2012 Londra Yaz Olimpiyat Oyunları ve Türkiye – IV

Olimpiyat Oyunları  yazılarımıza devam ediyoruz. Bundan önceki üç yazımda oyunların tarihçesi, politik, ekonomik ve sosyokültürel yönleri ile Türkiye’nin ilk defa davet edilmesi, üyeliği ve aldığı başarıları  yazmıştım. Henüz okuma fırsatı bulamayanlar www.salihdogan.com ve www.tuicakademi.org sitelerinden yazılara ulaşabilirler. Bu yazımda da Türkiye’nin spor politikasına değinerek bazı tespitlerde bulunmak istiyorum. 

Türkiye’nin Spor Politikası 

Türkiye, anayasasında spor ile ilgili bir madde bulunduran nadir ülkelerden biridir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın gençlik ve spor başlığını taşıyan bölümünde şöyle söylenmektedir: 

“IX. Gençlik ve spor

A. Gençliğin korunması

MADDE 58- Devlet, istiklâl ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.

Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.

B. Sporun geliştirilmesi ve tahkim (*)

MADDE 59- Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır,

sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder.

Devlet başarılı sporcuyu korur.

(Ek fıkra: 17/3/2011-6214/1 md.) Spor federasyonlarının spor faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin kararlarına karşı ancak zorunlu tahkim yoluna başvurulabilir. Tahkim kurulu kararları kesin olup bu kararlara karşı hiçbir yargı merciine başvurulamaz.”1 

Her ne kadar anayasasında spor ile ilgili bir madde bulunduran ender ülkelerden biri olsak da iş uygulamaya geldiğinde o kadar da başarılı bir spor politikamızın olduğu söylenemez. 

T.C. Gençlik ve Spor Bakanlığı –  Spor Genel Müdürlüğü (SGM) 

Türkiye’nin spor konusundaki temel kurumu Haziran 2011’de çıkarılan kanun hükmünde kararname ile kurulan Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı  olarak çalışan Spor Genel Müdürlüğü’dür (eski adıyla Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü). Spor Genel Müdürlüğü toplamda 61 federasyonu bu kurumun çatısı altında toplanmıştır. 

Spor Genel Müdürlüğü’nün teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunun ikinci maddesinde Spor Genel Müdürlüğü’nün görevleri şöyle belirtilmiştir: 

“a) (Değişik: 3/6/2011 –KHK–638/31 md.) Vatandaşın ve okuldışı gençlerin fizik, moral güç ve yeteneklerini sağlayan beden eğitimi, oyun, jimnastik ve spor faaliyetlerini sevk ve idare etmek, 

b) Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bütün öğretim kurumlarının; yurt içi ve yurt dışı spor faaliyetlerini programlamak, beden eğitimi ve spor faaliyetlerinin esaslarını tespit etmek, yürütmek, bu faaliyetlere ait araç, gereç ve benzeri ihtiyaçları sağlamak, 
…..”2

Bu maddeler p maddesine kadar uzayıp gitmektedir. Spor Genel Müdürlüğü’nün görevleri bu şekilde uzayıp giderken asıl eleştiri de bu noktada gelmektedir. Kurum aşırı hiyerarşik yapısıyla 61 federasyonun çalıştırılmasını yavaşlatmakta ve hatta belki de engellemektedir. Sporu toplumda yaygınlaştırmak SGM’nin kanuni görevi olsa da uygulanan yanlış politikalar bunun önüne geçmiştir. Son 10 sene içerisinde spor alanında Türkiye’de alınan büyük başarılara bakacak olursak bunların başta Erkekler A Milli Futbol Takımının 2002 Dünya Kupasında aldığı üçüncülük ve 2008 yılında gelen Avrupa Şampiyonası üçüncülüğü olduğu söylenebilir. 1992 yılında özerkliğe kavuşan Türkiye Futbol Federasyonu ise özerk yapıya sahip tek federasyondur. Futboldaki başarıların yanında basketbol ve voleybol gibi takım sporlarında da ülkemiz son yıllarda önemli başarılara imza atmaya başlamışlardır.  

2008 Beijing olimpiyatlarından önce Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü (o zamanki yapısıyla GSGM – 2011’den itibaren SGM) Başkanı Mehmet Atalay olimpiyatlardan beklentilerinin 5 altın, 5 gümüş ve 5 bronz madalya olduğunu söylemişti. Oyunların sonunda ise sadece 1 altın, 4 gümüş ve 3 bronz madalya kazanmıştık. Başkan Mehmet Atalay olimpiyat oyunları kapanışından sonra yaptığı açıklamada 2008 Beijing’in Türkiye’nin son 48 yıldaki en çok madalya kazandığı iki olimpiyattan birisi olduğunu söyleyerek ülkemizi “utandırmadık” ama ülkemizin büyüklüğüne yaraşır bir sonuçta olmadı şeklinde açıklamada bulunmuştu. Geçmişteki başarısızlıklarla avunarak yapılan bu açıklama Türkiye’deki spor yöneticilerinin konuya yaklaşımı açısından büyük bir talihsizlikti. 

Milli Olimpiyat Komitesi 

Bir diğer spor kurumu ise Milli Olimpiyat Komitesidir. Milli Olimpiyat Komitesi merkez örgütlenmesinin dışında taşrada örgütlenememiştir. Amatör sporu, spor ruhunu ve Olimpiyat Hareketi’ni geliştirmek, yaymak ve korumak konusunu amaç edinmiş, Uluslararası Olimpiyat Komitesini (IOC) temsil eden bir kurumdur. Ancak bu kurum da ne olimpiyat ruhunu halka ulaştırma konusunda başarılı olmuştur ne de örgütlenme konusunda başarılı bir noktaya varmıştır. Nitekim yılda bir kez “Olimpik Gün” adı altında spor, kültür ve sanatı özendiren etkinlikler düzenlemek yeterli olmayacaktır. 

Yerel Yönetimler 

Yerel yönetimler sporun kitlelere yaygınlaştırılmasında maalesef yeterince sorumluluk üstlenmemiştir. Yerel seviyede belediyelerin “Gençlik ve Spor İl Müdürlüklerine” oranla sporun teşvik edilmesi ve geliştirilmesi konusunda daha etkin ve başarılı olacağı mutlaktır. Sporla biraz olsun ilgilenen belediyelerin ilgilerini futbol üzerine yoğunlaştırmaları ve amatör branşlara yatırım yapmamaları da yine düzeltilmesi gereken bir noktadır. 

TESPİTLER

·                    Olimpiyat oyunlarında gelen başarılar nüfusa bağlı olarak artmadığı gibi katılım sayılarında dahi nüfusa bağlı bir oran söz konusu değildir. Hakeza katılım sayıları ile madalya sayısı açısından da çok net bir doğru orantının olduğu söylenemez. Eğer böyle bir bağlantı olsaydı bugün Çin ile birlikte Hindistan, Pakistan ve Endonezya gibi ülkeleri de listenin üst sıralarında görmemiz gerekirdi. Fakat en basit örneğiyle nüfus açısından sayıca daha az olan Türkiye olimpiyatlarda bu ülkelerin üstünde yer almıştır. Dolayısıyla nicelik değil, nitelik önem kazanmaktadır. Örneğin ABD’li yüzücü Michael Phelps tek başına 2012 olimpiyatlarında 4 altın ve 2 gümüş madalya kazanarak altın sıralamasında sadece 19 ülkenin arkasında yer almıştır. Phelps 2008’te kazandığı 8 altın madalya ile başarı sıralamasında sadece 6 ülkeye geçilmişti.

·                    Özellikle politik ve ekonomik olarak ev sahibi ve katılımcı ülkelere katkıları göz önünde bulundurulduğunda olimpiyat oyunlarının çok ciddiye alınması gerektiği anlaşılmaktadır. Katı rejimlerin ve ideolojilerin hüküm sürdüğü ülkelerde oyunlar bir propaganda aracı, bir güç gösterme sahnesi olarak algılanıyor ve kullanılıyor. Bu ülkeler oyunlara normalin çok üzerinde yatırım yapıyorlar. Örneğin Küba’nın boksa olan ilgisi ve boks sporundaki başarısı tesadüfi değil. Küba’da uygulanan sistemde boks yapacak gençler daha çok küçük yaşta seçiliyor ve jimnastik yapmaları yoluyla ringlere hazırlanıyorlar. Kübalı bir boksörün de oyunlarda örneğin ABD’li bir boksör karşısında adeta intikam alır gibi bir oyun çizgisinde seyretmesi geçmişin izleri olarak görülüyor. Bu şekilde dövüşen hatta savaşan sporcular da halk gözünde kahraman olarak görülüyorlar.

·                    Olimpiyatların başarılı olan ülkelere prestij noktasındaki katkıları ve o ülke vatandaşlarının kendilerine olan güvenlerinin artması da yine önemlidir. Biz bu ülke karşısında sporda başarılı olabiliyorsak demek ki daha bir çok alanda da üstünlük sağlayabilir veya daha iyi konumlara gelebiliriz hissinin toplumlara yayılması yadsınamayacak önemdedir. Diğer ülkeler nazarında kötü bir imaja sahip olan bir ülkenin imajını düzeltmesi ve kendini farklı, iyi ve başarılı yönleriyle insanlara göstermesi meselesi ülke için büyük önem arz etmektedir.

·                    Olimpiyatlar tarihinin en başarılı ülkelerinden birisi olan Amerika Birleşik Devletleri aynı zamanda dünyada şişmanlık (obezite) sorununu en fazla yaşayan ülke konumundadır. Bu durum da olimpiyatların çelişkili tarafı olarak gün yüzüne çıkıyor. Bu konu özellikle de 2008 Beijing olimpiyatlarında ABD’li yüzücü Michael Phelps’in McDonald’s’ın marka elçiliğini yapmasıyla oldukça tartışılmıştı.

·                    Bazı ırklar bazı sporlarda dominant bir şekilde başarılı oluyorlar. Bunun en belirgin şekilde gözlemlendiği alan ise Afrika kökenli sporcuların basketbol ve atletizm gibi sporlarda başarıya ulaşmaları. Bilimsel araştırmaların ışığında ulaşılan bilgiler bu kişilerin (phenotypic advantage) fenotipik artılara sahip olduğunu ortaya koyuyor. Farklı iskelet ve kas yapısı, farklı metabolizma sistemlerine sahip olmaları, bacak yapıları, coğrafik farklılıklar ve diğer bazı etkenler Afrika kökenli bu sporcuların neden bu branşlarda dominant olduğunu açıklıyor.3 Bu gerçek birçok ülkenin ilgisini çekmiş olsa gerek ki bu tarz belirli sporlarda başarılı olan ırklardan sporcular çok küçük yaşlarda tespit edilip diğer ülke vatandaşlıklarına geçiriliyorlar. Örneğin 2008 ve 2012’de 100 metre yarışlarında altın madalya kazanan ve dünya rekorunu elinde bulunduran Jamaikalı atlet Usain Bolt o çizgiyi geçen ilk Jamaikalı atlet değildi. 1992’de Linford Christie Büyük Britanya adına, 1996’da da Donovan Bailey Kanada adına altın madalyaya ulaşmışlardı.4 

 

Bu yazıda da burada bırakıyorum. Son yazımda ise bazı tavsiyelerde bulunacağım. 

Salih Doğan

Birmingham, İngiltere

www.salihdogan.com web sayfası üzerinden yazara ulaşabilirsiniz. Twitter’da takip etmek için https://twitter.com/salihdogan 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...