Şunu kabul etmek gerekir ki, ülkesine son derece sadık ve akıllı bir derin devlet tarafından yönetilen Amerika Birleşik Devletleri dünyanın patronu.
Hangi ülke ile nasıl bir ilişki kurulacak, ABD’ye karşı düşmanlık besleyen devletlere karşı ne yapılacak, hangi silahla saldırılacak veya da hangi yaptırımlar uygulanacak onlar karar veriyor. Üstelik amiyane tabirle “tahta kafalı”da değiller. Her hatadan ders alıyorlar, hırsları asla mantıklarının önüne geçmiyor.
Ellerindeki tüm olanakları en verimli bir şekilde kullanıyorlar ve devamlı olarak da yeni silahların, yeni yaptırımların peşinde koşuyorlar.
Önümüzdeki birkaç 10 yıl içinde artık önemli savaşlar, eski tabirle top, tüfek, tank ve roketlerle yapılmayacak. Bu saydıklarımız ancak tarih kitaplarında yer alacak. Amerikan askerleri ölmeyecek, düşman addettiği insanları da öldürmeyecek.
Çünkü yeni bir planı devreye sokan ABD öyle ufak tefek devletlerle silahla mücadele etmeyi de bir kenara bıraktı. Dişli rakipleri için uzay teknolojisinin kullanıldığı son model, kimsenin daha görmediği/duymadığı silahları üretirken ve üretimini teşvik ederken, kendini nimetten sayıp büyük devletlere (özellikle de ABD’ye) karşı horozlanan küçük devletleri de masa başında- kağıt üzerinde- aldığı tedbir ve ekonomik yaptırımlarla dize getirme stratejisini uygulamaya koydu.
Bu mücadele yönteminin sonunda ölen kitleler yok ama bağıran ve isyan eden çok. Söz konusu ülkenin yöneticileri de halkı tarafından ortaya konan bu başkaldırı sonucu kendisinden istenileni yapmak, girdiği yanlış yoldan çıkmak zorunda kalıyor ya da belli bir sürecin sonunda kalacak. Kurtuluş yok.
İran ve Suriye bu yeni stratejinin en güzel örneğini oluşturuyor.
ABD, 1960’lı yılların başında soğuk savaş bütün hızı ve haşmeti ile devam ederken, Küba lideri Fidel Castro’nun Rus nükleer füzelerini Amerika’ya dönük olarak Küba’ya konuşlandırmak istemesi üzerine Küba’ya uyguladığı ulaşım ambargosu ile bu stratejinin ilk uygulamasını başlatmıştı.
Aradan geçen yarım asır içinde ABD, hasım ve söz dinlemez devletlere karşı ambargo uygulama ve yaptırım stratejisi için alt yapıyı hazırladı ve can yakacak şekle soktu.
İran’ın her ne kadar sesi soluğu çıkmıyorsa da ABD’nin uyguladığı ekonomik ambargo altında ezilmeye başladı. Yakında İran halkından gür ve yüksek tonda itirazlar yükselmeye başlarsa hiç şaşmamak gerekir.
Ekonomik ambargo derken öyle aklınıza kağıt üstünde laf ola bir sürü tedbirler dizisi gelmesin. Uluslararası yaptırımlardan sonra İran’ın tüm dış ticareti bıçakla kesilmiş gibi durdu. Petrolünü satamıyor. Dış satım olmadığı için de içeri giren para yok. Üretim de yetersiz. Enflasyon aniden azdı. Temmuz ayında tavuk fiyatı 3.5 TL’den 9 TL’ye çıkarken, yoğurt da 3.5 TL’den 11.8 TL’ye fırladı.
İran’ın para birimi Riyal, Dolar karşısında iki yıl içinde yüzde 65 değer kaybetti. Sadece geçen hafta Riyal’deki düşüş, Pazartesi değeri ile Cuma değeri arasındaki fark yüzde 33. Evvelki sene 1 ABD Doları 10 bin Riyal’ken bugün ise 1 ABD Doları 32 bin Riyal.
Batı İran’a “Ya Nükleer Santralı denetime aç ve ağır su üretimini durdur ya da biz seni çökertiriz” diyor.
ABD gerçekten de silahı ile ordusu ile ekonomik gücü ile ve de yaptırım olanakları ile dünyanın en büyüğü. Vurduğunu deviriyor. Amerikan ordusu, dünyanın her yerinde sıcak savaş yapabilme, mali gücü de ekonomik ambargolar uygulayabilme olanaklarına sahip. Amerika’yı, dünyanın patronu yapan da onun bu özelliği. (Politikacılar kervancı, onlar hancı da diyebiliriz.)
Suriye ise İran’ın yanında çerez olarak nitelendirilebilecek durumda. Bilindiği üzere Suriye üzerinde de ambargolar başladı. Şayet Esad silahla gitmezse, ekonomik çöküntü nedeniyle gitmek zorunda kalacak. Bu sonun alternatifi yok.
Prof. Dr. Ata ATUN
Yakındoğu Üniversitesi Öğretim Üyesi