Katar’da tüm Suriye muhalefetini bir araya getirecek toplantıya günler kala ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın, Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) miadını doldurduğu anlamına gelen sözleri Suriye muhalefetinin tepkisini çekti.
Clinton SUK’un Suriye halkını temsil etmediğini, aşırılıkçı olduğunu, savaş suçu işlediğini ve ‘sahada savaşanlardan olmadığını’ söyleyerek yeni bir konsey kurulması gerektiğini sert bir üslupla söyledi. Katar’daki toplantıda SUK’un ağırlığının da buna göre sınırlandırılması talebinde bulundu.
Suriye’deki son gelişmelere baktığımızda ABD’nin SUK’a yönelttiği eleştirilerin belki de en fazla anlamsızlaştığı bir zamandayız. SUK’un başkanının Kürt olduğu, özerkliği savunanlar dışında Kürt muhalefetinin SUK’a yakınlaştığı, Kürt partilerle Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) masaya oturduğu, ekseriyeti mezhepçi bir sadakat ya da Baas propagandası neticesinde rejime kenetlenen azınlık unsurlarının dahi SUK’a katılmaya başladığı bir dönemde, sahadaki ayrışmanın dinamikleri bilindiği halde bu tür eleştirilerin dile getirilmesi şaşırtıcıydı. Yine Clinton’ın ‘sahada savaşan grupların masada da olması gerektiği’ şeklindeki sözleri, SUK’un ÖSO ve yerel komiteler aracılığı ile El Kaide’ye yakın gruplar dışındaki neredeyse tüm gruplarla ilişki içinde olduğu döneme, üstelik de bunun SUK’un giderek daha yerli, daha Suriyeli olduğu bir döneme denk gelmesi de problem.
Tüm bu gelişmeler ABD’nin asıl derdinin üzüm yemek değil, ‘bağcı dövmek’ olduğunu gösteriyor. Bu tavrın en önemli nedeni ise Suriye muhalefetinde mücadele eden gruplar arasında İslamcıların liderliği ele alması. Bu nedenle baştan beri İslamcıları terbiye etmek için SUK’da temsil problemi sürekli gündemde tutuldu. Öyle ki SUK’un aslında Müslüman Kardeşler’in (MK) örgütü olduğu fikri abartılarak savunuldu, SUK’a laik ve Batıcı aşı yapılmaya çalışıldı. Sahada bu arzuya denk düşecek taban bulunamayınca da çeşitli yeniden yapılandırma projeleri ile liderliği teslim etmek üzere yeni elitler yetiştirildi. Bu süre zarfında da İslamcıların yıpranması izlendi. Bir süredir ‘ÖSO’nun işkenceleri’ kasetleri ile hazırlanan kamuoyu henüz olgunlaşmadan, sahada Esad’ın Halep’te kontrolü kaybederek hızla zayıflaması ile zor zamana girmesi, rejimin sürpriz düşme ihtimalinin artması, İslamcı muhalefete müdahaleyi ABD açısından zorunlu hale getirdi.
İhvan hilali propagandası
ABD’nin SUK’a tavır alarak, MK’ye yakın isimlerin gücünün azaltılması talebinin asıl nedeni ise İslamcılığıa mesafesi değil, Mısır ve Tunus’ta MK’nin Arap Baharından karlı çıkması, Ürdün ve Kuveyt’te ise iktidarı zorlamasından kaynaklanıyor. Ancak bu sadece ABD politikası değil. MK’yi dinen ve siyaseten uygun bulmayan, yanlış bir şekilde İran’a yakın gören, giderek Körfez’i de istikrarsızlaştıracağını düşünen Körfez ile, Tunus, Mısır ve Filistin’den sonra Suriye’yi de kaybederse bir MK çemberine alınacağını düşünen İsrail’in de politikası. Bir başka deyişle ‘İhvan Hilali’ propagandası. İran’dan İsrail’e, Suudi Arabistan’dan Rusya’ya çok farklı kişileri aynı çizgide birleştiren işte bu propaganda. SUK’un kendisini masaya yatıracağı ve yeniden yapılandıracağı toplantı öncesi böyle bir tavır alınması, Suriye’de Esad’ın sürpriz devrilmesi durumunda iktidarın MK’ye kalacağı tedirginliğinden kaynaklanıyor. Ancak tüm bu müdahalelere rağmen, Clinton’ın da dediği gibi ‘sahada olanın masada’ olacağı bir tabloda, MK’yı oyunun dışına çıkarmak zor görünüyor. Bir başka açıdansa seçim sonrası yeni ABD politikası Suriye konusunda bölgedeki dengeleri zorlayacak.
Nuh YILMAZ
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi