12 Eylül askeri darbesine ilişkin dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya’nın yargılanmasıyla birlikte 12 Eylül’ün de yargılanma süreci başladı. Sadece iki paşanın yargılanmasıyla 12 Eylül’ün izlerini silmek ve 12 Eylül zihniyetiyle hesaplaşmak mümkün değil.
12 Eylül’ün bu ülkedeki ekonomik, siyasi ve toplumsal sonuçlarına teker teker değinmeyeceğim. Bunlar bu aralar herkes tarafından dile getiriliyor. Öyle ki, şu anda 12 Eylül’ü en ağır şekilde eleştirenlerin bir kısmının o dönem “kurtar bizi paşam” dediğini bile biliyoruz. Gazeteci Ahmet Hakan’ın (2012) da dediği gibi: “Sivil yönetimlerin yaptıkları hatalarla yüreklice hesaplaşmak varken paşa babaların arkasına saklanmak delikanlılığa sığmaz.”
İnancım o ki, 12 Eylül’ün bu ülkede yarattığı en büyük tahribat günümüz Türk gençliği. Düşünmeyen, hissetmeyen bırakın ülkesine ve dünyaya dair, kendisine dair bile söyleyecek sözü olmayan bir gençlik. Sistemin bu gençliğe yapmış olduğu en büyük ayıp ise düşünmeyi öğretememiş olması. İşte bundandır ki, 2000’lerin gençliğine duymadığım saygıyı 68 kuşağına duymaktayım. Solcu da olsa sağcı da olsa heyecanlarına, hayallerine ve ideallerine kurban edilmiş bir gençlik. Üzücü yanı ise her iki ideolojinin gençlerinin görüşleri ve araçları farklı olsa da amaçları bir, o da Türkiye sevgisi. Sağcı gençler duvarlara “Milliyetçi Türkiye” yazarken solcu gençler “Tam Bağımsız Türkiye” yazmış. Bu cümledeki kelimeler farklı olsa bile duygu, gaye ve anlam aynı.
12 Eylül devlet ve millet arasındaki birlik ve aidiyet duygusuna da zarar vermiştir. Siyaset felsefesinin temel sorularından biridir “devlet, birey için mi yoksa birey, devlet için mi’’ sorusu. Tarih sahnesinde şimdiye kadar birçok köklü devlet inşa etmiş Türkler için devlet algısı ve bu sorunun cevabı diğer uluslardan farklıdır. Türk töre ve şuurunda devlet demek; “adalet, barış, güvendir, devlet babadır.” Bunun yansımalarını “Allah devletimize zeval vermesin” yahut şehit yakınlarından duyduğumuz ‘’devletimiz ve milletimiz için oğlumuz feda olsun’’ sözlerinde görebiliriz.
Türk milleti için devlet bu kadar kutsal olmasına rağmen 12 Eylül’de olduğu gibi devletin büyük hatalar işlediği, babalıktan zorbalığa ve despotluğa geçtiği durumlar yaşanmıştır. Türk insanının gözünde devlet, “devlet baba” rolünde bile olsa, geleneksel baba tipinde olduğu gibi sert, despot, otoriter, ailenin kontrolü için çocuklarını feda eden değil; “devlet ana” gibi olmalıdır. Çocuğunun yani halkının mutluluğu ve önceliği her zaman öncelikli olan, ana gibi üretken, şefkatli, fedakâr olmalıdır. İşte bundandır ki devlet halkına anası gibi yaklaşmalıdır.
Tabi devleti eleştirmek ne kadar hakkımız ise yüzümüzü aynaya çevirip bizim de kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor. Eleştirdiğimiz devletin de bizlerden oluştuğunu unutmamak lazım. Bu bağlamda 12 Eylül ile hesaplaşmak biraz da kendimizle hesaplaşmak. 12 Eylül’ün suçlusu sadece birkaç paşa değil, Kenan Evren’e ülke içinde ve dışında alkış tutanlar da suçlu. Kenan Evren’in 32 yıl sonra itiraf ettiği şu sözlerinde olduğu gibi: “Etrafımda herkes benim her yaptığımı alkışlıyor, her yaptığımın doğru olduğunu söylüyor, herkes beni vazgeçilmez olarak görüyordu. Amerikan, İngiliz ve Alman Büyükelçileri geldi bana. Anayasada bir değişiklikle, benim Cumhurbaşkanlığı süremin uzatılmasının Türkiye için çok yararlı olacağını söylediler” (Doğan, 2012). İşte bundandır ki, mevcut iktidara ve güce kim sahipse ona biat ve dalkavukluk etme alışkanlığından vazgeçmemiz gerekiyor. Yoksa 12 Eylül ve sonrasında olduğu gibi bunun bedelini ağır ödeyebiliyoruz.
12 Eylül çıkarımları sonucunda üzerinde sorgulamamız gereken bir konu da neden dış müdahalelere ve provokasyona bu kadar açık bir toplum olduğumuz. Bu müdahaleler sonucunda maalesef Türkiye’de şimdiye kadar birçok karışıklık yaşandı ve kan döküldü. Tıpkı 12 Eylül’de, Maraş ve Sivas katliamlarında olduğu gibi. Şimdiye kadar ülke tarihinde yaşanan olaylarda derin devletin rolünü sorgulamamız gerektiği ölçüde, derin milleti de yani kendimizi de sorgulayabilmemiz gerekiyor? Bu ülkede geçmişten, günümüze Solcu-Sağcı, Türk-Kürt, Sünni-Alevi diye birbirimizi etiketleyip birçok konuda karşı karşıya getirilmek istendik, getirildik de. Dış provakatörlerin müdahalesi vardı tıpkı 12 Eylül’de sağcılara da, solculara da silahı verenin aynı mekanizma olması ve Gladio’nun bu olaylarda parmağı olduğu iddiaları gibi. Bazen ise provokatörlerin müdahalesine gerek kalmadan bile karşı karşıya gelebiliyoruz. Siyasi görüşlerimizden, tuttuğumuz partilere tutun da, desteklediğimiz takımlara kadar karşılıklı anlayışı ve saygıyı birbirimize gösteremediğimiz gibi. Bu da demokrasi kültürümüzün eksikliğinden kaynaklanıyor.
12 Eylül konusunda diğer değinilmesi gereken noktalardan biri de yapılan işkenceler ve fişlemelerdir. Bunlar insanlık suçudur. Fakat 12 Eylül’ü bahane edip bu ülkede bazı şeyleri meşrulaştırmak isteyenler de yok değil. Gayesini 12 Eylül ile hesaplaşmak gibi gösterip devleti yıkmak isteyenlerin olması gibi. PKK’nın 12 Eylül’den sonra Diyarbakır Cezaevi’nde Kürtlere yapılan işkencelerin ürünü olduğu iddiası bunlardan biri. Hatırlatmak gerekiyor ki Mamak Cezaevi’nde Ülkücüler, Metris Cezaevi’nde de Devrimciler işkenceye maruz kaldı. 12 Eylül’den mağdur olan toplumun sadece bir kesimi değildi. Fakat bu mağduriyet PKK terör örgütünü hiçbir şekilde meşrulaştıramaz.
İnanıyorum ve ümit ediyorum ki, toplum mühendisleri tarafından bu ülke ve insanının kaderiyle tekrar oynanmasına izin vermez ve 12 Eylül darbelerini tekrar yaşamayız. Bütün bunları yaşamamamız için ise güce değil, hakka ve hakikate inanan ve onu savunan bireyler olmamız gerekiyor.
Ümit Nazmi HAZIR
Doğan, Y. (2012). Evren: Darbeler orduyu yıpratıyor. Hürriyet Gazetesi. Erişim Adresi: https://www.hurriyet.com.tr/evren-darbeler-orduyu-yipratiyor-20267431
Hakan, A. (2012). Darbenin mazereti olmaz, olamaz. Nokta. Hürriyet Gazetesi. Erişim Adresi: https://www.hurriyet.com.tr/darbenin-mazereti-olmaz-olamaz-nokta-20302703