Home Blog Page 114

Ekvador’da Devlet Yetkilileri Mega Petrol Tankerlerini Reddetti

Petroecuador yetkilileri, 40.000 ton akaryakıt kapasitesine sahip olan Salado’ya mega gemileri getirerek işlemleri daha verimli hale getirmeyi amaçlıyor. Ancak büyük rezervler için bu durum büyük bir risk oluşturuyor. Petroecuador, 2017 yılında büyük gemilerin girişini reddeden Çevre Bakanlığı’na tekrar talepte bulundu.

Geçtiğimiz günlerde Guayaquil Belediyesi, bu gemilerin bölgeye girişine tepkisini ortaya koydu. Belediye, petrol şirketinin isteklerine itiraz ederek, bölgedeki tüm doğal zenginliklerin risk altında olduğunu ve olası bir yakıt dökülme durumunda tüm hayvan türleri adına felakete yol açabileceğini belirtti.

Ekvador yasalarına göre, ülkenin herhangi bir bölgesinden geçişin yasaklanması söz konusu değil. Buna ek olarak, bu büyük gemilerden dakikada 5.600 galonluk yakıtın hızla boşaltılması, Cerritos de Los Morrenos ve Punta de Piedra olarak bilinen bölge için de bir risk oluşturmakta.

Petroecuador’un eski yöneticisi ve analist olan Edmundo Brown yaptığı açıklamada, artan petrol fiyatlarına istinaden artışa katkıda bulunan birçok etken olduğunu ve bu etkenlerden birinin de politik istikrarsızlık olduğunu belirtti. Brown, Ekvador’un petrol üretim altyapısına yaptığı yatırımlardan daha çok yararlanabilmesi için öncelikle üretimin artması gerektiğini de ekledi.

Analistlere göre, petrol üretiminin artırılması gerekliyken, olası çevre sorunları ve oluşabilecek felaketlere karşı devlet yetkilileri mega petrol tankerlerinin bölgeden geçişini reddetti.

 

Merve ÜN

o-Staj 2018 LATAM Stajyeri

KAYNAKÇA:

 

 

Donald Trump’ tan İran’ a Tehditkar Sözler

ABD Başkanı Donald Trump, 2015 yılında altı ülke ile İran arasında imzalanan nükleer anlaşmadan, ülkesinin çekildiğini dün ( 8 Mayıs 2018) açıklamış, “Öyleyse bugün ABD’nin İran’la nükleer anlaşmadan ayrılacağını ilan ediyorum. Tahran’a en üst düzey ekonomik yaptırımları yeniden getireceğiz.” ifadelerini kullanmıştı.

 

Öte yandan Trump, nükleer anlaşmadan çıktığı İran konusunda da açıklamalarda bulunarak, Tahran yönetimine uyarılarda bulundu.

İran’ın nükleer programına yeniden başlayabileceğine ilişkin açıklamaları da değerlendiren Trump, “İran’a bunu yapmamasını öneririm. Eğer yaparlarsa bunun ağır sonuçları olur.” diye konuştu. ABD Başkanı Trump, Beyaz Saray’da dün yaptığı açıklamada, ülkesinin İran’la varılan nükleer anlaşmadan ayrılacağını ve 2015 yılında askıya alınan İran’a yönelik ekonomik yaptırımların en güçlü şekilde yeniden hayata geçirileceğini bildirmişti.

Söz konusu anlaşma, Obama döneminde İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) daimi üyeleri: ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile Almanya arasında 14 Temmuz 2015’te imzalanmıştı. Anlaşmaya imza koyan diğer ülkeler ise, eksiklerin giderilerek anlaşmanın korunması gerektiğini savunuyor.

ABD, zaten çok kötü durumdaki ilişkileri, kısıtlama koyarak ve karşı tarafa gözdağı vererek sorunu tırmandırıyor. ABD, imzaladığı anlaşmayı iptal etmesi yine ve yine Trump’ ın ulusal ve uluslararası arenada itibarının düştüğü ve düşeceği bir gerçek.

İran öyle görülüyor ki, ABD’ ye karşı dikkatli olsa da Trump’ ı hala bir ‘tüccar’ olarak görüp, küçümsüyor.

Ahmet M.İZMİR

O-Staj 2018 ORTAM Stajyeri

Kaynak:

 

 

 

 

 

Beyaz Saray’dan İran’a ‘Ortadoğu’yu İstikrarsızlaştırma’ Suçlaması!

Beyaz Saray, İran Devrim Muhafızları’nın “Füze saldırılarıyla İsrail vatandaşlarını hedef aldığı” ve “İran’ın Yemen’deki uzantılarının Suudi Arabistan’a füze attığı” iddiasıyla Tahran yönetimini sert şekilde eleştirdi.

Beyaz Saray Sözcüsü Sarah Sanders, konuyla ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamasında, “İran Devrim Muhafızları, kaynaklarını Ortadoğu genelindeki istikrarsızlaştırıcı etkisini artırmaya akıtıyor.” ifadesini kullanan Sanders, Devrim Muhafızları’nı ‘İsrail vatandaşlarını hedef alan roketler fırlatmakla’ suçladı. Açıklamada Sanders, Yemen’deki uzantıları eliyle Suudi Arabistan’ın Başkenti Riyad’a füze fırlattığı iddiasıyla da İran’a tepki gösterdi.

Öte yandan, İran’ın Suriye’deki askeri kaynaklarından, İsrail işgali altındaki Golan Tepelerinde ki askeri üslere atılan roketlere atıf yapan Beyaz Saray’ın, söz konusu saldırıyı “Roketler İsrail vatandaşlarını hedef alıyordu.” şeklinde dile getirmesi ise dikkat çekti. İran Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı Kudüs Gücü’nün geçen çarşamba Suriye’den İsrail işgali altında bulunan Golan Tepelerindeki üslere doğru 20 kadar roket fırlattığını ileri süren İsrail, bu saldırıya karşılık olarak Suriye’de İran güçlerinin konuşlu olduğu birçok noktayı savaş uçaklarıyla vurmuştu.

Trump’ın geldiği ilk günden beri, İran aleyhine politikalar yürüttüğü bilinmekle birlikte Irak işgali öncesinde izlenilen aynı yol izlenmektedir. Bu doğrultuda, İran’ın bölgede saldırgan ve kıyımcı bir politika güttüğü vurgulanarak müdahaleye dünyada zemin oluşturulmaya çalışılmaktadır. Unutulmamalıdır ki İran, bölgede uzun menzilli füzelere sahip olmasından dolayı İsrail’in karşısında durabilecek tek güçtür.

Kerem AYSU

o-Staj 2018 ORTAM Stajyeri

Kaynakça:

Lavrov’dan ABD’ye Kudüs Tepkisi

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Filistin-İsrail meselesinin çıkmazda olduğunu belirterek, ABD’nin Kudüs kararı ile bu çıkmazın daha da derinleştiğini söyleyen bir konuşma yaptı.

Sergey Lavrov, Birleşmiş Milletler Ortadoğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Nikolay Mladenov ile yaptığı görüşmede, Filistin sorununa değindi. Filistin-İsrail meselesindeki durumdan çok endişeli olduklarını vurgulayan Lavrov, “Durum çıkmazda dedi. Hem bu çıkmaz durum özellikle ABD’nin bilinen Kudüs kararı ışığında daha da derinleşiyor.” dedi.

İnsanların kurban gittiği, her an patlamaya hazır potansiyel durumdan bütün ülkelerin derin kaygı duyduğunu kaydeden Lavrov, buna paralel olarak Filistin sorununu arkaya atmak için Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’nın tüm jeopolitik harita düzenini değiştirmek için girişimlerde bulunulduğunu ifade etti. Bu girişimin çok tehlikeli bir yol olduğunu dile getiren Lavrov, Suriye, Yemen, Irak ve Libya’da ki krizlerin çözülmesine yönelik ek çaba gerekirken, Filistin konusunu erteleme hakkına kimsenin sahip olmadığını söyledi.

Filistinliler Trump’un duyurusunu, Doğu Kudüs’ün gelecekteki bağımsız Filistin devletinin başkenti olması umutları ve taleplerine son verecek bir adım olarak görmektedir. ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması çoğu Batı Avrupa ülkesinde kaygı yaratmış,yaratmaktadır.

Rojin TURAN

o-Staj 2018 ORTAM Stajyeri

Kaynakça:

 

Lübnan’da Hizbullah’ın Seçim Zaferi

Lübnan’da 9 yıl sonra ilk kez yapılan genel seçimler sonrasında, İran destekli Şii blok Hizbullah büyük bir zafer elde etti.

Seçimlerin gayri resmi sonuçlarına göre Hizbullah,  koltukların yarısından fazlasını kazanırken Başbakan Saad el Hariri’nin partisi Müstakbel Hareketi büyük oy kaybına uğradı. Hariri, partisinin 128 sandalyeli Meclis’teki her 3 koltuğundan birini kaybettiğini açıkladı.

Hizbullah lideri Nasrallah ise, televizyonda yaptığı konuşmada seçimin gayri resmi sonucunu, “İsrail karşıtı direnişin siyasi ve ahlaki zaferi” olarak niteledi.

Mevcut Başbakan Saad Hariri parlamentodaki koltuklarını kaybetmesine karşın, en büyük Sünni grubun lideri olarak hükümeti kurmak için önde gelen aday olmayı sürdürüyor. Lübnan’daki mezhepsel güç paylaşımı sistemine göre, Başbakan’ın Sünni olma zorunluluğu bulunuyor.

Seçimlere katılım oranı ise, yüzde 49.2’de kaldı. 2009’da yapılan bir önceki seçimlerde katılım oranı yüzde 54’de kalmıştı. 2009’un ardından, 2013 yılında yapılması gereken seçimler partilerin seçim yasasında anlaşamaması nedeniyle yapılamamıştı.

Hizbullah’ın elde ettiği bu başarı, İsrail ve ABD tarafından terör örgütü olarak nitelendirilen Hizbullah’ın özellikle, Batı karşıtı mücadeleyi devam ettireceğine ve Suriye meselesi gibi kritik konularda rejim yanlısı tutumunu sürdüreceğine işaret etmektedir.

Aybala LALE

o-Staj 2018 ORTAM Stajyeri

Kaynakça:

Vatikan’dan Medine’de Kilise İnşası Haberlerine Yalanlama

Vatikan Basın Ofisi Müdürü Greg Burke, Vatikan’ın, Medine’de kilise inşa etmek için Suudi Arabistan ile anlaştığı iddialarını yalanladı.

