Amerikan Dış Politikası

İkinci Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’a Amerikan Dış Politikası


Giriş
7 Aralık 1941 günü Japonya’nın ABD’ye ait Hawai adalarından biri olan Oahu adasındaki askeri tesislere karşı gerçekleştirdiği Pearl Harbor saldırısından sonra İkinci Dünya Savaşı’na katılan Amerika; Nazi Almanyası’nın da kendisine savaş ilan etmesiyle  kendini hem Büyük Okyanus’da hem de Avrupa’da büyük bir savaşın içinde bulmuştu. “İnsanlık tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan İkinci Dünya Savaşı, 5 Mayıs 1945’de Hitler’in halefi Amiral Dönitz’in, Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olduğuna ilişkin belgeyi imzalamasıyla, başladığı yer olan Avrupa’da sona erdi. Savaşın tüm cephelerde sona ermesi ise, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından sonra, Japonya’nın 14 Ağustos 1945’de Almanya’nın kabul ettiğininkine benzer şartlarda teslim olmasıyla gerçekleşmiştir.”[1]

  Kuşkusuz, İkinci Dünya Savaşı arkasında  ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan alt üst olmuş bir Avrupa bırakmıştı. Avrupa’da uzun yılların ürünü olan alt yapı, savaşla birlikte yerle bir olmuştu; milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, kıta Avrupa’sının önemli bir bölümünde ciddi nitelikteki yapılar tahrip edilmiş ve çok sayıda insan göç etmek zorunda kalmıştı. “Ülkelerin dış politikaları ve  halkın tutumları hayret verici ölçüde değişmeye başlamıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce birçok Amerikalı barışın aslında normal olan olduğunu ve savaşın kimseye bir fayda sağlamayacağını düşünüyordu.”[2]

   Savaş sonrası Avrupa, siyasi olarak da oldukça zor günler geçirmekteydi. “Savaştan sonra Avrupa’daki güç dengesi, savaş öncesinden tamamen farklıydı. ‘Avrupa’nın intiharı’  bu bölgede doldurulamaz bir uluslararası ilişkiler boşluğu doğurmuştu. Ülkeler arası ilişkilerin yürütüleceği siyasi bir temel kalmamıştı. Fransa ve İtalya, savaştan galip çıkmalarına rağmen İtalya taraf değiştirdiği için galip devletler arasında sayılabilir- dünya çapında siyasal güçlerini kaybetmişlerdi. Almanya’nın Avrupa egemenliği için yaptığı girişim çöküntüye uğramıştı. Büyük Britanya İmparatorluğu, üzerinde güneşin batmadığı topraklarını kaybetme sürecine girmişti.”[3] Avrupa’da bunlar yaşanırken, Çin  kendini bir iç savaşın içinde bulmuş, Japonya İmparatorluğu yıkılmıştı.

Afrika’nın büyük kısmında ise sömürgecilik tüm hızıyla devam etmekteydi. “Tüm bunlara karşın, ABD savaştan fiziksel olarak güvenli, siyasi olarak istikrarlı ve ekonomik olarak kazançlı çıktı. Franklin Roosevelt tarafından yaratılan, dünyanın şimdiye kadarki en etkili askeri gücü olan ‘demokrasi cephanesi’ de mahfuz kaldı. Otuz yılda ikinci kez, Amerikalılar bir dünya savaşının içine çekilip, bu savaşta galip geliyordu.”[4] Bu durum, İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni düzenin kurulmasında ve yönlendirilmesinde Amerikan dış politikasının büyük oranda etkili olacağının sinyallerini veriyordu.

   Ancak savaşın tek galibi ABD değildi. Hitleri ortak bir tehdit olarak kabul edip işbirliği yapan Sovyetler ve ABD; bu tehlike ortadan kalktıktan hemen sonra, rakip siyasal sistemlerinin getirdiği çıkar çatışmalarıyla savaş sonrası düzenin iki önemli aktörü olarak dünya sahnesindeki yerlerini almışlardı.

  “Sovyetler Birliği liderleri de yüzyıllarca tehditkar bir dış çevrede, hassas şekilde birarada yaşamanın sonucu olan, kendine has bir dış politika tarzı devraldı. Bu liderler daha sonra savaş sonrası dış ilişkilere kendine güvenen ve cepheleşen bir yaklaşım oluşturmak için  Rus tarihinden çıkardıkları dersleri Marksist-Leninist ideolojinin ilkelerine entegre ettiler. Sovyetler Birliği’nin küresel bir güç olarak ortaya çıkması ve güç dengesindeki bu dönüşüme Amerika’nın tepkisi, dünya politikasına yaklaşık yarım yüzyıl hakim olacaktı.”[5]  İki ülke arasındaki güç mücadelesi, bundan sonraki süreçte dünya politikasını tanımlayan ve büyük ölçüde ona yön veren bir özellik olacaktı. Bu yüzden Amerikan siyaset geleneği ile Sovyetler Birliği’nin geleneğini karşılaştırmak süreci anlamak bakımından önemlidir.

Amerika- Sovyetler Birliği

  “Amerikan politikasını en iyi şekilde yönlendiren ana konuların başında, geçmişteki hatalardan sakınmak ve olası savaşları engellemek gelir.  Geçmişten alınan dersler doğal olarak devlet yetkililerini barış yönünde koşullandırmıştır. Onlara göre barış için birinci koşul, savaşı başlatan ulusları tamamen bozguna uğratıp silahsız hale getirmektir. İkinci koşul ise hür iradenin, başka bir deyişle ulusların kendi geleceklerini  belirleme (self determination)  prensibinin  gelişmesini sağlamak ve gelecekte olması muhtemel  buhranları  engellemektir.”[6] “1823-1939 döneminde, genellikle Amerika Birleşik Devletleri kendini Avrupa devletler sisteminden izole etmeye yönelik bir politika izlemişti.”[7]

   Savaş sırasında da Roosevelt Sovyetler Birliğine yönelik bir dostluk politikası izliyordu; çünkü ortak bir Hitler tehdidi vardı ve bundan sonraki dönemde de Sovyet-Amerikan çıkarlarının çatışmasını istemiyordu. Fakat bu dönem, Roosevelt’in dostane politikasına karşılık, Stalin’in Amerikan yönetimine güvenmediğini gösteren yayılmacı Sovyet politikaları dikkat çekmeye başlamıştı.  “ABD’nin sahip olduğu ve daha önceki hiçbir küresel güce benzemeyen siyasal gelişimi, farklı dış politika sentezlerinin oluşumuna hizmet etmiştir. Wilson’cu idealizmin Soğuk Savaş ile etkileşime girmesi küresel iyilikseverlik (global meliorism) denilen dış politika akımını oluşturmuştur. Bu akımın savunucularına göre, dış politika uzun vadeli bir inşa faaliyetidir ve ABD bunu ancak bir bölgede yaşayan halkların çıkarlarını gözeterek sosyoekonomik boyutlu araçlarla gerçekleştirebilir. Bu sentezin oluşumunda dış dünyadan gelen etki ve baskıların büyük etkisi olmuştur. Bu anlayış daha çok Demokratlar tarafından savunula gelmiştir. Bu anlayışa zaman zaman ‘yumuşak emperyalizm’ de denmektedir.”[8]

