Alman Milliyetçiliğinin Dönemsel ve Kronolojik Evrimi

Bu röportaj, Dr. Sevil Özçalık Dumanoğulları ile “Alman Milliyetçiliğinin Dönemsel ve Kronolojik Evrimi” üzerine gerçekleştirilmiştir.

1. Alman milliyetçiliğinin takip ettiği kendine özgü bir yol var mıdır? Alman milliyetçiliğini diğer örnekler ile kıyaslayarak yorumlamak doğru mudur?

Aslında bu konu Alman tarih yazıcılığını meşgul eden büyük bir konu. Bu doğrultuda iki ana sorunsaldan bahsetmek mümkün. Bunlardan ilki “özel yol tezi” (sonderweg thesis) olarak tanımlanan Alman tarihinin, Alman modernleşme ve uluslaşma sürecinin onu diğer Avrupa örneklerinden ayıran özgünlükler içerip içermediğidir. Alman tarih yazıcılığı Nazi diktatörlüğünün Alman tarihinin normal akışından kısa süreli bir sapma mı, muhafazakâr tarihçi Friedrich Meinecke’nin tabiriyle bir iş kazası mı (Betriebsunfall) yoksa uzun süreli bir otoriterlik geleneğinin sonucu mu olduğuna odaklandı. Gelinen noktada, Blackburn ve Eley gibi tarihçiler her durumun kendine özgü olduğunu ve Almanların bu açıdan istisna teşkil etmediğini savundular. Onlara göre, örneğin İngiltere’nin veya Fransa’nın uluslaşma süreçlerini “normal” olarak kabul etmek yanlıştır ve 1871’den 1945’e böyle çizgisel bir tarih anlatısı kurgulamak fazla karmaşık tarihsel süreçleri basite indirgemektir. Özellikle son çalışmalar ışığında Alman milliyetçiliğine basit doğrusal bir açıklama yapmanın güçlüğü ortaya çıkıyor.

İkinci sorunsal ise milliyetçilik çalışmalarında karşılaşılan ikili kategorilerdir. Özellikle Hans Kohn’un II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru yazdığı The idea of Nationalism: A Study in its Origins and Background isimli çalışma sivil-etnik milliyetçilik kategorileştirmesini milliyetçilik literatürüne kazandırdı. Buna göre; Batı Avrupa örneklerinde milletin üyeleri siyaseten eşit konuma sahip vatandaşlardır ve bireyler o milletin üyeleri olmak konusunda rıza gösterirler. Diğer yandan Kohn’a göre özellikle Almanya’nın başını çektiği Doğu Milliyetçilik modelinde vatandaşlık bağı ve birey rızası yerine “halk”ın (volk) ortak mirası ve organik bütünlüğü daha önemli hale gelir. Bu bağlamda, batı milliyetçilikleri rasyonel, doğu milliyetçilikleri ise duygusaldır. Bu kategorileşmeyi takip eden çalışmalar, Batı Avrupa örneklerinde burjuvazinin önayak olmasıyla aydınlanma değerlerine atıfla kurgulanan anayasal, liberal bir uluslaşma sürecini ele alırken, Almanya ve doğu milliyetçilik örneklerinin romantik, etnik bir yapıya büründüğünü iddia ederler. Dolayısıyla, Batı milliyetçilik örnekleri kapsayıcı iken doğu milliyetçilik örnekleri dışlayıcıdır.

Son yıllarda yapılan katkılar, doğu-batı, sivil-etnik vs. gibi kurgulanan bu kategorilerin gerçeği tam anlamıyla yansıtmadığını ortaya koyarlar. Doğu- batı, sivil- etnik gibi ikili bir kategorileştirme bu milliyetçiliklerin kaçınılmaz şekilde iyi-kötü milliyetçilikler olarak yorumlanmasına yol açar. Diğer yandan, Alman milliyetçiliği de diğerleri gibi dönem dönem içerisinde hem sivil hem de etnik öğeler barındırmıştır.

2. 1871 tarihine ilerlerken Alman milli kimliği hangi faktörleri temel almıştır? (Dil, coğrafi özellikler, etnisite, vb.) Bu bağlamda hangi isimler öne çıkmıştır?

Prusya’nın Jena ve Auerstädt’te aldığı ağır yenilgi (1806) ve Berlin’in Fransa tarafından işgali Alman aydınlarını Fransız karşıtı bir söylem benimseyerek ilk milliyetçi ajitasyona başvurmalarına yol açtı. Bu dönemde Alman entelektüellerinin Alman milletini tanımlama, onu Fransa işgaline karşı seferber etme gayretleri Alman milliyetçiliğinin inşa sürecini oluşturdu. Fransız Devrimi ideallerinin Napolyon’un yayılmacı tavrı ile gölgelendiği ve 1806 yenilgisinden sonra Almanya’da özellikle Prusya’nın başını çektiği, Alman entelektüellerin girişimiyle başlayan bir milli “uyanış” döneminden bahsetmek mümkündür. Johann Gottlieb Fichte’nin (1762-1814) Berlin’de üniversite öğrencilerine yönelik yaptığı “Alman Milletine Söylevler(Reden an die deutsche Nation) ya da Friedrich Ludwig Jahn (1778-1852) tarafından oluşturulan Jimnastik Hareketi (Turnbewegung) bu çabanın ürünlerinden bazılarıdır. Almanlığın ve Almanya’nın sınırlarının tanımlanması çabaları da mevcuttu. Siyasi birliğin olmadığı durumda Alman’lığın sınırları kültür ve dil ile çiziliyordu. Örneğin, şair Arndt’ın 1814’te yazdığı ünlü “Alman Vatanı Nerede?” (Was ist des Deutschen Vaterland?) şiiri Alman sınırlarını Alman dilinin duyulduğu yerler olarak betimliyordu.

3. 1871 öncesi Alman milli kimliği nasıl inşa edilmiştir?

Napolyon sonrası Avrupa düzenini oluşturmayı amaçlayan Viyana Kongresi’nin (1815) bir Alman Birliği tasarrufu yoktu. Avusturya liderliğindeki Metternich’in bu Kongre’de asıl hedefi Avusturya’nın etkisi altında tutabileceği küçük Alman prensliklerini korumak ve yükselmekte olan Alman Birliği taleplerini mümkün mertebe bertaraf etmekti. Buna rağmen Alman Birliğinin sağlanması için güçlü bir liberal anayasal hareket vardı. 1848-49 Burjuva Devrimi tüm Avrupa’yı etkilediği gibi Alman prensliklerini de etkiledi. Alman topraklarında öğrenci ve aydınlar milli birlik ve anayasa talepleriyle yürüdüler. Bu hareketin Alman Birliği açısından en önemli sonucu, Paulskirche’de toplanan Frankfurt Dieti oldu. Bu Meclis Prusya Kralı Dördüncü Wilhelm’e Prusya liderliğinde kurulacak bir Alman Devleti’nin başına geçmesi teklifini götürdü fakat kendini bir meclisin iradesine tabi kılmak istemeyen Wilhelm bu teklifi reddetti. Birçok tarihçi bu olayın Alman milliyetçiliğinin liberal-anayasal çizgide ilerlemesi açısından kaçırılmış bir fırsat olarak görür.

4. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Alman Milliyetçiliği’nde bir değişiklik meydana gelmiş midir? 1923 Birahane Darbesi gibi öne çıkan olaylarda milliyetçi söylemlerin etkisinden bahsedebilir miyiz?

1888’de tahta çıkan İkinci Wilhelm o zamana kadar Alman dış siyasetinde dengeyi gözeterek özellikle iki cepheli bir savaştan kaçınmaya çalışan Şansölye Bismarck’ı istifaya zorladı. Bismarck’ın denge siyasetini terk eden İmparator İkinci Wilhelm Almanya’nın “güneşte yerini alması” gerektiğini belirten konuşma yaparak “Weltpolitik” olarak tanımlanan genişlemeci bir dış siyaset takip edeceğinin sinyallerini vermişti. Cihan Harbine Almanlar bu milli gurur ve kültürel olarak yayılmacılık hevesi ile girdiler. “1914 Ruhu” olarak adlandırılan bir savaş hevesi Almanya’da yayıldı. Almanya’nın üstünlük ideolojisiyle giriştiği topyekûn savaş dört yılın sonunda Almanya tarafında bezginlik yarattı. 29 Ekim 1918’de Kiel’de denizciler arasında çıkan ayaklanma Almanya’da devrimi başlattı ve 7 Kasım’da Münih’e ulaşarak Bavyera Kralı İkinci Wilhelm’in kaçmasına neden oldu. 9 Kasım 1918’de İkinci Wilhelm bir halef bırakmaksızın Almanya’yı terk etti ve İmparatorluğun sonu gelmiş oldu, böylece Weimar Cumhuriyeti kuruldu. Yönetim 11 Kasım’da ateşkes antlaşması imzalayarak Cihan Harbine son verdi. Mağlubiyet 28 Haziran 1919’da imzalanan Versay Antlaşması ile tescillendi. Bu antlaşmanın özü Almanya’nın Cihan Harbini başlatma sorumluluğunu üstlenmesi, İtilaf Devletlerine savaş tazminatı ödemesi, kolonilerinden ve kazandığı çeşitli topraklardan vazgeçmesi ve bir daha hiçbir ülke için tehdit oluşturmayacak şekilde ordusunu sınırlamaya gitmesi oldu. Savaş sonrası Almanya’sında milliyetçiliğin yükselişine zemin hazırlayan ve sağın elini güçlendiren Sırtından Bıçaklanma Efsanesi (Dolchstosslegende) olarak adlandırılan ve milyonlarca Almanın paye verdiği komplo teorisi oldu. Bu söylem, ordunun itibarını bozmamak adına yenilginin suçunu sivillere atıyor ve yenilginin masa başında olduğunu iddia ediyordu. Buna göre; Almanya aslında savaşı askeri olarak kaybetmedi fakat iç düşmanlar yüzünden moral kaybı yaşadı ve savaşı diplomatik olarak kaybetti. Bu iç düşman söylemi özellikle Yahudileri ve sosyalistleri hedef alıyordu. 1929-1932 arası dönemde Nasyonal Sosyalistlerce kullanıldı ve Nazi Partisi halkı bu söylemi kullanarak harekete geçirdi. İç düşman söylemi gerilim dolu sınıf toplumu yerine yabancılardan, sosyalistlerden ve Yahudilerden arınmış bir Volksgemeinschaft talebini doğurdu.

5. Franz von Papen, Heinrich Brüning ve Kurt von Schleicher’in benimsediği “yeni muhafazakâr” stratejilerde milliyetçilik gözlemlenebilir mi?

“Yeni Muhafazakârlar” olarak nitelenen bu üç ismin yönetimi toplumda sosyalistlerin marjinalleşmesine ve kriminalleşmesine zemin hazırladı. Üç lider de farklı şekillerde de olsa Versay hükümlerine karşı gelmek ve sosyalistlere karşı Nazi örgütlerine destek vermek konusunda hemfikirdiler. Özellikle NSDAP ile kurdukları ittifak Hitler’in kendini Führer ilan etmesinin kaldırım taşlarını döşedi. Bu açıdan, Hitler kadar marjinal şekilde olmasa da bu üç isim de benzer argümanları barındıran milliyetçi söylemlere rağbet ettiler.

6. 1929 Ekonomik Krizi milliyetçi söylemler üzerinde nasıl bir etkiye sahip olmuştur?

Amerikan borsasının çöküşü ile başlayan Büyük Buhran Amerika’nın Almanya’ya Young Planı çerçevesinde vermeyi planladığı kredileri sekteye uğratmış ve böylece Versay Anlaşması’nın Almanya’daki etkilerinin şiddetlenmesine neden olmuştur. İktisadi bunalımlar toplumları genellikle bir günah keçisi aramaya iter. Bu durum 1930’lar Almanya’sında da yaşandı. Hitler özellikle yukarıda ele alınan, “Sırtından Bıçaklama Efsane”sini, 1929 Dünya İktisadi Krizi’nin ve hiperenflasyonun yaşandığı durumu kullanarak popülist milliyetçi söylemlerle yığınlara seslendi. Siyaseten kutuplaşmış ve şiddete meyilli Alman toplumunda Nazi Partisi ulusun gücünü ve onurunu tekrar geri getirme sözü ile demagojik şekilde yığınlara seslendi ve milliyetçi çağrıda bulundu. Bu milliyetçi çağrı Almanya’da ırksal birliği sağlayarak Volksgemeinschaft’ın “düşman” unsurlardan arınmış hale getirilmesini içeriyordu. Bu vaat ile 1932’de oyların %37,4’ünü alarak ikinci parti olan Nazi Partisi lideri Hitler Alman Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından 30 Ocak 1933’te Başbakan olarak atandı ve 5 Mart 1933 genel seçimlerinde NSDAP oyların %43,9’unu alarak iktidarını kesinleştirdi. Hitler bu “başarısı”nı büyük oranda Büyük Buhran’ın Almanya’daki etkilerine borçludur.

7. Adolf Hitler’in milliyetçi söylemlerin ötesine geçişi nasıl gerçekleşti?

Hitler siyasi gücü ele geçirdikten sonra söz verdiği üzere Volksgemeinschaft’ı “istenmeyen” unsurlardan arındırma işine girişti. Bu yaklaşım 19. yüzyıl boyunca Avrupa’yı etkisi altına alan sosyal darvinist ideolojinin Almanya’ya yansımasıydı. Darvinizmin temel iddiası olan evrim sürecinde yeterli uyumu gösteremeyen biyolojik türlerin ortadan kalkmasına paralel şekilde Sosyal Darvinizm’e göre de yeterince güçlü olmayan toplumsal yapılar ya da ırklar yok olmaya mahkumdu. Bu doğrultuda, Alman toplumunu ve Alman ırkını saflaştırmak için siyasi muhalifler, engelliler, homoseksüeller, Yahudiler hedef alındı ve onların Aryan ırkını bozdukları iddia edildi. Böylece öncelikle bu grupları hedef alan bir ayrıştırma ve ötekileştirme söylemi ve bunun ardından özellikle 1938 sonrası bir yok etme stratejisi benimsendi. Holocaust ise bunun en trajik sonucu oldu.

8. 1949’da kurulan Doğu Almanya ve Batı Almanya’nın milli kimlik ve milliyetçilik anlayışlarında/politikalarında benzerlikler veya farklılıklar var mıdır?

Birçok farklılık gözlemlemek mümkün. Özellikle Nazi geçmişi ile yüzleşme konusunda ciddi bir tutum farklılığı vardı ki bu iki toplumun milliyetçiliği ele alışlarını oldukça etkiledi. Batı Almanya’nın ilk şansölyesi olan Konrad Adenauer 1949-1965 arasında Batı ile entegrasyonu ve geçmişi geride bırakmayı temel siyaset olarak benimsedi. Bu bağlamda 1949-1954 arasında çıkartılan af kanunları Nazi partisi ile ilişkili olan pek çok kişinin aklanmasına neden oldu. Batı Almanya’da geçmişle ilk ahlaki yüzleşmeler 1965-1985 arası yaşandı. Özellikle 68 kuşağı ile böyle bir yüzleşme ve hatırlama kültürünün oluşması açısından ciddi adımlar atıldı. Savaş sonrası çocukları (Nachkriegskinder) olarak anılan bu nesil anne babalarının savaş sonrası sorgulamadığı Nazi dönemini sorguladılar ve aile geçmişleriyle yüzleşmeye çalıştılar. Bu neslin ilerleyen süreçte Alman toplumunda önemli konumlara gelmeleriyle geçmişi ele alma konusunda bir dönüşüm yaşandı.

Batı Almanya Nazi geçmişinin toplumsal hafızada yer edinmesiyle ilgili böyle bir dönüşüm izlerken, Doğu Almanya’da Batı’dakine benzer toplumsal hafızayı tetikleyecek tartışma ortamı yoktu. Moskova güdümündeki Doğu Almanya’da etkin olan SED (Sozialistische Einheitspartei Deutschlands) partisi tarih tartışmasına yön verdi. Parti Doğu Almanya’yı Nazi Almanya’sı ile mücadele eden anti-faşist cephe olarak konumlandırdı ve bu anti-faşizme anti emperyalizm ve anti-kapitalist de bir ton kazandırdı. 1950’lerde Batı Avrupa’daki Amerikan etkisinden ve Batı entegrasyonu çabasından rahatsız olan eski Nazi Partisi üyelerinin Doğu Almanya’ya yeniden entegrasyonu Moskova tarafından desteklendi. Nazi geçmişini Batı Almanya’ya mal etme söylemi Doğu Almanya’da canlı bir Nazi geçmişi tartışma ortamı olmasını engelledi. Diğer taraftan Doğu Almanya Nazizm’i direkt kapitalizmin bir problemi olarak gördü ve Doğu Almanya’da kapitalizm çelişkisi olmadığı için Nazizm tehlikesi de kalmadığını iddia etti. Özellikle eskiden Nazi partisi üyesi olan işçiler Doğu Almanya’da yanlış bilinçlenme argümanı ile büyük bir geçmiş sorgusu yapmaksızın var olabildiler. Nazi geçmişine karşı olan bu yaklaşım farkı iki toplumun milliyetçiliğe ve çoğulculuğa bakışını oldukça etkiledi ve bu konuda büyük farklar ortaya çıkmasına yol açtı.

9. 1990 Alman Yeniden Birleşmesi’nden sonra Alman milli kimliği ve Alman Milliyetçiliği bir değişim geçirmiş midir?

Doğu Almanya’nın “barışçıl çözülmesi” ve Almanya’nın yeniden birleşmesi ilk aşamada Almanlar arasında büyük sevinç yarattı. Fakat Batı Almanya iktisadi ve toplumsal olarak böyle ani bir gelişmeye hazır değildi ve bu gelişme büyük bir iktisadi yük yarattı. Bu yükün faturası özellikle Batı Almanya’ya 1950’lerden itibaren Türkiye, İspanya, İtalya, Yugoslavya gibi ülkelerden davet edilen misafir işçilere (Gastarbeiter) kesildi. Bu insanlar işgücü olarak geldikleri bu ülkeye aile birleşmeleri yoluyla yerleşmiş, burada kök salmışlardı.

Doğu-Batı Almanya’nın birleşmesi iki ülkenin siyasi kültür farklılıklarını bir anda yok etmemişti. Yukarıda ele alındığı üzere Batı Almanya Nazi geçmişi ile yüzleşme konusunda açık bir tartışma kültürü oluşturmuşken, Doğu Almanya’daki sansür ve baskıcı rejim burada geçmişle yüzleşme ve milliyetçilik sorgulaması ile ilgili ne kadar yol kat edildiğini görmemizi engelliyordu. Nitekim 1990’ların başında iktisadi krizin faturası özellikle eski Doğu Almanya menşeli neo-nazi hareketler tarafından Alman olmayan göçmenlere kesildi. Özellikle genç işsizlik gibi nedenlerle beslenen ırkçı söylem ve 1990’ların başında kundaklama şeklindeki saldırıları ortaya çıkardı. (Örneğin: 1992 yılında Rostock’ta bir mülteci kampı ateşe verildi, 1992’de Mölln’de 3 kişinin, 1993’te Solingen’de 5 kişinin ölümüne sebep olan kundaklama olayları gerçekleşti) Bu neo-nazi şiddet olayları sağın Almanya’da komünizmden sonraki düşmanının göçmenler olacağının göstergesiydi.

10. 2021 itibariyle Alman milli kimliğini ve Alman Milliyetçiliği’ni nasıl değerlendirirsiniz?

Almanya’nın bir göçmen ülkesi olup olmadığı, İslam’ın Alman toplumunun bir parçası olup olmadığı, çifte vatandaşlığın kimin hakkı olması gerektiği gibi sorular günümüzde halen sıkça tartışılıyor ve Alman milliyetçiliği açısından bir turnusol kâğıdı fonksiyonu görüyor. Almanya örneğinde yükselmekte olan yeni sağın Alman kültürünü “yabancılara” karşı korumak gerektiğine dair olan “yeni ırkçı” söylem ağırlık kazandı. 2014 yılında Dresden’de ortaya çıkan islamofobik Pegida hareketi, mülteci krizi sonrası Alternatif für Deutschland Partisinin artan oyları, NSU (Nationalsozialistischer Untergrung) sürecinin basına ırkçı bir şekilde yansıması gibi durumlar bu “yeni ırkçı” söylemin Alman toplumunda sağlam bir yer edindiğini gösteriyor. Bunun yanı sıra, Almanya’nın en çok Suriyeli mülteci kabul eden Avrupa ülkesi olması, İslam karşıtı Pegida hareketini protesto amaçlı yüzlerce gösterinin yapılması ve entegrasyona devlet katında verilen önem Almanya’da korunmaya çalışılan önemli bir “willkommenskultur” olduğunu da gösteriyor. 21. yüzyılda bu eğilimlerden hangisinin ağır basacağı, Almanlığın tanımının neye evrileceği ve Almanya’nın post-milliyetçi bir toplum olup olmayacağı halen cevap bekleyen sorular olarak karşımızdadır.

Konu ile ilgili daha detaylı bilgi için ekteki makaleye bakabilirsiniz:

Özçalık Dumanoğulları, S. (2019). Fransız Devrimi’nden Günümüze Alman Milliyetçiliği. In H. Bağcı, İ. Ermağan, & B. Gümüş (Eds.), Dünya Siyasetinde Almanya II. (pp. 378-395). Ankara: Nobel Yayıncılık.

Cemre Maral

Milliyetçilik Çalışmaları Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...