Başkan G.W. Bush 11 Eylül 1990’da Körfez Savaşını “Yeni Dünya Düzeni” kelamıyla taçlandırdığında iki hususa zımnen dikkat çekiyordu. Birincisi, Soğuk Savaş döneminin, Kapitalist Blok’un Varşova Paktı aleyhine galibiyetiyle sonuçlanmasıydı. Özenle vurgulanan “Sovyet İmparatorluğu” çökmüştü. Zafer sarhoşluğu ile bu çöküşü kutlayan Bush’un konuşması, bir yandan da “Amerikan İmparatorluğu”nu muzaffer sistem olarak ilan ediyordu. İkincisi, Osmanlı Devletinin ölümünden sonra İngilizlerin cirit attığı Ortadoğu’da, Amerika İngilizlerin planlarını kendi askeri ve ekonomik gücüyle yeniden canlandıracaktı.
İngilizler Osmanlı çökerken, Osmanlı Devletine karşı benzer bir zaferi hissetmişlerdi. Osmanlı gitmiş, genelde Batı, özelde Birleşik Krallık Osmanlı’nın akraba coğrafyalarını tahakküm altına almıştı. Osmanlı’nın ölümü aslında bir önceki yüzyılda muhtemeldi. İngilizler Osmanlı’yı Rusya’ya karşı tampon olarak tutmak istemişler ve bu da Osmanlı Devletinin işine gelmişti. Yani, aslında Osmanlı son asrında bitkisel hayat yaşadı ve aslında bu nihai ölümün gecikmesi içerdeki kokuşmaların şiddetini artırdı. Yeni devlet ya da sistemin kurulması gecikirken, eskisi de tamamen çürümeye mahkûm edildi.
Henüz ortada ABD’nin bir varlığı yoktu. Çarlık Rusya’sına karşı İngiltere, Osmanlı terekesi olan ülkelerde Osmanlıyla karşılıklı hacetten dolayı paslaşıyordu. Sonraları bu tasarım ABD ve Ortadoğu ekseni olarak yeniden tasarlandı. Elbetteki hedef özellikle petrol ve şeyh zengini ülkelerdi. Amerika’nın bu tasarımı İngiliz tecrübesinden yararlanarak, ama eski kolonicisi İngilizlerin ötesine bir Ödipus iştiyakıyla geçerek yapması gerekiyordu.
ABD’nin amacı yine ağırlıklı İngiliz mirası olan İsrail’in suflörlükleri ve mihmandarlığıyla hem enerji kaynaklarını hem de en eski medeniyetlerin kurulduğu “kutsal” topraklarda kendi hâkimiyetini sağlamaktı. Ortadoğu’da her şeye rağmen, Soğuk Savaş döneminde bir paylaşım dengesine bağlı olan Rusya-Amerika arasındaki denge ise, tahterevallinin iki tarafına birden ayaklarını yerleştiren Amerika’nın Yeni Dünya Düzeni “Pax Americana” lehine değişmişti.
Amerika’nın bu planında iki türlü Ödipal kompleks vardı. Eski bir İngiliz kolonisi olan Amerika, bir yandan Eski Dünya ve özellikle İngiltere’den kendine ait bir kimlik yaratarak intikam alıyordu. Öte yandan, kömür ve buharlı makinelerle sanayide atılım yapan İngilizlere, petrol enerjisi kullanan kendi sanayisi ile de fark atmıştı. Kültürel mirasını bir anlamda İngiltere üzerinden değil, kendi kimliğiyle yeniden tanımlarken, durumu finansal ve hukuksal olarak da kendi lehine çevirecekti Amerika. Bunu yaparken İngilizlerin eski strateji planlarından yararlandı.
“Yeni Dünya” kavramı asırlar önce de kullanılmıştı. Bush’un kullandığı anlamda “Yeni Dünya” düzeni kavramının tarihçesi, hem Amerika’nın “Yeni Dünya” olarak etiketlenmesiyle hem de tek kutuplu, Amerikan tertipli dünyanın resmi açılış konuşması tarzında ilam etmesiyle ilgiliydi. Aslında, Amerika kuzey ve güneyiyle, sadece oraya giden kaşifler ve müstemlekeciler için yeniydi. Hatta 15. yüzyıla kadar giden kâşifleri de olmuştu Amerika’nın. Ayrıca, Aztek, Maya, İnka gibi birçok “Eski Amerika” medeniyetleri Amerikan toprağında binlerce yıldır yaşamıştı. Yani kıta “yeni” değildi. Zaten 18. yüzyılın sonlarına kadar Amerikalılık da bir kültürel kimlik ayracı da değildi.
Buradaki ayrımın esası öncelikle coğrafi bir ayırım gibi görünen, ama dini, siyasi ve idari ayrışım yoluyla oluşturulmaya hâlâ çaba gösterilen süreçteki “Amerikan” kimliğiydi. Coğrafyaya verilen isim, bir milletin adı olmuştu. Önceleri gelenek bir kimliğin coğrafyaya giydirilmesi tarzında olmuştu. O kimliğin oluşması ve takviye edilmesi de Amerika’nın kendi düşman ve Şeytanlarını tanımlaması lazımdı. Düşman ve Şeytanlar yaratmadan Amerika’nın kendi kimliğini oluşturması mümkün değildi. Amerikan kimlik yaratma ideolojisi farklı asırlarda dini, ekonomik ve kültürel olarak şekillendi.
Metin BOŞNAK
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi