Başbakanın Almanya Ziyareti, Türkiye ile Almanya arasındaki “sağırlar diyalogunun” açık bir biçimde gözler önüne serilmesi açısından oldukça dikkat çekici olmuştur. İktidar partisinin AB projesine dört elle sarıldığı yıllarda “eski şansölye” Gerhard Schröder eliyle Türkiye’nin en önemli destekçisi olan bu ülke ile ilişkiler özellikle son birkaç yıldır yalnızca gerilim ile anılır hale gelmiş durumdadır.
Öyle ki, Türk Hükümeti, geçtiğimiz yıl yaşanan Gezi Olayları’nı içerisinde Almanya’nın da yer aldığı “geniş bir koalisyonun” kendisine karşı düzenlediği bir operasyon olarak görürken, Alman Şansölyesi ve devlet adamları ile Türk Başbakanı ve hükümet üyeleri arasında çoğunlukla Türkiye’nin siyasal gündemi ile ilgili birçok tartışma da yaşanmıştır. Bu tartışma, o denli ileri noktalara varmıştır ki, Başbakan Erdoğan ile Alman Cumhurbaşkanı Christian Wulff arasında diplomatik nezakete pek de sığmayacak bir atışmaya dahi dönüşmüştür. Bu gerginliğin izlerini iki ülke basınından takip etmek de mümkündür. Ancak özellikle Alman Basını’nın amiral gemileri olarak görülebilecek Bild ve Der Spiegel’in, Başbakan’ın Köln ziyareti öncesi attıkları başlıklar ve yayınladıkları haberler, Almanya’da Türk Hükümeti’ne karşı biriken öfkeyi gözler önüne seren hususlardır.
Almanya, Türkiye’de “Avrupa” ve “AB” denince akla gelen en önemli ülkedir. Zira bu devlet, 1960’lı yılların başından itibaren yaşanan “işçi göçü” ile birlikte Türk toplumunun sosyal, ekonomik ve hatta siyasal yaşantısında her daim yeri olan, Türklerin önemli bir bölümünün “içimizdeki yabancı” olarak gördükleri bir aktör haline gelmiştir. Benzer bir durum Alman toplumu için de söz konusudur. Ne var ki, iki ülke arasındaki ilişkiler hiçbir zaman “medeniyetler arası farklılık” boyutundan ve özellikle Türkiye’nin gerek ekonomik, gerekse de siyasal anlamda yaşadığı problemlerden bağımsız düşünülememiştir. Hatta birçok kez, iki ülke liderlerinin birbirlerini “günah keçisi” olarak göstermeye çalıştığı durumlarla da karşılaşılmıştır. Zaten bugün de bu durumun bir benzeri yaşanmaktadır.
Bugün Almanya’da 3,5 milyona yakın Türkiye kökenli insan yaşamaktadır. Almanya, Türkiye’de yatırımları olan en önemli ülkelerden biridir. Üstelik bu yatırımların önemli bir bölümü de “doğrudan yatırım” kapsamında Türkiye’ye gelmiştir. Almanya ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi, son yıllarda yaşanan gerginliğe ve Türkiye’nin AB ile yürüttüğü müzakere süreci neredeyse durma noktasına gelmiş olmasına karşın sürekli olarak artmaktadır. Öyle ki, iki ülke arasındaki ticaret hacmi son 10 yılda %80 oranında artış göstermiş ve 2013 itibarıyla 38 milyar dolara yaklaşmıştır. Geçtiğimiz yıl Türkiye’nin Almanya’ya yaptığı ihracat 13,7 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.
Almanya’dan yapılan ithalat ise 24,1 milyar doları bulmuştur. 2013 yılı içerisinde Almanya’dan Türkiye’ye gelen turist sayısı ise 5 milyonu aşmıştır. Bu rakama Türkiye’ye yerleşen Alman vatandaşları dâhil değildir. Siyasal ve ekonomik açıdan bu kadar yakın ilişkiler içerisinde olan iki ülke ilişkileri neden gerginleşti sorusu hemen akıllara gelmektedir. Yukarıda bahsetmiş olduğum ekonomik, demografik gerçekler ve Türkiye’nin halen süren AB üyelik süreci ele alındığında, Türkiye-Almanya İlişkileri’ne hâkim olan anlaşmazlığın konjonktürel bir mesele olduğu ve çok fazla uzamasının özellikle Türkiye için çok ciddi olumsuzlukları beraberinde getireceği ortadadır.
Türkiye-Almanya İlişkileri’ndeki konjonktürel gerginliğin iki taraf açısından da bazı nedenleri bulunmaktadır. Almanya açısından değerlendirdiğimizde, Alman hükümeti, Türk Hükümeti’nin, AB üyelik sürecindeki tıkanmadan her daim kendisini sorumlu tutmasını ve Merkel’in önerdiği “imtiyazlı ortaklık” seçeneğinin Türkiye tarafından kayda değer bir teklif olarak görülmediğinin açıklanmasından rahatsızlık duymaktadır. İkinci önemli neden ise Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’de oluşan toplumsal/siyasal kutuplaşmanın arkasında Almanya’nın olduğunu iddia etmesidir. Özellikle Gezi Olayları esnasında ayyuka çıkan bu tutum, Almanya’da çok ciddi bir tepkiye yol açmıştır. Almanya’nın Türkiye’ye olumsuz yaklaşmasının üçüncü önemli nedeni, Türkiye Başbakanı’nın, Türkiye ziyareti esnasında ve sonrasında Alman Cumhurbaşkanı Christian Wulff hakkında söylediği ve diplomatik açıdan “nezaket sınırlarının dışında” olduğunu söyleyebileceğimiz sözlerdir. Bu açıklamalar Almanya’da tam manasıyla infiale yol açmıştır denilebilir.
Dördüncü önemli neden ise, Türk Hükümeti’nin son dönemde benimsediği sert söyleme paralel olarak Türkiye’de oluşan kutuplaşmanın Almanya’da yaşayan Türkiye kökenliler arasında da huzursuzluk yaşanmasına neden olması olasılığıdır. Alman yetkililer, böyle bir durumun oluşmasına paralel olarak, Türklerin yanı sıra, diğer göçmenleri de etkileyecek büyük çaplı bir sokak eylemliği oluşmasından endişe etmektedir. Türkiye Başbakanı’nın “cumhurbaşkanlığı seçimleri” öncesinde Almanya’da yaşayan ve bu seçimde oy verme hakkına sahip 1,3 milyon Türkiye kökenlinin oylarını alabilme yönünde bir propaganda gezisi olarak düzenlediği Köln ziyaretinin öncesinde ve esnasında Türkiye kökenliler arasında yaşanan bölünme ve anlaşmazlığın kameralara dahi yansımış olması, Alman Hükümeti’nin endişesini daha da arttırmıştır.
Türk Hükümeti de Almanya ile yaşanan gerginliği kendi politikaları bağlamında kullanmayı tercih etmektedir. Bu bağlamda, özellikle son 1 yılda yaşanan sokak eylemleri içerisinde Almanya’nın da bulunduğu geniş bir aktörler grubuna havale edilmekte ve Almanya karşıtı söylemler, hükümetin sırtını dayadığı halk tabakasını konsolide etme aşamasında kullanılmaktadır. Almanya’ya referansla “dış güçlerin” Türkiye’ye büyük çaplı bir komplo kurduğu inancı yaratılarak son dönemde açıkça fark edilen otoriterleşme eğilimleri de toplumsal anlamda meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin AB ile yürüttüğü müzakerelerin durma noktasına gelmiş olmasının sorumluluğu da Angela Merkel önderliğindeki Almanya’ya ve onunla birlikte hareket ettiğine inanılan Fransa’ya yüklenmektedir. Böylece Türkiye’deki reform iradesinin yavaşlamış olduğu gerçeği gözlerden ırak tutulmaya çalışılmaktadır. Almanya’nın Türkiye’yi “Müslüman” olduğu ve farklı bir kültürden geldiği gerekçesiyle AB üyesi yapmak istemediği söylemi, İslam’ı referans alarak oy toplamayı hedefleyen ve bu anlamda da oldukça başarılı olduğu söylenebilecek olan Türk Hükümeti’nin işine gelmektedir.
Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda, Almanya-Türkiye İlişkileri’ndeki gerginliğin her iki hükümetin izlediği politikalar ve kullandıkları söylem çerçevesinde şekillendiği söylenmelidir. Ne var ki, Türkiye’de, hükümete yakın medya organları ile Almanya’da Bild ve Der Spiegel’in manşetlerine yansıyan bu gerçekliğin kısa vadeli olacağını ve konjonktürel gereklilikler ortadan kalktığında sönümleneceğini söyleyebiliriz. Bu anlamda, en önemli husus Ağustos ayında Türkiye’de düzenlenecek olan cumhurbaşkanlığı seçimleri olacaktır. Gerginlik uzun ömürlü olmayacaktır. Zira Türkiye-Almanya İlişkileri, hükümetlerin/siyasal aktörlerin ikbal kaygılarına bağlı kalamayacak denli köklü ve stratejiktir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü