Bu röportaj, 1989’da Türkiye’ye göç etmiş Bulgaristan göçmeni Osman Ç. ile Büyük Bulgaristan Göçü üzerine yapılmıştır.
1- Merhaba, öncelikle sizi tanımak istiyorum. Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Benim ismim Osman Ç. 63 yaşındayım. Sakarya, Adapazarı’nda yaşıyorum. Emekliyim.
2- Nereden ve ne zaman göç ettiniz?
1989’da Bulgaristan’dan göç ettim.
3- Ne sebeple göç ettiniz? Bu bir zorunlu göç müydü?
Tabi. Biz göç etmedik de göç etmek zorunda bırakıldık.
4- Göç etmeden önce nasıl bir Bulgaristan vardı? 1984 başlarında göç etmenize sebep olan ortamı anlatır mısınız?
Tabi, göç kolay bir hadise değil. Göçten önce yaşananlar çok kötüydü. Türklere karşı camileri yasakladılar. İsimleri değiştirdiler. Bunlar hep asker zoruyla oldu. Eskiden Türkçe 2 saat okul vardı. Onun derslerini de kaldırdılar. Dersler kapanınca Türk öğretmenleri işten çıkardılar. Önce Pomakların isimleri değiştirildi. Sonra dediler ki Pomaklarla evlenmiş olan Türklerin de isimleri değişecek. Çünkü siz de karıştınız dediler bize. Sonra yavaş yavaş bütün Türklerin isimlerini değiştirmeye başladılar. Yani tabi bunlar bahaneydi. Tüm Türklerin ismi değişecekti zaten. Ama birden değiştirip ayaklanma olmasın diye kademeli şekilde önce Pomakları dediler sonra evlilik dediler. Böylece zorla isimlerimizi değiştirdiler. Dediler ki kendi aranızda dahi Türkçe konuşmayacaksınız. Böyleydi. Yasaktı her şey.
5- Ne gibi baskılar gördünüz?
Yani dedim ya biz göç etmedik de göç etmek zorunda bırakıldık. Önce isimlerimizi değiştirdiler sonra camileri yasakladılar. Okullarda Türkçe dersleri kapattılar. 1985’in Ocak ayında bizim köyü bastılar. Akşamleyin köyü bastılar, etrafını ciplerle çevirdiler. Sonra Bulgar makamlarıyla evleri gezmeye başladılar. Bulgar makamları yanında polisiyle, askeriyle, bakanıyla geldi. ‘Şimdiden sonra Türk olmayacak burada ismini seç’ dedi. Tabi o anda bambaşka oluyor yani. Deden Türk, nenen Türk bütün ırkın Türk. Birden bire öyle gelince razı gelmiyorsun. Ama mecbur. Ya ismini seçiyorsun ya zulüm göreceksin. Kapıda asker bekliyor şoförle alıp götürüyor seni istemezsen. Mecbur. Ben o anda şanslıydım. Bu dediklerim ailemin başına geldi. Ben okuldaydım. Bulgaristan’da şoförlük yapıyordum ben. Ehliyetimi yükseltmek için okula gitmiştim. Kazanlık diye bir yer var orda. 200 km uzakta. Ben ayda bir kere geliyordum izne. Şubat ayında izne gelmiştim. Trenden indim. Eniştem geldi almaya diye beni. O söyledi bizim köyü de bastılar diye. Ama eve gidene kadar beni de durdurdular. Baktılar pasaportum Türk. O anda tamam geç dediler. Eve geldim herkes ağlıyor. Sonra benimkini de değiştirdiler. Sadece bizim değil, tarlaların ismi değişiyor, mevkilerin ismi değişiyor, mezarlıklardaki mezar taşlarını bile kırıp Bulgarca yazıyorlar. Türk kimliğinde hiçbir şey kalmıyor. İsimler önemli değil de onların niyeti bütün Türklüğü yok etmekti. Bir gece de Türklüğüm gitti. O kadar mecbur bıraktılar ki biz normalde komşular arasında birbirimize seslenirken yine Türk isimlerimizi söylüyorduk. Ben bilmiyorum ki. Kaç yıldır Hasan, Hüseyin alışmışım. Beni de ismim değiştikten sonra da Osman diye çağırıyorlardı. Ama onu bile istemediler. Yine köye geldiler. Söyledik. Bulgar isimlerimizi bilmediğimiz için böyle sesleniyoruz dedik. O zaman herkesin kapısına bu evde kim yaşıyorsa Bulgar ismini yazalım bundan sonra Bulgar isim dışında birbirinize seslenmeyeceksiniz dediler. Çok baskı gördük.
6- Göç etme kararını nasıl aldınız?
Şöyle, yani insanlar bu isimlere razı değil. Bu baskılara hiç değil. Mesela ben şoförlük yapıyorum. Artık insanlar ‘Osman beni filanca yerde indir’ diyemiyor. Yasak. Zorunlu bıraktılar bütün şoförlere kurdele gibi ismini boynuna asmayı. Ağır geliyor madalya gibi boynumda ismimi taşımak. Sonradan bunu herkese zorunlu hale getirdiler. Herkes çoluk çocuk boynunda ismi ile geziyordu. Türkçe hiçbir kelime kalmadı. Ben Ankara radyosu dinlerdim çok. Bütün radyoları kapattılar. O kanallara Bulgar müzikleri koydular. Bu baskılar gitgide artmaya başladı. Dedem vefat etti benim. Papaz gömdü. Çocuğum oldu, kaçak sünnet ettirdim. Bunlar çok ağrıma gitti. Bu baskılar artınca bir süre sonra Türkler patlamaya başladı. Yürüyüşler olmaya başladı. Mitingler yapmaya başladılar Bulgar makamları önünde. “Ne istiyorsunuz siz?” dediler. Biz “Türklüğümüzü yaşamak istiyoruz.” dedik. O mitingde çok kızdı Dışişleri Bakanı. Dedi ki “24 saat içinde bütün Türkleri sürgün edin.” Kanun çıkardılar bir de. Bir an önce gidelim diye. Ama eşyalı değil tabi. Gezmek için diye güya. Ama bu kanunu neden çıkarttı? Hemen bizi Türkiye sınırına bıraksın, Türkiye de bizi alamasın diye. Sonra diyeceklerdi ki “Bakın Türksünüz Türkiye de sizi almıyor.” Hep zorladılar. Kabul etmeye mecbur bıraktılar.
7- Türkiye’ye geliş süreciniz nasıldı?
Şimdi öncelikle şöyle bir şey var. Orda Türkler devlete çalışır, tarım yapar. O zaman da orak zamanıydı. O yüzden bizi göndermek istemiyorlardı. Biz gitsek tarım da bitecek. O yüzden engel koyuyorlardı. Mesela ben pasaporta başvuruyordum. Benimki çıkıyordu, eşiminki çıkmadı diyorlardı. Hâlbuki çekmecede. Ama vermiyorlar eşimi bırakıp gidemeyeceğimi bildikleri için. Hep böyleydi. Mesela annesinin pasaportu çıkıyor, çocuklarının çıkmıyordu gibi. Böyle olunca ben işi bıraktım. Bir sürü kez başvurdum. Kimisinde eşimin çıkmıyordu kimisinde onun çıkıp çocukların çıkmıyordu. En sonunda çıktı belgem. Akşam 6’ya kadar köyden çıkmak zorundasınız dediler. Hiçbir şey alamadık ki yanımıza. Hep zorluk çıkıyordu. Belgen çıktığı gün birkaç saat içinde çıkmak zorundasın. Bir yorgan, bir battaniye birkaç yiyecek bir şey alabildik. 7.ayın 24’ünde çıktım yola, 28’inde sınıra vardım. 4 gün yolda tuttular bizi. Yollarda çok kalabalık gözükmesin, turistler görmesin diye kısıtlı kısıtlı ve ormanın içinden giderdik. Her noktada polis durduruyordu. Öylelikle 4 günde vardık sınıra. Bayrağı gördük. Rahatladık.
8- Oldukça sancılı süreçler yaşamışsınız. Şuraya değinmek istiyorum. Yıllardır yaşadığınız, doğup büyüdüğünüz yeri terk etmek zorunda kaldınız. Ve burada sıfırdan başladınız. Türkiye’ye geldikten sonraki uyum sürecinizi nasıl değerlendirirsiniz? Size ne gibi destek sağlandı veya sağlandı mı?
Sağladı. Biz Türkiye’ye girdik ama orda çok zulüm gördük ya onun etkisiyle çekinerek, korkarak girdik. Ama çok güzel karşılandık. Gümrüğe geldim ben işlemlerimi yaptırmaya diye. Yok dediler önce yemek yiyin, dinlenin. Kenarda yemekhane vardı. Yemek yedik orda. Sonra bizi Kırklareli’nde okula yerleştirdiler. Bizden önce kim geldiyse haber bırakmışlar bize. Tanıyan çıkarsa birbirimizi bulalım diye. Bizi Afyon’a yolladılar ama ben panoda gördüm bir akrabamın Konya’da olduğunu. Bizi Afyon’a teslim ettiler. Cebimize yol parası da verdiler. Afyon’da da bir okulda kaldık kiralık ev bulana kadar. Ben çalıştım biraz Afyon’da. Vali geldi “Okullar açılacak artık bir an önce kiralık ev bulun ki biz kiranızı ödeyeceğiz ama öğrenci alacağız okula.” dedi. Ama biz yabancı olduğumuz için kiralık ev bulamadık. Çok sıkıntıydı kiralık ev bulmak. Sonra ben bir akrabamın Adapazarı’nda olduğunu öğrenince onun sayesinde kiralık ev buldum. Öylece Adapazarı’na yerleştik. O gün bugündür Adapazarı’ndayım.
EBRU ŞAHİN
Göç Çalışmaları Staj Programı