Avrupa Birliğinin düşünce ve tavırları bazen o denli farklı ve çarpıcı şekilde olağanın dışında ve değişik oluyor ki, AB’nin ülkelerin kurduğu bir birlikten ziyade bir insana benzediği düşüncesine kapılıyorum. Özellikle de Üçkâğıtçı bir insana.
Bu davranışına örnek olacak birçok olay var.
Bizlerle ilgili örnekler ise birkaç tane.
Bence en önemlisi 17 Aralık 2004 tarihinde AB Devlet Başkanları Konseyinde Türkiye ile Katılım Müzakerelerinin başlatılması toplantısında ve 3 Ekim 2005 AB-Türkiye Katılım Müzakere Çerçeve Belgesi tespit edilirken verdikleri sözler ile imzalattıkları belgeler.
AB bu olayda çok güzel bir taktik uyguladı.
Aslında bu taktiğe kendilerinden beklenilmeyen bir davranış veya halk tabiri ile “Üç kağıtçılık”ta denebilir.
17 Aralık’taki toplantıda Türkiye ile müzakerelerin başlatılması kararı alındıktan sonra 3 Ekimdeki toplantıda sıra Müzakere çerçeve Belgesini hazırlamaya geldiğinde, Rumların istekleri doğrultusunda AB “Biz 24 Nisan 2004 referandumundan sonra 26 Nisan tarihinde Kıbrıslı Türklere destek vermek ve izolasyonların etkisini sıfırlamak için Yeşil Hat Tüzüğünü, Direkt Ticaret Tüzüğünü ve Mali yardım Tüzüğünü geçirdik. Bu Kıbrıs konusunda ne kadar iyi niyetli olduğumuzu göstermektedir. Siz de 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’da imzalanan Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında ortaklık yaratan Anlaşma kurallarını uygulayacağınızı teyit ediniz” diyerek bu isteklerini koşul olarak Müzakere Çerçeve Belgesi içine koymuşlardır.
Tüzükleri uygulanabilir şekilde hayata geçirmeyi başaramayan AB, her fırsatta Türkiye’ye “Ankara Anlaşması uyarınca Limanlarını Kıbrıs Rum deniz ve taşıtlarına aç” diyerek yaptırım uygulamak istediğinde, Türkiye’nin “Siz Tüzükleri uygulamaya koyun, biz de limanlarımızı açalım” karşılığına verdiği yanıt ve gösterdiği gerekçe, gerçekten de bir hayat dersi olup “Uluslararası Diplomasi” derslerine girmesi gereken kalitede ve niteliktedir.
AB yetkililerinin bu konudaki yanıtları “Bizim söz verdik ama siz imza attınız. Biz sözümüzden dönebiliriz ama siz imzanızı inkar edemezsiniz” şeklindedir. Üstelik yüzleri hiçte kızarmıyor bu gerekçeyi öne sürerken.
Eğer bir gün Uluslararası İlişkiler Bölümünde “Siyasette üç kağıt nasıl yapılır” dersi de müfredata eklenirse birinci bölüm olarak bu konu okutulabilir.
Avrupa Birliği yöneticilerine göre Kıbrıs sorunu bir hukuki dava değil, siyasi bir karar ve uygulamadır.
Aslında işlerine geldiğinde Kıbrıs sorunu ya bir Siyasi karardır, ya da Hukuki bir dava.
Kıbrıslı Türkler veya Türkiye, Kıbrıs ile ilgili hangi konuda olursa olsun, haklı oldukları vakit bunu bir kefesinde “Siyaset Bilimi”, diğer kefesinde de “Hukuk Kuralları” bulunan teraziye koyarlar ve tartarlar.
Türklerin haklılıkları “Siyasi” tarafta ise ve o taraf ağır bastı ise, elleri ile “Hukuk” kefesini aşağıya bastırırlar ve bir takım dolambaçlı hukuki gerekçelerle Türklerin haksız olduklarını iddia edip, “Hukuki” çözümler koyarlar ortaya.
Yok eğer Türklerin haklılıkları “Hukuki” tarafta ise bu sefer tam tersini yaparlar ve bir takım dolambaçlı “Siyasi” gerekçelerle Türklerin haksız olduklarını iddia edip, “Siyasi” çözümler koyarlar ortaya.
Yıllar hep böyle geçti ve hem Türkiye-AB Müzakereleri bir duraklama sürecine girdi hem de Kıbrıs konusu beklenilenin aksine Türkiye yerine şimdi AB’nin önünde bir engel oluşturmaya başladı.
AB’nin içinde biri batmış 7 tane batak ülke var. Bunlardan ikisi Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı.
Gerek AB-Türkiye Katılım Müzakerelerinde, gerekse de Kıbrıs Sorununa Çözüm Müzakerelerinde top AB’nin kucağında.
Avrupa Birliği, en güçlü dayanağı, müttefiki Türkiye’yi gerçekten kaybetmek istemiyorsa Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimine günümüz koşullarında, müzakerelerin devamı ve Kıbrıs sorununun çözümü doğrultusunda her türlü siyasi isteğini uygulatabilir ve baskılar yapabilir.
Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın, “AB ile ilişkilerimizi dondururuz” sözünü blöf olarak değerlendirip Kıbrıs Rum tarafının Dönem Başkanlığı’nı devir alacağı 1 Temmuz 2012 tarihine kadar bu fırsatı değerlendiremezse, Avrupa’nın “Hasta Adamı” Yunanistan ve onun hastalıklı çocuğu “Kıbrıs Rum Kesimi”, AB’yi batırana kadar başına bela olmaya devam edecektir.
Prof. Dr. Ata ATUN