Ortadoğu böyledir…
Önce Sezar’ı alkışlar.
Sonra oğlu kadar Sezar’a yakın olup onu öldürenler arasında olan Brütüs’ü.
Sonra Anthony devreye girer. Sezar’ın cesedini gösterir ve bir konuşma yapar ağlayarak.
Onu da alkışlar Ortadoğu…
Sonra Anthony‘nin arkasına düşer ve Brütüs’e savaş açar.
Roma İmparatorluğu Doğu Roma (Bizans) ve Batı Roma olarak ayrılmadan önce, Roma’nın topraklarının çoğunluğu Doğu’daydı.
Ortadoğu’da Tanrı korkusu söylemde, korkunun tanrılaşması eylemde hâkimdir.
Ortadoğu’da en az üç bin yıldır yönetilen ve yöneten arasındaki ilişki, “sürü-çoban” bağlamında anlatılır.
Eski Yunan’da “Kaos” (“Gaia”) kadındı. Doğa’yı temsil ediyordu. Sonra “Tanrı” Zeus galebe çaldı, babasını öldürdü, doğaya da hâkim oldu.
Eski Yunan’da iyi kötü bir demokrasi vardı. Eski Roma’da bir Cumhuriyet.
Eski Yunan’da sofistler sistemi yok ettiler. Eski Roma’da sofist hukukçular.
Roma Ortadoğu’ya açıldıkça, Kartaca’dan, Mısır’dan, Kudüs’ten yeni şeyler öğrendi.
“Doğu”, özellikle “Afrika” tecrübesi Roma’nın kendini algısında bir dönüm noktası oldu. Roma’nın kimliğini nerdeyse, “Afrika husumeti” oluşturdu başlangıçta. Yani Roma, Afrika neyse, tam tersi olmalıydı.
Roma belagatte ileri gittikçe adalette geriledi. Önceden doğrudan söylenen sözler, sonradan dolambaçlı anlatılmaya başlandı.
Mısır’da kralın “Tanrı’nın oğlu” olarak bilindiğini öğrendi. Yani kral “Tanrı” idi. Onlar vatandaş değil, tebaa da değil, “Tanrı”nın kulları gibi biliyorlardı kendilerini.
Orada İmparator ve tebaası arasındaki gibi değil, Tanrı ve kulları arasındakine benzer bir ilişki vardı. Çünkü oluşturulan teolojik yapı temelde insanlar arası ilişkide kutsal metinlerdeki Tanrı ve insan ilişkisini model almıştı.
Kartaca’dan nefret ederdi Romalı. Hatta Senato’da tartışmalar sırasında uyuyan meşhur senatörler vardı. Konu ne olursa olsun, “Kartaca’yı yakalım!” önerisi her zaman geçerliydi.
Ancak farkına varmadan, hasımı olduğu şeyleri sevdi Roma. Sevdikçe ondanlaştı.
Kudüs’te de benzer şeyler öğrendi Roma. İsa’yı çarmıha gerdiren siyaset oradan geldi.
Nietzsche’nin “köleliklerinden” dolayı kınadığı Yahudi siyasetiydi bu.
Kartaca’dan Cleopatra’yı öğrendi Roma. Cleopatra kraliçeydi, “fettandı” ve Kartaca kadar “fethedilmesi gerekiyordu…
Anthony’ye hükmeden bir yanı vardı Cleopatra’nın.
Roma, pederşahi kafasında kendini “erkeklikle”, Kartaca ve Ortadoğu’yu “kadınlıkla” özdeşleştirdi.
Ve Roma kadından korktuğu kadar korkardı Kartaca’dan.
Anthony Kartaca’yı fethetti, Cleopatra Anthony’yi.
Cleopatra Romalı generalleri birbirine düşürmüştü; Kumasını yok etmeyi bilmişti Anthony’nin gözünde.
Batı’da kalsa ne olurdu imparatorluk, bilmem.
Ancak Roma’nın tanrılarının çoğu, Eski Yunan’dan, onların ki de Ortadoğu’dan ödünç alınmıştı.
Roma Hıristiyan olup “kutsal” Roma olunca, artık tartışılmaz da olmuştu. Tanrı İsa’nın katili Roma, İseviliğin devleti olmuştu.
Doğu-Batı, siyah-beyaz, biz-ötekiler ve benzeri kavramlar aslında sadece Roma ve Kartaca arasındaki ilişkinin farklı uzantıları olarak gelişti tarihte.
“Işık “Doğu”dan gelir” Latince bir vecize.
Işığın gölgesi düştükçe Roma’ya, Roma karaltılara karıştı.
Ve Roma’da insancıl bir rejim olmasını isteyen Cicero’nun kellesini kestiler. Yetmedi, kopmuş kellesinden dilini çıkarıp iğne batırdılar. Sonra da halka gösterdiler.
Cicero konuştukça onu alkışlayan halk, onun kellesini koparanı da alkışladı. Diline iğne batırınca alkışlar ikiye katlandı.
Ortadoğu’da gelenek böyle gelişti. Akdeniz boyunca yayıldı. Parmakların şakşak harmonisi kırbaçların şaklamalarını bastırdı hep.
Alkışlarla…
Metin BOŞNAK
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kaynak: Haberiniz.com