Vatikan Basın Ofisi Müdürü Greg Burke, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Vatikan’ın, Suudi Arabistan’ın Medine kentinde kilise inşa edeceği” haberleriyle ilgili, “Vatikan, Suudi Arabistan’la ülkede kilise inşasına ilişkin anlaşma yapıldığı iddialarını yalanlamaktadır.” ifadelerini kullandı.

Basında çıkan haberlerde, Vatikan ile Suudi Arabistan’ın kilise inşası konusunda anlaştığı ve kilisenin Medine’de Vatikan tarafından yaptırılacağı öne sürülmüştü.

Anlaşmanın, Vatikan’da dinler arası diyalog dairesinden Fransız Kardinal Jean-Louis Tauran’ın geçen Nisan ayında Suudi Arabistan Krallığı’na yaptığı ziyareti sırasında imzalandığı kaydedilmiş, Tauran, Suudi Arabistan ile daha çok diyaloğa yönelik bir deklarasyon imzalandığını doğrulamasına rağmen Suudi Arabistan’da kilise inşası konusunda bir açıklamada bulunmamıştı. Tauran’ın Suudi Arabistan ziyaretinde yüksek seviyeli yöneticiler ve Suudi Kral Selman bin Abdülaziz ile de görüştüğü kaydedilmişti.

Tauran, Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretinin ardından Vatikan Radyosunda yaptığı konuşmada, “Ziyaretim sırasında, okullarda Müslüman ve gayri Müslümanların iyi görüştüklerini, onların ikinci sınıf vatandaş kabul edilmediklerine vurgu yaptım” ifadelerine yer verilmişti.

Bahsi geçen iki ülke arasında söz konusu anlaşmanın yapılıp yapılmadığı henüz net bir şekilde teyit edilmemekle birlikte bu haber Suudi Arabistan’ı veyahut İslamiyet’i karalama girişimi olarak görülebilir. Böyle bir anlaşmanın yapılmış veya yapılacak olması İslam dünyası açısından yoğun tepkilere sebep olabilir.

Suna KAYA

o-Staj 2018 ORTAM Stajyeri

Kaynakça:

Yemen’e Yardım Çağrısı ve Derinleşen İnsani Kriz

Yemen, Arap Yarımadası’nın en fakir ülkesidir. Yemen’in stratejik konumu, doğal kaynakların yetersizliği ve ekonomik bozulmalarının yanı sıra ülkede halihazırda devam eden istikrarsızlık, insani krizi daha da derinleştirmektedir. Krizin derinleşmesinde rol oynayan doğrudan en büyük faktör ise ülkede bulunan örgütlerken, dolayı olarak da Suudi Arabistan ve İran arasında baş gösteren mücadele, çatışmayı tetikleyen en önemli faktördür. İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’tan Peter Salisbury, Yemen’i ele aldığı bir makalede “Bölgesel etkisini artırmak için birbiriyle rekabet eden İran ile Suudi Arabistan’ın bu yarışı, iki ülkenin çatışan karşıt grupları desteklemesine yol açıyor. Buna Yemen’deki durum da dahil” yorumunu yapıyor. Bunu vekalet savaşları kavramıyla tanımlayabiliriz. İran’ın desteklediği Şii Husi örgütü faal rol oynamakta ve ülke siyasetini doğrudan şekillendirmektedir.

Yıllardır süren çatışma ve istikrarsızlık ortamında, halkın fakirliği daha da artmaktadır. Çocuk işçiler her geçen gün çoğalmakta ve evi geçindirecek para için çocuklar ağır işler çalışmaktadır. Temiz su bulmakta sıkıntı çekilmesi ise zaten bilinen bir gerçektir. Su konusunda çekilen sıkıntı, istikrarsız ortamda daha da artmaktadır. Toplumun fakirliği ve temel ihtiyaçlara duyulan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır.

Uluslararası toplum harekete geçerken, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Nisan ayı içerisinde geçtiğimiz günlerde Yemen için acil yardım çağrısında bulundu. BM’nin Cenevre ofisinde düzenlenen yardım konferansında konuşan Guterres : “Yemen’de her 10 dakikada 5 yaş altı bir çocuk önlenebilir nedenlerden dolayı ölüyor.” derken, milyonlarca kişinin feci şekilde bir sonraki yemeğinin nereden geleceğini bilmeden yaşadığını dile getirdi. Milyonlarca kişinin Yemen’de temiz suya ulaşamadığını belirten BM Genel Sekreteri, geçen yıl 1 milyon kişinin kolera ve ishal gibi hastalıklardan zarar gördüğünü söyledi. Guterres, “Yemen’deki bugünkü durum felakettir. Ancak uluslararası destekle bu ülkeyi uzun vadeli bir trajediden kurtarabiliriz” diye konuştu. Guterres, Yemen için düzenlenen uluslararası yardım konferansına katılan ülkelerin 2 milyar dolardan fazla yardımda bulunma sözü verdiklerini açıklarken, Yemen’deki 13 milyon insanın acil yardıma ihtiyacı olduğunu belirterek bağışçılardan 2,5 milyar Euro yardım talebinde bulundu. Birleşmiş Milletler’in yardım çağrısı, Suudi savaş uçaklarının Yemen’in Hudeyde kentinde düzenlediği ve aralarında çocukların da olduğu sivil ölümlerinin yaşanmasından bir gün sonrasına denk geldi.

