Geçtiğimiz günlerde yapılan ABD seçimlerinin neticesi sadece ABD için değil dünya için de çok büyük önem taşıyor. Bu seçimin neticesinde Barack Obama ve Demokratların almış olduğu yenilgi ile ilgili birçok farklı görüş gündeme geldi. Bütün bu değerlendirmeleri ele alarak bu seçim neticesini doğru bir şekilde değerlendirmenin önemine inanıyorum.
Geçmişten bazı örnekleri ele alarak baktığımız da Barack Obama’nın ve Demokratların kesinlikle ağır bir yenilgi aldığı düşüncesinde değilim. ABD’de seçim teamülü gereği sekiz sene süren ve çok tartışmaya sebep olan başkanların ardından ABD seçmenleri başkanı değiştirip farklı partiden başkan seçtiği gibi kongrenin iki ayağını da değiştirip başkanla aynı partiden yapabilir. Bu bir çok istisnai durum barındırdığı gibi genel bir seçmen teamülüdür. Örneğin Ronald Reagan 1980 yılında ABD başkanlığına seçilirken, kongrede Demokratlar Temsilciler Meclisi’nde 244 koltukla çoğunluğu elde etmesidir. Demokratlar, 1982 ara seçimlerinde ise koltuk sayısını 272’e çıkardılar. Buna rağmen ilk seçimlerde Cumhuriyetçi olan Ronald Reagan önemli bir farkla başkan seçildi. Bununla birlikte 1992’de George Bush’a karşı seçim kazanan Bill Clinton Temsilciler Meclisi’ne 258 ve Senato’ya 57 Demokrat sokarak başkanlığı kazanmakla kalmayıp kongrenin iki ayağında da Demokrat çoğunluk sağladı. Buna rağmen 1994 yılında yapılan ilk ara seçimlerde Demokrat Parti hem Temsilciler Meclisi’nde hem Senato’da çoğunluğunu kaybetti ve Cumhuriyetçiler 230 sandalye ile Temsilciler Meclisi’ni, 53 sandalye ile Senato’yu Demokratlardan geri aldılar. Buna karşın 1994 yılındaki başkanlık seçimlerinde oyunu artırarak başkan seçildi.
Bu tarihi örneklerden yola çıkarak Obama’yı değerlendirdiğimizde benzer bir durumla karşılaşıyoruz. Aynı Clinton döneminde olduğu gibi bir savaş sonrası tartışmalı ve eleştirilere maruz kalmış bir başkanın ardından iktidar olan Barack Obama, Temsilciler Meclisi ve Senato’yu da Demokrat yaparak büyük üstünlük sağladı. Zaten kongrenin her iki ayağı da Obama’dan önce de Demokrattı ancak Obama döneminde her ikisinde de Demokratların sandalye sayısı arttı. Obama aynı Bill Clinton gibi başkan olur olmaz kucağında bir ekonomik kriz buldu ve birçok kişiye göre aynı sebeplerden ilk ara seçimlerde Demokratların Cumhuriyetçilere karşı bir seçim mağlubiyeti almasına neden oldu. Daha önceki dönemlerle kıyasladığımızda başkanın partisinin ara seçimlerde kongrenin her iki ayağını da kaybettiğini görmek mümkün. Oysaki bu seçimlerde Demokratlar Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kaybederken, sayıları azalmasına rağmen Senato’daki çoğunluğu korudular. Bu bağlamda Demokratların aldığı neticeyi telafisi olmayan bir seçim hezimeti olarak görmekten ziyade ABD halkının genel tavrını ortaya koyan bir teamül olarak görmenin daha doğru olacağına inanıyorum.
Tabii ki tek sebebin de bu olmadığını söylemek gerekir. Bush döneminden kalan ağır ekonomik kriz, hatta iktidara gelişini de biraz ekonomik krize borçlu olan Obama iktidara geldiği ilk günden itibaren ekonomik krizle karşı karşıya kaldı. Bu süreci aşabilmek için iki önemli projeyi hayata geçirdi. Bunlardan ilki meclisten geçen 789 milyar dolarlık ekonomik destek paketi, bir diğeri ise daha yeni kongreden geçen sağlık reformu yasa tasarısıdır. Bu iki önemli tasarıya bakıldığında ve ABD ekonomisini etkileyen bazı değerler ele alındığında net bir şekilde görmek mümkün ki ABD ekonomisi rakam bazında çok hızlı olmasa da bir çıkış içerisinde. Ekonomik piyasadaki canlanma, emlak piyasasındaki fiyat artışları, işsizlik oranındaki küçük de olsa düşüş, borsadaki hareketlilik gibi kâğıt üzerindeki bir çok değere bakıldığında ABD’nin ekonomik geleceği için iyi emareler görmek mümkün.
