ABD Başkanlık Seçimleri ve Cumhuriyetçi Parti Aday Adaylarının Dış Politika Yaklaşımları

6 Kasım 2012’de gerçekleştirilecek olan başkanlık seçimleri öncesinde ABD genelinde büyük bir hareketlilik göze çarpmakta. 4 yılda bir gerçekleştirilen başkanlık seçimleri, Amerikan halkının siyasal işleyişe olan ilgisinin yüksek bir düzeye vardığı tek etkinlik olarak görülebilir. 2008 yılında başkanlık koltuğuna oturarak, ABD tarihinin ilk siyahî başkanı olma başarısına erişen ve ortaya koyduğu “değişim” vurgusuyla hem ABD’de hem de dünya çapında milyonları peşinden sürükleyen Barack Obama, seçilmeden önce ortaya koyduğu vaatlerin önemli bir bölümünü gerçekleştirememiş olmasına karşın, Demokrat Parti’nin başkan adayı olarak ortaya çıkmış durumdadır. Demokrat Parti, Obama’nın halk nezdinde sahip olduğu kredinin hala tükenmemiş olduğunu düşünerek ve ortaya koyduğu vaatleri gerçekleştirmesi için ona bir şans daha verilmesi gerektiğini düşünerek hareket etmiştir. Uluslararası arenadan Barack Obama’ya gelen destek de Demokrat Parti’nin bu kararında etkili olmuştur. Zaten başkanlık koltuğunda oturmakta olan ve bir dönem daha seçilme şansına sahip olan bir ismin, kendisi arzuladığı takdirde, yeniden başkan adayı olarak seçilmesi ABD’de siyasal bir gelenektir.

Demokrat Parti’nin rakibi Cumhuriyetçi Parti ise seçimlere oldukça hareketli bir şekilde hazırlanmaktadır. Mevcut konjonktürde Cumhuriyetçi Parti’den aday olabilmek için yarışan 4 isim kalmış durumdadır. Hemen hepsi tecrübeli ve bilindik isimlerden oluşan bu adaylar, siyasal ve yönetimsel yaklaşım anlamında da birbirlerine oldukça yakın durmaktadırlar.

Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayları içerisinde başkan adayı olmaya en yakın isim Massachusetts Eyaleti eski valisi olan 65 yaşındaki Mitt Romney’dir.  Romney, Mormon inancına bağlı inançlı bir Hıristiyan’dır ve bu nedenle dinsel muhafazakârlık konusunda oldukça ileri bir seviyede olduğu söylenebilir. Mevcut adaylar içerisinde dış politikaya önem veren en önemli isim olarak ön plana çıkan Romney, Barack Obama’nın askeri güç önlemlerini bir kenara bırakarak yumuşak gücü ön plana çıkaran dış politika anlayışından oldukça rahatsızdır. Nitekim başkan olduğu takdirde askeriyeye ayrılan bütçeyi azaltmayacağını, aksine arttıracağını ifade etmektedir. ABD’nin Irak’tan çekilmesine karşı çıkan, Afganistan Operasyonu’na daha fazla destek verilmesinden yana olan ve ABD’nin Arap Dünyası ile ilişkileri geliştirme yönlü girişimlerine karşı çıkan Romney, İslam’ı terör ile özdeşleştiren bir tavır takınarak, ülkesinin İslamcı teröristlerin yadsınamaz hedefi olduğunu kaydetmektedir. Ona göre, ABD, İran’a uygulanan yaptırımların etkinliğini arttırmalı ve gerektiği takdirde askeri müdahalede bulunarak bu ülkenin nükleer güç elde etmesini engellemelidir. Rusya ile Çin’in uluslararası sistem bazında artan etkinliğinden ve uluslararası sistemin çok kutupluluğa doğru evrilmesinden rahatsız olan Romney, bu durumun ABD’nin çıkarlarına aykırı olduğunu, bu nedenle Obama’nın Rusya ve Çin ile diyalog ve işbirliğine dayalı dış politika stratejisinin yanlış olduğunu belirtmektedir. Ortadoğu bağlamında İsrail’e gereken her türlü desteğin verilmesinden yana olan Romney, İsrail ile gerginleşen ilişkilerden dolayı Türkiye’yi eleştirmekte ve Türkiye’nin izlediği çok boyutlu dış politikanın ABD’nin çıkarlarına aykırı olduğunu düşünmektedir. Dış politika konusunda çatışma odaklı bir anlayışı yansıtan Romney, George W. Bush özdeşleşen ve 11 Eylül Olayları’nın ardından yükselişe geçen neoconlar (yeni muhafazakârlar) ile birlikte çalışmayı düşünmektedir.

Cumhuriyetçi Parti’nin bir başka aday adayı olan 69 yaşındaki Newt Gingrich ise 1995-1999 yılları arasında Temsilciler Meclisi başkanlığı da yapmış tecrübeli bir siyasetçidir. Uzun yıllar boyunca (20 sene) Temsilciler Meclisi’nde Georgia Eyaleti’nin temsilcisi olarak bulunmuş olan Gingrich, Modern Avrupa Tarihi alanında doktora yapmış bir isimdir. Temsilciler Meclisi başkanlığından ayrıldıktan sonra kitap yazmak, konuşma yapmak, lobi faaliyetlerinde bulunmak ve parti içi çalışmalarda bulunmak gibi işler ile uğraşan Gingrich, ABD’nin önemli entelektüelleri arasında gösterilmeye başlanmıştır. ABD’nin İslamcı militanlar ile sonu gelmeyecek bir savaş içerisinde olduğunu kaydeden Gingrich, bu nedenle Obama’nın Ortadoğu ve İslam Dünyası’na yönelik yaptığı açılımların başarısızlıkla sonuçlanacak yersiz bir girişim olduğunu düşünmektedir. Ordunun bütçeye ciddi bir yük getirdiğini düşünse de çatışma odaklı bir anlayışın temsilcisi olan Gingrich, Filistin kimliğinin sonradan yaratılmış ve değeri olmayan bir unsur olduğunu vurgulayarak, İsrail’in Filistin politikalarına destek vermektedir. Getirdiği mali yük nedeniyle büyük çaplı askeri operasyonlara karşı çıkan Newt Gingrich, etkin bir diplomasi ve gerçekleştirilecek gizli operasyonlar ile istenen sonuca ulaşılabileceğini düşünen bir siyasetçi olarak, Soğuk Savaş mantığını içselleştirmiş gibi görünmektedir.

İtalyan asıllı bir ailenin siyaset bilimi ve hukuk eğitimi almış oğlu olarak karşımıza çıkan Rick Santorum ise 54 yaşındadır. 1991 yılında Pensilvanya Eyaleti’nden Temsilciler Meclisi’ne seçilen Santorum, 1995 yılında ise aynı eyaletten Senato üyeliğine seçilmiş ve 2007 yılına kadar Senato üyesi olarak çalışmıştır. Katolik Hıristiyan bir ailede yetişmiş muhafazakâr bir siyasetçi olan Santorum, Senato’da özellikle eşcinsel evlilikleri ve kürtaja karşı olan tutumu ile tanınmıştır. Santorum, seçim kampanyası ekseninde yaptığı açıklamalarda, Obama’nın izlediği diyalog eksenli ve Rusya ile Çin’i yatıştırmayı hedefleyen dış politika yaklaşımını eleştirmekte ve bu politikanın ABD’nin bölgesel ve küresel çıkarlarına zarar verdiğini ve çok kutupluluğu güçlendirdiğini kaydetmektedir. Ona göre, Obama’nın izlediği dış politika, ABD’nin süper güç konumunu zayıflatmaktadır. İran’a karşı yaptırımların etkin bir şekilde uygulanmasını ve Suriye Yönetimi’nin, gerekirse askeri operasyon aracılığıyla devrilmesini isteyen Santorum, İsrail ile ilişkilere büyük bir önem atfetmektedir. ABD’nin özellikle Afrika’ya siyasal ve ekonomik bir açılım gerçekleştirmesini isteyen Santorum, bu durumun ABD’nin temsil ettiği sistemik süper güç konumunun bir gereği olduğunu belirtmekte ve ABD’nin “zor durumda olan” Afrikalılara yardım etmesinin dinin de emrettiği bir gereklilik olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre, ABD’nin Afrika’ya gereken önemi vermemesi halinde, bu bölge, Çin’in ve diğer küresel aktörlerin kontrolü altına girecektir.

77 yaşındaki Ron Paul ise seçilme şansı en az olan aday olarak görülmektedir. Diğer adaylardan farklı bir portre çizen Paul, seçim kampanyası bağlamında dış politika faktörüne pek değinmemekte ve izolasyonist bir çizgide politika yürüteceğini göstermektedir. 1988 tarihli başkanlık seçiminde Liberal Parti’nin başkan adayı olan Paul, 2008 yılında da Cumhuriyetçi Parti’den aday adaylığını açıklamış, ancak John McCain’e kaybetmişti. Daha önce Teksas Eyaleti’nden Temsilciler Meclisi üyeliğinde de bulunan Ron Paul, ABD’nin müdahaleci bir dış politika çizgisi benimsememesi gerektiğini ve kendi iç sorunlarına eğilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Zira ona göre, ABD’nin izlediği müdahaleci dış politika stratejisi, bu ülkenin düşmanlarını arttırmakta ve ülkenin ekonomik ve siyasal anlamda zor duruma düşmesine neden olmaktadır. Ron Paul, uluslar arası ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasının ABD’nin en önemli ödevi olduğunu ve askeriyeye ayrılan bütçenin azaltılması gerektiğini vurgulamaktadır.

Görüldüğü üzere Barack Obama’nın rakibi olmak için yarışan Cumhuriyetçi Parti aday adaylarının hemen hepsi siyasal manada oldukça muhafazakâr bir çizgide yer alan ve uluslararası sisteme çatışma unsurunun hâkim olmasına yol açacak düşünce iklimine sahip isimler konumundadırlar. Bu isimlerden herhangi birinin başkan seçilmesi durumunda, ABD’nin Rusya ve Çin ile ilişkilerinin daha da gerginleşeceği, İran Krizi’nin çözümü noktasında askeri seçeneğin sıklıkla konuşulur hale geleceği ve İsrail’in etkinliğinin daha da artacağı ortadadır. Kuşkusuz bu durum Türkiye’nin de aleyhine olacak ve George W. Bush döneminde yaşanan kopukluğa benzer bir durum oluşabilecektir. Zira Ron Paul dışındaki adayların hepsi İsrail yanlısı, İslam’a karşı önyargılı ve İran ile Suriye sorunlarının çatışmacı bir yaklaşımla çözülebileceğini düşünmektedir. Bu minvalde uluslararası kamuoyunun ve Türkiye’nin Barack Obama’nın yeniden seçilmesini istemek dışında bir tercihe yönelmeleri söz konusu bile olamayacaktır.

Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Giresun Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...