20 Haziran’da Lüksemburg’da toplanan “AB İstihdam, Sosyal Politika, Sağlık ve Tüketici İşleri Konseyi” (EPSCO) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “Vize Muafiyeti Verilmesi” konusunda komisyonu yetkilendirdi. Aslında bu yetkilendirme şimdilik tek taraflı oldu.
Buna bir nevi karşılıksız yetkilendirme de denilebilir.
COREPER, yani Avrupa Birliği’nin tarım alanı dışındaki tüm konularda çalışmalarını yapan Büyükelçiler düzeyinde katılım sağlanan daimi temsilciler grubu, Türkiye’nin “Geri Kabul Anlaşmasını” (GKA) yürürlüğe koymasını beklemeden Türkiye ile vize muafiyetinin başlaması için ileri doğru bir adım atarak AB ile Türkiye arasında “Vize muafiyeti” sürecini başlattı.
Kaçak göçle mücadelede Türkiye’nin desteğine gereksinim duyan AB, vize muafiyeti müzakerelerini yürütmesi için AB Komisyonu’na yetki vermeyi onaylarken, Türkiye de “Geri Kabul Anlaşması”nı sadece parafe etmeyi kabul etti.
Türkiye daha önce belirlediği vize politikasından hiç geri adım atmadı ve atmayı da kabul etmiyor. Bu nedenle de AB’nin teklif ettiği ‘Vize Kolaylığı’ önerisini, “Ya vizesiz dolaşım ya da hiç” yanıtı ile reddederek, gerisin geriye iade etti.
Bana göre çok önemli bir gelişme ve sıkı bir duruş.
Neredeyse son 200 yıldır Osmanlı Devleti ve küllerinden yeniden doğan Türkiye tarafından Avrupa’ya karşı böylesi bir duruş hiç sergilenmedi.
Ekonomik krizle boğuşan ve saygınlığından epeyi yitirmiş bulunan AB’nin, dinamik ve bölgenin aktörü olmuş Türkiye’ye gereksinimi var ve saklanacak bir durum olmaktan çıktı. Türkiye bu gereksinimin bilincinde. Tabi dünya da.
Türkiye’nin, AB’nin her sıkıştığında sözünden dönme sabıkasından dolayı, AB’ye pek bir güveni yok. Bu nedenle de Türkiye, ‘Geri Kabul Anlaşması’ ile ‘Vize Muafiyeti’nin eş zamanlı uygulanmasını istiyor. İkisini de birbirine bağladı ve bağlı olmasında da ısrarlı.
AB, Vize muafiyetinde ne kadar geri adım atarsa Türkiye de aynı oran ve düzeyde Geri Kabul Anlaşmasının uygulamasında geri adım atacak veya uygulamayı sulandıracak.
Vize muafiyeti ve eşzamanlı uygulanmasından yana olan Türkiye, AB’nin daha önce defalarca yaptığı gibi önce taahhütte bulunup sonra geri adım atma olasılığını da devre dışı bırakacak politikalar geliştirdi ve halen de geliştiriyor.
Bu nedenle de Türkiye, sürecin başlangıcından itibaren “yetkiye paraf, eylem planına imza ve uygulamaya uygulama” politikasını yürütüyor. Göze göz, dişe dişte kararlı.
Türkiye bu aşamada “Geri Kabul Anlaşması”nı imzalamak için AB Komisyonu’nun 1 yıl içinde sunacağı ‘Vize Muafiyeti Eylem Planı’nı (VMEP) bekleyecek ve ona göre ileriye doğru bir adım atıp atmamanın kararını verecek.
Türkiye bu aşamada, ‘Vize Muafiyeti Eylem Planı’nın hayata geçirilmesiyle birlikte ‘Vizesiz Seyahatin’ başlamasını bekliyor. AB tarafından istediği adımlar atılıp, talepleri yerine getirildiği vakit ‘Geri Kabul Anlaşması’nı uygulamaya koyacak.
Vizesiz Seyahat ve Geri Kabul Anlaşmasının eşzamanlı olarak uygulamaya girmesi 2015 yılının bahar aylarını bulabilir.
Tabii AB içinde bu uygulamadan gocunan ülkeler de var. Kendileri verdikleri sözden dönünce pişkin pişkin gülen, ama başkalarına çatık gözle bakmayı adet haline getirmiş ülkelerin, biraz çekimser olduğu söyleniyor. Bu ülkeler vize muafiyeti için eylem planına ilaveten ‘Geri Kabul Anlaşması’nın da bütünüyle aynı gün ve saatte uygulamaya girmesini talep ediyor.
Bunlar kim mi? Almanya, Hollanda ve Avusturya.
Fransa ise bu konuda Sarkozy dönemindeki olumsuz tavırlarını bir kenara bıraktı. Yeni başkan Hollande, Türkiye’nin Fransa’ya uyguladığı yaptırımların yarattığı olumsuzlukların farkında ve bu nedenle de bu ülkelerin yanında yer almadı, Türkiye karşıtı tavır takınmadı. Fransa’nın bu yapıcı tutumundan dolayı da Türkiye’nin yaptırımlarının kademe kademe gündemden ve uygulamadan düşürülmesi süreci de başlatılıyor.
Sırada İsrail var. AB ile paraf edilen bu anlaşma ile pek bir ilgisi yok ama Türkiye ile ilişkilerini tekrar eskiden olduğu düzeydeki “Müttefik” seviyesine getirebilmek için fırsat kolluyor, araya aracılar koyuyor.
Kahve falı bu konuda 2013 diyor…
Prof. Dr. Ata ATUN
Yakındoğu Üniversitesi Öğretim Üyesi