Home Blog Page 119

Ombudsman, Yasa Dışı Silahlı Gruplar Konusunda Bogota’da ki Kurumlarla Anlaşamadı

Kolombiya Ombudsmanı Carlos Negret, Bogota’da yasa dışı silahlı grupların artan faaliyetleri hakkında bir rapor yayınladıktan sonra Bogota Belediye Başkanı Enrique Penalosa, kamusal birtakım düzenlemeler getirdi.

Raporda İçişleri Bakanlığı, yasa dışı silahlı grupların varlığı hakkında uyarıda bulundu. Raporda, grupların nüfusu tehdit ettiği belirtildi. Ayrıca yerel halkın “sosyal temizlik” operasyonu bağlamında tehdit edildiği söylendi.

Bogota Belediye Başkanı Enrique Penalosa, raporun kendisine gönderilmeden önce kamuya duyurulmasına itiraz etti.

Savunma Bakanı Daniel Majia ise, yerel güvenlik güçlerinin ombudsmanın iddialarını desteklemediğini söyledi. Ombudsman ise Bogota yetkililerine, görevinin tehlikede olduğunu hatırlatarak İçişleri Bakanlığını uyardı.

Kamu denetçisi görevine sahip olan Ombudsman, uyarının geçen ayın başlarında bakanlığa gönderildiğini ve Belediye Başkanı’nın durumu biliyor olması gerektiğini belirtti.

Bu süreç içerisinde Kolombiyalı Milletvekilleri, Amerika’nın en üst düzey komisyonu olan İnsan Hakları Komisyonu’na yerel halkı korumaları çağrısında bulundular. Geçtiğimiz Şubat ayında Ombudsmanlık Kurumu tarafından verilen bir erken uyarıya karşın, milletvekillerinden biri olan Ivan Cepeda, faillerin belirlenmesinde önemli bir ilerleme kaydedilmeden, yüksek düzeyde suçların devam edebileceğini söyledi.

 

Merve ÜN

o-Staj 2018 LATAM Stajyeri

KAYNAKÇA:

 

Küba,Kolombiya-Eln Barış Görüşmelerine Ev Sahipliği Yapacak

   Kolombiya Hükümeti ve Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) silahlı çatışmayı sona erdirmek için barış görüşmelerine Ekvador’dan başlayıp, Küba’ da devam edecek. İki taraf cumartesi günü yaptığı açıklamada, bir sonraki tur müzakerelerinin ocak ayında sona eren ateşkesin yeniden tesisine odaklanacağını söyledi. Ulusal Kurtuluş Ordusu ile barış görüşmeleri Ekvador’da bir yıldan fazla süredir devam ediyor ve yavaş bir hızla ilerliyordu. Ekvador Başkanı Lenin Moreno geçtiğimiz ay, ara bulucu rolünü sona erdirirken, Kolombiya’nın patlayan kokain endüstrisinin şiddetinin sınırın ötesine yayıldığını dile getirmişti. Ortak açıklamada, Kolombiya Başkanı Juan Manuel Santos ve ELN, ” Diyalogları mümkün olan en kısa sürede sürdürme seçeneklerini birlikte inceledikten sonra önümüzdeki haftadan itibaren Havana (Küba) kentinde beşinci döneme devam etmeye karar verdik.” dedi.

Yaklaşık 1500 kişiden oluşan ELN, ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak kabul edilmiştir. Şu anda ülkenin kuzeydoğusunda faaliyetlerini sürdüren ELN, son haftalarda eylemlerini azaltmasına rağmen bazı adam kaçırma olaylarıyla ve bir petrol boru hattına saldırı ile suçlanıyor.

Sinem DAY

o-Staj 2018 LATAM Stajyeri

KAYNAKÇA:

Reuters Editoryal(2018), Gobierno

Venezuela, Hindistan’a Petro Kullanmak Şartıyla Ham Petrole %30 İndirim

Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip Venezuela, Hindistan’a ham petrol alımlarında Petro kullanmak şartıyla %30 indirim teklif ettti.

          Venezuelalı Blockchain departmanı uzmanları mart ayında Hindistan’ı ziyaret ettiler ve Hindistan’da Petro kripto parasını satmak için Delhi merkezli Bitcoin ticaret şirketi Coinsecure ile bir anlaşmaya vardılar.

          Coinsecure CEO’su Mohit Kalra, görüşmeler sırasında Venezuelalı bir yetkilinin ham petrol alımlarında Petro’yu kullanmak şartıyla en az %30 indirim teklif ettiklerini söyledi. Kalra, “Farklı ülkelere gidiyorlar ve teklifler yapıyorlar.’’

          Şimdilerde yüksek enflasyon ve ulusal para biriminin çöküşünden muzdarip olan Venezuela, ABD yaptırımlarından ciddi şekilde etkilendikten sonra, Petro’yu ekonomik istikrar ve bağımsızlık için potansiyel bir araç olarak görüyor.

          Venezuela hükümeti Petro’yu 2020 yılına kadar resmi bir para birimi haline getirmeyi planlıyor, ancak ABD’nin önderlik ettiği ülkelerin yaptırımları hedeflerine zarar verebilir.

          Petrol destekli para birimi Petro, Venezuela’nın dünyanın en büyük 300 milyar varil petrol rezervine sahip olduğu da düşünülürse, en çok yatırım yapan en güvenli dijital para birimi olarak adlandırılıyor.

Eralp Cemal PASİN

o-Staj 2018 LATAM Stajyeri

KAYNAKÇA:

 

Kocaeli Üniversitesi Monarşiden Halk Egemenliğine: Fransız Devrimi Paneli

0

9 Mayıs 2018 Tarihinde Kocaeli Üniversitesi’nde, Türkiye Uluslararası İlişkiler Çalışmaları Kocaeli Temsilciliği, Siyasal Bilimler Kulübü ve Uluslararası İlişkiler Kulübü işbirliğiyle düzenlenen, TUİÇ Yönetim Kurulu Üyesi Ersin Kopuz ile Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi öğrencisi Hakan Karadiken’in konuşmacı, Uluslararası İlişkiler öğrencisi Şüheda Polat’ın moderatör olarak yer aldığı ‘’Monarşiden Halk Egemenliğine: Fransız Devrimi’’ panelini gerçekleştirdik.

Fransız Devrimi’nin fikri temelini oluşturan Aydınlanma Düşüncesi Alman Filozofu Kant’ın deyişiyle ‘’İnsanın çocukluktan kurtulup erginliğe erişmesidir, aklın aydınlanmasıdır.’’ Bu bağlamda Fransız Aydınlanmasının üç temel özelliği vardır: Materyalist düşünce, tanrıtanımazlık, despotizm karşıtlığı. Devrimin fikri altyapısını hazırlayan Aydınlanma Düşüncesi; temelde despotizm karşıtlığı, tolerans, serbest ticaret ve mülkiyet hakları çerçevesinde gelişmiştir. Monarşinin despotizme dönmesinden çekinen Montesquieu ve Voltaire monarşik bir devlet tahayyülü kurarken aynı zamanda halk egemenliğinin tiranlığa dönmesi tehlikesine karşı Antik Yunan şüphesini taşırlar ve pragmatik olarak mevcut gücün ara kurumlar ile dengelenerek tek kuvvette toplanmasını arzu ederler. Rousseau doğrudan halkın egemenliğine dayalı sözleşmeci bir devletten bahseder. Ancak hepsinin temelinde temel insan hakları ve hürriyetleri vardır.

16.yy’dan itibaren Fransa’da feodal düzenin yerini diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi merkezi monarşi almış, devletin yetki ve fonksiyonları kralın elinde toplanmıştır. Fransa toplumu Soylular, Ruhbanlar, Üçüncü Sınıf ve Halk olmak üzere 4’e ayrılmıştır. Amerikan Devriminin demokratik-liberal düşüncelerinin etkisi ve bunun yanında Locke, Montesquieu, Rousseau gibi Aydınlanma düşünürlerinin fikirleri devrimin düşünsel altyapısını oluşturmuştur. Sanayileşme ve Kentleşme etkisi, Amerikan Bağımsızlık Savaşındaki askeri harcamalar, kraliyetin yoğun israfı ve sert iklim koşulları beraberindeki hasat alamama sorunu çeşitli ekonomik zorlukları meydana getirmiştir. Tahıl ve ekmek fiyatlarındaki artış, köylülerin kentlere doğru göç etmelerine kentte yaşayan fakir halkın açlık ve salgın hastalıklardan ötürü çeşitli halk hareketlerinin yaşanmasına neden olmuştur. Ekonomik sebepler, siyasi alanda karşılık bulmuş ve bu çerçevede Fransız Devrimine giden süreç oluşmuştur.

Fransa’nın Avusturya ve Prusya ile olan savaşı, belki daha iyi şekilde sonuçlanabilecek devrimin şiddetini körüklemiş ve dönemin terörize olmasına sebep olmuştur. Gittikçe radikalleşen önlemler, halkta tepki uyandırmış  ve başta Robespierre olmak üzere Jakobenleri paranoyak senaryolara yönlendirmiştir. Terörün verdiği korku üzerine bireyleri inşaa etmek isteyen Robespierre daha fazla terör daha sağlam cumhuriyet mottosuyla Fransa’yı adeta terör yuvası haline getirmiştir. Ancak aldığı radikal önlemler yüzünden nihayetinde kendi sonunu hazırlayan Robespierre sonraki kuşağa kalacak olan kötü bir miras bırakmış ve otoriter bir simanın tarih sahnesine çıkmasına neden olmuştur. O kişi de Napolyon Bonaparte’dir. Daha sonraki süreçte Napolyon Savaşları ve politikaları, devrim etkilerinin Avrupa başta olmak üzere çeşitli coğrafyalara yayılmasını sağlamıştır.

1789 Fransız Devrimi, Demokrasi kavramının içeriğini ve ilkelerini meydana getirmiştir. Din-devlet, birey-toplum, özgürlük-otorite gibi kavramlar etrafında siyasal toplumu etkilemiştir. Fransız Devriminin yarattığı Ulusçuluk fikri ve Ulus Devlet kavramı, Avrupa siyasi haritasını değiştirmiştir. Fransız Devrimi öncesinde gelişen ruhban sınıfı karşıtlığını ifade eden ‘’laik’’ kelimesi, devrim sonrasında Din Hukukundan bağımsız bir kamu hayatı yaratma düşüncesine evrilmiş aynı zamanda hukuki bir nitelik kazanmıştır. Bununla birlikte günümüz modern dünyanın siyasal yapısının ve siyasal ideolojilerinin temel dayanağını oluşturmuştur.

Türkiye’nin Terörle Mücadelesi: Önleyici Meşru Müdafaa

Günümüzde terörizm; uluslararası ulaşım ve haberleşme araçlarının son yıllardaki hızlı gelişimi, yeni silah ve teçhizatların geliştirilmesini sağlayan teknolojik imkanların artması, uluslararası terör örgütleri arasında; istihbarat, eğitim, lojistik, teknik, finans temini, eylem yöntemleri konusunda organik bağların ve iş birliğinin artması ile uluslararası bir nitelik kazanmış ve küresel bir tehdit unsuru olmuştur.

Soğuk Savaş Dönemi’nde rakip blokların yerel örgütleri destekleyerek kendilerine alan sağlamaya çalışması ve yerel terör gruplarıyla iş birliğinde bulunması durumu, Soğuk Savaş sonrası dönemde etkisini azaltmaya başlamıştır. 1990’larda Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte uluslararası gündemde bölgesel kriz ve çatışmalar ön plana çıkmaya başlamıştır. Eski Yugoslavya’nın dağılması sırasında yaşanan iç savaş, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez Savaşı gibi gelişmeler uluslararası gündemde ki üst başlıklardandı. Ancak, 21.yüzyıla gelindiğinde ABD’de İkiz Kuleler ve Pentagon’a düzenlenen terör saldırıları ile dünya küresel bir terörizm ile karşı karşıya kalmıştır. Artık ciddi anlamda bir terör olgusundan bahsedilmeye başlanmıştır. 11 Eylül’den sonra uluslararası sistem, ‘terör çağı’ olarak adlandırılmıştır. Bu anlamda, BM Güvenlik Konseyi ve NATO gibi üye ülkelere güvenlik temini sağlayan örgütler uluslararası terörizm çerçevesinde askeri doktrinlerini yeniden güncellemiştir. BM, meşru müdafaa tanımına giderken Nisan 1999 yılında ki Yeni Stratejik Konsept ile NATO, üye ülkeleri tehdit edecek terörist faaliyetlerin giderilmesini görev alanı olarak tayin etmiştir. Bundan sonra NATO’nun tüm toplantı ve zirvelerinde, terör ve terörizmle mücadeleye hep özel bir yer ayrıldığının altı çizilmelidir. Nitekim 2001 yılında NATO, Akdeniz’de terörizme karşı mücadele girişimini (Aktif Çaba Operasyonu-Operation Active Endeavor) başlatmış ve ardından 2002 yılındaki Prag Zirvesi’nde ‘terörizme karşı savunma konseptini’ kabul etmiştir. 2003 yılında ise NATO, Afganistan’da ki Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvvetinin (International Security Assistance Force) komutasını üstlenerek terörle mücadele faaliyetine bilfiil başlamıştır. 25 Mayıs 2017 tarihindeki Brüksel Zirvesi’nde ise, NATO’nun DEAŞ ile mücadeleye katılma kararının çıkmasıyla artık NATO’nun 2000’lerde ki yeni rolü, bu sefer DEAŞ temelinde terörizmle mücadele olarak tayin edilmiştir. Aynı zamanda, güvenlik sağlayan örgütlerle birlikte devletlerde yeni güvenlik politikaları benimsemiştir. Türkiye’de daha öne savunma halinde terörle mücadele ederken artan saldırılar ve sivil kayıplar karşısında “savunmadan taarruza geçiş”olarak belirlenen terörle mücadele konseptini uygulamaya koymuştur.

