Avrupa Birliği’nin kurulduğu ilk zamanlardan, günümüz gelişmelerine kadar baktığımızda, belki de gözümüze çarpan en önemli ve en kalıcı özellik, devletlerin korumaya çalıştıkları ulusal egemenlikleridir. Fakat genel anlamda aynı amaç doğrultusunda birleşen bu ülkelerin, AB sistemine bakış açılarında farklılıklar olması da şaşırtıcı olmayacaktır.
2. Dünya savaşı sonrasında, bu ülkeleri birbirine yaklaştıran barış isteği olsa da, hala ulusalcılık ideolojilerinden vazgeçmek istemeyen birlik ülkeleri yalnızca ekonomik birleşme istediklerini dile getirseler de zamanın Sovyetler birliği korkusu nedeniyle ortak bir bütünlük içinde hareket etmeyi uygun görmüşlerdir. Birlik, şimdi ki adını almadan önce ki evrelerde çeşitli süreç ve yapılandırmalardan geçmiş, çeşitli ideolojiler etrafında toplanmış fakat sonraları üye sayılarının artışı ile beraber görüş ayrılıkları başlamıştır. AB kimliğinin oluşturulma aşamasında bu genişleme ve entegrasyon süreçlerinde nasıl bir tutum izlenip, hangi ideolojiler etrafında toplanılacağı konusunda çeşitli yaklaşımlar öne atılmıştır. Bu yaklaşımlar arasında ki en önemli fark; bir takım ülkeler, AB etkisinden, entegrasyondan çıkalım, sadece ekonomik faydalar doğrultusunda birleşelim derken, kimisi de genişleyip derinleşmeyi bölgesel güvenlik ve gelişim açısından önemli gördüklerini belirtirler. Bu AB kimliğinin yaratılma aşama
sında oluşturulan ilk bakış açışı; Topluluğu, kurumlar üzerine kurduktan sonra , sektörel bütünleşmeler sonradan farklı entegrasyonları kendiliğinden oluşturur. Örneğin ; ticari entegrasyon zamanla politik entegrasyonu da oluşturabilir ve bu da uzun vadede AB kimliği oluşturacaktır derler fakat bu kendiliğinden daha açık ifadeyle bir kurumun diğer kuruma ihtiyacından oluşmaktadır derler.
Diğer bir bakış açısı ise, özellikle Türkiye ‘ye de uygulanan “ ötekileştirme “ politikasıdır. Kendilerince Avrupalı olmayanları göstererek kendilerini sınırlandırma taraftarıdırlar ve net kimliğimiz bir “öteki “ oluşturarak daha kesin bir şekilde belirlenir derler. Fakat aydınlanma dönemi ile beraber değerler Avrupa’sına geçilmeye başlandığında “ Osmanlı Türkleri’’ dedikleri “öteki “ kimliğini yavaş yavaş yumuşatıp “önemli bir partner, aileden değil fakat öteki de değil “ anlayışına dönüştürmüşlerdir.
İşte Türkiye’nin birlik yolunda ki yerinin halen tartışıldığı bu zamanlarda, 27 farklı üyenin çoğunun farklı Türkiye düşünceleri varken, ülkemizin bu kimliğinin içinde mi yoksa dışında mı yer aldığı halen tartışılan başka bir noktadır. Birliğe üyelik için başvurduğumuz ilk günden, günümüze kadar bakıldığında; mevcut durumumuzu pek de iç açıcı olmamasının en önemli sebebi işte bu kimlik tartışmaları ve Avrupalı olup olmadığımızdır. Birlik içerisinde entegrasyon ve genişleyip derinleşme karşıtı olanlarda bu süreçte olumsuz etki yaranlardan olup, AB yolunda ilerlemelerin önüne hep bir engel koymaları da bundandır. İşte tüm bu bilgiler ışığında bakıldığında, uzmanlar AB yolunda Türkiye’nin karşılaşacağı 4 ana muhtemel senaryodan bahsederler. Bu tutumların gerçekleşmesinde, ülkelerin kararları kadar iç politikaları da önemlidir. Türkiye’nin yapması gereken, her üye ülke ile ayrı ayrı siyasi diyaloglar kurup destekçiler sağlamaktır. Müzakere süreçleri ne kadar uygulama aşamalı süreçler gibi gözükse de aslında siyasidir. Yani kararların çoğu teknik değil politiktir.
İşte bu senaryolardan ilki olumlu bakılandır. Türkiye AB’ye 15-20 yıl içerisinde üye olacak ve bu durumun sonucunda birlikte Türkiye’de evrim geçirerek başka bir yapıya farklı bir sisteme geçmiş olacak ve değişimler yaşayacaktır.
Karşılıklı etkileşimler olacak ve bütün önyargılar “yeni Avrupa” ve “ yeni Türkiye” de kalkacaktır.
2. senaryoya göre ise zamanın şartlarına göre o kadar beklenmedik bir dış olay yaşanacak ki dengeler değişecek ve Türkiye’ye ihtiyaçtan özellikle de savunma gereksiniminden ülkemiz beklenenden önce birliğe üye olacaktır.
3. senaryoya gelindiğinde ise belki de en şaşırtıcı olacak olanı budur. Ab ilerleme yolunda Türkiye üstüne düşen bütün reformları köklü değişimlerle yapacak ve baş müzakereci Egemen Bağış’ın dediği gibi “ AB modernlik yolunda adımlamamız gereken bir basamaktır’’ düşüncesi etrafında kararlar alıp istenilen beklenilen modernite seviyesine ulaştıktan sonra Türkiye kendi isteği ile AB’ye üye olmak istemeyecektir.
Son senaryoya gelindiğinde ise hem Türkiye’nin eksiklikleri ve de üye ülkelerin isteksizlikleri sonucu “ imtiyazlı” ortaklık olacak Türkiye’nin serbest dolaşımından doğal olarak 4 serbesti olan malların, kişilerin, sermayenin ve iş gücünün serbest dolaşımından hiçbir zaman faydalanamayacaktır.
İşte değerler AB’sinde Türkiye’nin karşılaşacağı muhtemel senaryo böyledir. Fakat bilinmesi gereken en önemli olgu, politik çıkmazlarla konulan engellerin sayısı her geçen gün artarken, ülkemizin de hem halk hem de hükümet olarak, birliğe olan inancı sarsılmakta ve bu sebeple belirtilen reformlar beklenenden az ve mevcut kapasiteden yavaş ilerlemektedir. Ve maalesef, Birliğe üyelik ‘’ancak cumhuriyetin 100. Yılında, bir ihtimal ‘’ olarak nitelendirilmeye başlanmıştır.
Pınar BAYRAM
Bahçeşehir Üniversitesi
Yüksek Lisans Öğrencisi