Abkhazya Sorununun Gelişimi:
Gürcistan’da 1991 sonlarında başlayan iç siyasal bunalımın ve Abkhazya’da 1992 yazında başlayıp, 1993 Güz aylarında biten etnik savaştan sonra yaşanan süreçteki genel eğilimler Şevardnadze’nin önderliğindeki Tiflis yönetiminin lehine, Abkhazların ve onlara destek verenlerin aleyhine bir biçimde cereyan etti.
Abkhazlar ve onlara destek sağlayan Rus, Çeçen, Çerkes ve Ermenilerden oluşan kuvvetlerin 27-30 Eylül 1993’te Sokhumi’yi ele geçirerek bir kaç günde tüm Abkhazya’ya egemen olmalarıyla yeni denge koşulları oluşmuştu. Bu hassas durumun ilk sonucu Şevardnadze’nin, iki yıl önce Rusya Federasyonu’nun önderliğinde oluşturulan ve esas olarak da dağınık Kızıl Ordu askerî varlığını merkezî bir denetimde tutmayı ve ortak güvenlik sistemini sürdürerek yakın çevre Sovyet cumhuriyetleri üzerinde Rusya’nın ağırlığını korumayı amaçlayan “Bağımsız Devletler Topluluğu”na (BDT), Gürcistan’ın da katılmasını sağlayacak anlaşmayı 10 Ekim 1993’de Moskova’da imzalaması oldu. BM Güvenlik Konseyi 19 Ekim 1993’de Abkhazları ateşkes ihlâlinden ve uluslararası insancıl hukuka aykırı eylemlerinden ötürü kınayan 876 sayılı kararı kabul etti. Avrupa Parlamentosu da 22 Kasım’da aldığı bir kararla “ayrılıkçı ve terörist Abkhaz saldırganlığını” kınayan bir kararı kabul etti.
Aralık 1994’de başlayan Çeçenistan’a Rusya müdahalesi sonucunda oluşan askeri güvenlik koşulları Rusya ve Gürcistan’ı, daha önce imzaladıkları askeri anlaşmalara uygun olarak hareket etmelerine yol açmıştır. Ekim 1993’de Gürcistan’ın BDT’na girmesi, Şubat 1994’de imzalanan Gürcü-Rus Dostluk Anlaşması ve Nisan 1995’deki üsler anlaşmasından sonra Rusya’nın Abkhazya sorununda Gürcistan lehine değişen bir konuma çekildiği ve taraflara eşit uzaklıkta durmak yerine Abkhaz tarafını uzlaşmaya telkin edici bir politika izlemeye başladığı gözlemlendi.
1996 başından itibaren Abkhazya’ya karşı uygulamaya konulan BDT ambargosu ekonomik, sosyal ve insani alanlarda büyük sıkıntılar yarattı. BDT’nun NATO Konseyi’ne benzer biçimde karar alan yapısı Gürcistan’a bu ambargonun sürekli olmasını sağlama olanağı veriyordu. Abkhazya’da çok ağır sonuçlara yol açan bu ambargonun kaldırılması için 1997’de Tiflis’te bile bazı aydın gruplarınca çalışmalar yapılmaya başlandı. Şevardnadze yönetimi bu konuyu Abkhazya’yı yeniden ülkeye bağlama çabalarında güçlü bir koz olarak kullanıyordu. Abkhaz tarafı ise bir halkın “açlığa mahkûm edilmesi” tehdidiyle çözüm sağlama çabalarının kalıcı bir barışı kurmada zararlı olacağını vurgulamayı sürdürdü.[1]
Kasım 1996 seçimlerinden sonra Abkhazya’ya uygulanan ambargonun etkilerinin daha da ağırlaşması ve Rusya’nın arabuluculuk çabaları sonucunda 1997 başında yeni bir diyalog başladı. Gürcistan Dışişleri Bakanı İrakli Menagarişvili 13 Ocak’ta Sokhumi’yi ziyaret etti. Bu ziyarete rağmen Nisan 1997’de Abkhazya’nın dış dünyayla olan tek iletişim hattı durumundaki Rusya’nın Soçi kenti ile Sokhumi arasındaki telefon bağlantısının Gürcistan’ın baskıları sonucu kapatılmasına tepki olarak, Mayıs ayında İnguri üzerindeki elektrik santralından Gürcistan’a elektrik sevkiyatı Abkhaz yetkililerce durduruldu. Gerilimin tırmanması üzerine Temmuz 1997’de de BM arabuluculunda Cenevre’de sürmekte olan görüşmelerde taraflar birbirlerine karşı güç kullanmama sözü verdiler. Bundan hemen sonra 15 Ağustos’ta tarihi bir gelişme daha oldu. Rusya Dışişleri Bakanı’nın girişimiyle yıllar sonra Abkhaz lider Vladislav Ardzinba Tiflis’i ziyaret ederek Şevardnadze’yle görüştü. Cenevre’de kabul edilen saldırmazlık ilkesi anlaşmaya dönüştürülerek iki lider tarafından imzalandı. Ardzinba’ya Gürcü televizyonundan uzun bir konuşma yapma olanağı sağlandı. Abkhaz tarafının çözüm önerilerinin bizzat devlet başkanı tarafından Gürcü halkına anlatılması gibi alışılmadık bir olay da gerçekleşmiş oldu. Bu ziyaretin yakınlaştığı günlerde Gürcü toplumundan seçkin entelektüel isimlerin yer aldığı bir bildirge yayınlanarak Abkhazya’ya uygulanan ambargonun halklar arasında daha da anlayışsız bir ortamın oluşmasına yol açtığı ve bu yüzden de kaldırılması gerektiği istendi. Bu istekler tam anlamıyla gerçekleşmese de Kasım 1997’de Sokhumi-Soçi telefon hattı tekrar açıldı. Aynı günlerde Rusya Başbakanı Viktor Çernomirdin, Gürcistan’ın protestolarına rağmen Abkhazya’dan tarım ürünleri ithalatına izin veren bir kararname yayınladı. Böylece iki yıl sonra ilk kez Abkhazlar Rusya’ya mandalin ve portakal satma olanağı buldular. Fakat salt narenciye geliriyle bir devleti yürütmenin olanaksızlığı da kendini göstermeye başlamıştı.
BDT’nun 28 Mart 1997 tarihli zirve toplantısında Abkhazya’ya uygulanan ambargonun sürdürülmesinin yanısıra güvenlik bölgesinin İnguri’den Galizga ve Kodori’ye kadar genişletilmesine ve bu bölgeye BM gücü yerleştirilmesine karar verildi. Bu öneri ve kararlar aslında tehdit içermiyordu, ama Abkhaz tarafının bir yıl kadar bu baskıyı yaşamasını sağlandı.[2] Bu baskıya rağmen Abkhaz tarafı güçsüz görünme endişesini atlatacak yönde girişimlere de başladı. BDT kararı Sokhumi-Soçi telefon bağlantısının kesildiği döneme rastlıyordu ve Abkhazların elektrik ablukasına bu kararın da etkisi olmuştu. Bu cesaret gösterilerine rağmen Nisan-Mayıs 1998’de Gali bölgesinde yukarıda anlatılan çatışmalardan sonra “güvenlikli bölgeye duyulan gereksinim” uluslararası kuruluşlar nezdinde daha da savunulmaya başlandı.
BM’in arabuluculuk çabaları Ekim 1998’de Yunanistan’ın evsahipliğinde taraflar arasında Atina görüşmelerinin yapılmasını sağladı. Yanıbaşındaki bu sorunun çıkmasından altı yıl sonra Yunanistan’ın taraflara yakınlaşması üzerine uyanan T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafların diyaloğunun sürmesi için evsahipliği rolü aramaya başladı. İstanbul’da bu kez Türkiye’nin ev sahipliğinde ve BM’in gözetiminde 7-9 Haziran 1999’da yapılan görüşmelere başlandı. Sonuçta ortaya çıkan İstanbul Deklarasyonu, özellikle Abkhazyalı Gürcülerin dönüşü konusunda ciddi hükümler içeriyor ve tarafların bir hafta içinde harekete geçmelerini öngörüyordu. BM yetkilileri açısından bu konferans çözüm yolunda önemli bir adım olabilirdi. Konferanstan kısa bir süre önce Gürcü sığınmacıların dönüşü konusunda BM ve BDT çevrelerince yeni düşüncelerin ortaya atılması Abkhaz tarafını endişelendirmişti. Buna göre savaş öncesi dönemde Gürcü-Megrel yoğun bölgelerin Abkhaz yönetiminin askerî denetiminden çıkarılarak, BM ya da BDT güçlerinin sağlayacağı bir güvenlikli dönüş ortamı kurulması önerilmişti. İstanbul görüşmelerinde Abkhaz tarafı dolaylı baskı altına alınmıştı. “Ya siz Gürcülerle anlaşıp bu konuyu çözün, ya da biz çözeriz” gibi bir formülasyon sunuluyordu.
2001 içinde Gürcü hükümetine hizmet eden paralı Çeçen güçlerinin Kodori Vadisi’nde yaptıkları bir sızma girişimi dışında, Şevardnadze idaresinin 2003 sonlarında seçim yolsuzluklarına tepki olarak başlayan bir sivil ayaklanma ile yıkılmasına kadar Abkhazya sorununda önemli bir gelişme olmadı. Mikheil Saakashvili liderliğindeki yeni Tiflis yönetimi 6 Mayıs 2004’de Acara bölgesinde tam denetim sağladı ve buranın yarı-bağımsız lideri aslan Abashidze Rusya’ya kaçtı. Etnik olarak Gürcü olmalarına karşın dinsel olarak çoğunluğu Müslüman olan Batum merkezli Acara Özerk Cumhuriyeti’nde sağlanan bu başarı Saakashvili’yi Abkhazya ve Güney Osetya konusunda da cesaretlendirdi.
Kıbrıs Türkleri ile Abkhaz Bağımsızlıkçı Hareketinin Mukayesesi:
Kıbrıs Türklerinin 1983’de kurdukları KKTC ile Abkhazya’nın 1992’deki bağımsızlaşmasının türlü yönleriyle karşılaştırılması, her iki topluma uygulanan ambargoların niteliklerinin de netleşmesini sağlayabilir. Türkiye olsun, Kıbrıs Türkleri olsun 1960 sonrası bağımsızlaşan Kıbrıs’ın bütünlüğünü savunmuşlar ve dünyada pek örneği olmayan “fonksiyonel federasyon” ve kota sistemini de bu amaçla kabul etmişlerdir. Türkiye bu konunun NATO ve batı dünyası ile ilişkileri bozmasını istemiyordu ve Kıbrıs düzeninin sağlam dengelerle kalıcılaşmasını umuyordu. Fakat Rum-Yunan milliyetçiliği ve Kilise’nin gerici fanatizmi bu denge düzenini bozdu. Rum-Yunan tesirindeki batı dünyası, sosyalist blok ve üçüncü dünya bu gerçeği bir türlü göremedi. Abkhazya’da ise farklı bir durumla karşılaşılmaktadır. Abkhazlara Sovyet devleti bir “özerk cumhuriyet” hediye etmişti. Gürcistan’da milliyetçi reaksiyonlar olmakla birlikte Sovyet sosyalizminin baskıcı ideolojik ve siyasi ortamında bunlar siyasi netice doğuramazdı. Gürcistan’ın modernleşme sonucu her aşamada daha bir “ulus devlet” haline gelmesi, Abkhazlarca “asimilasyon” biçiminde algılandı. Abkhazların büyük kısmı Hıristiyan olduğu için bu endişelerin haklılık payı vardı. Sovyetlerin mevcut olduğu dönemde Gürcülerin Sovyet bürokrasisi içindeki etkisi Abkhazların sesinin Moskova’da duyulmasını engelliyordu.
Abkhazların büyük kısmı Abkhazya’da bulunmaktaydılar. Fakat burada da toplam nüfus içinde % 20 kadar orana sahiptiler. Kıbrıs Türkleri ise tüm adaya yayılmışlardır ve onların yoğunlaştıkları ve özerk yapılarının oluşacağı bir bölge yoktu. Bu yüzden 1974 müdahalesi sonucu 50.000 kadar Türk güneyden kuzeye akın etmişti. Bunlar mülteciydiler ve federe devlet tarafından yeni bölgelere yerleştirilmişlerdi. Abkhazya’da 1993 çatışmaları sonunda 300.000 kadar Gürcü ve Megrel mülteci Gürcistan’a etnik temizlik sonucu mülteci olarak sığınmıştı. Daha sonra bunların çok az bir kısmının dönmesi sağlandıysa da büyük çoğunluğu dönemedi. Kıbrıs’ta Abkhazya’dan farklı olarak güneyde Türk kalmamış ve KKTC nüfusunun önemli bir kısmı bu mülteci insanlardan teşekkül etmiştir. Oysa Abkhazların zaten ülkelerindeki egemen unsur olduklarından mevcut durumlarında değişiklik olmaksızın bağımsızlaşmışlardı. Buna karşın savaş öncesinde önemli kısmı Acara bölgesinde olmak üzere Gürcistan’ın muhtelif yerlerinde yaşayan yaklaşık 10.000 kadar Abkhaza yönelik hiçbir sindirme ve etnik temizlik politikası uygulanmamıştı ve halen daha bu insanlar bulundukları yerlerdeki hayatlarını sürdürmektedirler. Buna karşılık Rum fanatizmi güneyde Türk bırakmamıştır. Sembolik de olsa Rum kurumlarında hiçbir Türk’e yer verilmemiştir.
Abkhazya’da önceden anayasa, bayrak ve her türlü devlet kurumuyla oluşmuş, yerel egemenliği olan, ama bağımsızlığı olmayan bir özerk yapının bağımsızlaşması söz konusu idi. Oysa Kıbrıs Türklerinin müstakil yapıları yok, sadece 1960 Anayasasının verdiği bazı kotaları vardı. Rumlar bunu hiçe saydıklarında Türkiye dışında hiçbir teminatları da yoktu. Abkhazya’nın bağımsızlaşma sürecinde Kuzey Kafkasya halklarının ve Moskova’nın desteği çok belirgindi. Gürcü şovenizmine karşı, bu ülkeyi ve halkı çok zor duruma sokacak her türlü eylem olanağı vardı ve dış müdahale ile Gürcistan’ı koruyacak bir mekanizma yoktu. KKTC için aleyhte işleyen BM ve öteki güvenlik mekanizmaları, Abkhazya için aleyhte işlemesi gerekirken, Gürcistan için aleyhte işledi. Rumlar 1974 savaşını kaybettiler ve bunun “ödülünü” aldılar. Kıbrıs Türkleri ise canlarını, namuslarını kurtardıkları için cezalandırıldılar ve ambargolara mahkûm oldular. Abkhazya’ya da ambargolar uygulanmakla birlikte bunlar, uzun kara sınırları nedeniyle istenen sonuçları vermedi. Kıbrıs’ın bir ada olması Türklerin işini daha da zorlaştırdı.
Abkhaz bağımsızlığı meselesinde Gürcistan’ın gerek şovenizme kayan ulusçuluk nedeniyle, gerekse Rus-karşıtlığı hatta korkusu nedeniyle batı dünyasına yöneliminin belirleyici etkisi olmuştur. Moskova’daki aşırı milliyetçi ya da komünist merkezler Gürcü kibirli meydan okumasını ezmek ve bu ülkeye diz çöktürmek için bu ayrılıkçı hareketi desteklediler. Bu yolla yıllarca Sovyet ülkelerindeki her türlü ulusçuluğu kışkırtarak devletin parçalanmasına ve halkların aldatılmasına neden olan batılıları kendi silahlarıyla vurmak istediler. Tüm bu gerçekleri dikkate alınarak Kıbrıs meselesine bakıldığında, Kıbrıs’taki şoven Rum milliyetçiliği batının eseri değil, gerici Rum kilisesinin eseri zavallı bir halkın güdülmesiyle ortaya çıkmış sürü psikolojisinin ürünüdür. Buna tepki olarak Kıbrıslı Türklerin seferberliğini bir ulusçuluk olarak tanımlamak bile zordur, sadece “öz savunma” refleksi, var olma mücadelesi denilebilir. Bu görüntüsüyle Kıbrıs Türkleri, ülkelerinin kaderini ve siyasi amaçlarını Rusların dış politikasının bir seçeneği haline getirmiş Abkhaz ulusçuluğundan çok farklı bir görünüm arz eder. Burada batı dünyasının yalın bir güç politikasıyla tanışması ve kendi anti-Sovyet merkezlerinin ürettiği yıkıcı-bozguncu-kışkırtıcı politikalarla onları yüzleştirmek isteyen bir refleksle karşılaşması söz konusudur.
Kıbrıs Türkleri de Abkhazlar da bağımsızlık ilan etmişler, ilki Türkiye ikincisi de Rusya tarafından tanınmış durumdadırlar. Her iki ülkeye de çeşitli ambargolar uygulanmaktadır. Fakat Abkhazya resmen “Rus işgali” olarak tanımlanmamaktadır. Orada Sovyet döneminden kalma bir deniz üssü mevcuttur, ama buradaki kuvvetler çatışmalara karışmamışlardı. Abkhazlara destek olarak kuzeydeki dağlık bölge halklarından milisler, Rus kazaklar ve Ermeni “Bagramian” tugayı savaşmıştır. Bunların kökeni Karadeniz bölgesinden Hemşin’den oraya kaçan Ermenilere dayanır ve sayıları 75-80 bin kadardır. Ülke nüfusunun % 15 kadarını oluştururlar. Savaştan sonra Gürcü ve Megrellerin etnik temizlik sonucu sürülmeleriyle Ermenilerin oranı % 25-30 arası bir miktara ulaşmıştır. Bu verilerle Kıbrıs’a bakıldığında Türk ordusunun doğrudan bir müdahalesi olduğu için, BM ve öteki merkezler bu durumu “işgal” olarak tanımlamaktadırlar. Kıbrıs Türklerinin adaya mahkûm olmaları, onlara gönüllü destek savaşçıları gönderilmesine engel olarak, kendi çabalarıyla bir ülke kazanmalarını olanaksız kılmıştı. Buna karşın Türkiye’nin 1959-60 anlaşmalarıyla doğan bir garantörlük hakkı vardır ki, Rusya hiçbir biçimde böylesi bir hakka Abkhazya konusunda sahip değildir.
Türkiye’de Abkhaz ve Gürcü kökenli insanlar var, buna karşın Rum kökenli çok az sayıda insan var ve bu İstanbul Rumlarının Kıbrıs sorununa etkileri hiç yok. Rusya’daki Kuzey Kafkasyalı halklar olan Çerkezler, Adigeler, Kabardeyler, Osetya halkları ve Çeçenlerin radikal unsurları birleşerek bir “Dağlı Halklar Federasyonu” oluşturma peşindedirler. Abkhazya’nın denize kıyısı olması, orayı adeta Kuzey Kafkasya’nın nefes borusu yapmakta ve bu projenin olabilirliği için Abkhazya’nın bağımsızlığını tüm bu halklar için milli bir dava haline getirmektedir. Kıbrıs Türkleri için böylesi hayati bir konum olmamakla birlikte, adanın tümünde oluşturulacak bir Rum egemenliği ve Yunanistan’la birleşme, gerek stratejik meseleler, gerekse ulusal onur nedeniyle kabul edilecek bir husus değildir. Bu nedenle Kıbrıs Türklerinin korunması ve devletlerine sahip olmaları bu Rum-Yunan projelerinin engellenmesi bakımından önem taşımaktadır. Türkiye için Kafkas politikasında hayati unsur, Azerbaycan ve Hazar bölgesi ile en kısa ulaşım kanalı olarak Gürcistan’ın varlığı olmaktadır. Bu hayatiyet daha da fazlasıyla ABD ve batılılar için de geçerlidir.
Abkhazların büyük kısmı Abkhazya’dadır, Gürcistan’ın öteki kısımlarında da 10.000 kadar Abkhaz vardır. Abkhazlar en az 1300 yıldır buranın yerli unsurudur. Zaten 700’lü yıllarda da yakın kuzeyden oraya az sayıda olmak üzere gelip yerleşmişler ve 1600’lü yıllara kadar da önemli bir rolleri olmamıştır. Kıbrıs Türkleri 1571’den sonra adaya yerleştirilmişler ve tüm ada üzerine dağılmışlardır. 1974 sonrasında kuzeye güneyden gelen mülteciler oldu.
Abkhazya bir süper gücün desteğini de almış ve BM Güvenlik Konseyi’nde böyle bir korumaya sahiptir. Buna karşılık Türkiye NATO’daki varlığı sayesinde Konseyin hedefi olmamakta, buna rağmen zaman zaman sert kararlarla karşılaşılmaktadır.
Abkhazlar da tıpkı Gürcüler gibi Ortodoks Hristiyan’dır. Gerçi bu dinsel yakınlığın şu ana dek çözüme bir katkısı olmamıştır. Oysa Kıbrıs Türkleri, çoğunluktaki Rumlardan farklı olarak Müslümandırlar. Kıbrıs Türkleri, ada nüfusunun % 20 kadarını oluşturuyorlar. Çeşitli nedenlerle adadan ayrılıp İngiltere’ye yerleşenler hesaba katılırsa bu oran daha da artabilir. Abkhazlar ise Gürcistan’ın toplam nüfusunun %1,5-2 kadarlık kısmını oluşturuyorlar. Ülkelerinde de azınlık durumundalar. Abkhazya’da Rus karşıtlığı yoktur ve hatta Rusları sigorta olarak gördükleri dahi söylenebilir. Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye karşıtlığı zaman zaman olabiliyor.
3. Sonuçlar:
Her iki bölgenin izolasyon ve ambargo altında olmasına karşın bunların niteliklerinde bazı farklılıklar vardır. Abkhazya’ya ambargo Bağısız Devletler Topluluğu Devlet Başkanları Zirvesi’nde 19 Ocak 1996’da alınan bir kararla başlamıştır. Bu kararda BDT liderleri, Gürcistan’ın onayı olmaksızın Abkhazya ile hiçbir ticari, mali, iletişim ve benzeri işlem yapmamayı, Abkhaz yönetimi ile hiçbir düzeyde ilişki kurmamayı ve görüşmemeyi taahhüt etmişlerdir. Ayrıca Abkhazya yönetimine silah ambargosu da konulmuştur. Fakat Rusya ilerleyen dönemde bu karara çoğu kez uymamış, hatta Başbakan Çernomirdin sınır ticaretini serbest bırakmıştır. Daha sonra bazı BM Güvenlik Konseyi kararlarında Abkhazların saldırgan tutumu kınanmakla birlikte bir ambargo tanımı yapılmamıştır. Fakat bu kararlarda Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne vurgu yapılması Abkhazya’yı otomatik olarak “yasa-dışı, illegal” bir yönetim durumuna sokuyordu. Gürcistan’da 2003 sonrasında daha radikal ve şoven çizgideki Saakashvili yönetiminin kurulmasına ek olarak, Gürcü tarafı strateji değişikliğine gitmiş ve gerektiğinde güç kullanma seçeneğini daha çok vurgulamaya başlamıştır. Ağustos 2008’da Güney Osetya’nın, Rusya’nın teşvikiyle bağımsızlık ilanına askeri saldırıyla karşılık vererek, adeta Rusya’yı Gürcistan’a saldırması konusunda kışkırtmıştır. Rusya’nın Güney Osetya’yı bağımsızlık ilanına teşvik etmesi Kosova’da batılıların bağımsızlaştırma girişimlerine bir yanıt olmaktaydı. Bu olaylar sonucu başlayan Rus-Gürcü savaşı sonunda Abkhazya Rusya tarafından, Güney Osetya ile birlikte tanınmış oldu. Bu tanınma her iki ülke için de Rusya’ya mutlak bir bağımlılık ve izolasyonun kırılması manasına geliyordu.
İzolasyonlar ve ambargolar, özellikle bağımsızlık peşindeki toplumlarda ters tepki verirler. Bu bağımsızlık çabasının nedenleri üzerinde durulmadan salt “toprak bütünlüğü” ve egemenlik konusu gerekçe gösterilerek yaptırımlara başvurulması, çoğu kez sonuç vermez. Hele de bu bağımsızlık hareketleri güçlü dış destekçilerce tanınıyorsa, böylesi kararlar tümden anlamsızlaşmaktadır. BM ya da bölgesel örgütler, Rumların ya da Gürcülerin sorunun oluşumunda yaptıkları hataları tamamen görmezlikten gelerek böylesi kararları almakla hem kendi tarafsız konumlarının yitirirler hem de ilgili halklar nazarında güvenilmez kuruluşlara dönüşürler. Kosova örneğinin merkezi hükümetler üzerinde uyarıcı etkileri olmuş ve bağımsızlık mücadelesi veren bölgelerin belirsiz statüsünün, sorumlu ana grubu oluşturan merkezi yönetime avantaj sağlayacak biçimde uzun süre korunamayacağını göstermiştir. Şu an için Türkiye’nin KKTC’nin tanınmasını bir dış politika amacı haline getirmemesinde en önemli etken AB ve ABD’nin tepkilerinden duyulan endişedir. AB macerasının bir biçimde bitmesi ve iplerin kopması durumunda geniş çaplı bir tanıtım politikası başlayabilecektir. Belki de Rumları anlaşma yapmaya ve uzlaşmaz politikalarını değiştirmeye sevk eden en önemli gelişme de bu olacaktır.
Mehmet Bülent Uludağ
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi
KAYNAKÇA
1. KİTAPLAR VE MAKALELER:
Amicba, Gerg, Ortaçağ’da Abhazlar, Lazlar, çev. Hayri Ersoy, İstanbul, Nart Yayıncılık, 1993, 109 s.
Ardzinba, Vladislav, “Abkhazya Cumhuriyeti Parlamentosu’ndan Gürcistan Cumhuriyeti Devlet Konseyi’ne Çağrı”, çev. Cemalettin Ümit, Kafkasya Gerçeği, Sayı 10, (Ekim 1992), s. 60-62.
Artvinli, Mevlüt, “Gürcü-Abhaz Sorununda Çözüme Doğru”, Çveneburi-Cveneburi, Sayı: 33, (Temmuz-Eylül 1999), s. 2-3.
Ataöv, Türkkaya, Çatışmaların Kaynağı Olarak Ayrımcılık, Ankara, SBF İnsan Hakları Merkezi Yayınları, 1996, 96 s.
“Georgia-Abkhazia”, Turkish Daily News, September 24, 1993, p. 9.
Benet, Sula, Abhazlar – Kafkasların Uzun Ömürlü İnsanları, çev. Nuran Kılınçarslan, Ankara, Kaf-Der Yayınları, 1994, 117 s.
Çervonnaya, Svetlana, “Abkhazya’daki Anlaşmazlığa Bakış”, çev. Hasan Çelik, Çveneburi, Sayı: 6, (Kasım-Aralık 1993), s. 4-7.
