29 Ocak Milli Direniş Günü

Yunanistan’ın “bıçak sırtında” bir yaşama ancak izin verdiği Batı Trakya Türkleri, bugün hala eğitimden ifade özgürlüğüne, vakıflarını yönetebilmekten dini özgürlüklere dek pek çok alanda ciddi baskı altındadır. Son 10 senede yaşanan gelişmeler ve özellikle insan hakları izleme gruplarının eleştirel raporlarının yarattığı baskı ile artık vatandaş olmaktan kaynaklanan haklarını büyük oranda kullanabilen Batı Trakya Türklerinin uluslararası anlaşmalarla tesis edilen azınlık haklarını kullanamadıkları da bir gerçektir. Aşılmış görünen sorunlarda ise geriye dönük telafi sistemi işletilmemektedir. Örneğin 60 bin Batı Trakya Türkünün, ”Helen kökenli” olmama gerekçesiyle Yunanistan vatandaşlığından çıkarılmasına sebep olan Yunanistan Vatandaşlık Kanunu’nun 19. maddesi artık yürürlükte değil ancak birkaç istisna dışında mağdurlara vatandaşlık hakkı iade edilmemiştir. Batı Trakya Türkleri açısından en büyük sıkıntı, tüm diğer baskıların etkisini de çoğaltmakta olan “kimlik reddi” sorunudur. İsminde “Türk” ibaresi geçen derneklerin “Batı Trakya’da Türk yoktur” gerekçesi ile mahkeme kararlarıyla kapatılması da Batı Trakya Türklerini organize şekilde harekete geçiren en önemli olay olmuştur. 29 Ocak’ı Batı Trakya Türkü için “Milli Direniş Günü” yapan da yine Türk kimliğinin reddi anlamına gelen “Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği” ve “Gümülcine (Komotini) Türk Gençler Birliği”nin kapatılmasıdır.

Batı Trakya Türkleri, her yıl Türk kimliğine dönük saldırılara karşı direnişe geçtikleri günü “29 Ocak Toplumsal Dayanışma ve Direniş Günü” ya da daha çok “29 Ocak Milli Direniş Günü” adlandırmasıyla Gümülcine, İskeçe, Türkiye ve yaşadıkları diğer ülkelerde düzenledikleri etkinliklerle anmaktadır. Anılan 29 Ocak 1988’de mahkemenin kapatma kararını protesto etmek ve Türklüğünü deklare etmek isteyen 20 bin Türkün tüm baskı ve engellemelere rağmen bir araya gelerek “Türküz” diye bağırmasıdır. Anılan aynı zamanda 29 Ocak 1990’da örgütlü Yunan fanatiklerinin saldırılarına rağmen yeniden bir araya gelebilmeleridir. 29 Ocak, Batı Trakya Türkleri için toprakları üzerinde yaşadıkları asimilasyona, vatandaşlık haklarının sınırlandırılmasına, azınlık haklarını alamamalarına, kimliksizleştirilmelerine karşı gösterdikleri iradenin yıldönümüdür. 29 Ocak 1988’de Batı Trakya Türklerini sokağa döken uygulamanın maalesef bugün de devam etmesi, her bir anma programına yeni bir protesto niteliği kazandırmaktadır; tam 24 yıldır protesto sürmektedir. Dolayısıyla Batı Trakya Türkü’nün “kimliksizleştirerek Yunanlaştırma” girişimlerine direnişi devam etmekte; 29 Ocak’lar birer bütünleşme gününe dönmektedir.

29 Ocak Direnişini Doğuran Gelişmeler

· Yunanistan Yargıtay’ı, “Batı Trakya’da Türk yoktur” iddiası ve gerekçesiyle 4 Kasım 1987’de “Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği” ve “Gümülcine (Komotini) Türk Gençler Birliği”nin kapatılması kararını onadı.[1] Türklerse Yargıtay’ın kararını ancak 5 Ocak 1988’de öğrenebildiler. Derneklerin kapatılması ve Türk kimliklerinin inkar edilmesi kadar böylesi bir karardan haberdar edilmelerinin bu denli uzun bir süre alması zaten baskılardan bunalmış olan Batı Trakya Türklerinin tepkilerini arttırdı.

· 30 Ocak 1988’de Davos’ta gerçekleşecek Özal-Papandreu buluşmasına giden süreçte alınan karara Türkiye görüşmenin aksamaması için tepki gösterememesi, hatta merkezi İstanbul’da bulunan Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği’nin 24 Ocak günü İstanbul-Taksim’de düzenlemek istediği “Yunanistan’ı Protesto Mitingi”ne izin verilmemesi, Yunanistan’daki Türklerde yalnız bırakıldıkları hissini doğurdu ve tepkinin boyutunu da arttırdı.

· Azınlık Yüksek Kurulu 25 Ocak’ta toplanarak mücadele kararı aldı. Karara göre “Olayı protesto etmek için bir yürüyüş yapılacak”, “azınlık okulları bir gün süreyle kapatılacak” ve “yetkili tüm devlet mercilerine bu karar telgrafla bildirilecekti”.[2] Yürüyüş, 29 Ocak 1988 günü, Cuma namazından sonra Gümülcine Eski Camii’nden Vilayet Konağı’na kadar yapılacaktı. Kararın amacını basın bildirisi izah etmektedir:[3]

“… Her türlü karar alma yetkisine sahip bu komite 26 Ocak 1988 Salı günü kendi aralarında yaptığı toplantıda aşağıdaki kararları oybirliği ile almıştır:

1- Türklüğümüzü inkâr eden bu kararları, Lozan Antlaşması’na imza eden garantör devletlere bildirmek,

2- Uluslararası demokratik ve insan haklarıyla ilgili kuruluşlara Türk’lüğümüzü yok etmek isteyen idârecilerimizi şikâyet etmek…

3- İslâm ülkeleri temsilcilerine ve kuruluşlarına bugün milliyetimiz yarın dinimize kasteden bu şoven zihniyeti ve kararı duyurmak…

4- 29 Ocak Cuma günü Cuma namazından sonra Gümülcine Eski Camii’nden tüm Batı Trakya Türk’ünün katılacağı bir yürüyüş düzenlemek…

İşbu duyurumuzun Türkülüğümüz adına tüm azınlık basınında yayınlanması ricası ile…

Batı Trakya Türk Azınlığı Yüksek Kurulu Adına

Komite Başkanı Mehmet Emin Aga”

·  Yunanistan yürüyüşe izin vermedi. Gümülcine radyosunun Yunanca ve Türkçe anonsları yoluyla Türklerin herhangi bir şekilde bir araya gelmesinin yasaklandığı duyuruldu.

· Yasağa ve yollara kurulan polis barikatlarına rağmen Yasak Bölge dahil olmak üzere Batı Trakya’nın her tarafından binlerce azınlık mensubu, Gümülcine’ye gelmeye başladı. Kavala’dan polis gücü takviyesi yapıldı, Eski Cami ve Yeni Cami ibadete kapatıldı. Bu arada Gümülcine’ye girebilen ve barikatlar nedeniyle şehrin girişlerinde kalan azınlık mensubunun toplam sayısı 20 bine ulaştı.

· Göstericilerin dağılması istendi. Bağımsız milletvekili Ahmet Faikoğlu’nun konuşmasının ardından topluluk dağılmaya başladı. Ancak çatışma ve haksız tutuklamaların haberinin gelmesi ile dağılma, yürüyüşe dönüştü. Yürüyüş de polis şiddetine ve dövülmeye…

29 Ocak 1988 Direnişini Perçinleyen 29 Ocak 1990 Saldırıları

29 Ocak gününün Milli Direniş Günü halini almasında, iki yıl sonrasında maruz kalınan saldırıların daha büyük önemi vardır:

· Yunanistan’da, Batı Trakya Türklerine dönük baskı ve yıldırma politikaları her alanda sürüyordu. Azınlık Yüksek Kurulu, 29 Ocak 1990’da, yıldönümü olması nedeniyle iki yıl önce yaşanan üzücü olayları, Eski Cami’de düzenlenecek mevlitle anma kararı aldı.

· 28 Ocak günü azınlığın ileri gelenleri, üst düzey yetkililerle mevlit programı için temas kurmaya çalışırken, Yunanistan’daki yerel radyolar bir Türk’ün tedavi gördüğü hastanede bir Yunan’a saldırdığı haberini verdi. Solakidis isimli Yunan’ın, bir Müslüman’ın saldırısına uğraması haberiyle birlikte Yunanlılar 29 Ocak mevlidini engellemeye çağrılıyorlardı. Gümülcine-Maronia Kilisesi Metropoliti Damaskinos’un da aynı çağrıda bulunduğu kulaktan kulağa yayılmaktaydı ve bu çağrı Yunan fanatikler üzerinde etkili olmuştu.

· Yerel basın, 29 Ocak sabahı Solakidis’in öldüğü haberini yaptı. Gerçekte Solakidis ölmemişti ama Yunanların saldırganlaşmasında bu haber “iyi” iş yapmıştı.

· 8-10 kişilik gruplar halinde toplanan Yunanlar, önce Türklerin kahvehanesine ardından Türklere ait dükkanlara taş ve sopalara saldırdılar. Helsinki Watch, olaya ilişkin raporunda, hiçbir Yunan dükkanının saldırıya uğramadığını kayıt altına almıştır. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı 1990 İnsan Hakları Raporu’nda da saldırılara polisin hiçbir şekilde müdahale etmediği ifade edilmiştir.[4]

· Eski Cami’de hazır bulunan cemaat, saldırı haberini alınca Türklerin sığındığı Gümülcine Türk Gençler Birliği binasına gitmek isterler ama caminin çevresini tutan polis onların geçişine izin vermez. Her nasılsa polisin varlığı saldırganları durdurmamıştır. Gümülcine Müftüsü Mehmet Emin Aga ve bağımsız milletvekili Ahmet Faikoğlu ile birlikte civardaki Türkler taş, sopa, bıçak ve demir çubuklarla yaralanmıştır. Helsinki Watch Raporu, saldırganların 1000 kişi kadar olduğunu, 400 kadar azınlık işyerine verilen maddi zararın yarım milyon dolar olduğunu ifade etmektedir.[5]

6-7 Eylül Olayları ve 29 Ocak Olayları

Baskın Oran, 29 Ocak 1990 olayının, “6-7 Eylül 1955’le bir çok bakımdan benzerlikler gösteren bir kitlesel saldırı olayı” olduğu belirlemesini yapar. Solakidis isimli bir Yunan’ın bir “Müslüman” tarafından öldürüldüğü haberi ile 6-7 Eylül’deki Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalanması haberi arasında bir paralellik görülmektedir. Oran’a göre “güvenlik güçlerinin olaylara seyirci kalması, hatta saldırganlara yer yer yol göstermesi ve Yunanlı esnafın dükkanlarına küçük Yunan bayraklarının yapıştırılması” da olayların bir diğer benzer noktalarıdır. Olayın 26-27 Ocak tarihlerinde Gümülcine’yi ziyaret eden dönemin Dışişleri Bakanı Samaras ile Metropolit Damaskinos arasında yapılan bir toplantıda tertiplenmiş olduğu iddialarını da yabana atmamak gerekir.

Türkiye’deki gayri Müslim azınlık, Bulgar Kiliseleri ve Rum Patrikhanesi hakkında araştırmaları olan ve kendisi de Bulgar cemaati mensubu olan Bojidar Çipof da, iki olayı karşılaştırırken, birkaç noktaya dikkat çekmektedir:[6]

· 6-7 Eylül sonrasında Türkiye’de fazla baskı olmadı. En fazla yapılan: “Vatandaş Türkçe Konuş” sloganıydı. Ancak 29 Ocak olaylarını, etkisini bugüne dek hiç azaltmayan bir asimilasyon süreci takip etti.

· Batı Trakya’da bir zaman diliminde yağmalanan ve yakılan dükkanların toplamı, 6-7 Eylül’de burada yağmalanan dükkan sayısından fazladır. Üstelik Türkiye’de yağmalanan yerler arasında Türklere ait dükkanlar da vardı ve Türkiye hem zararları tazmin etti hem de sorumluları yargılayarak cezalandırdı.

·  “6-7 Eylül sonrasında korkarak kaçanların çoğu Yunanistan vatandaşıydı. Onların akrabaları, damatları, kızları da arkalarından gittiler ama kovulan ya da terk etmek zorunda bırakılan tek bir azınlık mensubu olmadı. Gidenler ikamet tezkeresi ile burada kalan yabancılardı, bu ülkenin vatandaşı değillerdi”

Değerlendirme

29 Ocak 1988 gününü bir direnişe çeviren olaylar zincirinde dönemin Türkiye Başbakanı Turgut Özal ile Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu’nun meşhur Davos buluşmasının da etkisi vardı. Turgut Özal’ın Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunları çözebilecek diyolog sürecini başlatma istekliliğinin, Yunan Mahkemesi’nin “Türk yoktur” kararına sessiz kalınmasına sebep olduğu ifade edilmektedir. Nitekim olayların ertesi günü Davos buluşması gerçekleşmiştir. Papandreu, görüşme sonrasında yaptığı basın açıklamasında, Özal’ın azınlıklar konusundaki tutumuyla kendisinde hayretler uyandırdığını belirterek “Özal’ın bu denli içten ve açık görüşlü olduğunu buraya gelmeden önce bilmiyordum” yönünde konuşmuştur. Batı Trakya’daki olaylarla ilgili soruyu yanıtlarken “Kendisi gibi Özal’ın da Batı Trakya’daki son olayların provokasyon olduğu görüşünde mutabakata vardıklarını” söylediği basında yer almıştır.[7]

29 Ocak 1988 olaylarının Davos buluşması ve dolayısıyla Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin iyileştirilmesine dönük yeni bir girişimle bağlantısı, iki önemli sonuç çıkarılmasını mümkün kılmaktadır. Birincisi, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin iyileştirilmesi dönemlerinde Türkiye, Yunanistan’daki Türklerin haklarını arama ve kollamada sessizliğe bürünmeyi tercih edebiliyor. Herhalde literatür bunu, reel politika olarak adlandırmaktadır. Nitekim bu tarihten sonra da benzeri örnekleri dönem dönem; hatta sık sık görülmüştür. Ancak bu politikanın Yunanistan’da bir karşılığının olmadığını da belirtmek gerekir. Zira yaşananın iyileşmenin reel değil zahiri olduğu her seferinde Yunanistan’ın Heybeliada Ruhban Okulu, Patrikhane’ye verilen Ekümeniklik desteği, Kıbrıs ya da Ege sorunları ve hatta bazen de PKK’ya açılan kamplar ve verilen destekle anlaşılmıştır. Her bir gerçeğe dönüşün yeni bir ilişkileri geliştirme adımı doğurması, kuşkusuz ki olumludur ancak ihmal edilenlere değip değmediği kuşkuludur. Batı Trakya’daki direniş ile Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin iyileştirilmesi girişiminin bağlantısının ikinci önemli sonucu da “gerçek mi zahiri mi olduğu önemli olmaksızın” “Anavatan” tarafından yalnız bırakılma duygusunun Batı Trakya Türklerini kendi hakkını kendi gücüyle aramaya itmesidir.

29 Ocak’ların bir diğer önemi de direnişin doğuşuna kapatılmasıyla zemin hazırlayan İskeçe Türk Birliği’nin 27 yıllık hukuk savaşını kazanarak AİHM önünde davasının haklılığını ispatlamasına rağmen hala kapalı tutulmasıdır. Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği, Gümülcine Türk Gençler Birliği, İskeçe Türk Birliği gibi dernekler, “Türk” ibaresinin “azınlık yaratma amaçlı kullanıldığı” gerekçesiyle kapatılmıştır. Yine, adında “Türk” ibaresi yer aldığı için Rodop İli Türk Kadınlar Kültür Derneği’nin kuruluşuna da izin verilmemiştir. AİHM, İskeçe Türk Birliği davası için 27 Mart 2008’de açıkladığı kararında derneğin yarım asırdır faaliyet gösterdiğine ve Yunan Mahkemeleri’nin bu derneğin faaliyetleriyle ilgili kamu düzenini bozan herhangi bir olayı tespit etmediğine dikkat çekmiştir.[8] Yunanistan’da kendisini çağdaş, modern, demokratik, Avrupa değerlerine sahip sayan bir ülke için utan verici olması gereken oldukça ilginç bir karar da çıkmıştır. Evros (Meriç) Azınlık Gençler Derneği’nin tanınma talebinin reddedilmesi üzerine 2003’ten itibaren Yargıtay’da görülen temyiz davasında[9] Yargıtay, “Trakya’da dinleri Müslüman olan Yunan vatandaşlarının bulunduğu” şeklindeki resmi devlet söylemini tekrar ettikten sonra “Azınlık Gençleri” adının belirli ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde ifade edilmediğini belirterek dini azınlığı mı yoksa etnik azınlığı mı temsil ettiğine dair ortaya çıkan karışıklığı kamu düzenine aykırı ve bu nedenle de yasa dışı bularak temyiz talebini reddetmiştir.[10] Yargıtay, tescil talebini reddederken aynı zamanda salt  “azınlık” teriminin dahi bir derneğin adında yer almasının da “suçları gizleyebileceği” yönünde azınlıklar aleyhine bir içtihat yaratmıştır. Dolayısıyla 29 Ocak’ı Milli Direniş Günü olarak yaratan koşullar, bugün de aynen devam etmektedir.

Batı Trakyalı Türklerinin, 29 Ocak’ı Türk milletinin birliğini güçlendirmesi niteliğiyle anmakta olduklarının da vurgulanması gerekir. 29 Ocak 1988 ve 29 Ocak 1990’da düzenlenen gösteriler nedeniyle Türklerin Yunan fanatiklerin saldırısına uğraması ve Yunan devletinin bu saldırılardaki açık rolü ya da suçluların cezalandırılması ve zararların tazmini ise gündeme gelmemektedir. Bu iki önemli günde zulme uğrayanların tanıklıkları sayesinde yaşananların detaylarına ilişkin bir literatürün geçen 24 yıl boyunca oluşturulamaması da önemli bir eksikliktir. Ancak 29 Ocak’ın sadece Milli Direniş’in başarılması yönüyle anılması da Batı Trakya’nın protestosunun barışçıl niteliğini hala koruduğunu ve düzelmeye dönük umudun ya da beklentinin canlı olduğunu da göstermektedir.

Son Söz

Bugün Batı Trakya Türkleri 29 Ocak’ı devam eden bir direniş günü olarak anıyorlar. 29 Ocak’ın önemi ve 29 Ocak 1988/1990’da yaşananlar, Türkiye kamuoyunda “bile” 6-7 Eylül olayları kadar bilinmiyorsa, sebebi …

cümle şunlardan biriyle ya da belki her biriyle devam edebilir:

* Yunanistan’ın, Türkiye’nin yetiştirdiği kadar “aydın” yetiştirememesidir.

* zaferlere odaklanmış olan Türklerin, acılara odaklı tarih anlayışını tercih etmemesidir.

* Yunanistan’ın tarihiyle yüzleşmesi meselesini ne Yunanistan’da ne Türkiye’de kimse sorun olarak görmemektedir.

* Batı Trakya Türklerinin kendileri adına lobi faaliyeti yapacak dostlarının bulunmayışıdır./Yunanistan’ı lobiler üzerinden yıpratma niyetinde olan güçler ve lobilerle meşrulaştırılmak istenen siyasi bir proje bulunmamaktadır.

* İrredentist bir ülke olmakla suçlanmaktan çekinen Türkiye’nin bu nedenle acıları görmezden gelmesi ve soydaşları adına hak arayışını da zamana bırakmasıdır.

* 6-7 Eylül ile ilgili sayısız sinema filmi çekilirken 29 Ocak’ta Yunanistan’da yaşananlar hakkında sayılı bir iki kısa belgeselden fazlasının yapılmamış olmasıdır.

* 29 Ocak Direniş Günü’nün haberlere dahi konu olamıyor oluşudur.

* bugün hala daha Batı Trakya’daki Türk azınlığa yönelik temel insan hakları ihlallerinin sürmesi de doğaldır.

Gözde KILIÇ YAŞIN

21.YY Türkiye Enstitüsü

Kıbrıs ve Balkan Uzmanı

Kaynak: 21.YY Türkiye Enstitüsü

          Kaynakça


[1] 29 Ocak 1988 ve 29 Ocak 1990’da gerçekleşen olayları ayrıntılı olarak ele alan bir eser için bkz. Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Bilgi Yayınevi, 1986

[2] Milliyet, 24 Ocak 1988 akt. Baskın Oran, a.g.e, s.189

[3] Trakya’nın Sesi, 28 Ocak 1988

[4] Human Rights Watch, Human Rights Watch World Report 1997 – Greece, 1 January 1997, şu adresten ulaşılabilir:  http://www.unhcr.org/refworld/docid/3ae6a8aa10.html (erişim: 31 Ocak 2012); ABD’nin 1990 tarihli Yunanistan Raporu’nun çevirisi için bkz. Ahmet T. Yılmaz, Bülten (Türk Demokrasi Vakfı Yay.), Nisan 1991, S.9.

[5] Human Rights Watch, Human Rights Watch World Report 1997 – Greece, 1 January 1997, şu adresten ulaşılabilir:  http://www.unhcr.org/refworld/docid/3ae6a8aa10.html (erişim: 31 Ocak 2012)

[6] Bulgar Kiliseleri Vakfı eski Yönetim Kurulu Üyesi olan Bojidar Çipof’la 29 Ocak 2010’da yapılan mülakattan. 6-7 Eylül olayları ile ilgili farklı bir yazısı için de bkz. Bojidar Çipof, “Hala mı Şu 6-7 Eylül 1955?”, www.bojidar.wordpress.com, 8 Eylül 2009

[7] Cumhuriyet, 1 Şubat 1988 (Stelyo Berberakis)

[8] Rodop İli Türk Kadınlar Kültür Derneği de AİHM’nin 27 Mart 2008 tarihli kararıyla haklı bulumuştur.

[9] Talep sırasıyla Dedeağaç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 58/1996 sayılı kararıyla ardından Trakya Temyiz Mahkemesi tarafından 423/1998 sayılı kararla ve nihayet Yargıtay’ın mahkeme kararını onayan 58/2006 sayılı kararıyla reddedildi.

[10] Stamatis Sakellion, Yunanistan, Avgi gazetesi, 5 Kasim 2006, çev. Erol Bekir

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...