KAZDAĞLARI- BİR YOK OLUŞ
Özet
“Tamir edebilecekleri bir şey değil, bir yok oluş bu!” İnsanların tepkilerinin ötesinde , kişilerin veya şirketlerin çıkarlarının doğa ile savaşı bu durumun oluşum nedenidir. Daha en başından söylenilen her şeyin sıradan masumane kamuflajlar içermesiyle akıllara kazınan ve kimsenin dilinden düşüremediği o ifadeyle , “çok büyük oyunlar oynanıyor!” . Bu basit anlatımların tamamı durumdan etkilenmesi kaçınılmaz olan kimselerin ağızlarından çıkan ifadeler. Öbür taraftan da etkilenmekten kurtuluşu olmayanların hayat şartlarıyla verdikleri savaşın sadece görünen yüzü… Tarafların dahi belli olmadığı bu savaş, çıkarların çatışmasının yani sermaye – çevre hukuku ilişkisinin somut hali, asla kazananı olmayacak olan bu savaşın tek kurbanı ise dünya sakinleri olarak bizler en büyük rolü oynamakla mükellefiz.
Değerlendirme
Kazdağları olarak ifade edilen bu bölgenin önemi doğal olarak var olan yeterli miktarda yağış almasından ve yeraltı suları bakımından zengin olmasından kaynaklanır. Bu ekolojik dengenin korunması kadar aslında kullanılması çok önemli olmakla birlikte Kazdağları’nın iklimi çeşitli tarım ürünlerinin yetiştirilmesi açısından da uygun bir yapıya sahiptir. Diğer bir taraftan oluşan toprak üstü tahriplerin daha kolay yenilendiği bilgisi Kazdağları Ulusal Çalıştayı’nda da belirtilmiş ve şirketler için de yapılan projeleri meşrulaştıran bir bilgi olarak yer almaktadır. Buradan hareketle söylenebilir ki bu eşsiz özelliklere ve konuma sahip olan Kazdağları “altı ve üstü” ile devletler, şirketler, insanlar için gözde bir konumdadır. En başta kişilerin yani orda yaşayan “köylünün” düşüncelerini ifade etmek gerekirse karşımıza iki farklı etken çıkmaktadır. Bu etkenler, ekonomik durumdan kaynaklanan zorundalık neticesinde maden şirketlerinin verdiği imtiyazlardan yararlanarak bunun doğru olduğunu düşünen insanlar ve çevre hakkı bağlamında su üzerinden haklarını savunmaya çalışarak bunun karşı duran insanlardır.
Belgeseli baştan sona izlerken aniden kendimi her iki tarafı savunabilecek argümanlar üretirken bulmamın ana nedeni de tarafların gerçekten de farklı açılardan haklı olduklarını düşünmem oldu. Burada en çok dikkat çekilmesi gereken noktalardan birinin şirketin izlediği politikalar olduğu kanısındayım. Yapılan projenin meşruluğunu toplum nezdinde sağlamak bir bakıma kanunlar önünde sağlamaktan daha zor ve uzun bir süreçtir. Bu yüzden de şirketin işçi olarak adlandırdığımız kadroyu köyden insanlarla dolduracağını söyleyerek farklı hakları da beraberinde sunması bu konuda köylülerin sempatisini kazanmakla birlikte proje için hem ham madde hem insan gücü hem de taraftar sağlamak açısından oldukça kritik bir konumda yer alıyor. Bu desteğin alınmasından sonra ortaya çıkan farklı olgulardan en önemlisi ise köydeki ayrışmanın ortaya çıkması ve oldukça etkleyici olan şu söz akıllara geliyor: “İnsan burada öleceğini bile bile neden çalışsın ki ?”. İşte böyle bir ikilemde insanlardan beklenen şirketin projesinin çevreye olan zararından önce ekonomik bağlamda yeterli olmayan hayat şartlarını iyileştirmesi yani burada birincil şekilde nitelendirilen “yaşam hakkı” devreye giriyor. İnsanların bunu öncelemelerinin belgesel çerçevesinde haklı kılınmaya çalışıldığını gördükçe farklı noktalara değinmeden de geçilemeyeceğini fark ediyoruz.
Devlerin rolünün önemi de burada ortaya çıkıyor ve köydeki istihdamın aslında tarımla ya da hayvancılıkla sağlanabileceği de ekleniyor. Burada bahsedilen teşvikler bir bakıma ülkedeki istihdam sorununa da parmak basıyor ve ithal etmek yerine neden üretime geçilmediğinden dem vurarak bu özel şirketlerin yaptıklarının aslında devlet eliyle yapılması veya yapılabilecek yolun gösterilmesinin de mümkün olduğu gözler önüne seriliyor. Ülkedeki yatırımların arttırılması bunun da en azından ulusal bir sermaye ile yapılmasının hem köylü hem de devlet açısından kazançlı olacağı çok açık bir durumdur.
Belgesel de ele alınan diğer bir konu ise Alamos Gold adlı şirkettir. Ağaç kesimlerinin ya da kazının yapılabilmesinin de uyulması gereken kurallar çerçevesinde gerçekleştiği oldukça açık bir şekilde çevre hukukunda belirtilmiştir. Ancak burada şirketin projesinin dayandığı argümanın bu kadar desteksiz oluşu gerçekten hayret vericidir. Yetkililerin iddia ettiği üzere şirketin bu yaptığı ağaç kesimlerinin ya da siyanür kullanımının etkileri geçici ve yerine konulabilir şeklinde nitelendirilmiş durumdadır. Gerçeğin pek böyle olmadığı önceki yıllarda yapılan 1996 tarihli Bergama madeninde açıkça görülmüştür. Hatta Kazdağları’nda yapılan bu haklı protestoların yıllar öncesinde Bergama’da yaşanmış bir olayın tekrarı olduğu söylenilmektedir. Yıllar sonra yer altı suyuna karışan siyanürün Bergama halkındaki kanser oranındaki artışı tetiklemiş olması da istatiksel bir gerçektir. Çıkarılamayan derslerin ya da alınamayan önlemlerin kurbanının bu sefer de Kazdağları olduğu oldukça net biçimde görülebilmektedir.
Sonuçlarından ders çıkarılamayan bu olaylardan sonra yaşanan çevre protestolarındaki meşruluğun üstünün kapatılmaya çalışılması ise bu çalışmaların devletin ekonomik çıkarları üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır. Protestolara karşı köylünün tutumuyla ilgili belgeselde gösterilen kısmı için eyleme geçirilmeyen sözlerden ve sadece protestolarla kalmanın hak kazanımına yol açmayacağı yönünde görüş bildirilmektedir. Bu konudaki köylünün haklılığı ve çaresizliği oldukça net bir şekilde gözükmekte ve bunun için yine tek çözümün yasal düzenlemelerin sıkılaştırılması, yerel halkın istihdamının arttırılması için hayvancılığa ve tarıma destek verilmesinin gerektiği oldukça açıktır.
Sonuç
Çevre hakkı için başlatılan bu mücadelelerin tümünün bir sonuca varması gerektiği ve bu sonucunda özellikle yasal düzenlemelerde değişiklik yapılmasıyla elde edilebileceği açıkça görülmektedir. Burada devletin ekonomik çıkarlarının ya da sermayenin çevre hakkıyla karşı karşıya kalması durumunun çözülmesi için öncelememiz gereken hakkın kişilerin hayatındaki değişiklik olduğunu hesaplamak zorundayız. Ana meselenin şirketlerin istihdam yaratmasındaki açık olduğu düşünülürse halkın bilinçlendirilerek bu duruma karşı devlet teşviklerinin arttırılması kaçınılmazdır. Kazdağları’na sadece birkaç parça toprak, ağaç olarak değil de Türkiye ekosisteminin en nadide parçalarından biri olarak bakılırsa maden faaliyetinden önce planların turizm artırmak yönünde veyahut tarım- hayvancılık destekleriyle köylünün kalkındırılması gerektiği çok açık bir durum olarak görülmektedir. Haklarını aramak her vatandaşın göreviyken devletin de bu hakları gözeterek belirli düzenlemeler getirmesi gerekmektedir. Çevresel etki bakımından kıyasın katılım hakkı ile beraber değerlendirilmesi devlet- birey ilişkisi açısından da çok önemli bir konumda yer almaktadır. Kazdağları’nda çokça söylenen şu cümle tüm savaşın neden verildiği özetler nitelikte: “ Suyumuzu feda etmek istemiyoruz!”
CEYDA ÇIĞIR
Çevre Hukuku Staj Programı