşlik etmektedir. Suriye’deki göçmen ve mülteci problemini anlamak için öncelikle Suriye’nin iç yapısına bakmakta ve Arap Baharı’nı incelemekte fayda vardır. Suriye farklı etnik grup, din, mezhep ve inanışları bünyesinde barındıran bir yapıdan oluşmaktadır. Bu yapının içinde ırk olarak Arap, Kürt, Ermeni, Çerkez ve Türk gruplar yer almakla birlikte inanış ve dinleri farklı olan gruplar Suriyedeki bu yapının bir parçasıdır (Karkın, Yazıcı, 2015).  Araplar yaklaşık olarak nüfusun % 90nı, Kürtler, Türkmenler, Çerkezler, Ermeniler, Süryaniler ve Yahu- diler gibi etnik azınlıklar ise diğer % 10nu oluşturmaktadır. Bu çeşitlilik içinde halkın %90nı Araplar, %9nu Kürtler, %1ni Ermeni, Çerkez ve Türkmen gruplar oluşturmaktadır (Şen, 2014). Sadece etnik anlamda farklılık içermemekle beraber aynı zamanda din ve mezhep farklılıklarına da sahiptir. Sunni Arapların %70’lik bir kısmı oluştururken Alevi, Şii, İsmaili mezhepleri de kalan kısmı oluşturmaktadır. Aynı zamanda Ortodoks ve Katolik Hıristiyanları ülkenin %10’unu oluşturmaktadır ki bu azımsanacak bir sayı değildir. 

Ülkenin iç yapısı bu denli renkli iken 2010 yılında oluşmaya başlayan Arap coğrafyasındaki demokrasi, insan hakları, eşitlik ve özgürlük talepleri beraberinde ayaklanmalar, silahlı saldırılar, protestolar getirmiştir. Muhammed Buazizi isimli seyyar satıcının kendisini Tunus’ta yakması sonucu ayaklanmalar tam anlamıyla güç kazanmış ve 23 yıldır iktidarda olan Zeynel Abidin Bin Ali ülkeden kaçmak zorunda kalmıştır. Tunus’tan başlayan demokrasi ve özgürlük talepleri Mısır, Libya, Cezayir, Ürdün’e de sıçramıştır. Mücadelelerin sonucu olarak Arap Diktatörlerden bazıları devrilmiştir. Bunlardan biri de 30 yıldır Mısır’da iktidarda olan Hüsnü Mübarek’tir. Nitekim tüm Ortadoğuyu kasıp kavuran bu sivil öfke patlaması, 2011 yılı Mart ayından itibaren Suriyeye de sıçradı (Dağ, 2013). Olayların Suriye’de patlak vermesine sebep olan ilk durum duvar yazıları sebebi ile Dara şehrinde iki gencin tutuklanmasının ardından dahil oldukları aşiret mensuplarının sokağa dökülmesidir. Suriyede rejim halk ayaklanmalarına karşı büyük direnç göstermekte ve binlerce sivili öldürmektedir. Bölgedeki kargaşa ortamı devam etmekte ve beklenen demokratik ortam bir türlü yerleşmemektedir (Orhan, 2013). Aynı zamanda ülke yönetimindeki Baas Partili Esad’ın mensup olduğu ve ülkenin %10-12’lik kısmını oluşturan Şii(Nusayri) mezhebi üyeleri zaten mevcut olan kırılgan fay hattını devlette önemli kademelere getirilen Aleviler ile tamamen kırmış ve Sünniler ile iç çatışma başlatılmıştır. ABD’nin Obama döneminde Suriye’nin biyolojik ve kimyasal silah kullandığı gerekçesi ile Esad’a savaş açacakmış gibi görünmüş olsa da hedefini DAEŞ olarak değiştirmiştir. Obama’dan sonra iktidara gelen Trump ise ilk önce Esad rejimini savunsa da Esad’ın kendi vatandaşları üzerine kimyasal silah kullanımın ardından Esad’a karşı pozisyon almıştır ve ilk defa Suriye’ye aktif bombalama gerçekleşmiştir. Rusya ise her zaman Esad’ın yanında olarak tarafını belli etmiştir. Suriye iç savaşı üzerinde söz sahibi olmak isteyen Hizbullah, Rusya, İran bir tarafta ISIS bir tarafta, Kürtler bir tarafta ve Körfez ülkeleri,Türkiye, Ürdün bir taraftadır. Fakat zamanla kimin neyi nasıl savunduğu ve desteklediği karmaşıklaşarak bulurlaşmıştır. Suriye’nin iç savaş durumu Arap Baharının etkisini gösterdiği diğer ülkelerden biraz farklı olarak çok farklı grupların hedefler ve çıkarları için çatışma altında kalmıştır. Çatışmalar ve baskı sonucunda Suriye’nin kendi vatandaşlarına uyguladığı bu insan hakları ihlalleri dolayısı ile Suriye vatandaşları göç etmek zorunda kalmıştır. 

3.2. 2011 Suriye’den Türkiye’ye Göç

Suriye’nin iç savaşı sonra Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşları başta komşu ülkelere olmak üzere çevre ülkelere zorunlu göç yapmak durumunda kalmışlardır. Zorunlu göç süreçleri küresel ve yerel ölçekteki güç çatışmaları sonucu ortaya çıkan savaş, terör, işkence, baskı gibi politik süreçler; iklimsel değişimler (Piguet, 2013), küresel ısınma ve doğal felaketler sonucu gerçekleşen afetler veya kentsel gelişme projeleri sonucu oluşan yerinden edilmeleri kapsamaktadır (Benz ve Hasenclever, 2011). Zorunlu göçmen tanımı, uluslararası yasalarda tanımlanan mülteci, sığınmacı, ülkesinde yerinden edilmiş kişiler, insan kaçakçılığına maruz kalan kişiler, afet veya kentleşme projeleri dolayısıyla yerinden edilmiş kişiler gibi farklı grupları kapsamaktadır (Benz ve Hasenclever, 2011).  Güncel UNHCR verilerine göre 5,325,829 Suriye vatandaşı 3,411,029 kili başta Türkiye olmak üzere sırası ile Lübnan ,Ürdün, Irak ve Mısır’a göç etmiştir. Avrupa ülkelerine yasa dışı gitmek isteyen düzensiz göçmen sayısı da hayli fazladır. Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmenler Türkiye’de 2011 yılından beri geçici korunma statüsü altında yaşamlarını sürdürmektedir. 

3.3. Suriyeli Göçmenlerin Türkiye’deki Statüleri 

Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşlarının göç ettikleri ülkelerin kanunları gereği farklı statülere sahip olmuşlardır. Bu ülkelerden Türkiye’nin göçmenlere verdiği statüyü incelemek gerekirse öncelikle tarafı olunan 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 New York Ek Protokolüne bakılması gerekir. Cenevre Sözleşmesine göre, bir kişinin mülteci sayılabilmesi için beş ölçüte bakılmaktadır: ırk, din, tabiiyet ve siyasi düşünceleriyle belli bir toplumsal gruba mensup olma, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korkma, vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunma, ülkesinin korumasından yararlanamama veya korku nedeniyle yararlanmak istememe, vatansız olma ve yaşadığı ikamet ülkesine dönememe veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istememedir (Kaypak, Bimay, 2016). 1951 Cenevre Sözleşmesinde Türkiye coğrafi sınırları gereği sözleşmeye çekince koyarak Avrupa Konseyi üyeler dışında Türkiye’ye bu sebeplerle gelen göçmenleri mülteci olarak saymayacağını belirtmiştir. Bundan dolayı Suriye’den Türkiye’ye göç eden vatandaşlar mülteci değil geçici koruma statüsü altındalardır. Geçici koruma, kitlesel akın olaylarında acil çözümler bulmak üzere geliştirilen bir koruma biçimidir. Devletlerin geri göndermeme yükümlülükleri çerçevesinde kitleler halinde ülke sınırlarına ulaşan kişilere, bireysel statü belirleme işlemleri ile vakit kaybetmeden, uygulanan pratik ve tamamlayıcı bir çözüm yoludur (Göç Dairesi Başkanlığı). Türkiye’ye gelen göçmenlerin yaşadıkları illerin valiliklerine giderek geçici koruma statüsüne başvuru yapması gerekmektedir. Aynı zamanda geçici koruma kapsamında ülkede bulunan kişiler aile birleşimi isteğinde bulunarak, farklı ülkede ikamet eden eş ve çocuklarını Türkiyeye getirebilmektedir (Geçici Koruma Yönetmeliği, 2016: m. 49). Yine Geçici Koruma Yönetmeliğince Geçici Koruma kapsamındaki Suriyeliler, temel ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında sağlık hizmetlerinden, iş olanaklarına ulaşımdan, dil desteğinden, eğitim imkânlarından, sosyal hizmetlerden ve yardımlardan yararlanabilmektedir (Geçici Koruma Yönetmeliği, 2016: m. 26). Bu kapsamda her Suriyeli bir kimlik sahibi olur, kimlikleri ile her türlü hukuki işlemi ve sosyal faaliyeti yürütebilir. Sahip oldukları kimlik onlara ülkede yasal yollarla kalma hakkı tanımaktadır (Öcal,2021).

Türk vatandaşlığına sahip olan Suriyeli göçmenler ise Türk Vatandaşlığı Kanunu m.46 gereğince  “Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.’’  elde etmiştir.  Yani Cumhurbaşkanının önce 250 bin dolar, 2022 değişimiyle 500 bin dolara çıkarılan mülk alımı sonrası vatandaşlık elde etme hakkı Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik m.20’de düzenlenmiştir. 

Suriye vatandaşlarının Türkiye’deki yaşam standartlarını koruyabilmek adına ise AB’den fon alınmaktadır. Bu fonun bir diğer amacı ise Türkiye’nin Avrupa’ya gitmek isteyen mülteciler için bir tampon görevi görüyor olmasıdır. 

 

Sonuç

Zorunlu göç her ne kadar siyasi temellere dayansa da etkilediği kısım sadece siyaset değildir. Göç, dolayısı ile ayrılınan ülkeyi ve ulaşılan hedef ülkenin sosyolojik yapısını da etkilemekte ve değiştirmektedir. Bireylerin özgür iradeleri ile yapmadıkları bir göç çeşidi olduğu için öncesinde bir hazırlık yapılmamış olmakta ve ulaşılan ülkede göçmenler yeniden bir hayat kurma konusunda zorlanmaktadır. Dili, dini, kültürü, ahlak yapısı farklı olan bir ülkeye yapılan göç hem bireysel hem de kitlesel anlamda zorunlu göçlerde bireylere zorluk yaratmaktadır. Adaptasyon süreçleri zor ve meşakkatli geçmekte, sahip oldukları resmi ve sosyal statüler hayatlarını kolaylaştırmakta veya zorlaştırmaktadır. Bu yazı iki farklı coğrafyadan kendi ülkelerinin uyguladığı baskı ve savaş nedeniyle farklı zamanlarda Türkiye’ye göçen kişilerin Türkiye’deki statülerinin sebeplerinin farklılıklarını açıklamayı hedeflemiştir. 

1908’den günümüze kadar Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçen Türkmen soylu kişilere uygulanan politikalar çok farklılık göstermekle beraber 1989 zorunlu göçü ile vatandaşlık elde etmelerinde kolaylık sağlanmıştır. Özal dönemi 1989 göçünün açtığı kapının ardından Türkiye’ye Bulgaristan göçü aynı yoğunlukta olmasa da devam etmiş fakat 1989 göçmenleri kadar yasal vatandaşlık statülerine ulaşmaları kolay olmamıştır. 

2011 sonrası Suriye Arap Cumhuriyetinden gelen göçmenlere ise 1951 Cenevre sözleşmesindeki Türkiye’nin coğrafi çekincelerinden dolayı mülteci statüsü verilmemiş fakat geçici koruma statüsü verilmiştir. Vatandaşların 2011’den beri geçici koruma statüsünde kalıp bazı haklardan yararlanamıyor olmaları eleştirilmektedir. Hem bazı haklardan yararlanamayan hem de ülkelerine dönemeyen Suriye vatandaşlarının bazıları, çözümü yasa dışı yollara genellikle Avrupa ülkeleri olmak üzere farklı ülkelere gitmekte aramaktadır.

Küreselleşmenin etkisiyle gelişen ve artan göç hareketliliği, göç eden insanların yaşadıkları zorluklar ile beraber göç edilen ülkenin yönetiminde de sorumluluk yaratmaktadır. Bu denli büyük iki farklı kitlesel göçü ülkesine kabul eden Türkiye göçmenlerin adaptasyon ve diğer ihtiyaçlarını sağlayabilecek politikalar yaratabilmiş olmalıdır. Türkiye coğrafi konumu gereği her zaman zor bir bölge olmuş, Orta Doğu ile Avrupa’yı birbirine bağlamakta, bunu yanı sıra Güneyinde Afrika ülkeleri, Kuzeyinde Rusya olmakla beraber her türlü çatışmanın sonuçlarının ortasında kalabilecek bazen avantajlı bazen dezavantajlı bir yere sahiptir. Artan savaş ve küreselleşme, iklim krizleri Türkiye’nin konumu dolayısı ile göç alma ve verme durumunu iyi değerlendirmesi ve buna uygun politikalar yapmasını gerektirmektedir. Bütün bu anlatılanlar göstermektedir ki Türkiye’nin tarafı olduğu fakat çekince koymuş olduğu 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 New York Ek Protokolü Türkiye’nin Avrupa’dan zorunlu göç yapan kişilere sığınmacı statüsü verirken, Avrupa Konseyi ülkeler dışındakilere ise geçici koruma statüsü vermektedir. Durum bu şekilde iken Bulgaristan Göçmenlerinin mülteci statüsü değil vatandaşlık alabiliyor olmalarının sebebi ise zaten Türk olmalarıdır. Tarafı olduğumuz anlaşmalar ve yapılan göçlerin menşei coğrafyası gereği göçmenlerin aldığı statüler farklı olsa da bir noktaya kadar yaşadığı zorluklar ise eşit derecededir. Bu sebepledir ki zorunlu göç etmek durumunda kalmış her bireye, dini, dili , kökeni ne olursa olsun bu göçmenleri kabul eden ülkenin göçmenlerin hayatını rahatlatacak politikalar uygulaması ve bireyler özelinde ise anlayış sahibi olması göçmenlerin adaptasyonunu bir nebze olsun kolaylaştıracaktır . 




Kaynakça

Alişoğlu, B. Kayıran M. (2021). ‘’Eskişehir Basınında 1989 Bulgaristan Göçü’’. ABAD, 4(7), 17-40. 

BENZ, S., HASENCLEVER, A. (2011) GlobalGovernance of Forced Migration, Refugees in International Relations, der. A. Betts, G. Loesche, Oxford University Press, 185 – 211. 

Bimay,M.,Kaypak,Ş.(2016)’’SuriyeSavasıNedeniyleYasa̧nanGöçünEkonomikveSosyo-Kültürel Etkileri:BatmanÖrneği‘’BatmanÜniversitesiYasa̧mBilimleriDergisi’’C.6S.1V.6 

CNN Türk, Asimilasyon ve Göç:̧ Bulgaristan Türklerinin Öyküsü”,2014, 

Çeçen,B. 2016.’’Bulgaristan’dan Türkiye’ye Gelen Düzensiz  Göçmenlerin Yasallaşma Süreçlerinde Değişen Yasal Düzenlemelerin Rolü’’ .İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. C.5, S.29 https://search.trdizin.gov.tr/tr/yayin/detay/250785/ Erişim: 11 Mayıs 2023 

Dağ,A.E.,(2013)SuriyeBilad-İŞam’ınHazinÖyküsü”,IḢ H,86-89. 

Demirhan, H. (2017). ‘’Canlı Tanıklarıyla Belene Toplama Kampından Anavatan Türkiye’ye Zorunlu Göç.̧ ’’ Canik Belediyesi Kültür Yayınları.C.2, s. 361-377 

Demirhan, H. (2019).’’ Sözlü anlatımlarla 1984-1989 yılları arasında Bulgaristanda Türklere uygulanan asimilasyon politikaları’’. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (16), 274-284. DOI: 10.29000/rumelide.580578

Duygu, G. (2021). ‘’1989 BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN GÖÇÜ VE BU GÖÇÜN TRAKYA BÖLGESİNE OLAN ETKİLERİ’’ . Journal of International Relations and Political Science Studies . 60-79 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/jirps/issue/ 68647/1078109 

Emek İnan,A.(2016). Türkiye‟de Göç Politikaları: İskân Kanunları Üzerinden Bir İnceleme”, Göç Arasţ ırmaları Dergisi, C. 2, S. 3, s. 15. 

Eren, G. (2019). ‘’Bulgaristan Göçmenlerinin Yaşadıkları Sorunlar’’. Uluslararası Sosyal Araştırma Dergisi. C.12, S.65, s 616. 

Göç Dairesi Başkanlığı, https://www.goc.gov.tr/genel-bilgi45 Öcal,D. 2021. ‘’Ulusal Göç Mevzuatı Bağlamında Suriyelilere Yönelik Eğitim ve İstihdam Politikalarına İlişkin Bir Değerlendirme’’ 

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibrisarastirmalari- merkezi/bulgaristan-nin-azinliklara-uyguladigi-politikalar-turkler 

https://www.cnnturk.com/haber/turkiye/asimilasyon-ve-goc-bulgaristan-turklerinin-oykusu, (Erisi̧ m: 12 Mayıs 2023). 

Karkın,V.,Yazıcı,Ö.(2015).’’Arap Baharı’nın Suriyeye Yansıması ve Türkiyeye Sığınan Mülteciler(Gaziantep Örneği)’’.21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum.C.4S.12

Kaypak, Ş. & Bimay, M. (2016). Suriye Savaşı Nedeniyle Yaşanan Göçün Ekonomik ve Sosyo-Kültürel Etkileri: Batman Örneği . Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi , 6 (1) , 84-110 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/buyasambid/issue/29813/320658

Neuberger, M. (2004). The Orient within Muslim minorities and the negotiotion of nation- hood in Modern Bulgaria, United States of America: Cornell University Press.

Orhan, O. (Mart 2013) Suriye Türkmenleri: Siyasal Hareketler ve Askeri Yapılanma”, Ortadoğu Analiz, cilt: 5, (Sayı: 51), 56.

Öcal, D. (2021)’’ULUSAL GÖÇ MEVZUATI BAĞLAMINDA SURİYELİLERE YÖNELİK EĞİTİM VE İSTİHDAM POLİTİKALARINA İLİŞKİN BİR DEĞERLENDİRME’’.

Parla, A., Danıs,̧ D., (2007-2008), Yeni Göçmenlerin Örgütlenme Biçimleri: Bulgaristan Türkleri, Irak Türkleri ve Moldovalılar Üzerine Karsı̧ lasţ ırmalı Analiz, TÜBIṪ AK Projesi. 

PIGUET, E. (2013) From Primitive Migration” to Climate Refugees”: The Curious Fate of the Natural Environment in Migration Studies, Annals of the Association of American Geographers 103(1) 148-62. 

Şen, Y. , (2014) Suriyede Arap Baharı”, Yasama Dergisi, 57-59. 

TBMM Tutanak Dergisi,1994, C.75, Dönme 19, Yasama Yılı 4 https://www5.tbmm.gov.tr/ tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d19/c075/tbmm19075052.pdf 

UNCHR ,https://data.unhcr.org/en/situations/syria 

Ural,S. (2021).’’Bulgaristannın Azınlıklara Uyguladığı Politikalar – (Türkler)’’. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü .Erişim Tarihi 11 Mayıs 2023 

Yalçın,C.(2004). Göç Sosyolojisi, Ankara, Anı Yayıncılık

Demokrasiler Büyük Ağabeye Karşı Duracak mı?

0

Bu yazı, Simon Johnson, Daron Acemoglu ve Sylvia Barmack tarafından 12 Haziran 2023 tarihinde Project Syndicate’te The AI Apocalypse? ana başlığı ile yayınlanan Will Democracies Stand Up to Big Brother? başlıklı makaleden çevrilmiştir.

Yapay Zeka (AI) ve Yapay Zeka ile geliştirilmiş gözetim araçlarındaki hızlı ilerlemeler, makul standartları belirlemek için uluslararası norm ve koordinasyonlara acil bir ihtiyaç yaratmıştır. Ancak baskıcı otoriter rejimlerin işbirliği yapması olası olmadığından, dünya demokrasileri ekonomik sert bir duruş sergilemeye başlamalıdır.

Kurgu yazarları uzun zamandır her insan eyleminin bazı kötü niyetli merkezi otoriteler tarafından izlendiği senaryoları hayal etmiştir. Ancak şimdi, uyarılarına rağmen, kendimizi George Orwell’ün 1984’ünün layık olduğu bir distopyan geleceğe doğru hızla ilerlerken buluyoruz. Haklarımızı – tüketiciler, işçiler ve vatandaşlar olarak – nasıl koruyacağımızı değerlendirmek hiç olmadığı kadar acil bir görev haline gelmiştir.

