9 Mart Salı günü Avrupa Parlamentosu’nda, AP Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten tarafından kaleme alınan “Türkiye İlerleme Raporu” oylandı ve bazı ufak tefek değişikliklerle rapor aynen onaylandı.
Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy Buzek’in, Türkiye’nin İlerleme Raporu’nun onaylanmasının ardından yapmış olduğu açıklamada, “Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin Kıbrıs’tan geçtiğini” farklı kelimeler kullanarak dile getirmesi ise tam bir yüz karası.
Her ne kadar matematik kafalıysam da “Tarih”e olan ilgim olağanın çok üstünde. Kıbrıs tarihi konusunda okuduğum kitaplar, bulduğum belgeler ve yaptığım araştırmalar ister istemez “Kıbrıs Rum ve Yunan Tarihi”ni de derinlemesine öğrenmeme yol açtı.
Yunan tarihine baktığım zaman bundan neredeyse yüz doksan yıl önce Osmanlı devletine, Girit adası konusunda Avrupa devletlerince oynanmaya başlayan ve Girit adasını Yunanistan’a hediye edilmesi ile sonuçlanan oyunların, verilen sahte vaatlerin ve Osmanlılara atılan kazıkların aynısının günümüzde de Avrupa Birliği tarafından Türkiye’ye karşı oynanmakta olduğunu görüyorum.
Aynı tas, aynı hamam, sadece tellaklar farklı.
Veya da,
Aynı senaryo, aynı tiyatro, sadece oyuncular değişik.
Kıbrıslı Türklere uygulanan ambargoların ve izolasyonunun kaldırılması ile ilgili Yeşiller grubunun yaptığı değişiklik önerisi 209 kabul oyuna karşılık, 304 ret oyu ile kabul edilmedi.
Aynı şekilde Doğrudan Ticaret Tüzüğü ile ilgili olarak Liberal grubunun ambargoların kaldırılmasına ve Kıbrıslı Türklerin AB ile doğrudan ticaret yapmasına olanak sağlayacak bir değişiklik önerisi de 198 kabul oyuna karşılık, 346 ret oyu ile reddedildi.
Bu oylama sonucunun birkaç tane birden çevirisi var.
Bunlardan birincisi; Avrupa Birliği bizlere sesleniyor ve diyor ki “Siz Kıbrıslı Türkler adada bir azınlıksınız. Kıbrıs Rum Cumhuriyeti egemenliğini tanımazsanız bizimle hiçbir bağınız, ilginiz ve ticaretiniz olamaz”.
İkincisinde de, Avrupa Birliği Türkiye’ye sesleniyor ve diyor ki “Ağzınla kuş tutsan seni aramıza üye olarak almayız”.
Dahası da var ama bu ikisi zaten Avrupa Birliğindeki genel düşünceyi ortaya koymak için yeterli.
İlk kurulduğu 1951 yılındaki 6 üyeli “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu”ndan, günümüzdeki 27 üyeli Avrupa Birliğine dönüşürken hiçbir aday ülkeye –Müslüman olmadıkları için– “Hayır” dememiş olan Avrupa Birliği, Türkiye’ye, ısrarla içlerine Müslüman bir devlet almak istemedikleri ve hala daha geçmişte yaşadıkları için de “Hayır” demekte.
Bunun nasıl ve ne biçim bir demokrasi anlayışı olduğunu anlamak daha da zor.
Hem Kıbrıslı Türklerin insanlık dışı izolasyonların ve ambargoların kıskacı altına yaşamalarını “Evet” oyları ile taçlandıracaklar, hem de “İnsan Hakları” şampiyonluğu yapacaklar.
Türkiye’ye açıkça “Hayır” diyemeyecekler ama önüne ipe sapa gelmez engeller koyacaklar.
Ben doğrusu bu ikiyüzlülüğü bir türlü anlayamıyorum.
Herhalde hiçbir zaman da anlayamayacağım.
Prof. Dr. Ata ATUN