Arap Baharı sırasında Yemen’deki aktörlerin başarısız olması, karşı devrimin gerçekleşmesine yol açarken başarısız bir devlet modeli ortaya çıkarmıştır. “Failed state” dediğimiz uluslararası ilişkiler kavramı, iç savaşlar, bulaşıcı hastalıklar, afetler gibi nedenlerle hukuk ve sosyal düzeni tamamen çöken devletleri işaret etmektedir. Yemen de iç savaşlarla kavrulurken, bütün sosyal ve hukuk düzeni çökmüştür. Husi karşıtı yazılar yazanlar hapishanelere atılmakta ve işkencelere maruz bırakılmaktadır. Birçok insan hapishanelerde yapılan işkenceler sonucu ölmektedir. Bu durum, sosyal düzeni de etkilemektedir. Parçalanmış aile yapıları günden güne artmaktadır. Yemen başarısız devlet olma yolunda ilerlemektedir.

BM ‘nin yardım çağrısı ne yazık ki bir çözüm değildir. Sorun derinde yatmaktadır. Bu yardımlar halka bir nebze olsun temel ihtiyaçlarını karşılama konusunda yardımcı olabilir fakat esas olarak istikrarsız devlet yapısının giderilmesi gerekmektedir.

Ülkenin meşru ordusu Suudi Arabistan’ın desteği ile Husi kuvvetleriyle çatışmaktadır. Yemen’de yönetimi ele geçirmek isteyen Husiler, 2014’ten bu yana başkent San’a başta olmak üzere bazı bölgeleri kontrolünde tutuyor. Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon da Mart 2015’ten bu yana meşru yönetime bağlı güçlere destek veriyor. Çatışma ve tarafların nedeni mezhepsel çatışma gibi gözükse de aslen bu durumun öyle olmadığı kanaatine varmaktayız. Suudi Arabistan Sünni kimliğiyle bölgede varlığını sürdürürken, İran ise Şii kimliğini kullanmakta ve Şii milisleri desteklemektedir. Fakat asıl rekabet kaynağının mezhepsel sebeplere dayanmadığını görmekteyiz. Örneğin, İran’ın Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Karabağ sorununda Ermenistan’ı desteklediğini biliyoruz. İran’ın Ermenistan ile iyi ilişkiler kurması ve aynı mezhepten olduğu Azerbaycan’a sırt çevirmesi konunun daha farklı nedenlere dayandığını göstermektedir. Aynı şekilde Suudi Arabistan’a bakacak olursak, ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiki konumundaki ülkenin, İsrail ile de iyi ilişkiler yürüttüğünü görmekteyiz. Bu yılın şubat ayında İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerinde tarihi bir dönüm noktası yaşanmış ve Suudi Arabistan hava sahasını İsrail’e açmıştır. Riyad yönetiminin, Delhi’den Tel Aviv’e gidecek Air India hava yollarına ait uçaklara hava sahasını açması, ekonomik ve diplomatik bir başarı olarak İsrail medyası tarafından dile getirilmiştir.

Nobel barış ödüllü Yemenli aktivist Karman’ın Anadolu Ajansı’na verdiği röportaj bu düşünceyi destekler niteliktedir. Yemen’deki savaşın, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İran’ın politik ajandalarını uygulamaları nedeniyle halen devam ettiğini savunan Karman, şöyle konuştu:

“Bugün Yemen’de tam bir işgal hadisesi yaşanıyor. Bu işgal olayının nedeni ise BAE’nin ülkede oynadığı rol. BAE, Yemen’de askeri milisler oluşturarak bu savaşı sürdürüyor. Yemen, İran ile Suudi Arabistan’ın güç yarışı yaptığı bir sahaya dönüştü. İran ve Suudi Arabistan’ın Yemen’de ortak noktaları var. İkisi de Yemen’de tahakküm etmek istiyor. Kendi diktatoryal anlayışlarının devam etmesini istiyorlar. Diğer önemli bir neden ise iki taraf da Yemen’in bağımsızlığını istemiyor. İkisi de Yemen halkının kendi iradelerini ellerine almalarını istemiyor.” Karman, Ortadoğu’da hakimiyet kurmak isteyen güçlerin Yemen’in bağımsızlığını istemediklerini özellikle vurgulamıştır.

Uluslararası toplum yardım çağrılarının ardından ülkede istikrarın sağlanması adına çalışmalar da yapmaktadır. 17 Nisan’da  Birleşmiş Milletler (BM) Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths, Yemen’de iki ay içinde barış görüşmelerini başlatmayı planladığını söyledi. Martin Griffiths BM’yi 4.yılına giren Yemen’deki iç savaş hakkında bilgilendirirken, çatışan iki tarafın da barış görüşmelerine istekli olduğunu söyledi.  Griffiths, ”Planım müzakereleri iki ay içinde başlatmak için konseye taslak sunmak.” dedi. Aktarılan bilgiye göre 8 milyon nüfusa sahip Yemen’de savaş nedeniyle 9 bin 245 kişi hayatını kaybetti. Ülkedeki ölümlerin yüzde 50’si bulaşıcı hastalıklar ve yetersiz beslenmeden kaynaklanıyor. Savaş bölgelerindekiler, diğer bölgelerde yaşayanlardan çok daha kötü besleniyor. Yetersiz beslenme, bulaşıcı hastalıklar ile birleşince salgın hastalık riski artıyor ve hastalıklara karşı direnç azalıyor.

Genel itibariyle Yemen’de bu çatışma ortamının sona ermesi Suudi Arabistan, İran ve BAE’nin bir masada anlaşabilmesine bağlıdır. Haberlere yansıyan bilgilere göre BAE’nın Yemen’de kullanılmak üzere 8 bin Uruguaylı paralı asker aldığını bilmekteyiz. Böylesi bir ortamda- düşük bir ihtimal de olsa- tüm iç ve dış güçler barış konusunda anlaşabilseler bile, yıllardır süren çatışmanın olumsuz etkilerinin sarılıp, halkın toparlanabilmesi çok zor olacaktır.

Birsen AKYÜZ
TUİÇ Arm Asistanı

Kaynakça:

Bir Eril İktidar Paylaşımı: Suudi Arabistan’ın Sosyal Reformu

Suudi Arabistan şüphesiz ki Ortadoğu’yu 2017 yılında en şaşırtan ülke oldu. Muhafazakar bir krallık olarak tanımlanabilecek Suudi Kralık; dönemin Suudi veliaht Prens Muhammed Bin Salman’ın 26 Nisan’da kamuoyuna sunduğu “2030 vizyonu” reform tohumlarıyla birlikte siyasi atağı haricinde yaptığı ve yapmayı planladığı sosyal reformlarla adından söz ettireceğe benziyor.  Her ne kadar sert ve aşırı İslamcı olarak tanımlansa da muhafazakar krallıkta halkın sosyal reformu isyanına yavaştan da olsa tepki vermeye başlıyor.

Peki nedir bu 2030 vizyonu? Suudi Arabistan ekonomisini fiyatlara bağımlı olmaktan kurtarmak adına ekonomik, siyasi ve sosyal ayakları olan kapsamlı bir yol haritası aslında. Anadolu Ajans’tan Merki Avras’ın analizine göre 2030 vizyonu:

“Madencilikten turizme ve askeri sanayiye uzanan geniş bir alanda ekonomik çeşitliliğin sağlanması, canlı bir özel sektörün oluşturulması, vergilerin artırılması ve kamu yardımlarının azaltılması gibi tasarruf tedbirleri projenin dikkat çeken unsurları. Kadınların iş hayatına katılımının artırılmasını başlıca bir hedef olarak belirleyen Vizyon 2030, Suudi sermayesinin küresel finans sistemi ile iş hayatına entegrasyonunu geliştirmek için ihtiyaç duyulacak nitelikli iş gücünün sağlanması için de eğitim sisteminde kapsamlı reformlar yapılmasını öngörüyor. Yabancı yatırımlar önündeki bürokratik engellerin azaltılması, bu çerçevede Körfez ülkelerinin kronik sorunu kefalet sisteminin yol açtığı tahditlerin aşılması için yabancılara uzun süreli oturum ve mülk edinme izni tanınması, küçük ve ortak ölçekli işletmelere teşvikler verilmesi, yakıt, su ve elektriğe uygulanan sübvansiyonların kademli olarak kaldırılması da Vizyon 2030’un hedefleri arasında.”

Analizde de görülebileceği üzere Suudi Arabistan’da reformların başlangıç sesleri duyulmaya başlanıyor. Özellikle kadınlar ve erkeklerin amiyane tabirle haremlik-selamlık şekilinde yaşadıkları sosyal hayatları bu reform ile birlikte büyük değişikliğe uğrayacağı sinyallerini veriyor. Reformların ileri zamanlarda nereye kadar ulaşacağı ya da neyi kapsayacağı merak konusu.Tabi Suudi Arabistan’ın ses getiren adımları sadece bunlarla bitmiyor.

Evet; iş bu reformlarla da kalmıyor. Teknolojik gelişmelere hızla ayak uyduran ve destekleyen Suudi Arabistan çok şaşırtan bir karara da imza atıyor. Yapay Zeka Harikası Robot Sofia’ya vatandaşlık veriyor. Dünya çapında yasakları konusunda eleştiri yağmuruna tutulan Suudi Arabistan’ın bu hareketi sanki “biz de modern çağa ayak uyduruyoruz” der gibiydi. (Burada modern çağdan kasıt aslında sosyal hayat düzeni olacak.)

