Amerikan siyaseti İslamcı mı?

1990 yılında komünist ideolojinin Sovyet kanadı çöktü. Önce Berlin Duvarı yıkıldı. Sonra Yeni Dünya Düzeni “Elveda, Lenin!” faslına geçti. Duvardan koparılan ve asbestli de olan beton parçaları meta oldu pazarda.

Yetmedi…

Albenili paketlere konulup Avrupa ülkeleri ve Amerika’da bir zafer nişanesi, ganimeti ve hatıra olarak büyük marketlerde satışa sunuldu. Amerikalılar Alaska’yı Rusya’dan yeniden satın alırcasına hücum etmişlerdi beton duvar parçalarına. Satışa sunulan pek çok eşya arasında Kızıl Ordu üniformaları, rütbeler, nişanlar ve hatta bayraklar da vardı. Bu aslında vaktiyle yapılan büyük propaganda ve karşı propagandalarla dünyayı titreten Sovyetlerin “harbi” kaybettikleri ve “kıymet-i Harbiyelerinin” kalmadığı anlamına geliyordu.

Rus “ricatı” İngilizlerin sömürgelerini bırakmasından farklı bir anlam taşıyordu. Birleşik Krallık, artık sömürecek bir şeyi kalmayan yerleri 20. Yüzyıl başlarında bırakmaya başladı. Yeni alanlara yönelirken amacı, eski sömürgelerin “yükünü boşaltmak” idi. Ortadoğu’ya sızma bu yüzden oldu. Hem yerli kuşaktan kendine bağlı yerli yöneticileri yetiştirmişti Uzak Doğu ve Güney Afrika’da. Hem de sömürgeler artık ekonomik açıdan getirimli değildiler.

Ruslar ise, sömürmeyi de beceremeden, sömürdüklerini heba ederek SSCB’nin ölüm ilanını verdiler! Onun masrafını da Almanya karşıladı temelde. Gorbaçov zamanıydı Rusya’da. Amerika’nın başında Reagan vardı. Bush Reagan’ın ardından geldi. Dukakis’e karşı kazanmıştı. Reagan’ın dünya kovboyluğu emeline kendini kaptırmıştı.

“Komünist” Vietnam’ın arkasındaki Komünist Çin ile her tür ticari ve siyasi ilişki devam ederken, SSCB’nin arka bahçesine hâkim olmak, Amerika’nın “Vietnam Sendromu”nu alt etmesine vesile oldu.

Toplumsal vuruk böyle atlatıldı. Dışarıda düşman yaratmayınca, içerde dost edinmek zor olacaktı. Amerika 9/11 olaylarına kadar travmasız yaşadı. Başkan Bush, ezeli rakip ve düşman “Sovyet İmparatorluğunun” yıkılmasıyla kendinden geçmiş vaziyette artık “Yeni Dünya Düzeni”nin başladığını ilan etti. Simgesel büyük bir gelişme ise, yine 1990 yılı içinde Moskova’da bir Mc Donalds lokantası açılması idi. Artık Ruslar iki saat kuyrukta bekledikten sonra “fast” olarak “food” yiyorlardı!  Hem de ayda ortalama 50 dolar kazanırken, bir hamburgere 4-5 dolar veriyorlardı…

Amerikan siyasetinde “Sovyet İmparatorluğu” ibaresi kasıtlı kullanılıyordu. Sovyetlerin “demokratik” olmadığı ve yayılmacı olduğunu, emperyalist olduğunu anlatmak içindi. Doğal olarak, bunun karşılığında Amerika’nın emperyalist olmadığı anlamı çıkıyordu.

Ve aslında

Sovyet kimliğinin oluşmasında ana etken olan “anti-emperyalist” yaftayı da Sovyetlerin elinden alıyordu. Çünkü “Sovyet” kimliği de önce, “anti-çar” sonra anti-emperyalist, anti-kapitalist ve anti-Batı evreler halinde buna mukabil gelişmişti.

Öte yandan…

Amerika tarihsel olarak kimliğini önce anti-Katolik ve anti-Roma, sonra Anti-Kızılderili, sonra “anti-Avrupa” ve “anti-komünizm” ve diğer “dış düşman” tanımına göre şekillendirmişti. Püritenlerden beri farklı toplumsal çatışmaların içinde olmuş ve aslında “dışarıya” dikkatleri çekerek toplumsal iç çatışmaları ertelemişti: Siyah-beyaz, kadın-erkek, Protestan-Katolik, Latin-Anglo Sakson kökenli gibi.

19. yüzyılda Amerikan edebiyatında “kovboy”un kahraman olarak çıkması –hem de kovboyluğun bitiş zamanında milli kahraman olarak çıkması–tesadüfî değil, tercihle oluşan bir şeydi: kahraman ve millet yaratmak ya da kahraman üzerinden millet yaratmak. Üstelik kovboyluk adi işlerden olmasına rağmen ve “zenci” işi olmasına rağmen oldu bu. Önce beyaz oldu. Sonra kahraman. Beyaz kadınlar için de “Kalamiti Jane” yedeklendi. Basın körükledi bir yandan, bir yandan ilk sinema verileri de imdada yetişti.

Amerika’nın kültürel kimlik dönemlerine bakalım…

Birinci dönem de“Amerikan Bağımsızlık Savaşı”, ikinci dönem “Kuzey-Güney”  Savaşı oldu. Sonrasında ise, 1882’den itibaren tekrar Avrupa’ya yoğunlaşan bir “şer” tanımı vardı. Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nin getirdiği endişelerle Amerika giderek kimliği “anti-komünist” paradigmaya kaydırdı.

Arkasından tarihsel ve sosyolojik verilerle Amerika’nın neden “eşsiz” olduğunu ve ünlü “erime potası” tezini geliştirmiş ve G. Washington’un hayatında “hiç yalan söylemediğini” de zihinlere kazmıştı!

İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki Vietnam Savaşı Amerika’nın kimlik oluşturma süreçlerinin büyük yansımaları oldu. Rambo’nun Afganistan’da savaşması ve bu savaşın, Afgan halkı lehine Ruslara karşı olması algının özetiydi. “Kahraman” kovboy bir ara “şerif” daha sonra da asker olmuştu. Sonra da Toy Story filmlerinde hem klasik kovboyu hem de astronotu birleştirerek farklı boyuttaki “kahramanları” birleştirecekti.

Bunun anlamı, özellikle Amerikan yönetimi ve halkı için artık büyük şeytanın bacağını kırmaktı. Kendi yaşam tarzlarının dünyada kabullenildiği anlamına gelirken, Rusya ve Doğu Bloğu için yeni bir dünyaya açılmanın keyfini ve aslında o nefret ettirildikleri sistemin güzel sayılacak bazı tarafları olduğu anlamına geliyordu. Diğer ülkelerde ise artık “barış, hürriyet, demokrasi, dostluk vs.” unsurların yerleşeceğine dair iyimser bir hava oluşmuştu.

Türkiye’de sağ “Moskof” psikozundan kurtulmanın sevincini yaşarken, sol desteksiz kalmış bir burukluğa gark oldu. Çünkü Türk Milliyetçiliği bir dönem ülkemizde sadece “Rus ya da komünizm” karşıtlığı üzerinden tanımlandı. Doğal olarak da, Türk solunun “ak” dediğine, Türk sağı “kara” demeyi maharet saydı. Ruslara karşı Osmanlı’dan gelen husumet, Cumhuriyet dönemindeki Rus talepleriyle birleşmiş ve NATO’ya giriş ve Amerika sevgisi olarak tezahür etmişti. Nereden nereye geldik?

9/11 olaylarından sonra Amerika, kimliğini “İslam-karşıtlığı” üzerinden inşa etmeye devam etti. Öte yandan, yerel dini grupları da Irak’ta ve Türkiye’de küreselleşmenin poliçesi olarak destekledi. Afganistan’daki Taliban kartı geri tepmişti. Sonuç, “milli” ya da “ulusal” söylem “faşizan” diye yaftalanırken, mikro-milliyetçilik elektronları bu süreçte katalizör olarak reaksiyona sokuldu. Öte yandan, yerel dini gruplarda ikna edildi. Yeryüzü seccadeydi nasılsa! “Vatan” dediğin de çok uluslu şirketten ibaret! O halde millet de milliyet de anlamsızdı. Ama “İslam”ın gücü kendine karşı kullanılabilirdi. Bunu devreye sokmak için, tıptaki aşı üretimindeki metot Türkiye’deki muhafazakâr siyasete uygulandı.

“Vira bismillah!” diye, bu işe soyunanlar oldu ülkemizde. Lakin muhafazakâr, İslamcı akıl neyi muhafaza ettiğini bir hatırlarsa görecektir ki daha önce İngilizlerin yaptığı gibi, Amerika dünyada ve bölgemizde “karadul” raksları orkestre etmektedir. Karadul’a has bir özellik ise, beraber olduktan sonra zehriyle “ortağını” öldürmesidir.

Metin BOŞNAK

Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...