Ancak bu kâğıt üzerindeki iyi görüntünün halkın bir fiil cebine yansıması için en az üç dört seneye ihtiyaç olduğu görüşü birçok ekonomi uzmanının mutabık kaldığı noktadır. Kısacası Obama’nın üzerine yapılan ekonomik baskının asıl sebebi kâğıt üzerine yansıyan ekonomideki iyi trendin halkın cebine yansımamış olması ve bunun da seçimlerde Obama’nın aleyhinde netice vermesidir.
“Peki bundan sonra ne olacak?” sorusu önemli bir soru. Yine yanlış bir algı; Obama’nın hiç bir yasayı ABD kongresinden geçiremeyeceği algısıdır. Tabii ki hem Senato’da hem de Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğa sahip olmak, hem de veto hakkına sahip olan başkanlık makamını elinde bulundurmak bir parti için kanun yapmak ve yasa geçirmek için büyük bir avantajdır. Bu durumda Demokratların Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kaybetmesi doğal olarak Demokratlar için dezavantajdır. Ancak şunu da unutmamak gerekir: Cumhuriyetçilerin Temsilciler Meclisi’ndeki üyeleri de iki sene sonra girecekleri kendi seçimleri için seçmenlerine vadettikleri bazı yasaları geçirmek zorundadırlar. İşte bu yasaları geçirebilmeleri için çoğunluğu Demokratlardan oluşan Senato’yla ittifak yapmaya mecburdurlar. Çünkü ABD’de bir kanunun yasalaşması için hem Temsilciler Meclisi’nden hem de Senato’dan tıpa tıp aynı şekilde geçmesi gerekir. Bundan dolayı sadece Demokratların değil Cumhuriyetçilerin de arzu ettikleri kanunları geçirebilmek için Demokratlarla uzlaşı içinde olmaları şarttır. Uzlaşıyı ön plana çıkaracak bir diğer unsur da başkanın veto hakkıdır. Cumhuriyetçiler Temsilciler Meclisi ve Senato’dan bazı Demokratları yanına çekerek kongreden basit çoğunlukla başkanın karşı olduğu yasa tasarılarını geçirseler bile başkanın veto etmesi halinde aynı yasanın artık basit çoğunlukla değil üçte iki çoğunlukla kongreden geçmesi gerekeceğinden Cumhuriyetçilerin sadece yasamacılarla değil başkanla da uzlaşı içinde olmaları gerekmektedir. Bu teknik konular ele alınıp irdelendiğinde ve Amerikan politik kültürünün alt yapısına bakıldığında kongredeki bu değişimin başkanı çok da fazla etkilemeyeceğini göreceğiz.
Obama ve kongre arasında sorun olmasıyla gündeme gelen diğer bir konu da dış politikadır. ABD’nin dış politika yapıcısı ve bu konudaki tek yetki sahibi ABD Başkanı ve yetkisini delege ettiği Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Ticaret Bakanı, CIA Başkanı, büyükelçiler ve özel temsilciler ABD’nin dış politikasını yapar. Kongre bilhassa savaş halleri dışında, başkanın dış politikalarını eleştirebilir, savaş durumunda bütçesini kesebilir, toplantılar düzenleyip başkan üzerinde baskı kurabilir. Ancak ne olursa olsun kongrede değişen demografinin ABD Başkanı’nın dış politika yapıcılığını ve dış politikada izlediği felsefeyi kökten değiştirmesini beklemek hayalcilik olur. Başka bir deyişle Demokratlar ve Obama bu seçimde bir mağlubiyet almıştır ama bu mağlubiyet iç politikada ve bilhassa dış politikada Obama’ya aleyhte bir etkiden ziyade sadece önemli bir uyarı olur. Hem Reagan hem Clinton örneğinde olduğu gibi eğer bu uyarıyı düzgün şekilde değerlendirir ve önlemlerini alırsa Obama 2012’deki seçimlerin galibi olmayı garantileyebilir.
Yrd.Doç.Dr.Burak Küntay
Bahçeşehir Üniversitesi
Hükümet ve Liderlik Okulu (HLO) Başkanı