Mısır’daki olaylar ilk başladığı dönemde ABD’den gelen ilk açıklamalar, Mısır’ın istikrarlı bir ülke olduğu ve sağlam bir hükümete sahip olduğu yönündeydi. ABD, halkın meşru talepleri karşısında 30 yıllık müttefiki Hüsnü Mübarek’in yanında yer alıyordu. Mısır, ABD’nin Ortadoğu politikasının sorunsuz işlemesi açısından, Ortadoğu’daki en önemli ülke pozisyonundadır. Dolayısıyla ABD, Mısır ile ittifakının bozulmasını istemiyor.
17 Eylül 1977’de Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menachem Begin’i bir araya getiren ABD, Camp David çiftliğinde bu ülkelere anlaşma imzalatmayı başarmıştır. Bu anlaşmadan sonra ABD, İsrail’den sonra en büyük dış yardımı Mısır’a yapmıştır. Bu noktada Mısır’ın İsrail ile işbirliği içerisinde olması ve Filistin’deki gruplarla yapılan müzakerelerde rol alması, ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’i koruma politikasını kolaylaştırmıştır. Mısır askeri ve stratejik olarak da ABD İçin hayati öneme sahip bir ülkedir. Körfez’e yönelik operasyonlarda hava sahasını ve özellikle Süveyş kanalı ile deniz yollarını ABD ordusuna açması ABD’ye bölgede daha rahat hareket etme fırsatı tanımıştır. Bunların yanında, Mısır Ortadoğu ülkeleri açısından da önemli bir konumdadır ve bölge de dengelerin sağlanması açısından da ABD için çok önemlidir. Dolayısıyla ABD, ilk anda Mübarek yanlısı bir tavır sergilemiştir.
ABD’nin Değişen Söylemleri
Mısır’da olayların beklenmeyen boyutlara ulaşmasıyla beraber, halkın meşru talepleri ve önemli müttefiki olan Mısır yönetimi arasında kalan ABD, söylemlerini değiştirmeye başlamıştır. ABD’li yöneticiler birbiri ardında Mısırlı yöneticilere reform yapma çağrısında bulunmaya başlamışlardır. Her fırsatta demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünden bahseden ABD’nin, Mısır halkının bu taleplerine sessiz kalması, bölgede ABD’ye güvenilmemesi gerektiği algısını oluşturacağından, ABD söylemlerini değiştirmeye başlamıştır. Halkın, Mübarek’in dâhil olduğu çözümlere yanaşmadığını gören ABD, bu sefer Mübarek’in iktidarı bırakması yönünde çağrılar yaparak Mübarek’i istifaya zorlamış ve Mısır’da halkın yatıştırıldığı, yumuşak ve sistemli bir geçişten söz etmeye başlamıştır. Hatta ABD’den Mısır’a, demokratik dönüşüme destek ve ülke ekonomisinin iyileştirilmesi amacıyla 150 milyon dolar yardım yapılmıştır. Peki, istediği taktirde, Mübarek’e bu isyanı kanlı bir şekilde bastırtabilecek olan ABD, neden onu istifaya zorlamış ve söylemlerinde değişikliğe gitmiştir? Çünkü George Bush döneminde ABD, Ortadoğu’ya doğrudan müdahaleyi tercih etti. Amerika’nın bu müdahalesi bölgedeki tüm ülkeleri korkuttu. Ancak Bush’un Irak’taki başarısızlığı Arap diktatörlerini reform yapmaya değil, tam tersine halk üzerindeki baskılarını arttırmaya yöneltti. ABD, bölgenin silahla değişemeyeceğini ağır bedeller ödeyerek öğrendi. Obama yönetimi ise düzenin bu şekilde değişmeyeceğini gördü ve Ortadoğu politikasında, amaç aynı olsa da yöntem değişikliğine gitti. Mısır olayları karşısındaki değişen söylemler bunun önemli bir göstergesidir.
Mısır’da Yeni Dönem ve ABD
11 Şubat 2011’de Hüsnü Mübarek’in istifasıyla ve yetkilerini orduya devretmesiyle beraber Mısır’da yeni hükümetin nasıl bir yapıda olacağı tartışılmaya başlandı. Bu noktada ABD’nin en büyük endişesi Müslüman Kardeşlerin yönetimde etkili güç olması ve Mısır’ın İran gibi radikal bir devlet olması ihtimalidir. ABD’nin Mısır’da sistemli bir geçişten kastı, İsrail ve ABD ile yaptığı anlaşmalara sadık, ılımlı bir Mısırdır ve bunu gerçekleştirebilecek bir yönetim istemektedir. Mısır ordusu ABD’nin Mısır’da en yakın olduğu kurumlarda birisidir. ABD yardımlarının çoğu askeriyeye gitmekte ve askerler Amerikalılar tarafından yetiştirilmektedir. Bu noktada Mısır’da yönetimi devralan Yüksek Askeri Konsey’de istihbarat başkanıyken Mübarek tarafından başkan yardımcılığına atanan Ömer Süleyman’ın, ABD’nin müttefiki olduğunu Wikileaks belgelerinden öğreniyoruz. Belgelerde Ömer Süleyman’dan ikili ilişkilerin anahtarı olarak ve İsrail, Filistin, Irak, İran konularında ABD’nin çıkarlarıyla uyumlu olarak hareket ettiğinden söz ediliyor. Şuan başkanlık için en uygun isim ordudaki mevkisi nedeniyle Hüseyin Tantavi olarak görülse de, ordu içindeki desteğinin sınırlı olduğu belirtiliyor. Bu noktada işler ABD’nin istediği gibi gidiyor ama sürecin ABD açısından ne yönde değişeceğini zaman gösterecek.