Özet
Tanımı yeni yapılmış olan ve Kuzey Amerika çıkışlı olduğu kabul edilen çok kültürlülük en temel tanımıyla birden fazla kültürün bir devletin toprakları üzerinde, birlikte bulunmasıdır. Bu kavram aynı zamanda bu kültürlerin barış içerisinde bir arada yaşayabilmesini de içinde barındırır. Çok fazla farklı kültürü içinde barındıran Amerika Birleşik Devletleri içerisinde çok kültürlülüğe dair yapılmış ilk atılımlardan birisi kabul edilebilecek İç Savaş ve bunun sonucunda tanımlanacak olan ulus kavramı ABD’deki kültürlerin dinamiklerinin incelenmesi açısından önemli bir fenomendir. İç Savaş yıllarından başlayarak savaşın ve sonuçlarının Afro-Amerikanlar, Amerikan Yerlileri ile Amerika’ya göç ile gelenler arasındaki ilişki dinamiklerinin çok kültürlülük çerçevesinde işleneceği bu çalışmada amaç uluslaşma sürecinde Amerikan kişisinin bir tanımının yapılıp yapılamayacağını görmektir.
Anahtar Kelimeler: Afro-Amerikanlar, Amerikan Yerlileri, İç Savaş, çok kültürlülük, Uluslaşma Süreci
Abstract
Multiculturalism, which is newly defined and accepted to be originating from North America, is the basic definition of the existence of more than one culture over the territory of a state. This concept also includes the peaceful coexistence of these cultures. The Civil War, which can be considered as one of the first breakthrough regarding multiculturalism in the United States, which includes many different cultures, and the concept of nation to be defined as a result, is an important phenomenon in terms of examining the dynamics of cultures in the USA. The Aim of this study, in which the dynamics of the war and its consequences, starting from the Civil War years, between African-Americans, Native Americans and those who came to America through immigration, will be discussed within the framework of multiculturalism, is to see whether a definition of the American person can be made in the process of nationalization.
Keywords: African-Americans, Native Americans, Civil War, Multiculturalism, Nationalization Process
Giriş
Çok kültürlülük temel olarak yeni sayılabilecek ve Kuzey Amerika’daki kullanımıyla literatüre girmiş bir kavramdır. En temel anlamıyla, bir toprak parçasında bulunan iki veya daha fazla kültürü ifade etmektedir. Daha derin bir biçimde baktığımızda ise çok kültürlülük kavramının azınlık hakları ve bunları güvence altına alan politikalarla olan bağlantısı görülmektedir. Bu kavramla bağlantılı olarak ulus kavramı da din, dil ve kültür unsurları üzerinden birbirine bağlanan insanları ifade etmektedir. Özellikle Avrupa kökenli ulus devletlerin inşasında bu üç unsurun varlığı gözlenebilir durumdadır.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ulus inşasında da devlet inşasında da Avrupa devletlerinden farklı bir yol izlemiştir. Öncelikle, özerklik için İngiliz kraliyetiyle yaptıkları Bağımsızlık Savaşı, genel olarak modern devlet inşasının ilk adımı kabul edilen 1789 Fransız İhtilali’nden önce 1775-1783 yılları arasında gerçekleşmiştir. 13 koloninin bağımsızlığının tanındığı Paris Antlaşması koloniler için görece istikrarlı bir ortam anlamına gelirken Fransız İhtilali’nin sebeplerinden birisi olarak ABD Bağımsızlık Savaşı’na yapılan yardımların ülke ekonomisini zorlaması düşünülebilir. Zira bu savaşın Fransa için ekonomik sonucu yaklaşık 1.3 milyon Fransız lirası olmuştur (Trask, 2005, s. 3). Ancak ABD’nin çok kültürlülüğü bu savaştan çok daha önce, daha kıtanın keşfinde[1] karşımıza çıkan bir unsurdur. Topraklar üzerinde yaşayan yerli halka eklenen İspanyollar ile çok kültürlülüğün temelleri atılmışken onların peşinden gelen Portekiz, Fransız ve İngiliz asıllı göçmenler ile renklenmeye başlamıştır. Bunun yanında köle olarak getirilen Afrikalıların da kendi kültürel değerlerini belli belirsiz de olsa bu havuza katması ile ABD’nin çok kültürlülük havuzunun temel yapı taşları yerlerine oturmuştur.
Amerika’daki ilk sömürge dönemi, 1608 yılında İngiltere’den gelen 100 kişilik bir grubun Virginia bölgesine yerleşmesiyle başlamıştır (Birecikli, 2011, s. 83). Resmi olarak sömürgelik bu tarihte kabul edilse de aslında 1492’de Kolomb kıtaya ilk ayak bastığında başladığı bilinen bir gerçektir, Kolomb ile beraber adanın yerli kültürüne Avrupa kültürü eklenmeye başlamıştır. Ancak 1608 sonrası, Avrupa’dan Amerika’ya olan göç artmış ve koloniler kurulmaya başlamıştır. Bunu izleyen dönemde, bu kolonilerin kazanılması için Avrupalı devletler birbirleriyle savaşmışlarsa da galip çıkan İngiltere olmuş, Yedi Yıl Savaşları’nın sonunda Kuzey Amerika kıtasındaki hâkimiyetini sağlamıştır. Ancak 1763’te kazanılan bu üstünlük çok uzun sürmemiştir, zira İngiltere savaşın yarattığı ekonomik açığı Amerika’daki kolonilerden ek vergiler alarak veya var olan vergileri yükselterek kapatmaya çalışmıştır. Bu ağır ekonomik baskıya karşı birleşerek isyan çıkaran 13 koloninin 1775 yılında fazla siyasi talebi olmasa da kısa sürede fikirler yön değiştirmiş ve bağımsızlık isteği dile getirilmeye başlanmıştır. 1776 yılında istenilen gerçekleşmiş ve Washington komutasında savaşan halk bağımsızlığını ilan ederek bir Amerika bayrağı belirlemiştir. Ancak İngiltere’nin bu bağımsızlığı tanımaması Bağımsızlık Savaşı’nın 7 yıl daha sürerek 1783’te resmi olarak sonlanmasına sebep olmuştur. T. Jefferson başkanlığındaki heyet tarafından 1776 yılında hazırlanmış olan Bağımsızlık Bildirisi sadece Amerika tarihi için değil insan hakları tarihi için de insanın doğuştan gelen haklarını tanımlaması açısından önemli bir belgedir. Bunun yanında belgede Amerika Birleşik Devletleri de federasyon olarak resmiyet kazanmış, kolonilerin iç işlerindeki bağımsız statüsü belirlenmiştir. Burada aslında görülen, birbirinden neredeyse bağımsız olmaya devam edecek olan minik devletçikler ve onları göstermelik olarak bir arada tutacak olan kongredir (Birecikli, 2011, s. 87,88).
Sömürgeleşmesinden bağımsız olmasına kadar geçen sürede ABD’de birçok kültür birlikte var olmaya devam etmiştir. Ancak köleliğin varlığını da göz önüne aldığımızda, çok kültürlülüğün günümüzde tanımladığımız halinden çok en temel anlamıyla var olduğu söylenebilir. Öte yandan, tarihsel perspektife konulduğunda bu en temel tanımdan fazlasını beklememek gerekmektedir.
Çok kültürlülük kapsamında ABD tarihi incelemesi yapan Türkçe eser sayısı çok azdır ve o eserler de kültürel tarihten çok eğitim ve savaş stratejileri temelindedirler. Yazının buraya kadarki kısmı Amerika’daki farklı kültür unsurlarının ülkeye nasıl geldiği ve tek çatı altında birleşmesinin anlaşılması amacıyla yazılmıştır. Devamında İç Savaş yıllarından I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar girişte tanıtılan kültür unsurları arasındaki dinamiklerin çok kültürlülük tarihi bağlamında nasıl değiştiğinden bahsedilecektir. Tarihsel olarak araştırılacak olan Amerikan ulusunun oluşumunun temellerinin nasıl atıldığı olacaktır.