Küresel Terör Olgusunun Ortaya Çıkışı Karşısında Türkiye

Türkiye 1980’lerden beri hem ülke içinde hem de ülke dışında terörle, terörizmle mücadele etmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde bölgesel kriz ve çatışmaların terörizme doğru evrilmesi ve devletlerin devletlerle savaşmadığı, devletlerin terör örgütleriyle asimetrik bir şekilde yürüttüğü vekâlet savaşlarına neden olmuştur. Bu anlamda çatışmanın doğasında yaşanan dönüşüm devletlerin savunma stratejilerinde değişim yapma durumunu ortaya çıkarmıştır. Terörizmin 11 Eylül 2001’de ilk defa doğrudan bir devleti kendi topraklarında dışarıdan vurması, Soğuk Savaş Dönemi’nde ‘komünizmle mücadele odaklı’ hareket eden NATO stratejik askeri doktrininde yaptığı değişimle terörle mücadeleye odaklanarak dönüşümünü gerçekleştirmiştir. 11 Eylül saldırıları sonrası terörle mücadele kapsamında ABD öncülüğünde oluşturulan koalisyonla, Afganistan’da El- Kaide’ye müdahale edilmiştir.

Ortadoğu, otoriter rejimlerin uzun yıllardır iktidarını sürdürdüğü bir bölgedir. Uzun yıllar boyunca bu iktidarlar dönemin büyük güçlerinin de desteğiyle yine büyük güçlerin çıkarları doğrultusunda iktidarda kalmışlardır. Ancak küreselleşmenin de etkisiyle küresel siyasette sivil toplum örgütlerinin ve küresel aktörlerinde ön plana çıkardığı ve gündeme getirdiği insan hakları olgusu uluslararası sistemin parametrelerini değiştirmiştir. Klasik anlayışta güç, askeri konular ön plana çıkarken insan hakları başta olmak üzere birçok konu göz ardı edilmiştir. Ancak 1990’lardan sonra, özellikle kitle iletişim araçlarında yaşanan devrim niteliğindeki değişimler ve internetin halkın kullanımına sunulmasıyla birlikte gerçekleşen olaylar anında tüm dünyada yankılanmaya başlamıştır. Bu gelişmelerin ışığında otoriter rejimleri yıllardır baskı altında tuttuğu halklarının temel hak ve hürriyetler başta olmak üzere: ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, yürüyüş/protesto özgürlüğü gibi birçok haklarını baskı yoluyla kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Bu otoriter rejimlerin enerji kaynaklarına ya da bu kaynakların geçiş güzergâhında olması nedeniyle, devletin iç politikasında uyguladığı yöntemler görmezden gelinmiştir. Ancak 2011’de başlayan Arap Baharı ile otoriter rejimler devrilmiş ve halklar sokaklara dökülerek haklarını, özgürlüklerini talep etmeye başlamıştır. 2011’de başlayan olayların en sancılı geçtiği ülke olan Suriye’de sanıldığının aksine hızlı bir rejim değişikliği yaşanmamış ülke, yaklaşık 7 yıldır iç savaşla sallanmaya devam etmektedir.Suriye’de Mart 2011’de başlayan olaylar, büyük bir ihtilafa dönüşmüştür. 911 km. kara sınırına sahip olduğumuz Suriye’nin içinde bulunduğu ihtilaf, bugüne kadar çok sayıda masum insanın hayatına mal olmuş ve ülkemizi önemli sorumluluk ve sınamalarla karşı karşıya bırakmıştır.

Suriye ve Irak’ta Terörü Kaynağında Yok Etme

Türkiye, alışık olmadığı tarzda eş zamanlı bir biçimde farklı güvenlik tehditleriyle karşı karşıya. Terörizmin Türkiye’yi her zamankinden daha yoğun bir şekilde hedef alması, terörist örgütlerin sayı ve nitelik bakımından çeşitlenmesi, konvansiyonel tehditlerin yanı sıra asimetrik tehditlerin özellikle, Ortadoğu coğrafyasında giderek bölgesel güvenliği sarsması, Türkiye’yi yeni bir güvenlik ve savunma yaklaşımını benimsemeye zorladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türk  Hükümeti’nin Türkiye için yeni bir güvenlik anlayışının inşasına yönelik tutumları, henüz kapsamı ve doktrin boyutunda kavramsal çerçevesi tam olarak çizilmemiş olsa da uygulamada tehdit daha ortaya çıkmadan önce yok edilmesi üzerinde şekillendiği görülmektedir.Nitekim bu anlayış, 11 Eylül Saldırıları sonrası Bush Doktrini olarak bilinen, ABD Ulusal Güvenlik Belgesi’nde de aynı şartların söz konusu olduğu görülmüştür. Bu belgeye göre Amerika, kendisine tehdit gelmeden, yakın bir tehdit durumu dahi olmadan bu tehdidi sezmesi halinde, saldırı olasılığı görürse ön alıcı strateji izleyerek tehdidi yerinde vuracağını belirtmiştir. Daha sonra da düşmanın saldırı kapasitesinin bir tehdit haline gelmesini dahi beklemeden ön alıcı vuruş sonrası düşmanı bulunduğu yerde savaşarak yok etmeyi amaçlamaktadır. Bu durum aynı zamanda uluslararası yeni bir hukuk kuralının da oluşmasına zemin hazırlıyor: ‘Ön alıcı meşru müdafaa.’ BM 51. Maddesi uluslararası sistemin temel ilkelerinden olan içişlerine karışmama ve toprak bütünlüğü ilkelerine aykırı olarak bir devletin başka bir devlete karşı orantılı bir şekilde kendisini savunması (self- defence) anlayışını getirmektedir. Buradan hareketle, uzun zamandır terörle ciddi anlamda mücadele eden Türkiye, sınırları ötesinde terör daha ülkeye gelmeden kaynağında yok etme yönünde gelişen “önleyici müdahale” olarak adlandırılacak olan yeni güvenlik doktrini, askeri savunma doktrinini benimsemiştir. Bu kapsamda Türkiye, 24 Ağustos 2016’da Suriye’de başta DEAŞ unsurları olmak üzere terör örgütlerine yönelik olarak başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ile sahada bu yeni anlayışı uygulamaya başlamıştır. Aynı zamanda, içeride de büyük bir mücadele ile terörle mücadele gerçekleştirilirken, eş zamanlı olarak sınırların ötesinde de terör örgütleri ile meşru müdafaa çerçevesinde mücadelesini sürdürmektedir. Türkiye bu bağlamda; ulusal çıkarlarını korumak, ulusal birliğini sağlamak, uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanarak sınırlarında oluşturulmak istenen terör devleti girişimlerini de bu gerekçeye dayandırarak askeri güç araçları bertaraf etmeye çalışmaktadır. Nitekim, Fırat Kalkanı Harekatı sonrasında yine bir terör unsuru olarak kabul edilen ve tehdit hissedilen Suriye’nin Afrin ilçesine PKK/PYD/YPG ve DEAŞ terör örgütlerine yönelik olarak, 20 Ocak 2018 tarihinde Zeytin Dalı Harekatı’nı başlatmıştır. Harekat, 58. gününde Afrin kent merkezinin kontrol altına alınmasıyla başarılı bir şekilde sürmeye devam etmektedir. Bundan sonraki adımlar ise, şimdiden kamuoyunda dillendirilmeye başlanmıştır. Bundan sonraki hedefler ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yaptığı konuşmalar sırasında Zeytin Dalı Harekatı devam ederken PYD/YPG kontrolünde ki Münbiç’ten başlayarak Fırat’ın doğusundan da  Irak sınırına kadar, Türkiye’ye tehdit unsuru teşkil etmeyecek son terörist kalmayıncaya kadar devam edeceği, Bağdat merkezi hükümetiyle iş birliği dahilinde Irak’taki terör unsurlarını da kapsayacak şekilde mücadelesini sürdüreceği açıklanmıştır. Nitekim harekat sürerken, Irak’ın kuzeyinde PKK terör örgütüne karşı bir operasyon başlatılmış ve çok sayıda terörist etkisiz hale getirilmiştir. Türkiye, artık yeni güvenlik konseptini terörün, tehdidin ülke sınırları içerisine gelmeden daha sınırların ötesinde, kaynağında yok etmeye dönük olarak belirlemiş ve buna uygun olarak ulusal çıkarları ve bölge güvenliği, barışını sağlama doğrultusunda adımlarını atmaya başlamıştır.

Bu bağlamda Türkiye, Suriye ve Irak kaynaklı terör örgütlerini kendi varlığına bir tehdit şeklinde algılayarak terörle mücadelesini sürdürmektedir. PKK’nın kuruluşundan beri ortaya attığı iddia olan “dört parçalı Kürdistan” olarak belirlenen ‘Büyük Kürt Devleti’ sınırları içerisinde Türkiye’nin güneydoğu sınırlarının bulunması, bu terör örgütünün Kürt kimliği altında kendini lanse etmesi, Türkiye’nin bu sorunu beka meselesi olarak görmesine neden olan faktörlerdendir. Türkiye içerisinde uzun yıllardan beri yaşayan Kürt vatandaşların varlığı ve örgütlerin Kürtler üzerinden kendilerine alan açmaya çalışması, DEAŞ gibi radikal terör örgütlerinin canlı bomba saldırılarında bulunması Türkiye’nin yeni bir güvenlik konsepti oluşturmasına neden olmuştur. Türkiye, uygulamalarında da görüldüğü üzere artık terörün ülke sınırlarına daha gelmeden yerinde yok edilmesi yönünde geliştirdiği “önleyici müdahale” konsepti kapsamında sahada aktif bir şekilde kendi askeri güç unsurlarını da kullanarak terör örgütleriyle mücadelesini sürdürmektedir. Dolayısıyla Türkiye, artık yeni bir mücadele tarzıyla terörle mücadelesini sürdürmekte, kendisine yönelik tehdit unsuru oluşturan tüm faaliyetleri yerinde bertaraf etmek üzere gerekli müdahalesini yapmaktadır. Aksi takdirde sınırlardan gelebilecek terör dalgasıyla birlikte ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıya kalma tehlikesi taşımaktadır. Bu anlamda Türkiye, terör örgütleriyle aktif olarak bizatihi sahada mücadelesini sürdürerek hem bölgesel güvenlik hem de dünya güvenliğine yönelik olarak tehditleri yok ederek Ortadoğu’da kurulması planlanan bir terör devleti tehdidini ortadan kaldıracaktır.

Mustafa Kaan SAYGILI
o-Staj 2018 ORTAM Koordinatörü

Kaynakça:

Avustralya ve Kanada Kuzey Kore Gemilerini Denetlemek İçin Uçak Gönderiyor!

Avustralya Başbakanı Malcolm Turnbull, çarşamba günü yaptığı açıklamada, Birleşmiş Milletlerin Kuzey Kore üzerinde uyguladığı yaptırımlara aykırı olan malların ticarete dökülmesinden şüpheleniyor. Bu sebeple, Kuzey Kore gemilerini izlemek maksadıyla bir askeri devriye uçağı göndereceğini, söyledi. Kanada ise bu durum için Japonya’nın güney bölgesinde kalan Okinawa Adası’nda ki ABD üstünden ve Japon hükümetinden uçakları gözlemlemesini ve bu gibi aktiviteler için devriye uçakları dağıtacağını bildirdi. Anonslar, Güney ve Kuzey Kore liderlerinin Kore yarımadasından nükleerlerini çekeceği açıklamasından bir gün sonra geldi.

Aynı zamanda, Amerika Başkanı Donald Trump ve Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’un yapacağı tanışma görüşmesinde, Kuzey Kore’nin nükleer gücünü kontrol altına alması için baskı yapmaya da devam edecek. ABD’nin güçlü bir müttefiği olan Avustralya, Kuzey Kore’ye nükleer gücün azaltılması hakkında ABD’nin yanında duracağını da açıkladı. Turnbull:” Kuzey Kore için uygulanan yaptırımları izlemek sebebiyle bölgede çalışacak bir P-8A gözetim uçağımız var ve bu, ortaklarımızla uyguladığımız işbirliğinin bir parçasıdır.” dedi.

Avustralya ve Kanada’nın bu hareketi, bir ay önce İngiliz savaş gemisinin nükleer ve füze programları üzerine BM’nin Kuzey Kore’ye uyguladığı yaptırım politikasının Japonya’ya gelmesinden sonra başladı. Japonya Hükümeti ise, Avustralya, Kanada ve İngiltere’nin bu hareketinin hoş karşılıyor.

Hacer Aslıhan Işıkoğlu

o-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynakça:

Hacer Aslıhan Işıkoğlu

o-Staj 2018 APAM Stajyeri

 

Myanmar’da Kaçin Eyaletindeki Çatışmalar Şiddetleniyor

Myanmar’ da yaşanan etnik temizlik, tepkilere rağmen hala daha devam etmektedir. Myanmar’ın kuzeyindeki Kaçin eyaletinde ordu güçleriyle etnik isyancı gruplar arasındaki çatışmalar günden güne artıyor. Birleşmiş Milletlerin raporuna göre,Kaçin eyaletinde ocak ayından bu yana en az 10 bin kişi yerinden edildi. Hükümet, Kaçin’e yaptığı saldırlar ile bölge halkının yaşamını zorlaştırmayı hedeflediği açıkça görülmektedir. Bu saldırlar ile Arakanlı Müslümanlara yapılan şiddet gibi bu bölge halkını da bölgeden temizlemek istenmektedir. Yerel yetkililerin yaptığı açıklamada da, Arakan’daki gibi Kaçin ve Şan eyaletlerinde evlerini terk etmek zorunda kalan yaklaşık 120 bin kişiye yardım ulaştırılmasına engel olduğuna işaret etti. BM raporunda da Kaçin de yaşananları Arakanda yaşananlar ile benzerlik göstermesine dikkat çekmiştir.