   Dönemin Amerikan dış politikasında, siyasilerin algıları ve bakış açıları ne kadar etkiliyse coğrafya, dış çevreyi algılama ve diğer devletlerin dış politikaları da oldukça belirleyici olmuştur.  “Her nasıl iki dünya savaşında Almanya’yı kontrol altına alma girişimlerinin öncülüğünü İngiltere yaptıysa, 1945’ten sonra Sovyetler Birliği’ne karşı koymak için ilk adımı -Washington değil- Londra attı. Gerçekte, ABD başta, Sovyetler Birliği ve İngiltere arasında arabulucu rolünü oynamaya çalıştı. İngilizlerin gücünün yetersizliği ne zaman ortaya kondu, ancak o zaman ABD, Sovyet gücünü dengeleme görevini devraldı.”[9] Sovyetler, İkinci Dünya Savaşı biter bitmez Doğu Avrupa’nın ötesine uzanan ve savunma olarak açıklanması zor nitelikte olan bir güç ve yayılma politikasına başlamıştı. Özellikle Türkiye, Yunanistan, İran gibi ülkeler Sovyetlerin savaş sonrası yayılma politikasından nasibini almıştır.

George Kennan ve Çevreleme Politikası

  Savaş sonrası Sovyetlerin süratle yayılmacı bir politika izliyor oluşu, savaştan güçlü çıkan diğer taraf olan Amerika’nın da dış politikasını yeniden değerlendirmesini gerektirmiştir ve bu konudaki en etkili kişilerden biri kuşkusuz Dışişleri Bakanlığının Sovyetler Birliği uzmanı George Kennan olmuştur. “Kennan’ın kapsamlı analizine göre, Rus tarih ve geleneğinin güçlü ellerinin yol gösterdiği Sovyet askeri gücünün iddiası, Moskova’nın kapitalist sistemi yok etme taahhüdünü ayakta tutuyordu.”[10]

   “Kennan’ın 1947’de Mr. X ismini kullanarak yazdığı ‘Sovyet Tutumunun Kaynakları’ isimli makalesi onu ABD Soğuk Savaş stratejisi olan çevrelemenin mimarı haline getirmiştir. Kennan, Sovyetler Birliği’nin içyapısından kaynaklanan nedenler dolayısıyla Sovyet dış politikasının değişmesinin mümkün olmadığı inancındaydı.”[11] Kısaca Kennan’a göre Sovyetler’in yayılmacı politikalarına karşı  uzun dönemli, sabırlı ve dikkatli bir ‘çevreleme politikası’ –containment policy- izlenmeliydi. Sonuç olarak Geogre Kennan, İkinci Dünya Savaşı  sonrası Amerikan dış politikasını derinden etkilemiş ve savaş sonrası Avrupa’nın yeniden inşasına büyük ölçüde yön vermiştir. “Daha genel olarak Kennan, Amerikan dış politikasının ‘ kanuncu- ahlaksal’ yaklaşımını eleştirdi ve 20. Yüzyılın sonlarına doğru ulusun ulusal çıkarlarına odaklanmasına engel olduğunu iddia etti. Bu bakımdan Kennan, savaş sonrasının, Amerikan tarzı dış politikaya uymayan en önemli realistlerinden biri sayılmaktadır.”[12]

  Bu sırada, nükleer güçlerini olabildiğince muhafaza etmeye çalışan Amerikalı siyasiler, 1946’da Acheson-Lilienthal Raporu’nu ve daha sonra Baruch Plan’ını BM’e sunmuşlardır. Böylece Amerika, tüm dünya liderlerini artık nükleer silah geliştirmemeye ve bunun uluslararası düzeyde denetlenmesi için işbirliğine çağırmıştır. “Beklendiği üzere Stalin, Truman’ın gerekçelerine güvenmedi ve Baruch Planı’nı reddetti. Stalin’in BM Büyükelçisi Abdrei Gromyko’a göre ise Amerika nükleer silah üretiminde oluşturduğu tekeli korumak istiyordu.”[13] “29 Ağustos 1949’da Sovyetler Birliği’nin kendi nükleer silahını başarılı bir şekilde test etmesi, böylelikle uzun, karmaşık ve tehlikeli bir silahlanma yarışının başlatması da sürpriz olmadı.”[14]

Truman Doktrini

  12 Mart 1947’de Amerikan başkanı Harry Truman Kongre’de, Yunanistan ve Türkiye’ye ekonomik ve askeri kaynak için 400 Amerikan doları tahsis edilerek yeniden yapılandırmaya yardım edilmesi ve yine bu amaçla bu ülkelere askeri personel gönderilmesi için yetki istediği ünlü konuşmasını yaptı. “Truman Kongre’deki konuşmasında, Türkiye ve Yunanistan’ın bağımsızlıklarının ülke içinden ve dışından tehdit altında olduğunu ve ABD’nin bu ülkelere yardımcı olmaması durumunda Türkiye ve Yunanistan’da totaliter bir rejim oluşacağını ve insanların hürriyetlerini kaybedeceklerini belirtmiştir. Ayrıca ABD’nin ulusal güvenliğinin uluslararası barışla ilişkili olduğunu, bu nedenle bu ülkelerde yaşayan insanların hür yaşamaları, bağımsızlık ve ulusal bütünlüklerini korumaları için ABD’nin bu ülkelere öncelikle ekonomik yardım yapmasının kaçınılmazlığını, şayet bu konuda gerekli yardım yapılmazsa uluslararası güvenlik ve ulusal refahlarının da tehlikeye gireceğini vurgulamıştır.”[15]

Böylece ABD, George Kennan tarafından tanımlanmış olan çevreleme politikasını başlatmış oldu. “Truman yönetiminin 1940’ların sonunda öngördüğü, savaş sonrası süper güçler arası ortaya çıkan uyuşmazlık her iki tarafın düşmanca uygulamalarında da belirgindi. Birçok kişi için dönüm noktası, 2 Temmuz 1947’de , Marshall Planı yardımının bölüştürülmesini tartışmak için Batılı liderler tarafında  Paris’te düzenlenen toplantıdan Rus delegasyonun çekip gitmesiyle vuku buldu. Ondan sonra, iki hasım, büyük güçlerin işbirliği görüntüsünü dahi ortaya koymayacaklardı.”[16] Özetle, Soğuk Savaşa giden yolda, savaş sonrası Sovyetlerin yayılmacı tavırları ve iki kutuplu devlet sistemi büyük oranda belirleyici olmuştur.

Sonuç

  Birçok kaynağın tarihin en yıkıcı savaşı olarak nitelendirdiği İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ilişkiler ve güç dengeleri iki kutuplu olarak değişmişti. Tüm dünyanın aksine savaştan güçlü çıkan iki büyük devlet olan Amerika ve Sovyetlerin bundan sonraki tutumları tüm dünyayı etkileyecek olması bakımından herkes için önemliydi.

  Savaş biter bitmez Amerika, Sovyetlerin Doğu Avrupa’yı aşan yayılmacı tavırları ve güç politikasına  Sovyetler Birliği uzmanı, dönemin etkili ismi George Kennan’ın derin analizinin eseri olan ve ‘çevreleme politikası’ ile karşılık vermiştir. “Bu dönemden sonra ABD, artık geleneksel dış politika tarzının tersine uzun süreli, düşük yoğunlukta mücadele yapacaktı. Bu mücadele için sıklıkla kullanılan terim ‘Soğuk Savaş’ aslında çok uygundu. ‘Savaş’ , Amerika- Sovyet rekabetinin ciddiyetini gösteriyordu; ‘Soğuk’ ise nükleer silahların, konvansiyonel silahlarla bile iki nükleer güç arasında savaş yapılamayacak kadar tek kelimeyle yıkıcılığını kastediyordu.”[17]

Eda KARAİBRAHİM

KAYNAKÇA:

  1.  Çağrı Erhan,Avrupa’nın İntiharı ve İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Temel Sorunlar,Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,Cilt:51, Sayı:1, s259.
  2. Stephen E. Ambrose and Douglas G. Brinkley, Rise to Globalism: American Foreign Policy Since 1938, Eight Revised Edition,p.13.
  3. Çağrı Erhan,Avrupa’nın İntiharı ve İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Temel Sorunlar,Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,Cilt:51, Sayı:1, s260.
  4.  Julian E. Zelizer, Arsenal of Democracy: The Politics of  National Security from World War II to the War on Terrorism, New York: Basic Books,2010.
  5. Steven W. Hook, John Spanier, Amerikan Dış Politikası, İnkılap Yayınevi,s.27.
  6. Ayça Ülker Erkan, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği Arasındaki Soğuk Savaş Yıllarında Amerikan Dış Politikası, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2010, Cilt 8, Sayı 1, s:184.
  7.  Stephen E. Ambrose and Douglas G. Brinkley, Rise to Globalism: American Foreign Policy Since 1938, Eight Revised Edition.
  8. Gültekin Sümer, Amerikan Dış Politikasının Kökenleri ve Amerikan Dış Politik Kültürü, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 19 (Güz 2008), s.129.
  9. Steven W. Hook, John Spanier, Amerikan Dış Politikası, İnkılap Yayınevi,s.34.
  10. George Kennan,  American Diplomacy 1900-1950
  11. Gültekin Sümer, Amerikan Dış Politikasının Kökenleri ve Amerikan Dış Politik Kültürü, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 19 (Güz 2008), s.129.
  12. Steven W. Hook, John Spanier, Amerikan Dış Politikası, İnkılap Yayınevi,s.40
  13.  Micheal Gordin, Red Cloud at Dawn ,New York: Farrar, Straus ve Giroux,2009,s.53.
  14. Steven W. Hook, John Spanier, Amerikan Dış Politikası, İnkılap Yayınevi,s.42.
  15.  Levent Kalyon, Truman Doktrini Üzerine Bir Analiz, Güvenlik Stratejileri Dergisi,s.10.
  16. Steven W. Hook, John Spanier, Amerikan Dış Politikası, İnkılap Yayınevi,s.44.
  17.  Steven W. Hook, John Spanier, Amerikan Dış Politikası, İnkılap Yayınevi,s.42.
  18. Ambrose,S. ve Brinkley, D., Rise to Globalism: American Foreign Policy Since 1938, Eight Revised Edition
  19. Erhan, Ç., Avrupa’nın İntiharı ve İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Temel Sorunlar,Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,Cilt:51, Sayı:1
  20. Erkan,A., Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği Arasındaki Soğuk Savaş Yıllarında Amerikan Dış Politikası, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2010, Cilt 8, Sayı1
  21. Hook, S. ve Spanier,J., Amerikan Dış Politikası, İnkılap Yayınevi
  22. Kalyon,L.,  Truman Doktrini Üzerine Bir Analiz, Güvenlik Stratejileri Dergisi,
  23. Sümer, G., Amerikan Dış Politikasının Kökenleri ve Amerikan Dış Politik Kültürü, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 19 (Güz 2008)
  24. Zelizer,J., Arsenal of Democracy: The Politics of  National Security from World War II to the War on Terrorism, New York: Basic Books,2010.
  25. http://foreignpolicy.com/2011/12/23/the-man-who-got-russia-right/https://history.state.gov/milestones/1945-1952/baruch-plans

 

Sosyal Medyada Paylaş

1 COMMENT

  1. Truman Doktrini başlığı altında verilen yardım tutarının 400 dolar olarak yazıldığını görmekteyim. Levent Kalyon, Truman Doktrini Üzerine Bir Analiz, Güvenlik Stratejileri Dergisi,s.10. kaynağına baktım fakat böyle bir rakamda ibraz edilmemiş olarak gözlemlemekteyim. Çalışmanızda vermiş olduğunuz emek için teşekkürler. Fakat verilen yardımın yanlış yazıldığını belirtir; düzeltilmesini öneririm.
    Saygılarımla..

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...