Afro-Amerikanlar Yönünden Tarih
İç Savaş’ın ABD iç dinamiğinde ve milli benliğinin oluşma sürecinde sebep olduğu dalgalanmaların anlaşılabilmesi için öncesinde biraz daha geriye gidip köleliğin açıklanması ve tarihsel altyapının oluşturulması gerekmektedir. Amerika topraklarının sömürgeleşmesinin ilk yıllarında Afrikalı göçmenler ile Avrupalı göçmenler arasında temelde bir kölelik ilişkisi bulunmamaktadır, bu düzenleme daha sonraları gelmiştir (Mızrak, 2017). 17. yüzyıl sonları, özellikle köleliğin işçilerden doğal olarak daha ucuza gelmesiyle, köleliğin yasallaşması ve yaygınlaşmasının görüldüğü dönemdir. Ancak bunun öncesinde 1705 Virginia Kölelik Yasası ile zaten yasal olarak belirlenmiş çizgiler bulunmaktadır. Bu yasa bir yandan hizmetlilerin[2] işverenlerini şikayet etme haklarından, bu şikayetlerin mahkemece geri çevrilemeyeceğinden ve gerekli cezanın hukuka uygun olarak uygulanmasından bahseden, görüntüde hizmetlileri koruyan maddeleri bulunan bir yasadır. Öte yandan aynı yasa, siyahiler ile beyazların evlenmesi durumunda hapis ve para cezasına çarptırılacaklarından, kölelerin terbiye edilmesi amacıyla cezalandırılırken ölmeleri durumunda sahibinin yasal bir yükümlülüğü olmayacağından, kölelerin herhangi bir silah taşıma hakkı bulunmadığından ve kölelerin suçlarının tamamının kırbaçla cezalandırılacağından bahsetmektedir. Ayrıca aynı yasa, bir çocuğun özgür mü köle mi olduğunun annesinin hangisi olduğuna bağlı olmasını sağlamaktadır (Beverley, 1722). Bu noktada, kültürel bir unsur olarak da siyahilerin silinme çabasından söz etmek mümkündür. Zira asimilasyon politikalarının en çok kullanılanı dini asimilasyondur ve kölelere de en çok uygulanan yöntemlerden birisi budur. Başka bir yönden bakılırsa, dini ortaklaştırmak, ortak bir ulus algısına sahip olmanın aşamalarından birisidir. Hıristiyanlık etkisi, siyahların kendi kiliselerini kurarak beyazların kiliselerinden ayrılmaları, hatta beyazlar köleliği din üzerinden meşrulaştırmaya çalışırken siyahların Musa’nın öyküsünü kölelikten kurtuluş olarak yorumlamaları ile sonuçlanmıştır(Mızrak, 2017). Din, İç Savaş ve sonrasında da güçlü bir direniş unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
19. yüzyılda kölelik Kuzey ve Güney eyaletleri arasında tartışılan bir sorun haline gelmeye başlamıştır. Ekonomisi genel olarak endüstriye dayanan Kuzey eyaletleri ucuz işçi olması açısından köleliğin kaldırılması ve dolayısıyla Güney’deki siyahilerin istedikleri gibi göç ederek kuzeye yerleşebilmesini desteklerken ekonomisi tarıma dayalı olan güney eyaletleri tarlalarında çalışan kölelerinden vazgeçmek istememekteydi. Kuzey eyaletleri köleliğe karşılarmış gibi bir izlenim uyandırmış olsalar da iki tarafın amaçları ekonomik çıkarlarıyla kesişmektedir. Tartışmanın ortasında insani değil ekonomik bir kazanç vardır. Bununla beraber, toplumsal dönüşüm açısından bakıldığında Kuzey tarafı sanayi toplumuna geçiş sürecindeyken Güney tarafının henüz geleneksel toplum olarak kaldığı görülmektedir. Sanayi toplumunda birey ve kişinin kendi sağlayacağı iş gücü/fayda merkezdeyken geleneksel toplumda merkezde olan topluluğun ne kadar fayda getirdiğidir, çünkü sanayi için bir makineyi bir kişinin çalıştırabilmesi yeterli olurken tarımda birden fazla kişinin birlikte çalışması gerekmektedir.