Suudi Arabistan deyince aklımıza “yasaklar” geliyor. Tabi en önemli yasak başlığı ise Kadınlara uygulanan sosyal mobbing. Peki, bu sosyal mobbing ne idi? Kadınların kıyafeti, erkeklerle aynı alanda sosyalleşmemesi, araba kullanılmaması gibi saydıkça uzayacak bir liste idi sosyal mobbing. Hukuksal alanda eşitsizlik, aile salonu olmayan kafelerde tek başlarına oturamamaları, babalarından, eşlerinden ya da erkek akrabalarından izin almadan şehir dışına çıkmaları yasak olan Suudi kadınların sosyal alanda kendilerini erkeksiz tanımlamalarına izin dahi verilmiyor. Kadınlar bu baskının içerisinde kendilerine çıkış yolunu ya alışveriş yapmakta ya da sosyal alanda kendilerini rahatlatıcı hareketlerde bulunarak baskıyı unutmaya çalışıyorlar diyebiliriz. Aslında bakarsak, kadınların yaptıkları hoş bir davranış değil ama kendilerini kanıtlayacakları ya da rahat olacakları bir alan yok. Kendileri de başkaldırı olarak bu yöntemi seçmiş; eş olarak değil, sahibi mantığında yaklaşan Suudi erkekleri kamusal alanda kadınların tacizine uğruyor. Independent’ın haberine göre, bugünde kadar ismi verilmeyen alışveriş merkezinde 16 kez kadınların erkeklere taciz ettiği vakalar yaşandı. Alışveriş merkezinin güvenlik kamerasının da erkeklerin iddialarını doğruladığını belirten yetkililer, videoların inceleme için polise verildiğini aktardı. Kadınların yaşadıklarının yanında çok basit bir olay yaşamış gibi görünen Suudi erkekleri aslında vesayet altında tuttukları kadınların başkaldırılarının başlamış olduğunu görebileceğimiz, derin bir anlam taşıyan harekete maruz kalıyorlar.

Neyse ki bu reformlar ile halk aslında kendi istediği ve mutlu olacağı bir sosyal yaşama yavaştan başlamış oldu. Nasıl mı?

Yeni konuşulmaya başlanan Suudi Arabistan reformu aslında kendini 2004 senesinden beri gösteriyor. 2004 yılında Cidde’de düzenlenen bir ekonomik foruma Suudi iş kadınları da katılıyor. Suudi Arabistan müftüsü büyük bir öfke yaşıyor. Öfke sebebi ise kadınların erkekler ile iş konuşmaları hatta ve hatta onlara birebir soru yöneltmeleri ve de en radikal olay ise Suudi kadınların bazı kameralara başörtüsüz yakalanmaları olmuştu. Prens Abdullah’ın reform konusunda kararlılığını değişen dış dünyaya ayak uydurma isteği, ekonomik çeşitliliklere açık olma ve halkı bu uyum içerisinde birlikte çalışan halde görmek istemesi destekliyor. Suudi Arabistan müftüsü de bu reformların gerçekleşmesi, kadınların araba kullanması, siyasette söz sahibi olması ve kamusal alanda erkeklerle eşit bir halde bulunması durumunu ‘şeytanın işleri’ olarak değerlendiriyor. Hatta sadece 2004 yılında değil, 2012 yılında da Londra Olimpiyatları’na sporcu gönderen Suudi Arabistan, reform başlangıçlarını geçmişten de yavaş yavaş gösteriyordu. Bu küçük örnekle aslında kadınların Suudi Arabistan’da her alanda geri planda tutulma isteğini gösteriyor. Reforma karşı duranların en büyük savı ise bu reformların şeriat düzenini bozacağı yönünde. Şeriat düzenine göre kadınların erkekleri yanında dahi söz sahibi olamama hali; Suudi kadınlarını bir anda nasıl söz sahibi ve güçlü bir birey haline getireceği de merak konusu. Devlet erkanı tarafından desteklenen reformlarla birlikte kendine sosyal yaşamda bir alan bulmaya başlayan kadınlar, güçlenmeye devam ediyor. Yakın zamanda araba kullanabilme ve erkeklerle aynı yerde bulunma hakkı gibi reformlarla göze çarpan Suudilerin; çok bahsedilen sosyal yaşam değişikliğinin ayrıntılarına bakalım.

Suudi kadınlar, 25 yıllık mücadelenin ardından Kral Salman Bir Abdülaziz el Suud’un açıkladığı kararname ile haziran 2018’den itibaren ehliyet alabilecekler. Hatta bunun ilk adımı da Cidde’de sadece kadınlara özel hizmet verecek bir oto galeri açılmasıyla başladı. Kadınların bu hakka sahip olmasıyla ilgili çok eleştiri geldi tabi. Bu eleştirenlerden biri de Prens Muhammed bin Salman’dı. Daha hazır değiliz diyerek hem reforma gerek olmadığını hem de gelecekte bir umut olabileceği sinyallerini verdi ama sonuç bu güzel karara çıktı. Hatta bu eleştirilere karşı Suudi Arabistanlı kadın rapçilerden destek geldi. Kadınlar ve erkeklerin birlikte güzel işler yapacaklarını vurgularlarken de yağmurun ilk damlası olduğunu belirterek kadın direnişlerine desteklerini her türlü devam ettireceklerini belli ettiler. Şüphesiz kadınları (sadece kadınları) toplumda Şeriat’a uygun davranıp davranmadığını denetlemek amaçlı Din Polisleri görevlendiren bir devletten bahsederken bu kararı kadınlar adına mutlulukla karşılıyoruz.

Elbette Suudi Arabistan’da kamusal eşitlik haberlerinin şaşırtıcı bir şekilde arkası kesilmiyordu.  Kadınlara alışveriş merkezlerinde kasiyerlik bile yapılmasına izin verilmiyordu. Gerekçe ise akrabası olmayan erkeklerle aynı ortamda bulunmaya eş değer olduğu, mağaza ortamının ev ortamı gibi olduğu için ve de burada da bir erkeğe hele ki akrabası olmayan bir erkeğe satış yapması Şeriat açısından da kabul edilemez görülüyordu. Bu duruma rağmen kadınlara stadyumda erkeklerle aynı ortamda maç izleyebilme izni çıktı.

Başkent Riyad’daki Kral Fahd Stadyumu’nda oynanan maçı kadınlar da izleyebildi. Stadyumda kadınların da maç izleyebileceği duyurulduktan sonra kadınlar stadyumun önünde kuyruk oluşturmaya başladılar ve içeriye kadınlara mahsus olan bölümden giriş yaptılar. Ülkede kadınlar artık kendilerine eşlik eden bir erkek olmaksızın üç büyük şehirde (Riyad, Cidde ve Dammam) stadyumlara girebilecekler. Kadınlar maçları eşleri ve çocuklarıyla ya da stadyumda kendilerine ayrılan bölümde yalnız izleyebilecekler.

Yanında bir akraba erkek olmaksızın taksiye binemeyen, normal restaurant ya da kafede aile salonu olmayan yerlerde oturamayan, oturamadığı gibi tek başlarına fastfood zincirlerinden alışveriş dahi yapamayan Suudi kadınlar, artık yanlarında erkek olmaksızın üç bölgede gezebilecekler. Ülkede olan bu gelişmeler normal hayat standardında bile türü baskı ile engellenen kadınlar legal alanda kısıtlanmasının hafiflemesi anlamına geliyor. Şöyle düşünün; ülkede çok yakışıklı olup kadınların dikkatini çekeceği düşünülen erkekleri sınır dışı eden bir devletten bahsediyoruz. Yaşadığımız hayat standartları içerisinde bu yasakların kalkması hatta böyle yasakların olduğu bilinmesi insanları şaşırtıyor olabilir. Ama Suudi Arabistan’ın kendinde gördüğü eksiklikler ve dış dünyaya yetişememe hali ve bu konuda biz neden gelişmiş değiliz sorularını kendilerine sorması, bölge insanlarını daha umutlu bir hale getirmeye başladıkları kesin. Aslında bir yasak olmadan bile hayatını idame eden kadınların “toplum ne der?” düşüncesi ile kendini kapatıp, kısıtladığı çok durum var. Suudi Arabistan kadınları aslında umut örneği olmalı bizlere. Her şeye rağmen, o baskıya,  ağır cezalara rağmen kadın hakları savunucuları korkusuzca hareket edip, karar alımında etki gösterebiliyorlar. Özellikle araba sürme hakkı için kampanya yürüten kadın hakları savunucularından Manal el-Şerif, kararın açıklanmasının ardından “Suudi Arabistan bir daha asla eskisi gibi olmayacak. Yağmur bir damlayla başlar” demişti. Bu damlalar birikecek ve en önemlisi yağmur olacak ümidi savaşmayı bırakan ve hukuki yönden desteklerini esirgeyen Kadın Direniş Hareketlerine daha sağlıklı ve faydalı hareket etmeleri için örnek olmalı. Özellikle devlet destekli koruma hususunda Kadın Direniş hareketlerinin daha sağlıklı sonuç alabilmeleri için üşengeç değil, fedakar davranmaları gerekiyor. Sonuçta bir damla bir yağmur olabilir. Suudi kadınların yaşadığı legal çıkmazdan kurtuluşları bize de reform hareketi için umutlu bir örnek olabilir. İlerleyen zamanlarda Suudi Arabistan’da vesayet rejiminin hafiflediği, bekar kadınların bölgede ki dijital platformlarda dahil, sosyal yaşamda  gözde kuma etiketinden arındığı, erkeklerin kadınlara karşı korunmaya muhtaç halde yaklaşmamasını görebilecek miyiz? Bilinmiyor. Ama bu küçük umut kırıntıları bir yerlerde kadınların kendilerini en iyi noktaya getirebilmek için çalıştığını gösteriyor. Kadın haklarını konuşurken din sistemleri konu içerisine dahil olduğunda, hakları savunma işi çok ince bir çizgide oluyor maalesef ki. Halen Şeriat içerisinde değerlendirilen insan hayatlarını kurtarmaya ya da farklı boyutlardan bakmaya çalışılırken din eleştirisi olarak algılanabiliyor. Amaç burada Eril İktidar ile Din ittifakı arasında kaybolan kadınların hayatlarına farklı bir bakış açısı getirebilmek. O kadınların hayatlarında değişebilecek bize göre küçük olan olaylar onlar için çok büyük ve önemli. Özellikle hukuki sistemde yapılacak olan değişiklikler; o kadınların hayatına mucize gibi dokunabilir. Şu açıdan bakın bir Suudi bir kadın tecavüze uğruyor; Şeriat düzeninde iki kadının şahitliği tek bir erkeğe eşit olduğu ve de erkeklerin tanık olduğu davalarda tanıklık hakları olmadığı için tecavüzcü cezasını alamıyor. İşin acı yanı da sosyal hayattaki yasakların kalkması kadınların daha iyi bir hayat yaşayabileceğini göstermiyor ne yazık ki.  Kadınların belirli mücadeleleri göstermesi bile eşlerinin destekleriyle gerçekleştiği bir ülkede kadınların kendi başına bir şeyleri yapabileceği bir dönem olacağını umuyorum. Maalesef Şeriat’ın kestiği parmak acıyor.

Ecem HACIEYÜPOĞLU
TUİÇ ARM Asistanı

 Kaynakça:

Çin ile Japonya Arasında Kırmızı Telefon Hattı Kurulacak

Kyodo ajansının Japonya Savunma Bakanlığı açıklamasına dayandırdığı haberinde, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Trump-Kim zirvesi planlarına son şeklini vermek için Pyongyang’ı ziyaret ederken Japonya, Çin ve Güney Kore başbakanları da üçlü zirve düzenledi. Tokyo’nun evsahipliğindeki üçlü zirvede Japonya Başbakanı Şinzo Abe, Çin Başbakanı Li Kıçiang ve Güney Kore Başbakanı Moon Jae-in biraraya geldiği zirvenin ardından Çin ile tarafların üst düzey savunma yetkilileri arasında düzenli diyalog ve kırmızı hattı içeren mekanizmanın devreye sokulmasına yönelik belgenin imzalandığı belirtildi. Bu anlaşmaya göre kırmızı telefon hattı 30 gün içinde kurulacak.

Çin ile Japonya’nın savaş gemileri ve askeri uçaklarının ihlallerde bulunması ya da gerilimlere karışması durumunda bu acil telefon hattıyla iletişim kurulacak. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ”Çin ile Japonya, deniz ve hava sahası konularıyla ilgili görüş ayrılıklarına yönelik bir iletişim mekanizması oluşturacak” açıklamasını yaptı. Ama söz konusu deniz ve hava sahasının, iki ülke arasındaki paylaşılamayan bölgeleri kapsayıp kapsamadığı netleşmedi. Japon tarafı ikili iletişim mekanizmasının kapsama alanına Senkaku Adaları çevresindeki deniz ve hava sahasının dahil edilmemesini, Çin tarafı ise dahil edilmesini isteyince iki ülke herhangi bir coğrafi atıfta bulunmamak konusunda uzlaştı.

Çin ile Japonya arasında 2007’de başlayan kırmız hat müzakereleri 2012’de Japonya’nın Doğu Çin Denizi’ndeki Senkaku (Çince Diaoyu) Adalarını mülk sahibinden satın alması üzerine durmuştu. O zamandan beri Çin gemileri sık sık Senkaku Adaları yakınında boy gösterip Japon karasularını ihlal ediyor. Adalar yakınlarında devriye gezen Japon ve Çin gemileri, sık sık birbirlerine uyarı gönderiyor.

Merve Curga
o-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynakça:

Najip Razak’a Yurt Dışına Çıkış Yasağı

Malezya’da 9 Nisan’da yapılan genel seçimlerde iktidarı kaybeden eski Başbakan Necip Rezak’a, hakkındaki yolsuzluk iddialarıyla nedeniyle tedbiren yurt dışına çıkış yasağı getirildi. Malezya Göçmenlik Bakanlığı, Rezak ve eşi Rüsma Mansur’a tedbiren yurt dışına seyahat yasağı getirildiğini açıkladı. Açıklamada tedbirin gerekçesi belirtilmese de karar, Rezak hakkında Malezya Ulusal Kalkınma Fonu 1MDB ile ilgili yolsuzluk ve kara para aklama iddialarıyla ilgili adli soruşturma başlatılacağının işareti olarak görülüyor.

Eski Başbakan, çarşamba günü yapılan seçimlerde aldığı yenilginin ardından kısa bir tatile çıkacağını duyurmuş ancak nereye gideceğini açıklamamıştı. Daha sonra basına sızan uçuş belgesinde, Rezak  ve eşinin, cumartesi günü özel uçakla Endonezya’nın Başkenti Cakarta’ya gitmeyi planladığı ortaya çıkmıştı. Rezak’ın seçimlerin ardından yaşanan hükümet değişikliği sonrası hakkında başlatılabilecek olası bir yolsuzluk soruşturmasından kaçmak için ülkeyi terk edeceğine dair şüpheler bulunması nedeniyle yurtdışına çıkma yasağı getirildi. Eski  Başbakan bakanlığın tedbir kararını duyurmasının ardından yaptığı açıklamada, karara saygı duyduğunu ve ailesiyle birlikte Malezya’da kalacağını ifade etti.

Seçimleri kazanan Mahathir seçimin ardından yaptığı açıklamada, hükümetin 1MDB ile ilgili yolsuzluk iddiaları konusunda bir cadı avı yapmayacağı ancak eski Başbakan Rezajk’ın  kurucusu olduğu fonla ilgili usulsüzlüklerde rolü bulunduğunun ortaya çıkması halinde hakim karşısına çıkarılabileceğini belirtmişti. Necip’i 2009 yılında kurduğu kalkınma fonu hakkında ABD’de ve başka ülkelerde yolsuzluk ve kara para aklama şüphesiyle soruşturma yürütülüyor. ABD’li savcılar Necip ve ortakları tarafından fondan yaklaşık 4,5 milyar dolar hortumlandığını ileri sürüyor.

Zehra KÖSE
o-Staj 2018 APAM Stajyeri

Kaynakça: