Acil Çevre Politikası

Acil Çevre Politikası

Akademik eğitimim süresince birçok bilimsel araştırma projesinde görev aldım ve pek çok seminer, kongre ve çalıştay gibi organizasyonlara katıldım. Acil çevre politikası alanındaki tüm gelişmelerin ne yazık ki akademik ortamda kısıtlı kaldığını, araştırmayı yapan bir akademisyenin bu gelişmeleri başka bir akademisyene sunduğunu gözlemledim.

Ülkemizde araştırmaların sonuçlarının halka ve kanun yapıcılara tam anlamıyla iletilemediği yadsınamaz bir gerçektir. Bu bilimsel organizasyonlarda en ön sıradaki koltuklar protokole ayrılır. Belki de tesadüf olarak benim katıldıklarım da, birkaç tane çok önemli kongre dışında, o koltuklar hep boş kalmıştır. Bazen de ilk oturumda kısmen dolmuş ama ilerleyen süre zarfında yine boş kalmaya mahkûm olmuşlardır. Zaten bu tür bilimsel kongrelere katılan kanun yapıcı siyasi otorite temsilcileri, konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıklarından ve çoğunlukla da zorunda oldukları için katılım sağladıklarından kendilerinden yeterli fayda da sağlanamamaktadır. Sonuçta da, yapılan araştırmalar ne yönde olursa olsun, temsil ettikleri siyasi grubun çevre politikaları çerçevesinde olaylara yaklaşmaktadırlar.

Ülkemizdeki insanların “çevre” olgusuna bakışlarını irdeleyecek olursak, halkın yaşanan ekonomik kriz nedeni ile önceliğinin “temiz, çevreyi kirletmeyen ürün” yerine “ucuz ürün” olduğunu görürüz. Herkesin çevre ile ilgili bölümlerde öğrenim görmediği noktasından hareketle, çevre ile ilgili temel bilgilere dahi sahip olmayan yurttaşlardan oluşan topluluklardan çevre politikalarının sağlıklı olarak oluşturulması ve uygulanması da beklenilemez.

Bu konuda atılması gereken öncelikli adım sivil toplumun bilinçlendirilmesidir. Bu birkaç adımda yapılabilir. Birinci adım en uzun fakat en güvenilir ve sürdürülebilir olanıdır.

Belli bir yaştan sonra öğrenilen yeni davranış biçimlerinin günlük hayatımıza adapte edilmesi oldukça zordur. Oysa çocukluk çağımızda edindiğimiz beceri ve bilgiler tüm hayatımız boyunca etkilidir. Bu nedenledir ki, özellikle ilköğretim müfredatına çevre konulu dersler eklenmelidir. Özellikle de ilköğretim sisteminde yapılması gereken değişiklerin görüşüldüğü bu günlerde, “çevre” konulu derslerin hiç gündeme gelmemesi beni düşündürmektedir.

Sistemin “daha başarılı” öğrenciler oluşturulması için yapılandırılması sırasında, üzerinde yaşadığımız dünyamızın korunması, daha uzun süreler bizi barındırması için alınabilinecek önlemler konularında öğrencileri eğitmek düşünülmemektedir.

Oysa ne kadar çalışırsak çalışalım, çabalarımızın sonucu “daha kaliteli bir yaşam sürme” değil midir? Temiz içme suyu kaynaklarımız kalmadığında, temiz hava soluyamadığımızda, beslenmemizi temiz tarım topraklarında yetişen ürünler yerine, içinde birçok tehlikeli kimyasal bulunduğu ürünlerle yaptığımızda, gerçekten de amacımıza ulaşmış sayılabilir miyiz? Sağlık harcamalarına, pet şişelerdeki suya, “ organik” markalı ürünlere harcadığımız sürece, ne kadar çok para kazandığımızın önemi kalır mı? Bu bağlamda, çevre derslerinin ilköğretim müfredatına konulması, geleceğimizin teminatı açısından oldukça önemlidir.

Sivil toplumun bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi sürecinde atılabilecek ikinci adım STK’ (Sivil Toplum Kuruluşları)nın harekete geçmesidir.

Ülkemiz STK bakımından gelişmiş birçok ülkeye göre oldukça geride kalmıştır. Türkiye’de dernek sayısı son 10 yılda %44 arttığı halde 90900 (www.dernekler.gov.tr) olmuştur. Oysa Almanya’da 2.100.000, Fransa’da 1.470.000 dernek bulunmaktadır. Yine ülkemizde derneklere üye sayısı da yaklaşık 8 milyona ulaşarak yaklaşık her 866 kişiye bir dernek düşerken Fransa ve Almanya’da her 40 kişiye 1 dernek düşmektedir (Zaman Gazetesi, 16.06.2011).

Nüfusu 9.000.0000 civarında olan İsveç’te ise STK’na üye olanların sayılarının toplamı 70-80.000.000 civarındadır. Yani her bir vatandaş en az 5 dernek üyesidir (Serap Girgin Baykal, AB Sürecinde Türkiye’de STÖ’ler, Business News Dergisi).

Katılımın zaten düşük olduğu STK’lar da gerekli kamuoyu oluşturmak konusunda çoğu zaman yetersiz kalmaktadırlar. Çevre konusunda halkın  “kirleten- orta yaşlı, üreten ve tüketen” kesimi, yeterli çevre bilgisi ve bilinci olmadan yetişmiştir ve çevre hiçbir zaman önceliği olmamıştır. Bu konuda çalışmalara acilen başlanmalıdır. Yapılan tüm bilimsel çalışmalar ve araştırmalar, halkın tümünün anlayabileceği dil yalınlığında, dikkat çekecek medya kampanyaları ile kamuoyuna sunularak gündem yaratılmalıdır. Bu konudaki en iyi proje uygulamaları dikkate alınmalıdır. Ka-Der Derneği’nin seçimlerde kadın adayların desteklenmesi için medya ilanlarında ünlülerden yararlanması, aynı bağlamda pek çok kadın kuruluşunun kadına uygulanan şiddetlerle ilgili gündem yaratmak amacıyla yine ünlülerle gerçekleştirdikleri fotoğraf çekimleri kamuoyunun dikkatini çekmek için kullanılabilecek iyi örneklerdendir.

Halkımızı çevre konusunda bilgilendirmez/bilinçlendirmezsek doğabilecek sonuçları da irdelemeliyiz.

AB’ (Avrupa Birliği)ne kabul edilme sürecinde yapılması gerekenlerden biri olan AB Çevre Direktiflerinin kabulü, adaptasyonu ve uygulanması sürecinde, pek çok alanda, halkın pasif direnişi ile karşılaşılmaktadır. Bu direktifleri uygulayacak ve sonuçlarından direkt olarak etkilenecek olan vatandaşa, yapılan/yapılacak olan değişikliklerin yapılma nedenlerinin açıklanması gerekmektedir. Yapılan tüm değişikliklerin sadece “AB’ye uyum süreciyle” ilişkilendirilmesi, siyasi olarak tepkiye neden olabilmektedir. Kanun yapıcılar belli bir siyasi yapıyı temsil etmektedirler. Halkın tamamının aynı siyasi görüşü paylaşmaması durumunda, yararı yeterince anlaşılamayan çevre direktifleri “siyasi” olarak görülüp, onaylanmamaktadır. Oysa çevre konusunda bilgili ve bilinçli vatandaşlar, yeni düzenlemelerin AB’ye kabul edilme sürecinden daha fazla, sağlıklı ve kaliteli hayat sürmemiz için gerekli ve şart olduğunu kavrarlarsa, uyum süreci daha verimli ve hızlı gerçekleşecektir.

Gündem yaratma ve ilgi çekmek, daha sonra da halkı bilinçlendirmek için üniversitelerle halk arasındaki bağlantı olacak STK’lara oldukça fazla görevler düşmektedir. Ama burada da diğer bir sorunla karşılaşılmaktadır: STK’lar görev, yetki, sorumluluk ve güçlerinin yeterince farkındalar mı? AB ve STK’lar konusu incelenmesi ve sorgulanması gereken başka bir önemli meselemizdir.

Dr. Feyza YILMAZ

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...