1860 yılı seçimlerinde başkan seçilen Abraham Lincoln’un seçim sözlerinden birisi de köleliğin kaldırılması üzerinedir. Kuzey eyaletlerinde köleliği yasaklayan Lincoln, 2010 tarihli Nihayet Özgürüz dergisinin aktardığına göre, köleliği “canavarca bir haksızlık” olarak görmekteydi ancak hedeflerinden birisi de kurulmuş olan Birliği korumaktır, bu sebeple köleliğin zaten var olduğu yerlere karışmamayı hedeflemektedir (Nihayet Özgürüz, 2010, s. 15). Bu haliyle bakıldığında, azınlık haklarının korunması için ilk adım olarak görülebilecek bu hareketin amacı her ne kadar Birliğin korunması olsa da bugün bildiğimiz haliyle çok kültürlülük politikalarına doğru ABD’de atılmış ilk adımdır. Ancak bu hedefi kendisini bir tehdit olarak gören ve kölelikten vazgeçmek istemeyen Güney eyaletlerinin hamlesi Birlikten ayrılarak kendi Konfederasyonlarını kurmak yönünde olmuştur. 1861 yılında başlayan savaşın seyrini etkileyen önemli bir olay Lincoln’ün 1863 tarihli Özgürlük Bildirisi’dir. Bu bildiri ile özgürleşen kölelerin Kuzey birliklerine katılması savaşın galibini belirlemenin yanında azınlık hakları yönünde atılmış olan önemli bir adımdır.
1865 yılında biten savaşın ardından yapılan 13., 14. ve 15. Değişiklikler ile Afro-Amerikanlara karşı yapılacak her türlü ayrımcılık yasaklanmış ve kölelik kaldırılmıştır. Bu Değişiklikler çerçevesinde özgürleşen bireylere ırk, renk ve eskiden köle olma farkı gözetmeksizin eşit korunma hakkı verilmiş, önceden vergiler sebebiyle oy kullanamamalarından dolayı, oy kullanma hakları da güvenceye alınmıştır (Nihayet Özgürüz, 2010, s. 15). Bu düzenlemeler ile birlikte Afro- Amerikanların vatandaş olarak kabul edilmesinin yanında “Amerikan” kişisinin de temellerinin atıldığı sonucu çıkarılabilir. Zaten 1866 yılında çıkarılan Sivil Haklar Yasası ile ABD’de doğan herkes vatandaş olarak kabul edilmiştir (Nihayet Özgürüz, 2010, s. 19). Öte yandan daha önce yine ABD tarihinde görüldüğü üzere bir hakkın yasal güvence altına alınması, o hakkın kullanılabileceği anlamını doğurmamaktadır, zira yasal olarak herkesin oy kullanma hakkı zaten bulunmaktadır ancak siyahiler vergileri ödeyememelerinden dolayı bu zamana kadar oy kullanamamışlardır. Bu noktada öncelikli olarak anlaşılması gereken durumlardan birisi, kölelerini kaybeden Güneyli halkın ekonomik durumunun da kötüleştiği ve Güney eyaletlerinin fakirleştiğidir. Bir diğer durum da öğretilen üstünlüklerden vazgeçmenin zorluğudur: Güneyli beyazlara doğumlarından itibaren siyahilerin köle olduğu ve kendilerinden sosyal olarak aşağı bir konumda olduğu öğretilmiştir. Güney eyaletlerinin kendi içlerinde oluşturdukları “ulus” bilincini koruma çabasında KuKlux Klan (KKK) gibi, şu anda terör örgütü olarak adlandırılan grupların ortaya çıkışı görülmektedir. Yapılan değişikliklere verilen tepkiler sadece Afro-Amerikanlara karşı değil, onları destekleyen Kuzeyli beyazlara karşı da olmuştur. Aynı dönemlerde kabul edilen JimCrow yasalarının getirdiği segregasyonun kaldırılması için verilecek mücadelelerin örgütlenmesinde önemli yeri olan bir durum, önceden bahsedilen siyahi kiliselerinin artmasıdır. Önceden de bahsedildiği üzere din hem kültürün hem kültür/çok kültürlülük politikalarının önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Dini kurumların var olması veya sayılarının artması, vatandaşlık hakkının herkese verilmesinin yanında Afro-Amerikanların ulusa eklemlenmesinin önemli göstergelerindendir.
“Ayrı ama eşit” mottosuyla tanımlanan JimCrow yasalarının ismi, siyahileri aşağılayan beyaz bir komedyenin oluşturduğu bir karakterdengelmektedir. 1960’lara kadar yasal olarak devam edecek olan segregasyon, yani siyahiler ile beyazların her alanda tam ayrılığı, uygulamasının başlangıcıdır. Bu yasalar ile beraber siyahiler ile beyazların yaşadıkları yerler, okulları, hatta trende bindikleri vagonlar dahi birbirinden ayrılmıştır. Louisiana yasası ile tren vagonlarında yapılan bu ayrımın aslında bir ayrım olmadığı çünkü nasıl siyahiler kendi vagonlarında durmak zorundaysa beyazların da kendi vagonların durma zorunluluğu olduğu savunulmuştur, ancak beyazların vagonlarının daha lüks olması konusunda bir açıklama yapılmamıştır. Yasanın savunucularına göre eğer siyahiler bunu ayrılıkçı bir durum olarak görüyorlarsa bu onların sorunudur (Fremon, 2000, s. 45). Bu ayrılığın bir sonucu, kültürel asimilasyon ile karşı karşıya olan Afro-Amerikanların kendi kültür unsurlarını geri kazanmaya başlamalarıdır. Ayrım, bunun da devamında hak arayışlarında bu unsurlar üzerinden birleşerek yeni oluşturulan Amerikan ulusuna farklı aksanları, isimleri, kiliseleri ve daha pek çok kültürel unsurlarıyla eklenerek Amerikan kimliğinin bir parçası haline gelmeleri yolunda görünmez bir adımdır.
Afro-Amerikanlar ile beyazlar arasındaki ilişkinin dinamiğini belirleyen unsurlardan olan “eşit ama ayrı” ilkesi Amerikan ulusunun oluşması sürecinde rol sahibidir. Medeni haklar ile ilgili olan ve sonucunda eşitlik vaat eden İç Savaş sonrasında bu hak arama arayışı durmamış ve savaştan yüz yıl sonraya kadar varlığını sürdürmüştür.
Yerliler ve Diğerleri: Kolomb’un Hindistanı’nın Yerli Halkı
Yerlilerin kültürel asimilasyonu Kolomb’un Hindistan sanarak kıtaya ayak bastığı zamandan itibaren başlamış olsa da önceki bölümle tarihsel bağlılığı sağlamak açısından bu bölüm de İç Savaş yılları ve sonrasını ele alacaktır. Öncelikle söylenmesi gereken, Yerlilerin kültürel asimilasyonunun kanlı bir süreç olduğudur. Zira İç Savaş yıllarına gelindiğinde yerlilerin yaşadığı bölgeler, ücra sayılabilecek seyrek nüfuslu yerlerdir. Beş Millet[3] (Chickasaw, Choctaw, Creek (Muscogee), Seminole, Cherokee) diye adlandırılan kabilelerin yaşadığı bölgedeki nüfusun yaklaşık 70.000 kişi civarında olduğu düşünülmektedir (Clampit, 2015, s. 2). Ek olarak, Yerlilerin yaşadığı bu bölgeler hem Konfederasyon hem de Birlik için önemli görülen bölgelerdir, bu nedenle yerliler her iki tarafta da İç Savaş’a katılmışlardır. İç Savaş’a giden süreçte konuşulan konu köleliğin kaldırılması ve eşit haklar olsa da burada Yerlilerin ne olacağı konusu muallaktadır, zira bahsettiğimiz gibi coğrafi olarak arada kalan yerliler ekonomik olarak ve güvenlik açısından da Federasyon ile yapılan anlaşmalara bağımlıdır. Ayrıca gelmekte olan savaş hem Birliğin Batı’ya yayılma olasılığı çevresinde Yerlilerin tekrar bir göçe zorlanması olasılığını doğururken hem de askeri güç açısından Yerli kabilelerin yaşadığı yerlerdeki birliklerin savaşa kaydırılarak bu yerlerde güvenlik açığı oluşması sorunu vardır. Köleliğin kaldırılması çerçevesinde bir kültür unsuru güvence altına alınmaya çalışırken bir diğerinin güvenliği tehlikeye girmektedir. 1861 yılında düşünülen olup Birlik askerleri çekildikten sonra Yerliler ve Konfederasyon arasındaki ilişkilerin artması bunun doğal bir sonucudur (Clampit, 2015, s. 7). Her ne kadar Birlik ve Konfederasyonun bölgeye olan ilgisi Mississippi Nehri’nin 1863’te Birlik askerlerince güvenceye alınması sonrası azalmış olsa da İç Savaş’ın sonuna kadar bölge halkının etkilenmeye devam ettiği bir gerçektir. Beş Millet dışındaki Yerli kabileler de İç Savaş’ın yarattığı çatışmadan kaçamamıştır. Hatta Clampit, savaşın yalnızca Kuzey-Güney arasında değil, Yerli kabileler arasında da ayrılmaya neden olduğunu söylemektedir (Clampit, 2015, s. 4). Bu ayrılmanın sebeplerinden bir tanesi Konfederasyonun verdiği Yerlilerin bağımsız olması konusunda destek verme sözü ile Birlikle yapılanlardan daha açık fikirli antlaşmalar yapılması sözüdür çünkü Konfederasyona katılmayı destekleyen kabilelerin yanında tarafsız kalma taraftarı olup bunun onların savaşı olmadığını savunanlar da bulunmaktadır. Ancak bu durum, büyük oranda, tartışmalar devam etse de daha önce de belirtildiği üzere savaşın başlamasından sonra değişmiştir. Tartışmaların devamının bir sebebi de köle sahibi Yerlilerin varlığından kaynaklıdır.
1865’te sonuçlanan savaş Yerliler açısından hem olumlu hem olumsuz olarak değerlendirilmiştir. Bir yandan barış ve huzurun geri dönmesi anlamına gelirken diğer yandan var olan antlaşmaların yok hükmünde sayılması ve yeni antlaşmalar yapılması gerektiğini simgelemektedir. Azınlık olarak kabul edilen Yerlilerin ilk antlaşmalarda sahip oldukları hakların durumu dahi tartışmalı iken genel olarak Konfederasyonu destekler konumda görüldükleri İç Savaş sonrasındaki antlaşmaların onların ne kadar lehine olacağı, soru işaretleri yaratmıştır. Bu soru işaretleri, özellikle kıtanın keşfinden itibaren sürdürülen kültürel asimilasyon ve nüfus kontrol politikaları ile birleştiğinde, Yerlileri “başkasının savaşı” olarak gördükleri İç Savaş sonrasında yapılacak yeni antlaşmalarda kendi çıkarları için mücadele etmeye itmiştir. Bu çıkarlardan birisi olan özerklik için verdikleri mücadele, İç Savaş ve sonrasındaki Yeniden İnşa sürecinde onları tanımlayan bir unsurdur. Coğrafi olarak ABD’nin diğer eyaletlerinden çok büyük farkı olmasa da Yerlilerin yaşadığı bölgeler, kültürel olarak diğerlerinden ayrılmaktadır. Üstelik bu, asimilasyon politikalarına rağmen varlığını devam ettiren bir farklılaşmadır. Yani, savaş sırasında katıldıkları tarafa bağlı olsalar dahi, kültürel arka planları gereği asıl bağlı oldukları taraf kendi çıkarları olarak kalmıştır. Bunun sonucu olarak da yarı özerk, Amerikan ulusuna tam dahil olmamış ama onun tarafından korunan karmaşık bir role bürünmüşlerdir (Clampit, 2015, s. 13).
1887 yılında kabul edilen Dawes Yasası Yerlileri ekonomik olarak “iyileştirme” vaadiyle ortaya çıkmıştır. Yasaya göre, Yerli kültüründe kabul görmeyen özel mülkiyetin yokluğu bir zayıflık olarak algılanmış ve toprak sahibi olmaları için “teşvik edilmeleri” gerekmektedir, liberalizme geçiş süreci olarak da yorumlayabileceğimiz bu durumun genel sonucu olarak da Yerlilerin kabileden çok birey olarak algılanması durumu doğmuştur (Dunbar, 2011, p. 12). Özellikle Batı eyaletlerinde asimilasyon çalışmaları hızlanmıştır. Bu çalışmalar hem din hem de okullar aracılığıyla yürütülmüştür. Yerlileri modernize etme çabası altında kurulan yatılı okulların zorunlu tutulması, çocukları ailelerinden ayırarak çocukların o dönemlerde tanımlanan haliyle Amerikan bireyler haline gelmesi için çalışırken genellikle Protestan olan topluluklar aracılığıyla Yerlilerin Hıristiyanlığa çekilmesi için çaba göstermişlerdir. Bunun yanında 1892’de Thomas J. Morgan tarafından sunulan kurallar çerçevesinde Yerlilerin bazı dini pratikleri, Anayasa’daki Birinci Değişiklikte din özgürlüğü bütün bireyler için tanınmasına rağmen, açıkça yasa dışı sayılmıştır (Irwin, 1997, p. 36).
Yerlileri modernleştirme çabaları ve buna karşı duruşlar XX. yüzyılda ilişki dinamiklerinin temeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu çaba bir ulus birliği yaratma çabasıyla da birleşmiş olan, bugün tanımlanan halinin aksine çoğunluğa eklemlenme amacı güden çok kültürlülük politikalarının bir başlangıcıdır.
Sonuç
Amerika toprakları keşfinden itibaren karmaşık bir kültürel ağa sahiptir. Bu karmaşıklık zaman geçtikçe baskı ve asimilasyon politikalarıyla çözülmeye çalışılsa da çok kültürlü toplumların bir özelliği olarak tam tersine farklılıklarıyla özdeşleşmiş durumdadır. Bu farklılıkların harmonizasyonuna ve azınlık hakları gözetimine doğru bir adım olarak görülebilecek olan İç Savaş, toplumsal dönüşümlerin her türlüsü gibi yasal bir ilk adım olmaktan öteye gidemese de özellikle insan haklarının korunması açısından önemli sonuçları olan bir fenomendir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, bu savaşın asimilasyon ve baskı politikalarına bir çözüm getirmiyor oluşudur. Teknik açıdan bakıldığında birleşmeyi simgeleyen savaş, kültürel açıdan bakıldığında derin ayrılıkların bir simgesidir. Zira savaş sonrası görece özgürleşen Afro-Amerikanlar kısa sürede ortaya çıkan segregasyon ile birlikte kamusal alanlarda, yani kültürel harmonizasyonun en çok gerçekleşme olasılığı olan yerlerde, beyazlardan ayrılırken İç Savaş’ın “mağlup” tarafında yer alarak ihanet edenler olarak görülen yerliler üzerindeki beyaz Amerikanlara ve onların uluslarına uyma baskısı artmıştır. Bu durum bazı kültür öğelerinin kaybolmasıyla sonuçlansa da temel olarak bir kızgınlık ortamı ve bu nedenle gizli de olsa Yerlilerin kültürlerine daha çok sarılmasıyla son bulmuştur.
Modern ulus devletlerin doğduğu yer olarak kabul edilen Avrupa’nın aksine ABD, kültürel olarak ne kadar baskın olursa olsunlar, tamamen beyaz Amerikalıların kültürel veya dini altyapısıyla bir ulus bilinci oluşturmamıştır. Afro-Amerikanlara diretilen “eşit ama ayrı” anlayışı ulus restorasyonu sürecine de işlemiş ve asimilasyon politikalarına rağmen var olmaya devam eden farklı alt kültürlerin tam bütünleşme yerine yarım yamalak birleşmesiyle Amerikan kişisi oluşmuştur. Bu sebeple, Amerikan kişisinin kim olduğunu tam olarak tanımlamak mümkün değildir, çünkü Amerikan biraz siyahi, biraz beyaz, biraz da yerlidir.
ŞAFAK YILDIZ
Siyasi Tarih Staj Programı
YAZARIN NOTLARI:
[1] Burada keşif kelimesinin kullanımı sürekliliği sağlamak amaçlıdır. Zira üzerinde zaten insan yerleşimi olan bir yerin ilk defa keşfedildiğini söylemek aslen mantıklı değildir.
[2] İngilizce metinde yazının bu kısmında slave kelimesi değil servant kelimesi kullanılmıştır.
[3] Orijinali: Five Nations. Bazı Kaynaklarda FiveCivilisedTribes/ Beş Uygar Kabile olarak da geçmektedirler.
KAYNAKÇA
Beverley, R. (1722). Robert Beverley on slavery, 1705; 1705 Virginia law on servants and slaves. 02 20, 2021 tarihinde National Humanities: http://nationalhumanitiescenter.org/pds/amerbegin/power/text8/BeverlyServSlaves.pdf adresinden alındı
Birecikli, İ. B. (2011). Amerika’nın Kuruluşu ve ABD-Avrupa İlişkileri (1776-1876). History Studies (ABD ve Büyük Ortadoğu İlişkileri Özel Sayısı/ Relationships of the USA and The Great Middele East), 81-103.
Clampit, B. R. (2015). Introduction: The Civil War and Reconstruction. B. R. Clampit içinde, The Civil War and Reconstruction in Indian Territory (s. 1-18). Nebrasca: University of Nebrasca Press.
Dunbar, A. (2011). Native Americans: A Study of Their Civil War Experience. Journal of Interdisciplinary Undergraduate Research , 1-19.
Ereli, G. (2015). Amerika Birleşik Devletleri’nin Irkçılık Politikaları ve Sivil Haklar Hareketi (RacismPolicy of the United States of AmericaandCivilRightsMovement).
Fremon, D. K. (2000). Jim Crow Laws and Rcism in American History. Berkeley Hights, NJ: Enslow Publishers.
Gilmore, Glenda Elizabeth. ‘Somewhere’ in the Nadir of AfricanAmericanHistory, 1890-1920.Freedom’sStory, TeacherServe©. NationalHumanities Center. 02 22 2021 tarihinde
http://nationalhumanitiescenter.org/tserve/freedom/1865-1917/essays/nadir.htm adresinden alındı.
Irwin, L. (1997). Freedom, Law, and Prophecy: A Brief History of Native American Religious Resistance. American Indian Quarterly, 21 (1), 35-55.
Law, V. (1722). Robert Beverley on slavery, 1705; 1705 Virginia law on servants and slaves. 02 20, 2021 tarihinde National Humanities: http://nationalhumanitiescenter.org/pds/amerbegin/power/text8/BeverlyServSlaves.pdf adresinden alındı
McKenzie, F. (1914). TheAssimilation of theAmericanIndian. AmericanJournal of Sociology, 19(6), 761-772. 02 22, 2021 tarihinde http://www.jstor.org/stable/2763215 adresinden alındı.
Mızrak, B. (2017). Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi. İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi.
Montgamory, Lindsay M. &Colwell, Chip (2020).NativeAmericanChildren’sHistoricForced Assimilation. (Photo Essay) 02 23 2021 tarihinde https://www.sapiens.org/culture/native-american-boarding-schools-photos/ adresinden alındı.
Nihayet Özgürüz. (2010). Nihayet Özgürüz: ABD’de Sivil Haklar Hareketi. 02 20, 2020 tarihinde https://photos.state.gov/libraries/turkey/231771/PDFs/freeatlast_turkish_all.pdf adresinden alındı.
Şan, M & Haşlak, İ. (2014). Asimilasyon ile çok kültürlülük Arasında Amerikan Anaakımını Yeniden Düşünmek. Akademik İncelemeler Dergisi 7 (1), 29-54.
Trask, S. (2005). Fransız Devirmi’nin Gerçek Sebebi Neydi? (B. Canatan, Çeviren) Liberal Düşünce Dergisi (37), 1-9.