Abkhazya-1992: Postkommunistiçeskaya Vandea, Moskva, Mosgorpeçat’, 1993, 190 p..
Dzoev, M. & Çoçiev, B., Güney Osetya 1988-1992, Gürcü Saldırıları-Tutanaklar, çev. Murat Pukhaev Papşu & Ahmet Yılal, İstanbul, Alan Kültür-Yardım Vakfı, 1999, 80 s.
Ersoy, Hayri, “Abazalar Üzerine Tarihçe”, Kafkasya Yazıları, Yıl 1 Sayı: 1, (İlkbahar 1997), s. 30-41.
Hunter, Shireen T., The Transcaucasus in Transition: Nation-Building and Conflict, Washington, D.C., The Center for Strategic and International Studies, 1994, 218 p.
Karaçaylı, Yılmaz Nevruz, “Kuzey Kafkasya Birleşik Cumhuriyeti”, Türk Kültürü, Sayı 21, (Temmuz 1964), s. 79-85.
Khoshtaria-Brosset, Edisher, The Abkhazian Problem in the Light of Conflict Studies, Tbilisi, “Nekeri” Printing House, 1997, 123 p.
Kostava, Davit, “Rusya’nın Kafkasya Politikası”, çev. İsmail Yazıcı, Çveneburi, Sayı: 8-9, (Mart-Haziran 1994), s. 3-6.
Krag, Helen, & Funch, Lars,The North Caucasus: Minorities at a Crossroads, Manchester, Minority Rights Group, 1994, 42 p.
Lordkipanidze, M. Georgia in the 11th-12th Centuries, Tbilisi, Ganatleba, 1987, 185 p.
The Abkhazians and Abkhazia-Abxazebi da Abxazeti, Tbilisi, Gamomtsemloba Ganatleba, 1990, 75 p.
Nadareishvili, Tamaz, Genocide in Abkhazia, Tbilisi, Samshoblo, 1997, 190 p.
O’Ballance, Edgar, Wars in the Caucasus: 1990-1995, London, MacMillan Press, 1997, 238 p.
Şanibe, Musa Y., Kafkasya’da Birliğin Zaferi, çev. Nartan Elbruz, İstanbul, Nart Yayıncılık, 1997, 107 s.
Vasilyeva, Olga, & Muzayev, Timur, “Kuzey Kafkasya’da Milliyetçilik ve Ayrılıkçılık”, çev. Murat Papşu, Kafkasya Yazıları, Yıl 1 Sayı: 4, (Yaz 1998), s. 13-17.
Zoidze, Arçil, Gürcistan’ın “Aphazeti sorunları”, (çeviren belirtilmemiş), İzmit, (yayınevi belirtilmemiş), 1997, 17 s.
ANONİM KAYNAKLAR:
Abhaz-Gürcü Sorunu Hakkında Bilgilendirme, İstanbul, Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi, 2.6.1999, 4.s.
Abhazya Gerçeği, Ankara, Kafdağı Yayınları, 1992, 50 s.
The De-Isolation Of Abkhazia, International Alert, London, April 2011, 40 s.
Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi, İstanbul, Kafkas-Abhazya Kültür Derneği Yayını, 1998.
Kafkasya’ya Dönüşün Değerlendirilmesi, İstanbul, Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi, 7.5.1999, 4.s.
Report on the Policy of Ethnic Cleasing/Genocide Conducted in the Territory of Abkhazia, Georgia, and Necessity of Bringing Persons Committed These Crimes Before Justice in Accordance with International Principles of Due Process, The State Commission of Georgia for Investigation of the Policy of Ethnic Cleasing/Genocide Against the Georgian Population in Abkhazia, Georgia and Submition of the Materials to the Tribunal with International Jurisdiction.
Türkiye’nin Kafkasya Politikası Nedir, Ne Olmalıdır?, (6 Nisan 1996 Günü Ankara Dedeman Oteli’nde Düzenlenen Panelde Yapılan Konuşmalar), Ankara, Kaf Der Yayınları, 1996, 85 s.