1951 yılında temelleri Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile atılan ve 1993 yılında Maastricht Antlaşması ile bugün Avrupa Birliği (AB) olarak isimlendirilen Birlik, 1973 senesinden itibaren kuzeye, batıya ve güneye doğru genişleyerek kıtasal birliği sağlama amacı gütmüştür. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Bilik’in genişleme sürecine doğuyu dâhil etmesi hem kıtasal bütünlüğü tamamlama hem de olası Rusya tehdidine karşı bir arada olma amacı çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Bu genişleme süreçlerinde, özellikle doğuya doğru genişleme kısmı AB içerisinde problemli bir konu başlığı olmuştur. Bu çerçevede AB çalışmaları literatürüne de “koşulluluk ilkesi” kavramı (Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Başkanlığı, n.d.) giriş yapmıştır.
Bu düşünce yazısında AB’nin koşulluluk ilkesi, doğuya doğru genişleme çabaları, Türkiye’nin yarım asrı aşmış adaylığı, Bosna Hersek’e aday ülke statüsü verilmesinin AB devlet başkanları tarafından onaylanması (Çam et al., 2022), Ukrayna ve Moldova’ya adaylık statüsünün verilmesi (Perspektif, 2022), Gürcistan için Avrupa perspektifinin sunulması ve son olarak Hırvatistan’ın Euro bölgesine girişini AB’nin alternatifler sunan bir Birlik olması çerçevesinde inceleyeceğim.
Öncelikle Türkiye’nin adaylığı sürecinde önerilen alternatiflerle başlamanın yerinde olacağını düşünüyorum. Türkiye-AB ile ilişkilerine Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yaptığı başvuru ile 1959 senesinde başlamıştı. Gümrük Birliği kurulması adımı ile başlanan süreç Katma Protokol ile devam ettirilmiş ancak Türkiye’de yaşanan siyasi istikrarsızlıklar nedeni ile sekteye uğramıştı. 1983 yılında yeniden sivil yönetimin kurulması ve 1984 yılından itibaren ithal ikameci politikaların bırakılması ile Topluluk ve Türkiye arasındaki ilişkiler tekrar canlandırılmıştı (T. C. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı, 2020). 1996 yılında Gümrük Birliği kurulmuş, ardından 1999 yılında yapılan Helsinki Zirvesi’nde Türkiye AB’ye aday ülke olarak belirlenmişti. 2004 yılında yapılan Brüksel Zirvesi’nin sonucunda Türkiye için üyelik müzakerelerinin 3 Ekim 2005’te başlaması onaylanmıştı. Fakat 2006 yılından bugüne üye ülkelerden kaynaklanan siyasi engeller nedeniyle birçok fasıl müzakereye açılamamıştı (T. C. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı, 2020).
AB sürecinde Türkiye için birçok alternatif sunulmuştur. Bunlar, Avrupa Ekonomik Alanı Artı (European Economic Area Plus, EEA+), Genişletilmiş Ortak Üyelik (Extended Associated Membership, EAM), İmtiyazlı Ortaklık (Privileged Partnership) ve son olarak Aşamalı Entegrasyon (Gradual Integration) modelleridir (Arslantaş, 2018). Bu alternatiflerden EEA+, EAM ve İmtiyazlı Ortaklık incelendiği zaman Türkiye için tam üyelikten ziyade AB içinde karar alma mekanizmalarına dahil olmadan ikili ilişkileri optimum seviyede tutma amacının AB üye devletleri için daha akla yatkın olduğu yorumunu yapmak yanlış olmayacaktır. Bahsedilen modeller temel olarak siyasi ve ekonomik iş birliğini pekiştirmeyi amaçlamaktadır. Bu modelleri Türkiye reddetmiş ve önceden yapılmış olan düzenlemelerin ihlali olarak nitelendirmiştir (Arslantaş, 2018, p. 275). Alternatiflerden bir diğeri olan Aşamalı Entegrasyon (Karakaş, 2007) ise üç aşamada ilgili ülkeyi AB yapılarına dâhil etmeyi öngörür. Ancak bu modele göre üyelik sürecine geçilebilmesi için Birlik içindeki tüm ülkelerin onayının alınması gerekmektedir. Bu durumda Türkiye’nin birçok faslına blokaj koymuş olan devletler göz önüne alındığında bu modelin Türkiye için net ve sağlıklı bir şekilde ilerlemeyeceği tahmin edilebilir. Ankara Antlaşması’nda belirtilen dönemler (hazırlık, geçiş, nihai dönem) bu modeldeki dönemlere benzemektedir (T. C. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı, 2020). Bu durum da Türkiye’nin 1959 yılında ilk başvurusunu yaptığı dönemden beri uygulanan bütün düzenlemelerin (her ne kadar Türkiye’nin birçok alanda kendini geliştirmesine olanak sağlamış olsa da) AB’ye adaylık adına boşa giden çabalar olarak görülmesine ve Türkiye için kabul edilemez olmasına sebep olacaktır.
Öte yandan 1973 yılından başlayarak kuzeye, batıya ve güneye doğru genişleyen AB, 2004’te “büyük patlama (big bang)” olarak isimlendirilen eski Sovyet ülkelerinin Birlik’e dâhil edilmesi ile kıtasal bütünlük açısından belli bir noktaya ulaşmış, ardından 2007’de Romanya ve Bulgaristan, son olarak 2013’te Hırvatistan’ın Birlik’e dâhil olmasıyla üye sayısını 28’e çıkarmıştı. Genişleme süreçleri boyunca üye olan ülkelerin profillerine göre çeşitli koşullar belirtilmiş ancak Türkiye için uygulananın aksine, dışarıdan bakıldığında AB’ye üye olmaya henüz hazır görünmeyen devletler her şeye rağmen üye olarak kabul edilmişlerdi. Özellikle büyük patlama olarak adlandırılan büyük genişleme sürecinden sonra sıkça ifade edilen hazmetme kapasitesi kavramı (Esen, 2007), AB’ye entegrasyona tam olarak hazır olmayan devletler için koşullu üyeliğe çevrilmişti. Yani Kopenhag Kriterleri’nin tamamını istenen şekilde sağlamıyor olsalar da Birlik’e dâhil edildikten sonra kriterleri tam olarak yerine getirmeleri için müsaade edilmişti.
2013 yılında son olarak Birlik’e dâhil edilen Hırvatistan’dan sonra hazmetme kapasitesi göz önüne alınınca Birlik’in daha fazla genişlemek için adım atmayacağı düşünülebilirdi. Buna rağmen, yazımın başında belirttiğim gibi Bosna Hersek’e aday ülke statüsü verilmesinin onaylanması, Ukrayna ve Moldova’nın aday ülke olarak tanınması, Gürcistan için Avrupa perspektifi sunulması hazmetme ve hatta derinleşme süreçlerinin tam tersi bir durum yaratmış gibi görünüyor. Burada özellikle Ukrayna ve Moldova’nın adaylıklarının dikkat çekici olduğunu düşünüyorum. Bu iki ülkenin aday ülke statüsüne alınmasını AB’nin genişleme perspektifini Rusya tehdidine karşı bir araç olarak kullanıyor şeklinde yorumlamanın hatalı olmayacağı kanaatindeyim. Diğer taraftan, Gürcistan için Avrupa perspektifinin başlamış olması Helmut Schmidt’in şu sözlerini akıllara getiriyor: “…Türkiye’nin üyeliğini destekleyen bir kişi aynı zamanda ileride Mısır, Libya, Cezayir ya da Fas gibi ülkelerden gelecek katılım talebine nasıl karşılık vereceğini de göz önünde bulundurmalıdır. Tüm bu ülkeler farklı kıtadadırlar ve AB’yi Asya ve Afrika’ya doğru genişletmek doğru olmaz” (Bayraktar, 2016 akt. Arslantaş, 2018).
O halde, Gürcistan gibi Avrupa kıtasıyla Türkiye’nin aksine herhangi bir bağı olmayan bir ülke için adaylık perspektifinin başlamasının AB’ye yönelik ikiyüzlülük tartışmalarını destekleyen bir durum olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, bugün birçok tarihçinin Avrupalı kimliğinin oluşumunu Roma’ya dayandırması (Todorov ve Bracher, 2008; Aksoy, 2020) ve tarihte Batı ve Doğu Roma’ya, ardından bütün Balkan topraklarında yüzyıllarca hüküm sürmüş Osmanlı’ya başkentlik yapmış İstanbul’un Avrupa’nın bir parçası sayılmaması manidardır. Yine aynı şekilde, Türkiye’yi Avrupa kıtasına bağlayan bir “Avrupa Yakası” olmasına rağmen, Gürcistan gibi AB kıtasında bulunmayan bir ülke için adaylık perspektifinin başlaması AB’ye yönelik çifte standart tartışmalarını da destekleyecek bir durumdur.
Alternatifler birliği deyimini temellendirecek birkaç örnek daha vermek yerinde olabilir. Bilindiği üzere bazı ülkeler AB’ye üye olmasa bile Schengen’den, Gümrük Birliği’nden ve bazı diğer ayrıcalıklardan yararlanabiliyor, bu durum “opt out (opt in)” olarak nitelendiriliyor (European Union, n.d.; EUR, n.d.). Opt outa sahip olan ülkeler çeşitli yasal düzenlemelerin ve politikaların dışında kalıyorlar, bu durum da onlara daha fazla hareket imkânı sağlamış oluyor. Diğer taraftan Birlik içinde aynı hızda ilerleyemeyen ülkelerin varlığı da bazı alternatiflerin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Örneğin Romanya ve Bulgaristan, Hırvatistan’dan daha önce Birlik’e dahil edilmiş olmalarına rağmen bugün gelinen noktada Hırvatistan çok daha hızlı bir şekilde AB kurumsal yapısına entegre olmuş ve Ocak 2023 itibariyle hem Schengen hem de euro bölgesine dahil edilmiştir. Yani aslında AB sadece aday ülkeler arasında değil kendi bünyesindeki ülkeler arasında da belirli durumları ve konuları baz alarak ayrıma gidiyor. Bence AB’ye üye devletlerin Euro bölgesinde olmaması belki ekonomileri göz önüne alınınca anlaşılabilir bir durum ancak Schengen’de olmamaları son derece absürt, zira AB denince akla gelen en önemli özgürlük alanlarından biri hiç şüphesiz kişilerin serbest dolaşımıdır.
Yukarıda yazdıklarımdan hareketle birkaç soru ile yazımı tamamlamak istiyorum. Öncelikle AB’nin Türkiye için ürettiği ve teklif ettiği alternatifler bugünkü Türkiye-AB ilişkilerinin geldiği nokta düşünüldüğünde zaten bu duruma gelineceği önceden tahmin edildiği için mi öne sürülmüştü? Ukrayna ve Moldova’ya adaylık statüsü verilmesi Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehdidine karşı bir araya gelen Batı ittifakı gibi bugün de ortaya çıkmış olan Rusya tehdidine karşı atılmış bir adım mı? Eğer öyleyse AB’nin bu adımlarıyla Rusya’nın saldırganlığını daha fazla perçinlediğini görmemesi mümkün olabilir mi? Bosna Hersek’in yeni statüsü AB’nin Batı Balkanlara genişleme isteğini hala devam ettirdiğini gösteriyor. O halde AB ekonomisi Batı Avrupa devletleri kadar güçlü olmayan bir ülkeyi daha bünyesine katmak için bir sürece başladığına göre AB’nin kurulmasından yüzyıllar önce ortaya atılmış olan “Birleşik Avrupa” fikri (Shahin ve Wintle, 2000), AB için ekonomiden daha önemlidir denilebilir mi? Gürcistan gibi Avrupa kıtasına son derece uzak ancak din ve sosyal yapı olarak Avrupa’ya benzer bir ülkeye Avrupa perspektifinin verilmesi AB için Hıristiyanlığın hala kültürel ve hatta siyasal açıdan önemli bir etken olduğu düşüncesini desteklemektedir yorumu yapılabilir mi? Bir yandan AB bütünleşmesi bünyesindeki belki de en güçlü devletlerden biri olan İngiltere’nin ayrılması ile sarsılırken öte yandan AB hala genişleme yönünde adımlar atmaya devam ediyor. Yanı başındaki savaşın ve dünyanın yaşadığı buhranın etkileri sonucunda AB’nin akıbetinin ne olacağını bize zaman gösterecek.
Büşra Özyüksel
TUİÇ Akademi Dergi Koordinatörü
Kaynakça
Aksoy, E. G. (2020). Avrupa kimliğinin oluşumu ve evrimi. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 17 (45), 26-39.
Arslantaş, E. (2018). Türkiye’nin AB Tam Üyelik Alternatifleri. Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi, (65), 265-278.
Çam, Ö. T., Lejla Biogradlija, & Yılmaz, M. Ş. (2022, December 15). AB Liderleri Bosna Hersek’e Adaylık Statüsü Verilmesini Onayladı. Anadolu Ajansı. Retrieved January 25, 2023, from https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-liderleri-bosna-herseke-adaylik-statusu-verilmesini-onayladi/2764994
Esen, A. T. (2007). Avrupa Birliği’nin hazmetme kapasitesi ve Türkiye’nin üyeliği: Tanımlar ve yorumlar. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Politika Notu.
European Union. (n.d.). Retrieved January 27, 2023, from https://european-union.europa.eu/easy-read_en
EUR. (n.d.). Retrieved January 28, 2023, from https://eur-lex.europa.eu/EN/legal-content/glossary/opting-out.html
Karakaş, C. (Kış 2007-2008). Üye Olmadan Entegrasyon Mümkün mü? Türkiye’nin AB Üyeliğinin Hukuki Dayanakları ve Tam Üyelik Alternatifleri. Uluslararası İlişkiler, 4(16), ss. 23-49.
Perspektif. (2022, June 24). Avrupa Birliği’ne Aday ülke sayısı 7’ye çıktı. Retrieved January 25, 2023, from https://perspektif.eu/2022/06/24/avrupa-birligine-aday-ulke-sayisi-7ye-cikti/
Shahin, J., Wintle, M. (2000). Introduction: the Idea of a United Europe. In: Shahin, J., Wintle, M. (eds) The Idea of a United Europe. Palgrave Macmillan, London. https://doi.org/10.1057/9780230520479_1
T. C. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı. (2020, February 12). Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi. Retrieved January 24, 2023, from https://www.ab.gov.tr/111.html
Todorov, T., & Bracher, N. (2008). European Identity. South Central Review, 25(3), 3–15. http://www.jstor.org/stable/40211275
Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Başkanlığı. (n.d.). Avrupa Birliği’nin Genişlemesi. Retrieved January 26, 2023, from https://www.ab.gov.tr/p.php?e=109#:~:text=Kat%C4%B1l%C4%B1m%20ko%C5%9Fullulu%C4%9Fu%20k%C4%B1saca%20AB’ye,gereken%20y%C3%BCk%C3%BCml%C3%BCl%C3%BCkler%20b%C3%BCt%C3%BCn%C3%BC%20olarak%20tan%C4%B1mlanabilir