14 Ağustos 2001’de kurulan AK Parti, 30 Eylül 2012 Pazar günü 4. olağan kongresini yapmıştır. Kongrede kurucu genel başkan olan Recep Tayyip Erdoğan 1424 delegenin 1421’nin oyuyla yeniden genel başkanlığına seçilmiştir. AK Parti’nin kuruluşu ve sonrasındaki dönem itibariyle Türkiye’nin iç politikasında olduğu kadar Türk dış politikası için de önemli bir dönüşümün başlangıcı olmuştur. Zira AK Parti’nin 2002, 2007 ve 2011’de Türkiye’de yapılan genel seçimlerde büyük oy oranları yakalayarak “tek parti” hükümetleri kurmuş olması dikkate alınmalıdır. Öte yandan hem uluslararası alandaki gelişmeler hem de AK Parti’nin dış politika konseptinin bu dönüşümün temel sebepleri arasındaki gösterilmesi mümkündür. Özellikle 2000’li yılların başlarından günümüze kadar yaşanan uluslararası gelişmeler, AK Parti’nin aktif bir dış politika izlemesi gereğini de beraberinde getirmiştir. 11 Eylül 2001’de ABD’deki ikiz kulelere saldırının ardında, ABD’nin Afganistan işgali ve daha sonrasında 2003’ün Mart ayında Irak’ı işgal etmesiyle birlikte Türkiye, Ortadoğu’daki temel dinamikleri etkileme ve etkilenme durumunda kalmıştır. Bu noktada Irak meselesine ayrı bir paragraf açılması gerektiği düşünülmektedir. Burada AK Parti dönemindeki Türkiye’nin Irak politikasına kısaca değinilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Türkiye, ABD’nin Irak işgali başlamadan önce sürecin içerisine dahil olmuştur. ABD yönetimi Irak işgali sırasında Türkiye topraklarını kullanmak istemiştir. 2002’de başlayan ve 1 Mart 2003’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülen, ancak kabul edilmeyen tezkere sürecinde ABD ve Türkiye arasında yoğun pazarlıklar söz konusu olmuştur. Burada konunun özü itibariyle 1 Mart tezkeresinin detaylarına girilmeyecektir. Ancak 1 Mart Tezkeresi’nin Türkiye’nin Irak politikası açısından son derece kritik önemde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye, ABD’nin topraklarını kullanarak Irak’a müdahale etmesine izin vermemesi, Türkiye’yi bir süre Irak’taki sürecin dışarısında bırakmıştır. Ancak 1 Mart tezkeresi meclisten geçmemesine rağmen, daha sonra ABD ile yapılan görüşmeler sonucu, ABD’nin Irak’a müdahale edecek ve Irak’ta kalacak askerlerine sağlanacak lojistik desteğin Türkiye üzerinden tahsis edilmesi konusunda anlaşılmış ve işgal dönemi boyunca ABD askerinin lojistiği Türkiye üzerinden sağlanmıştır. 1 Mart tezkeresiyle büyük yara alan Türkiye-ABD ilişkileri, ABD’nin Irak’ta kurduğu oyunda, Türkiye’nin oyun dışı kalmasına sebep olmuştur. Yine de Türkiye Irak’a olan yakın ilgisini üst seviyede tutmuş ve olabildiğinde Irak’taki sürecin içerisinde kalmaya gayret göstermiştir. Irak’taki siyasal sürecin desteklenmesi, Iraklı yaralı, hasta ve yardıma muhtaç kişililere yardım sağlanması, yatırım ve malzeme temini gibi konularda Türkiye Irak için birincil öncelikli ülkelerden biri olmuştur. Özellikle Sünni grupların siyasi sürece katılımı konusunda Türkiye’nin etkiliğinin göz ardı edilmemesi gerektiği düşünülmektedir. Bilindiği gibi Saddam Döneminde rejimin ana unsuru olan Sünniler, Saddam Hüseyin’in devrilmesi ve Irak’taki yeni sistemin Kürtler ve Şiiler üzerinden kurulmasının ardından siyasi sürecin dışında kalmıştır. Böylece siyasi sürecin dışında kalan Sünniler bir yandan siyaseten muhalefet yaparken bir yandan da işgal yönetimine karşı silahlı direnişe geçmiştir. Bu silahlı direniş Sünnilerin siyasi sürece dahil olmasıyla bir nebze olsun durulmuştur. Irak’ta giderek taban kaybeden ABD’nin 2007 yılında Irak politikasını değiştirmesiyle birlikte, Türkiye de Irak’ta daha etkili olmaya başlamıştır. ABD’nin bu politika değişikliğinde 2006’da hazırlanan Baker-Hamilton Raporu’nun büyük etkisinin olduğu düşünülmektedir. Bu kapsamda ABD hem bölge devletlerinin hassasiyetleri ve sürece etkin katılımını dikkate almış hem de özellikle başta Iraklı Sünni gruplar olmak üzere bütün tarafları uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu doğrultuda silahlı direniş gösteren Sünni Arap aşiretleri siyasi sürecin içerisine dahil etmeye gayret göstermiştir.
Bu süreç içerisinde Türkiye’nin de hem Irak merkezi yönetimi hem de Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkilerini geliştirdiği görülmektedir. Özellikle 2008’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak’ı ziyareti 2003 sonrası Türkiye-Irak ilişkilerinin en üst seviyeye geldiği nokta olarak değerlendirilebilir. Büyük bir heyetle Irak ziyaret eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, burada Türkiye ve Irak arasında 48 mutabakat anlaşmasına imza atmıştır. Ayrıca Türkiye’nin terörle mücadelesin kapsamında Türkiye, Irak ve ABD arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurulmuştur. Ancak 2010’da Irak’ta yapılan seçimler öncesinde ve sonrasında Türkiye-Irak ilişkilerinin bozulmaya başladığı görülmektedir. Türkiye’nin daha çok Sünni grupların oluşturduğu Irakiye Listesi ile yakın ilişkiler kurması ve bu listenin seçim öncesi araştırmalarda Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin en büyük rakibi olarak görünmesi, Maliki’nin Türkiye’ye karşı cephe almaya başlamasına neden olmuştur. Diğer taraftan diğer Şii gruplarla da anlaşamayan Maliki seçimlere tek liste olarak katılmış ve seçimlerde Irakiye’nin ardından ikinci parti olarak çıkmıştır. Özellikle hükümet kurma sürecinde Türkiye’nin Irakiye Listesi’nin birinci parti olmasından dolayı hükümeti kurması yönündeki tavrının Maliki’nin Türkiye’nin daha fazla karşısında durmaya iten nedenlerden biri olduğu söylenebilir. Ancak Irak’ta yaklaşık 9 ay süren hükümet kurma sürecinde diğer Şii gruplarla anlaşarak hükümeti kurabilen Maliki’nin bu süreçten sonra Türkiye’ye karşı bir tutum sergilediği açıkça görülmektedir. Bu süreçte Maliki’nin İran’la daha fazla yakınlaşması, Türkiye’nin Irak merkezi hükümeti ile ters yönde hareket eden Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkilerini geliştirmesi, Suriye olaylarının patlak vermesinin ardından Türkiye ile Irak hükümetinin Suriye kapsamında taban tabana zıt politikalar izlemesi ve en nihayetinde Irak’ta hakkında terör suçu işlediğinden dolayı mahkeme açılan ve gıyabında idam cezası verilen Irak Cumhurbaşkanı Tarık El-Haşimi’nin Türkiye tarafından korunması, Türkiye-Irak ilişkilerinin bozulmasına sebep olmuştur.
Buradan hareketle AK Parti’nin 4. Olağan Kongresi’nde Irak konusunda önemli ayrıntılar ortaya çıkmaktadır. Bu konuda AK Parti yönetimi Irak’taki bütün taraflara davet gönderirken özellikle Şii parti ve grup temsilcilerinin katılmaması dikkat çekici olmuştur. Yaklaşık 200 yabancı davetlinin bulunduğu kongrede, Irak’tan Irak Parlamento Başkanı Usame El-Nuceyfi, Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi, Irak Başbakan Yardımcısı Salih El-Mutlak, Irakiye Listesi Lideri ve Irak Eski Başbakanı İyad Allavi, Irak Ulusal Gelecek Topluluğu Başkanı Rafi İsavi, Irak İslam Partisi Başkanı İyad El-Samarrai, Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani, KYB Genel Sekreteri ve Bölgesel Kürt Yönetimi Eski Başbakanı Berham Salih ile Irak Kürdistan İslam Partisi Başkanı Muhammed Faraç katılmıştır. Ayrıca Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşat Salihi’ye de davetiye gönderilmiş, ancak hem davetiyenin geç ulaşması hem de annesinin vefat etmesinden dolayı Erşat Salihi kongreye katılamamıştır. Yine de Irak Türkmenlerini, Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Hicran Kazancı kongrede temsil etmiştir. Bu arada Kazancı’ya protokol sırasında büyükelçilerle birlikte yer verilmesi, Irak Türkmen Cephesi’nin konumunu ortaya koyar niteliktedir.
Dikkat edilecek olursa, Nuceyfi, Haşimi, Allavi, İsavi ve Samarrai, Irakiye Listesinin lider kadrosu olarak göze çarpmaktadır. Bu durum Türkiye ve Irakiye Listesi arasındaki yakın ilişkileri gösterir niteliktedir. Barzani’nin “Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı”, Berham Salih’in de “Bölgesel Kürt Yönetimi Eski Başbakanı” olarak kongreye davet edilmesi, Irak Kürt politikası açısından önemlidir. Böylece hem bölge yönetimindeki denge hem de KDP-KYB dengesi korunmuştur. Öte yandan Maliki’ye de davetiye gitmesine rağmen katılamayacağını bildirmiştir. Ayrıca Irak’taki önemli Şii gruplardan Irak İslam Yüksek Konseyi ve Irak eski Başbakanı İbrahim El-Caferi’nin başkanı olduğu Milli Reform Hareketi, Tarık El-Haşimi’nin de kongreye katılacağı gerekçesiyle katılmamışlardır. Sadr Grubu temsilcileri ise Türkiye’ye gelmesine rağmen kongreye katılım sağlamamıştır. Burada önemli nokta kongreye davet edilen ancak katılmayan Şii grupların, Türkiye’nin yanlı tavrından değil, Tarık El-Haşimi’den şikayetçi olmalarıdır. Bu yüzden Türk dış politikasına yön veren AK Parti’nin taraflı politika izlenmemesine rağmen bir tarafın arkasında duruyor gibi gösterilmesi, Türkiye’nin Irak politikasına zarar vermektedir. Bu noktada Türkiye’nin Tarık El-Haşimi meselesine çözüm bulması gerektiği düşünülmektedir. Örneğin Tarık El-Haşimi’nin Irak’a verilmemek üzere başka bir ülkeye gönderilmesi mümkün olabilir. Zira Türkiye-Irak ilişkilerinin gerginleşmesinin her iki taraf için de olumsuz sonuçlar doğurduğunu söylemek mümkündür. Bunun için yeni kriz noktaları yaratmaktansa krizleri çözücü hamlelerin faydalı olacağı düşünülmektedir.
Bilgay DUMAN
ORSAM Ortadoğu Uzmanı
Kaynak: ORSAM