Gözetim teknolojileri üzerindeki patentleri sınırlamak ve böylece bunların geliştirilmesini ve aşırı kullanılmasını caydırmak makul bir öneri. Diğer tüm şeyler eşit olduğunda, bu, Yapay Zeka ile ilgili teknolojilerin geliştirilmesini gözetim uygulamalarından uzaklaştırabilir – en azından patent korumalarının önemli olduğu ve risk sermayedarlarının güçlü fikri mülkiyet hakları olmayan şirketleri desteklemeye isteksiz olduğu Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ileri ekonomilerde. Ancak böylesi mantıklı tedbirler dahi alınsa, dünya, gözetim üzerinde etkili güvencelere sahip olan ve olmayan ülkeler arasında bölünmüş kalacaktır. Bu nedenle, bu ortaya çıkan bloklar arasındaki ticaret için meşru bir temel düşünmemiz de gerekiyor.

Yapay Zeka yetenekleri son 18 ay içinde sıçrama gösterdi ve daha da gelişme hızının yavaşlaması beklenmiyor. ChatGPT’nin Kasım 2022’deki halka açık sürümü, Üretken Yapay Zekanın dünya çapında duyulan bir çığlığı oldu. Ama hükümetlerin ve şirketlerin gözetim yeteneklerindeki eşit derecede hızlı artış da aynı derecede önemli olmuştur. Üretken Yapay Zeka, örüntü eşleştirme konusunda üstün olduğundan, yüz tanımayı oldukça doğru hale getirmiştir (büyük hatalar olmasına rağmen). Ve aynı genel yaklaşım, insanların hareket etme veya davranışlarına dayanarak “iyi” ve sorunlu davranışı ayırt etmek için de kullanılabilir.

Böyle bir gözetim teknik olarak “daha yüksek verimlilik” anlamına gelir, çünkü bir otoritenin insanları ne yapmaları gerektiğini yapmaya zorlama yeteneğini artırır. Bir şirket için bu, işlerin yönetimin en yüksek verimlilik düzeyinde olduğunu düşündüğü şekilde yapılmasını sağlar. Bir hükümet için, yasaların uygulanması veya başka bir şekilde iktidardakilerle uyumun sağlanması anlamına gelir.

Ne yazık ki, bin yıllık deneyim, artan verimliliğin mutlaka ortak refahın artmasına yol açmadığını göstermiştir. Günümüzün Yapay Zeka destekli gözetimi, aşırı baskıcı yöneticilere ve otoriter politik liderlere kurallarını daha etkili bir şekilde uygulama imkanı sağlar. Ancak, verimlilik artsa bile, çoğu insan bundan fayda sağlamayacaktır.

Bu sadece bir tahmin değil. Şirketler, çalışanlarının her hareketini izlemek için Yapay Zeka ile geliştirilmiş gözetim yöntemlerini zaten kullanıyor. Örneğin, Amazon teorik olarak güvenlik adına, teslimat çalışanlarının sürüşünü skorlamak için bir uygulama (Mentor) indirmelerini gerektiriyor. Bazı sürücüler, çalışmadıkları zamanlarda bile izlendiklerini bildiriyor.

Daha geniş çapta bakıldığında, danışmanlık firması Gartner, büyük işverenlerin çalışanlarını izlemek için dijital araçları kullananların payının COVID-19 pandemisinin başlangıcından bu yana iki katına çıktığını ve %60’a ulaştığını ve bunun önümüzdeki üç yıl içinde %70’e ulaşmasının beklendiğini söylüyor. Mevcut kanıtlar, daha fazla gözetimin daha düşük iş memnuniyeti ile ilişkili olduğunu göstermesine rağmen, çalışanlarını izlemenin “etik kaygıları” olduğunu kabul eden birçok işveren bile bunu yapıyor.

Doğru, gözetim teknolojisi doğası gereği anti-insan değildir. Aksine, güvenliği (aktif atıcıları izlemek gibi) veya rahatlığı artırabilir. Ancak bu faydalarla gizlilik arasında doğru dengeyi bulmalıyız ve Yapay Zeka teknolojilerinin önyargılı olmamasını (cilt rengi veya cinsiyet temelinde gibi) sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.

Bu konuların ele alınması, yeni uluslararası normlar ve işbirliği gerektirir. İşçileri takip etmek veya cezalandırmak için kullanılan herhangi bir Yapay Zekanın, önerilerini nasıl yaptığı tam bir şeffaflıkla açıklanmalıdır. Bir Yapay Zeka uygulaması davranışınızı sorunlu olarak değerlendirdiği için işten çıkarılırsanız, bu kararı itiraz edebilmelisiniz. Ancak, yeni Yapay Zeka uygulamalarının çoğu, hatta geliştiricilerinin bile anlamadığı “kara kutular” olduğu için, bunlar otomatik olarak legal sürecin kapsamını sınırlar.

ABD gibi kutuplaşmış bir ülkede bile, insanların gözetim üzerindeki kısıtlamalar lehine birleşmeleri olasıdır. Herkes, solcu olsun sağcı olsun, sürekli izlenme konusunda temel bir endişeyi paylaşıyor, hatta özel korkuları farklı olsa bile. Aynı şey, dünyanın tüm demokrasileri için de geçerli.

Ancak Çin, gözetim araçlarının sınırsız kullanımını sınırlama çabalarında işbirliği yapmayı muhtemelen reddedecektir. Çin yerel gözetimi, sadece muhalefeti bastırmak ve toplumsal davranışı önceden görülmemiş bir derecede izlemek için sistematik olarak artırmakla kalmadı, aynı zamanda bu gözetim teknolojisini başkalarına da ihraç ediyor. Baskı teknolojisi her yerde ve birdenbire daha ucuz hale geldi.

Bu ikiye bölünmüş dünyada, bir kamp muhtemelen gözetimin ne zaman ve nasıl kullanılacağını düzenlemek için sağlam standartlar geliştirecektir. Konu tartışmalı kalacak, ancak teknoloji büyük ölçüde demokratik kontrol altında olacaktır. Diğer kampta, otoriter liderler geniş çaplı gözetimi nüfuslarını kontrol altında tutmak için kullanacaklar. Her yerde kameralar olacak ve rejimin kullanmayı uygun gördüğü kadar baskıyı kolaylaştıracak.

Dünyanın demokrasileri için büyük bir ekonomik seçim beliriyor. Kendi ülkemizde kabul etmeyeceğimiz gözetim teknolojilerine tabi olan ülkelerden mallar almaya devam mı etmeliyiz? Böyle yapmak, kendi demokrasilerimizi giderek daha fazla baltalamaya çalışan rejimler tarafından daha fazla gözetim ve daha fazla baskıyı teşvik ederdi. Ortak refah için, daha az gözetim teknolojisi talep etmemiz, örneğin yalnızca gözetim güvencelerine tamamen uygun olan ürünlerin piyasalarımıza girmesine izin verilmesi şeklinde, çok daha iyi olurdu.

1990’lı yıllarda ve 2000’lerin başında, ABD ve Avrupa, düşük ücretli ülkelerden yapılan ihracatın yerel tüketicilere fayda sağlayacağı ve kaynakta demokratikleşmeye katkıda bulunacağı varsayımıyla Çin piyasalarına çok daha geniş erişim hakkı verdi. Ancak bunun yerine, Çin daha da otoriter hale geldi ve ihracata dayalı büyüme rejimini güçlendirdi.

İşçileri üzerinde sıkı bir kontrol uygulayan ülkeler için sınırsız piyasa erişimine izin vermenin sonuçları hakkında artık hiçbir yanılsamamız olmamalı. Yapay Zeka teknolojileri işçilere yardımcı olmak için mi kullanılacak, yoksa onların onurlarını mı çalmak için? Ticaret ve patent politikalarımız bu tür sorulara karşı kör olmamalıdır.

Doç. Dr. Adriatik Derjaj ile Türkçe-Arnavutça Üniversite Sözlüğü Hakkında Röportaj

0

Sözlüğünüzün Türkiye ve Arnavutluk arasında eğitim ve kültürel alışverişi artırmak adına bir araç olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer öyleyse, bu alışverişi nasıl teşvik ettiğini düşünüyorsunuz?

A. D: Çok teşekkür ediyorum. Röportajınız beni çok sevindirdi. Tabii ki bu sözlük iki ülke arasında mutlaka bir kültür ve eğitim alışveriş köprüsü rolünü oynayacaktır. Dolayısıyla yüzlerce yıllık birlikteliğimizi geliştirecektir. Yunus Emre’nin ifadesiyle cevap vermek isterim, bir şiirinde Yunus Emre “Gel tanışalım…” diyor. Sözlükler de insanların düşüncelerini ve ifadelerini anlamaya yardımcı olan ilk anahtardır.

Türkçe-Arnavutça Üniversite Sözlüğü projesine başlama motivasyonunuz nedir? Bu projenin hem Türk hem de Arnavut toplumları için ne gibi bir öneme sahip olduğunu düşünüyorsunuz?

A. D: Arnavut bir Türkçeci olarak yaklaşık 20 yıllık yabancılara Türkçe öğretimi deneyimimde Türk dili grameri, Türk folkloru ve lehçe bilimi alanında katkılarım olmuştur. Ancak bir şekilde bu deneyimi tek taraflı olarak ‘düşünmüşüm’. Türklerin de Arnavutçayı tanımaları lazım. İşte bu sözlük bir şekilde Türklerin Arnavutça’ya kapı açmaları için anahtar oldu.

Bildiğim kadarıyla sadece bir günde bin kişi İstanbul-Tiran, Tiran-İstanbul yolculuğundadır… Basit bir hesapla ayda otuz bin yılda üç yüz altmış bin kişi bu iki şehir arasında gidip geliyor. İletişimimizde Türkçe’den Arnavutça’ya yerleşmiş ‘Osmanlı Eseri’ beş bine yakın Oğuz kelimeleri mutlaka iletişimimizi kolaylaştırmıştır. Ancak tabii ki bu yetmez. Günün dilsel iletişim ihtiyacını karşılayacak çağdaş bir anahtara ihtiyaç vardı. Bu anlamda bu sözlük önemli bir ihtiyacı karşılayacaktır.

Sözlüğünüzün Türk ve Arnavut halklarının tarihsel bağlarını daha da güçlendireceğini düşünüyor musunuz? Sözlüğün bu tarihsel bağlara nasıl bir vurgu yaptığını bizimle paylaşabilir misiniz?

A. D: Evet düşünüyorum. Çünkü mutfağımız, ev içi eşyalarımız, akraba bağlarımız, alışveriş hayatımız ve daha nice alanlarda biz Türkçe sözcüklerle yatarız ve uyanırız. Hemen örnek veriyorum; tencereye tencere diyoruz, baklavaya baklava diyoruz, kilime kilim diyoruz, teyzeye teyze diyoruz, dayıya dayı diyoruz, pazara da pazar diyoruz. Böylelikle gençlerimiz bu sözlükte kendi dilinde kullandıkları kelimeleri görünce eski çağrışım yapacak ve geleceği yaşatacaklar. Dolayısıyla sözlük tarihsel bağlara vurgu yapıyor ve geleceğe de pencere açıyor.

Türkiye ve Arnavutluk arasındaki dil bariyerini aşmak adına bu sözlüğün nasıl bir rol oynadığını düşünüyorsunuz? Sözlüğün bu konuda ne tür bir etkisi olabileceğini düşünüyorsunuz?

A. D: Okurumuz her iki dilin latin alfabesiyle yazıldığını görecek ve Türkçe’nin diğer doğu dilleriyle alakalı olmadığını görecek, modern Türkçeye aşina olacak. Sözlük aynı zamanda bir dil bilgisi kılavuzudur. Giriş mahiyetinde yerleştirdiğimiz gramer bilgileri bu bariyeri aşmada etkili olacak ve önemli bir rol oynayacaktır.

Bu projeyi gerçekleştirirken hangi zorluklarla karşılaştınız? Bu zorlukları nasıl aştınız ve gelecekte benzer projelerde bu deneyimlerinizi nasıl kullanmayı planlıyorsunuz?

A. D: Bütün kitaplarda karşılaşılan sorunlarla biz de karşılaştık. Özellikle sayfa düzeni ve sütunlar üzerinde çalışmak farklı bir emek ister. İkinci olarak eş anlamlı kelimeleri bulmakta ve onların semantik derecesine göre yerleştirilmesinde zorlanıyoruz çünkü bunları doğru yapmak ehemmiyet taşıyor. Birkaç Türkçe sözlüğü referans almak gerekiyor. Mesela “tınaz” kelimesinin semantik sıraya göre en az dört anlamı var: grup, öbek, toplu ve tüm anlamlarını taşımaktadır. Bir başka örnek ise tasarruf kelimesi; varsaymak, öngörmek, beyinde yaşatmak gibi farklı anlamlara geliyor. Dolayısıyla bunları sıralamak, Arnavutça’daki eş değerini bulmak bir sorumluluk yüklediği gibi bu süreci uzatıp zorlaştırabiliyor. Zorluklar sabırla ve ileriye doğru bir maraton koşar gibi bu emaneti Türk ve Arnavut okuruna iletme vazifesi hissiyle aşılabiliyor. Yani zorluklar inanınca ve bu projenin iki toplum arasında önemli bir köprü vazifesi göreceğini düşününce rahatlıkla aşılabiliyor.

Son olarak bu sorular dışında kalan eklemek istediğiniz yorum ve görüşleriniz var mı?

A. D: İki ülkemizin insanına fayda getirmesini çok ümit ediyorum. Umarım mütercim tercümanlık bölümleri ve özellikle Türk edebiyatını Arnavutçaya aktarmaya çalışan Kültür ve Turizm Bakanlığı Türk Kültür, Sanat ve Edebiyat Eserlerinin Dışa Açılımını Destekleme Projesi (TEDA) gibi kurumların böylesi eserlerin çoğalması için çaba göstermelerini diliyorum. Yaşasın Arnavut-Türk birliği.

Türkçe-Arnavutça Sözlük Türkçe-Arnavutça Sözlük Türkçe-Arnavutça Sözlük Türkçe-Arnavutça Sözlük Türkçe-Arnavutça Sözlük Türkçe-Arnavutça Sözlük Türkçe-Arnavutça Sözlük Türkçe-Arnavutça Sözlük

12 Angry Men (1957)

0

Film Adı: 12 Angry Men

Yönetmen: Sidney Lumet

Yapım Yılı: 13 Nisan 1957

Tür: Dram

Süresi: 1 saat 36 dakika

 

 

Film, izleyiciyi mahkeme binasının içinde kısa bir gezintiye çıkararak olayın başladığı mahkeme salonuna doğru götürüyor. Salonda, on iki kişiden oluşan jüri üyeleri ve cinayetin görgü tanıkları bulunmaktadır. On iki jüri üyesinin, gecekondu mahallesinde yaşayan ve sabıkalı olan bir gencin, babasının cinayetiyle suçlanmasının ardından karar vermek üzere girdikleri dar bir odada yaşananların anlatıldığı film, adaleti uygulama hakkı tanınmış kişilerin karakterini, ön yargılarını, psikolojisini, mantık ve vicdan ölçüleri üzerinden derin muhakemeler yapmaya değer olduğunu gözler önüne sermektedir. 

Sinemanın izlenebilirlik açısından mihenk taşlarından olan merak duygusu, bu filmde izleyiciyi “on üçüncü jüri” olarak entegre edebilmeyi başarmıştır. Bu kapsamda çalışma ile “12 Angry Men” filmi ölçeğinde mevcut duruma yönelik ön yargılı düşünce biçimiyle harmanlanmış etiketleme kuramı, konformitenin derinliklerini sosyolojik perspektifle incelemeye başlayabiliriz.

Film sekiz numaralı jüri üyesinin diğer on bir jüri üyesine karşı, sanığın suçlu olduğuna ikna olmadığını söylemesiyle başlıyor. Kanunlara göre, odada bulunan on iki jürinin de hemfikir olduğunu belirtmeleri gerekmekte. On iki jüri arasında ilk oylama yapıldığında, altı jüri ellerini tereddüt etmeden kaldırıp kesin bir yargıyla babasını öldürmekle suçlanan gencin “suçlu” olduğunu belirtirken, diğer beş jüri de çekimser bir şekilde bu gruba dâhil oluyor. Bu jüri üyelerinin kendi değer yargılarını, mantık ve vicdan ölçülerini bir tarafa bırakıp, sürü psikolojisiyle etkilenmiş olduklarını görmekteyiz. Burada yaşanılan durumdan hareketle, birer konformite örneği ele alınmaktadır. Jüri üyelerinde bir tür sosyal etkilenmenin yaşandığı, çoğunluğun pozisyonuna mutabakatı göstermek amacıyla uyumlu olmak için davranışta yapılan değişimi görmekteyiz (Mammadov, 2020). 

Filmde kullanılan bir metafor örneği olarak jüri odasının kapısı kilitlenip, jüri üyelerinin karar alma süreci boyunca dış dünyadan izole edildikleri işlenmiştir. Fakat dış dünyadan izole edilmiş olsalar dahi jüri üyelerinin karar aşamasında mevcut sorunun hemen kestirilip atıldığı, önyargılardan ve kişisel sorunlardan yola çıkarak karar aldıkları görülmektedir. Çocuğun babasıyla olan ilişkisi ve sabıkalı oluşu, suçlamanın yeterli kanıtlara dayandırılmaması gibi faktörler on bir jüri üyesinde çocuğun suçlu yahut suçludur gözüyle bakılmasına sebep oluyor. Jürileri derinlemesine incelediğimizde; vakaya tamamen sınıfsal bakıp, babasını öldürmekle suçlanan gencin, gecekondu kültüründe yaşayan birinden beklenecek bir davranış olduğu yahut kendi mevcut yaşanmışlıkları üzerinden dem vurup sanık hakkında kesin hüküm süren jüri üyelerine rastlamaktayız. Erving Goffman’ın “etiketleme kuramı” çerçevesinden yola çıkılarak, etiketlemeler yoluyla bireyler olmadığı biri gibi gösterilmekte yahut olmadığı biri gibi davranmaya itilmektedir (Sevim, 2020, s. 45). Yapılan etiketlemeler üzerine hüküm vermek, olayın iç yüzünü irdelememek yanlış bir tutumdur. 

Bir insan hayatının söz konusu olduğu bu vakada, belirli değer yargıları arasında sıkışıp kalmış bu jürilerin; analizlerinde etiketlemeler ve gözlemlerinde yetersizlikler sonucu önyargının hâkim olduğu bir tartışma ortamının seyrinde film ilerlemektedir. Tam da bu noktada izleyiciyi: “Atoma bile hükmetmekten bahseden insan, önyargılarına neden hükmedemesin?” diye düşündürmektedir. 

Bir diğer taraftan irdelememiz gereken husus, on bir jüriye karşılık suçsuz oyu kullanan jüri, yapılan açıklamalara ve baskıya rağmen mevcut gruba uyum gösterememiştir. Sekiz numaralı jürinin uyum gösterememesinin nihai sebebi doğruyu bilmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Diğer jüriler yalnızca duruşmalarda edindikleri bilgilere sahip olmalarına karşın sekiz numaralı jürinin dava hakkında duruşmalardan edindiği bilgilerden ziyade daha fazla bilgisi bulunmaktadır. Yapılan bir araştırmadan hareketle, bireyin mevcut konu hakkında bilgisi arttıkça daha az uyma davranışı gözlemlenmektedir (Akyüz, 2019). 

Bireyin, konu her ne olursa olsun bir durum hakkında peşin hüküm sürmesi olarak adlandırabileceğimiz toplumsal ön yargının, düşünme ve muhakeme etme yetimizi nasıl etkilediğini; kişinin doğrusunun gerçekleri yok sayacak kadar üstün tutmayıp mevcut durum hakkında detaylı analiz yapmamız gerektiğini düşündüğüm filmin temelinde Sokrates’in şüpheden yola çıkarak hakikati arayış metodunun yer aldığını görmek mümkün (Uçar, 2020). Sokrates’in bu perspektifinden hareketle, otoriter bir edayla dile getirilen salt kötü düşünce, belirli bir süre için hakikat değeri taşıyor gibi görünebilir. Lakin kabullenişimizi, karşımızdakilerin sayıca çokluğuna yahut otoritesine bağlarsak onlara hak etmedikleri halde saygı duymaya başlayabiliriz. 


Dilara Fırat
TUİÇ Akademi Stajyeri

Editör: Bervan Kaya

 

Kaynakça

Akyüz, C. (2019). 12 Kızgın Adam Filminin Sosyal Psikolojik İncelemesi. Psikoloji Ağı. https://www.psikolojiagi.com/12-kizgin-adam-filminin-sosyal-psikolojik-incelenmesi/

Mammadov, A. (2020). Sosyal Konformite Ve İSG Kültürü. Medium. https://medium.com/@ahmad.mammadov/sosyal-konformi%CC%87te-ve-i%CC%87sg-k%C3%BClt%C3%BCr%C3%BC-e6f1c4a08d20

Sevim, K. (2020). Sosyal Çalışma ve Damga. Sosyal Çalışma Dergisi, 4 (1), 44-54. https://dergipark.org.tr/tr/pub/scd/issue/54484/738196

Uçar, S. S. (2020). Film İncelemesi: 12 Kızgın Adam. Fırtına Dergi. https://www.firtinadergi.com/2020/05/film-incelemesi-12-kizgin-adam-saime-sultan-ucar-yazdi/