Geçtiğimiz günlerde gündem Celal Şengör’ün taciz olayı ile ilgili çalkalandı. Aslında çalkalandı demek abartı geliyor. Çünkü herkesin bildiği, Kırmızı Pazartesi tadında bir ikiyüzlülük masalı bu. Karşı çıkanlar da şüpheci yaklaşanlar da her gün onlarca akademik tacizin (academic abuse) yaşandığını biliyordur kanımca. Hatta daha ileri giderek şunu demek istiyorum: Karşı çıkıp öfke saçanlar arasında bile bunu yapanların bulunması muhtemel.. Ancak esas değinmek istediğim mesele farklı: Celal Şengör’ün bu kadar tepki çekmesinin sebebi de çok sembolik ve tanınan bir sima olmasıydı ama asıl endişem akademisyenin kutsal kimliği üzerinden bu gibi olaylarda alınacak tavrın tam olarak kestirilememesi.
Tavrın kaygan zeminde olmasının bana kalırsa bir sebebi akademi sınıfının yeni ruhban sınıfı olarak değer görmesidir. Bununla şunu kast ediyorum: Malumunuz ruhban sınıfı, dini ahlak ve kutsal bilginin tekelinde bulunduğu bir iktidarı temsil ettiğinden, onların ahlaksızlığı uzunca bir süre ya açıktan söylenememiş ya içeride olan içeride kalmış ya da gayri ahlaki eylemler farklı yorumlanmıştır. Örneğin Salisburyli John kilise üyelerinin de tiranlaşabileceğini kabul etmekle birlikte onlara dünyevi yasaların uygulanamayacağını, kilisede olanın kilisede kalacağını bildirmektedir (Yalçınkaya, 2014). Burada aslında eylemin kendisinden öte, eylemi yapana yüklenen anlamın ve iktidarın bu anlam üzerindeki belirleyiciliği önemlidir bence.
Kantorowicz’in Orta Çağ Siyaset Teolojisi üzerine yazdığı metninde “Kralın İki Bedeni” anlayışından söz eder. Buna göre kralın bir ölümlü-doğal; yaşlanan, bozulan, yozlaşan bedeni; iki, siyasal-kutsal; yozlaşmayan, yanılmayan, değişmeyen bedeni mevcuttur. Kral meşruluğunu doğal bedeninden değil siyasal bedeninden almaktadır (Kantorowicz, 2018). Celal Şengör olayından sonra gördüğüm bazı tartışmalar onun akademik kişiliğinin yaptığı taciz altında kalmaması gerektiğiyle ilgiliydi. Bu sebeple Kantorowicz’deki doğal-siyasal beden ikiliğini bahsi geçen vakada sıradan-akademik kişilik (beden) analojisiyle kurmak istiyorum.
Görebildiğim kadarıyla herkes akademisyenin sıradan kişiliği üzerinde hemfikir. Hemen herkes bir akademisyenin gayri ahlaki eylemlere bulaşabileceğini kabul ediyor. Ancak sorun, akademik kimliğin sıradan kimliğe karışmasıyla başlıyor. Yani Celal Şengör değil kurulu cümle, onun altında yatan jeoloji profesörü, alanında dünyanın tanınmış ismi, önüne gelen hemen her isme hakaret etme özgüvenini bulan akademik bir karakter. Durum aslında şu soruya dönüşüyor: Bilgiye ve ona ulaşma yollarına hâkim olan birisi böyle bir eylemi nasıl yapabiliyor? Tıpkı “Tanrı’nın yolunu ve O’nun krallığına giden yolu bilen birisi nasıl ahlaksızlık yapabilir?” sorusu gibi. Bu iki soru arasında çok bir fark yok bana göre.
Peki, neden akademisyene bu kadar anlam yüklüyoruz? Bunun kökenleri bana kalırsa Aydınlanma’ya kadar götürülebilir. Malumunuz Aydınlanma felsefesi insan aklına güveni tesis etmekle kalmamış, onu kullanmayı öğretecek(!) ve gösterecek bir avangardı da hazırlamıştır. Cumhuriyetin bir aşaması olarak da Türk Aydınlanması’nı ve eğitimin ideolojik makamını ele alacak olursak, öğretmen dayaklarını ve bunların “illaki bir sebebi” olduğu ahlaki çıkarımlarını fark etmek çok büyük bir mesele değil gibi. Nesil mademki öğretenin bir eseri olacak, bu noktada ahlaki noksanlıktan şüphe duymak bir yana onun eylemlerini tamamlayıcı olarak görmek bile mümkün olabilir. Çünkü meşaleyi tutan O’dur ki ancak onun önderliğinde bazı şeyleri öğrenebilirsin.
İktidar öğreteni, bilgiyi üretip yayanı kılavuz haline getirip onu da bir iktidar haline getirdikten sonra eylem/karakter çatışması, uyumsuzluğu ayyuka çıkar. Artık bizler yol göstericinin yaptığı her eylemi verili kabul ederek ahlaki görürüz. İlkokul öğretmenimden ilk defa “bok” kelimesini duyduğumda yaşadığım hüznü ve şaşkınlığı hatırlıyorum. Üstelik o zamana kadar o kelimeyi ya da benzeri kelimeleri çokça sokakta duymuştum. Beni şaşırtan o kelime miydi? Yoksa bir anlam yüklediğim bedenin ağzından o kelimenin çıkması mıydı? Kendisine seküler bir kutsallık atfettiğimiz bu kimlikler bu gibi olaylarda aslında kendiliğinden sallanıyor. Seküler kutsallıkla da şunu kastediyorum: Kutsallıktan arındırdığımıza inandığımız yeni seküler (dünyevi) ve maddi dünyaya ister istemez bazı anlamlar yüklemekteyiz. Bu anlamlar kendi içerisinde artık kökeni bilinmeyen mitlere dönüşerek kutsallık kazanmaktadır. Örneğin devlet dediğimiz olgu siyasi tarih içerisinde yeni bir deneyimken, insanlar devlete “varlıklarının temeli”ymiş gibi yaklaşmaktadır. Ya da bir liderin her ne kadar etten kemikten olduğu bilinse de, onu Tanrı’nın gönderdiğine ya da bu dünyada bir misyonu olduğuna inanırız. Seküler kutsallıktan kastım tam olarak da budur.[1] Bu sebeple belki de yozlaşmış kilisenin bir eleştirisi de olan Decameron gibi, akademinin de Decameron’a ihtiyacı vardır.
Ne yapmalı noktasında herkes gibi çözümsüz kalıyorum. Bir çözüm olduğunu da sanmıyorum. Bazı tepkiler ve ifadeler yurtdışında bu tarz olayların cezasız kalmayacağını söylüyor. Twitter’da (2021) Celal Şengör’ün Ulusal Bilimler Akademi’sine mevcut olayla ilgili şikâyet edildiği bilgisi bulunuyor. Bunun sonucunda iddia edilen yaptırımların ne olduğunu ne kadar olduğunu da elbet göreceğiz. İçinde bulunduğumuz dünya, yapılan eylemin ahlakiliğine mi yoksa ekonomik faydasına mı bakıyor birlikte tanıklık edeceğiz. Ancak yine de bu tepkileri ve cezaları bir ilerleme olarak varsayarak, darısı öğrencilerinin emeklerini çalan, mülakatlarda kadınlara medeni durumunu soran, özel hayatında bile mobinge maruz bırakan akademiklerin(!) başına diyorum. Sivil toplumun da bu alanda yavaş yavaş gelişmesini ayrı bir umut olarak görmek gerektiğini belirtmek istiyorum. Şeffaf, üretken bir alan ile içeride olanın içeride kaldığı bir mecra kabul edersiniz ki aynı olmayacaktır.
Hakan KARADİKEN – Akademi Koordinatörü
[1] Bu çerçevede cumhuriyetin kurucu düşüncesini ele alacak olursak “Hayatta en hakiki mürşid ilimdir, fendir.” sözünü “İlim Çin’de de olsa gidip alınız.” sözünden felsefi olarak ayırmak çok da kolay değildir. İlkinde eğitim kendi seküler kutsallığını siyaset-iktidar yoluyla kazanırken, ikincisinde sözü söyleyenin kutsal bedeninden ötürü söz kutsallığını kazanmaktadır.
KAYNAKÇA
Ekşi Sözlük (2021), “Celal Şengör’ün Öğrencisini Taciz Etmesi”, Erişim Adresi: eksisozluk.com (Erişim Tarihi: 26 Eylül 2021).
Kantorowicz, Ernst H. (2018), Kralın İki Bedeni Ortaçağ Siyaset Teolojisi Çalışması, Çev: Ümit Hüsrev Yolsal, BilgeSu Yayıncılık, Ankara.
Twitter (2021), Erişim Adresi: https://twitter.com/sheydaipek/status/1441104989062004737, (Erişim Tarihi: 26 Eylül 2021).
Yalçınkaya, Ayhan (2014), Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, Ed: Mehmet Ali Ağaoğulları, İletişim Yayınları, İstanbul, 235-262.