BM İnsan Hakları Myanmar Özel Raportörü Yanghee Lee’nin de paylaştığı gibi, Myanmar hükümeti Kaçin ve Kayin eyaletlerine saldırılar düzenleyerek Arakanda klan az sayıda Müslümanın da bölgeden uzaklaşmasını sağlamak için açlık politikası yürüttüğünü bu saldırılar göstermektedir. Bölgeye yapılan saldırılar, Arakan örneğindeki gibi şiddet zorla çalıştırılma, yağmalama, kaçırma gibi olayları ortaya çıkarmaktadır. BM raporuna göre, yalnızca 25 Ağustos 2017’den sonra Arakan’dan kaçmak zorunda kalıp Bangladeş’e sığınanların sayısı 700 bini aştı ve BM’nin de değerlendirdiği gibi bölgede ki yaşananlar bir etnik temizlik yani soykırım olarak sayılmaktadır.

Merve AFACAN

o-Staj 2018 APAM Stajyeri

 

 

Kaynak:

 

 

 

 

Kuzey Kore ile Güney Kore Arasında Tarihi Zirve

Kuzey Kore lideri Kim ve Güney Kore lideri Moon sınırda bir araya geldi ve yarımada için ‘kalıcı barış’ vaat ettiler. Kuzey ve Güney Kore’nin liderleri, yarımadanın sürekliliğini sağlamak ve yıllarca süren düşmanlıklara son vermek için “kalıcı barış”  getirecek bir dönüm noktası zirvesinden sonra söz verdiler.

Kore Savaşı’ndan bu yana bölünmüş halde olan yarımadanın liderleri Kim Jong-un ve Moon Jae-in ilk kez ateşkes köyü Panmunjom’un Güney Kore’ye ait kısmında bulunan Barış Evi’nde yerel saatle 09.30’da bir araya geldi. Kuzey ve Güney Kore liderleri, Kore yarımadasının “tamamının nükleer silahlardan arındırılmasını” için çalışmayı kabul ettiklerini belirten ortak bir açıklama yaptılar. On yıldan uzun süredir, ilk kez yapılan zirvede iki taraf, yarımadada kalıcı barış oluşturmak için anlaşmaya varmaya çalışacaklarını açıkladılar.Açıklamada, askeri silahların azaltılması, düşmanca eylemlere son verilmesi, silahlandırılmış sınırın bir barış bölgesine dönüştürülmesi ve ABD gibi diğer ülkelerle çok taraflı görüşmeler sürdürme vaatleri de yer aldı.

Açıklamada, Kore yarımadasında daha fazla savaş olmayacağı ve Kuzey ve Güney Kore’nin savaş tehlikelerini gerçekten ortadan kaldırmak için ortak çaba sarf edecekleri belirtildi. Çin daha sonra her iki liderin politik kararlılığını ve cesaretini övdü ve momentumun korunabileceğini umduğunu söyledi.ABD Başkanı Donald Trump da haberi memnuniyetle karşılayarak “iyi şeylerin gerçekleştiğini” söyledi.Bay Kim önümüzdeki haftalarda Bay Trump ile görüşecek. Washington’da konuşan Bay Trump, toplantının söz konusu iki ülkeden birinde gerçekleşeceğini ve Kuzey Kore lideri tarafından “oynatılamayacağını” söyledi.”Bir çözüm bulacağız ve eğer yapmazsak odadan çıkacağız” dedi.

Çağatay KILIÇ

O-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynakça:

 

 

 

Filipinler ve Kuveyt Arasında İşçi Krizi

Kuveyt yönetimi, Filipinler Dışişleri Bakanlığının, Kuveyt’teki Filipinlilerin sorunlarıyla ilgili taleplerinin bazılarını yerine getirmeye başladığını duyurdu.

Kuveyt Dışişleri Bakan Yardımcısı Halid el-Carallah, düzenlediği basın toplantısında, Filipinler Dışişleri Bakanlığının iki gün önce Kuveyt’in Manila Büyükelçisi Salih ez-Zuveyh’e verdiği ve başta kadın hizmetçiler olmak üzere Filipin vatandaşlarının sorunlarıyla alakalı notada yer alan taleplere ilişkin bilgi verdi. Carallah, notada yer alan taleplerden bir kısmını yerine getirmeye başladıklarını, diğer talepler ile Filipinli kadın hizmetçilerin kaçırılmasına karıştıkları gerekçesiyle alıkonulan 800 kişinin ülkelerine gönderilmesi konusunda da iş birliğine hazır olduklarını belirtti.

Filipinler’in talepleri arasında, Kuveyt makamlarıyla Filipinler Büyükelçiliği arasında 24 saat hizmet verecek bir danışma hattı kurulması, işverenlerle ersorun yaşayan işçiler için barınma merkezlerinin inşa edilmesi, Filipinlilerin açacağı davalarda adaletin tahakkuk etmesi ve alıkonulanlara insani muamelede bulunulması yer alıyor.

Bazı Kuveytlilerin evlerinde çalışan Filipinli hizmetçilerin kaybolmasıyla başlayan sorun, sosyal medyada evlerden Filipinli hizmetçi kadınların Filipinler Büyükelçiliğine ait diplomatik araçlar tarafından kaçırıldığına dair görüntülerin yayımlanması üzerine diplomatik kriz haline dönüşmüştü. Kuveyt Dışişleri Bakanlığı geçen çarşamba günü Filipinler’in Kuveyt Büyükelçisi Renato Pedro Ovila’yı “istenmeyen adam” ilan etmiş ve en geç bir hafta içinde ülkeyi terk etmesi istenmişti.

250.000’den fazla Filipinli işçinin bulunduğu bir ülkede büyükelçinin olmaması, Filipinler ile Kuveyt arasında imzalanan mutabakat zaptının imzalanıp imzalanmayacağına dair belirsizliğe işaret ediyor.

İpek ŞAHİN

o-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynak:
Patricia Lourdes Viray,(28.04.2018), Philippines-Kuwait ties: How bad is the diplomatic crisis?, <https://www.philstar.com/headlines/2018/04/28/1810008/philippines-kuwait-ties-how-bad-diplomatic-crisis,> erişim: 28.04.2018
Anonim, (27.04.2018), Kuveyt ile Filipinler arasında işçi krizi, <http://www.turkiyegazetesi.com.tr/dunya/557800.aspx> erişim: 28.04.2018

Gelecek: Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC), Pakistan Halkına Fayda Sağlamaya Başladı.

Çin ile Pakistan arasında gerçekleştirilen Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) Pakistan’ın alt yapı ve ekonomik koşullarını iyileştiren bir proje oldu. Pakistanlı bir Gazeteci Shaukat Paracha’nın görüşüne göre; bu koridorun tamamlanmasının ardından bölgedeki insanlar için büyük bir yarar sağlayacağını ve bölgede kalkınma ve refahın artacağını söyledi.

Paracha, geçtiğimiz yıl ülkeye temiz ve ucuz elektrik üretmeye başlayan ilk yer olan Qasim Enerji Santral Limanı’na yaptığı ziyarette Xinhua’ya yaptığı açıklamada, bu projenin CPEC kapsamında gerçekleştirilen en büyük ikinci enerji yatırımı olduğunu belirtti.

Bu enerji santralinin yılda yaklaşık 4 milyon aileye enerji sağlayabildiği tahmin ediliyor. Bu yüzden, Pakistan’ın enerji yatırımları için hayatî bir önem arz etmektedir.

Pakistan’ın Associated Press gazetesinde muhabirlik yapan Ziaul Amin, uzun bir süredir CPEC’i eleştirmekte ve karşıt raporlar düzenlemekteydi, fakat Amin, daha önce hiç Gwadar projesini yerinde görmemiş ve incelememişti. Pakistan’daki Çin Büyükelçiliği ve Pakistan Planlama ve Geliştirme Bakanlığı tarafından yakın bir tarihte düzenlenen ve Amin’in de katıldığı Gwadar ziyaretinden sonra, Amin’in fikirleri değişti ve bu projenin yerel halka büyük bir umut sağladığını ve onların yararına olduğu kanaatine vardı.

Amin ayrıca, bu projenin Pakistan’da 800 bin kişilik bir iş istihdamı yaratacağını ve ülkedeki işsizlik oranını bir hayli düşüreceğini de sözlerine ekledi.

Gwadar Limanı’nın işletme hakkına sahip olan, China Overseas Ports Holding Co.’ya göre; Gwadar’da çoktan otel, banka, lojistik ve balık işleme gibi farklı işletmelere ait kurulan 30 şirket, tam 790,5 milyon ABD doları üretim ve yatırım beklentisi oluşturdu.

Pakistan Başbakanı Shahid Khaqan Abbasi 2018 Ocak ayında, Pakistan ekonomisi ve ticaretinin geliştirilmesi için CPEC kapsamında bölgesel ve küresel ortaklarla iş birliği yapılması gerektiğini belirtti.

Bir zamanlar küçük, sakin bir balıkçı kasabı olan Gwadar’da okul, hastane, otel, banka gibi kurumların kurulmasının hayal olduğunu ancak CPEC projesi ile beraber bu rüyanın gerçeğe döndüğü görülmekte. Bu projenin gerçekleştirilebilmesi ve Pakistan halkının refahının sağlanabilmesi adına kolektif bir çaba gerekmektedir. Bu projeden rahatsız olan Hindistan’ın dış politikalarda nasıl bir adım atacağı ise ayrı bir merak konusu.

Enver Alper DEMİRCİ
o-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynakça: